22 Temmuz 2020 Çarşamba

aldatma diyalog - ödev

Meryem ve Derya, Bahçeli'deki küçük bir pubda biralarını içiyor ve bir yandan da sohbet ediyorlardı. İkisi de çok şıktı, sade bir makyaj yapmışlardı ve saçları fönlüydü. Dışarıdan bakan kimse birinin sevgilisinin başarılı intihar girişiminde bulunduğunu ve acil bir şekilde toplandıklarını anlayamazdı.

Derya telefonunu ters bir şekilde masaya bıraktı ve
"Demek Fahir öldü ha?" dedi. Sanki bilmiyormuş gibi.
"Öldü gerçekten. Bu öğlen de cenazesi vardı ama gitmedim" dedi Meryem. Yüzünde müsebbibi olduğu ölümden hiçbir iz taşımıyordu.
"Nasıl intihar etmiş?" diye sordu Derya. Sanki bilmiyormuş gibi.
"Sabah erkenden kalmış ve dedesinin evine gitmiş. Biraz sohbet etmişler. Buzdolabından insülinlerini çalmış yaşlı adamın. Bir tane bile bırakmamış. Sonra eve dönmüş. Bir bardağa temizlik malzemesi dökmüş. Limon ruh mu ne?"
"Tuz ruhu olmasın?"
"Öyle bir şey valla ilk kez duydum.  Neyse ikimizin resmini bastırttığı bir kupa vardı ya. İşte o kupaya tuz ruhunu dökmüş. Sonra elinde kupa siteni terasına çıkmış. Haa bir de evden bıçak almış. Neyse önce kendine insülünleri yapmış, sonra tuz ruhundan içmiş ama bitirememiş. sonra bıçağı kendine saplamaya çalışmış, neyse ondan da sonra..."
Tam o sırada Meryem'in telefonundan bir ses geldi. Baktı Meryem; gelen bir instagram uyarısıydı. Meryem telefonunu eline alınca otomatik olarak Derya'da eline aldı ve bir süre intadaki hikayelere baktılar. Meryem,
"Ya şu kız çok salak ya, görmemiş bir kezban. Baksana bikinisine. Kaldı mı bu model yaa" dedi.
Derya arkadaşını destekler bir şekilde "Bunlar her eskiyi retro sanıyorlar yaaa" diye ekledi.
Biraz daha telefonlarına baktılar ve Derya tüm insta hikayelerine bakınca
"Eee devam etsene... Kendini bıçaklamış diyordun" dedi samimiyetsiz bir merakla.
Meryem de telefonunu bıraktı ve devam etti.
"İşte karnına saplamış bıçağı. Babası İsviçre'den getirmişti zaten, çok şık bir şeydi."
"Eee kızım sonra?"
"Sonra da atlamış işte. Ama ölememiş. Hastaneye yetiştirmişler. Orada kendine gelmiş ama birkaç saat sonra ölmüş."
Meryem 'birkaç saat sonra ölmüş''ü öyle ruhsuz söyledi ki. Bu ruhsuzluğa belki de bir tek 'bestie'si Derya şaşırmazdı.
Biralarından birer yudum aldılar, cep telefonlarının ön kameralarından kendileri baktılar ve Derya tekrar sordu
"Neden intihar etmiş? not bırakmış mı?"
"Bırakmış bırakmış... Hani ben geçenlerde Berk'te kaldım ya. Onu çok kıskanmış, onu aldattığım için çok üzülmüş, kendine yedirememiş falan filan. Çok arayınca zaten engellemiştim telefonumdan. Haftaya konuşuruz, ben seni ararım, depresyondayım, kafam çok karışık, tüm dünya üstüme geliyor demiştim. Kızım bunun için intihar edilir mi ya? Bu kaçıncı seviye arabeskliktir ya? Bu nasıl bir Ortadoğululuktur?"
"Ay evet ya" diye destekledi Derya arkadaşını tüm samimiyeti ile.
"Hayır ayrıl abi! Ayrıl bitsin nedir? Saçma sapan kendini öldürmenin manası ne? Bir de şovlar falan, resmimiz olan bardakta limon ruhu içmeler?"
"Tuz ruhu"
"Ayy evet tuz ruhu, senin de içinde gündelikçi var yaaa! Nereden biliyorsan bu saçma şeyleri."
"Ne biliyim ya. Ama intihar ederek çok ayıp etmiş."
"Gerçekten büyük düşüncesizlik. Şimdi işim yoksa ailesi ile falan görüş"
"Görüşme ya, sana ne"
"Evet bana ne? Zaten ayarladı babam, hemen tatile gönderiyor beni. Sen de gelsene"
"Hımm olabilirdi ama Berkle randevum var hafta sonu için"
"Berkle?
"Evet Berkle"
"Benim Berke"
"Hayır benim olacak Berkle"
Derya  ve Meryem biralarından birer yudum daha alıp gülüştüler.


*Bestie:ing. best friend: en yakın arkadaş, kanka

doktor ve yaşlı kadın - kanser olduğunu söylemesi -- ödev

Saat dördü kırk beş geçiyordu.Doktorun kapısının üstündeki ekranda adı tam sekiz saat kırkbeş dakika sonra yazmış, yaşlı kadına sıra anca gelmişti. Sabah saat sekizde geldiği hastanede, koridordaki banktan hiç kalkmadan öylece oturmuştu. Ne çevresine bakmış, ne yemek yemiş, ne tuvalete gitmiş, ne telefonuyla oyun oynamış ne de başka hastalarla sohbet etmişti; hatta hal hatır sorup, asıl derdi 'dert gömmek' olan yaşlılara cevap dahi vermemişti.

Ekranda adı yazınca hafifçe ayağa kalktı ve doktorun odasından içeri girdi. Doktor bugün belki ellinci hastasına bakmanın yorgunluğu içerisindeydi.
"Gel teyzecim gel, tahlil sonuçların geldi" derken sesi tatsızdı.
Kadın doktor masasının karşısındaki sandalyeye oturdu. Yüzündeki o gülümser ifade doktor için hiç alışılagelmiş bir durum değildi. Bugün gelen hastaların yüzünde bu kadar net bir gülümseme görmemişti. Böyle umutla karışık, aksiyeteli, zavallı bir gülümseme ya da durumu kabullenmiş, çökmüş bir ifade ile karşılaşmıştı.
"Bütün gün hiç dinlenmedin evladım" dedi kadın gerçekten de evladı yaşındaki doktora. "Ben de daha fazla vaktini almak istemem. Ayrıntılarla da çok ilgilenmiyorum. Sen bana ne kadar vaktim kaldığını söyle de gideyim" diye devam etti.
Doktor şaşkınlık içerisindeydi.
"Kimsen yok mu teyzecim? Onun ile konuşsam?"
Kadın çok ince bir iç geçirdi ve "Kimsem kalmadı evladım, cep telefonumu dilencinin birine verdim geçen ay, çünkü rehberimdeki herkes öldü. Yeni biri ile tanışacak heyecanım da, enerjim de yok. Çok yakınlarım kanserden öldü benim. Uzak değilim bu hastalığa. Yaşımı, durumumu göz önüne alınca tedaviye cevap verme ihtimalimin düşük olduğunu da biliyorum. Ömrümün son günlerini de kemoterapi ile geçirmeye de hiç niyetim yok"
Doktor ayaklandı, çantasına cüzdanını koydu, aylardır bir kelime bile okumadığı kitabını masasının çekmecesinden çıkardı ve çantasına yerleştirdi, arkadaşlarının gönderdiği çiçek şeklindeki çikolataları kucağına aldı, beyaz önlüğünü çıkarttı ve askısına astı, saatini çıkartıp çekmecesine koydu ve arabasının anahtarını alıp,
"Gel hadi teyzecim, mesai bitti, seni evine bırakayım" dedi.
Kadın ayağa kalktı, doktor kadının yanına geldi, kadın doktorun koluna girdi ve hastane koridorundan ağır ağır hiç konuşmadan indiler. Doktor arabasına yaklaşınca otomatik olarak kapıları açtı ve kadın ile beraber arabaya bindiler.
"Nerede oturuyorsun teyze?" dedi doktor.
"Cebeci Camii'nin oradan yukarı çıkınca" dedi kadın.
Mesafe çok uzak değildi. Doktor ağır ağır sürüyordu arabayı ve herkese yol veriyordu. Derin bir nefes aldı ve
"Durum hiç iyi değil" dedi.
Kadın gülümsedi ve
"Biliyorum evladım, daha doğrusu hissedebiliyorum. Dört aydır durumun farkındayım."
Doktor istese sarıda geçebileceği halde ayağını gazdan çekti.
"Bizde tarih vermek çok doğru değildir ama tahmini üç ay" dedi. "Üç ayı geçtikten sonra acılı süreç başlayabilir ama..."
doktor cümlenin devamını söyleyemedi. Ama'dan sonraki sessizlik durumu gayet anlaşılır bir biçimde özetlemişti.
Yeşil yandı. Doktor Cebeci Camii'nin yoluna doğru sağa döndü. Biraz daha gitti.
Kadın "Ben ineyim evladım" dedi.
Doktor dörtlüleri yakıp durdu. Kadın teşekkür etti, kapısını açtı ve inmeden
"Sen çok duygusalsın be kuzum. Nasıl yapacaksın bu işi?"dedi

Doktorla vedalaştılar ve doktor arabasını tam hareket ettirmişken annesi aradı. Doktor telefonu açtı,
"Alo anneciğim"
"Kuzum, canım oğlum benim, nasıl geçti işteki ilk günün?"

9 Temmuz 2020 Perşembe

ıssız ada ödev taslak

öncelikle selamın aleyküm. sanırım adadakı 12. yılım... ateist olarak düştüğüm bu adada aklımla Allah'ı buldum ve adımı İbrahim olarak değiştirdim. eski adım ise yunus peri idi

adada hiçbir insan yok. haliyle dinimizi tebliğ edecek kimseyi bulamamanın hüznü içerisindeyim. namazı güneşe göre ve tek başıma kılıyorum. cemaatle namazın bonuslarını kaçırmam çok üzücü.

orucu da tutuyorum ama ramazan ayına denk getirme şansımın düşük olduğunun farkındayım.

rabbim görüp takdir etsin dye kurbanımı da kesiyorum. bu sene bir aguana kestim, geçen sene de deniz kaplımbaüası kesmiştim. 3de birini yiyorum. üçte birini diğer hayvanlara veriyorum. üçte birini de ağaçların altına gömüyorum.

tövbe için muhteşem bir yerdeyim... zaten günah işleme seçeneklerim çok sınırlı, tüm eski günahlarımdan da tövbe ettim.

burada yaz kış farkı yok, ekvatora yakın olduğum kesin. ama gölgemin açısından kuzey mi güney mi yarım küredeyim bilemiyorum. aslında düştüğü açıya göre saysam bulurum ama işime yaramayacak bilgilere ihtiyacım yok.

günün yarısından fazlasında uyuyorum sanırım.

bir de bu adadaki hayvanlar inanılmaz uyuz. hiç kaçmıyorlar. insanlardan korkmamalar buradaki ilk insanın ben olduğumu gösteriyor.

adanın çevreside tam tur sanırım 9-10 saatimi alıyor. bu da yaklaşık 40-50 km gibi bir mesafe olmalı diye tahmin ediyorum.

dün ilk kez uçak falan geçer de görürse diye help yazdığım hindistan cevizlerini dağıttım ve elimdeki kağıtlara bir şeyler yazmaya başladım. kurtarılmak istemediğime göre artık burası benim yuvam.

boşaltımımın tamamını denizde hallediyorum.

kadın kavramı manasını yitirdi, libidom yerlerde.

sesli konuşmadığım aylar oldu sanırım. sonra istesen de konuşmak çok zor oluyor, dilin dönmüyor ve sesin çıkmıyor. o sebepten artık hep konuşuyor ve sesli düşünüyorum.

ateşi henüz bulamadım. daha doğrusu yakamadım. çiğ et öldürür diye eti güneşte kurutup yiyorum.

bir süre çıplak gezdim ama rahat bir şey değil. utanmam kalmadı ben artık doğayım ama yine de insan örtünmek istiyor.

kumdan heykeller yapmaya çalıştım olmadı. ağaç ve kayaları da yontamıyorum. elimdeki bu kağıtlardan başka bir iz bırakma şansım yok.

saçlarımı kopartıyorum. sakallarımı da. sudaki yansımama bakınca moralin çok bozuluyor.

hayvanlardan ayrıldığım nokta çok yıkanıyorum, abdest alıyorum ve çiçekleri kendime sürüp güzel kokuyorum. adada sinek olmaması büyük şans ama arı  olsaydı keşke. bal yemek isterdim.

maymunlarla aram çok iyiydi. yavru bir tanesi alıp evcilleştirmeye çalıştıysam da olmadı. ki adını çaydanlık bile koymuştum. sonra yavruyu geri almak için bana saldırdılar ve çok sağlam dövdüler. şimdi küsüz.

bir kuşlar var aklınız durur. benden büyük ve rengarenk... yumurtalarını çalmak isterdim ama adada değil yuvaları. bu da çevremde en az bir ada olduğunu gösterse de sal yapp gitmek gibi bir riski alamam. saatlerce yüzüp tam boğulmak üzereyken bu adaya çıktığımdan denizden çok korkuyorum.kabuslarım hep boğulmak üzerine

keşke lostu izleseydim...

dünya ne kadar değişti çok merak ediyorum. acab ajda pekkan hala genç mi?

Çarkıfelek - ödev

Erkek karakter sabah yine mutsuz uyanmıştı. Eski kız arkadaşı ile Mehmet Ali Erbil ise hapishanenin verdiği kahvaltılıklardan bir kahvaltı hazırlıyorlardı.

"...Sonra ben ütüde sucuk kızarttım  da Bülent hanım sakinleşti." dediğini duydu Mehmet Ali Erbil'in. Gözlerini açılsa da bilinci henüz açılmamıştı. Eski kız arkadaşının kahkahaları onu baş başa hazırladıkları bir kahvaltı anısına götürdü. Bu hapishaneye düştüğünden beri iç dünyası, eski bir çamaşır makinasının kurutma evresi gibiydi; çok hızlı dönüyordu ve çok gürültülüydü.

"Peki Mehmet Ali bey, Bülent hanım gerçekte de öyle biri mi" diye sordu eski kız arkadaşı.

Erkek karakter "Günaydın" dedi, uyandığına mutsuz olduğunu belli eder bir sitemkarlıkla, tam Mehmet Ali Erbil cevap verecekken.

Eski kız arkadaş ve Mehmet Ali Erbil  enerjimizi düşürmeyi beceremeyeceksin derecesine aynı anda enerjik bir günaydınla cevap verdiler.

"Uzun süre ünlü kalan kimse rol yapamaz." diye cümlesine devam etti Mehmet Ali Erbil. "Gördüğünüzden de daha beter. Geceleri sahne kostümlerini giyip yirmi santimlik kirpiklerini takıp evde oyuncak bebeklerine konser verir bu kadın, sonra da gider 2 kilo kalkan yer. Sabaha kadar ağlar, akşama kadar uyur, sonra da oyuncak bebeklerine konserin nasıl geçtiğini sorar ve eleştrilerini dinler..."

"Tam bir deli", dedi erkek karakter. Küçümser bir tonla.

"Hadi yüzünü yıka, çayı demledim, bugün sucuk var kahvaltıda, onu kızartıyorum" dedi eski kız arkadaş. Yine sevilmeyi hak etmek için aşırı fedakar gömleğini gitmişti.

Konu Mehmet Ali Erbil'in konuşmayı sevdiği bir konuydu ve bölünmesine izin vermeyecekti. "Bakın bir aydır mapustayız. Söyleyin Çarkıfelekteki Mehmet Ali Erbil'den farklı mıyım?" dedi, sanki program sunar gibi bir enerjiyle.

Eski kız arkadaş Mehmet Ali Erbil'in enerjisine kendini kaptırmıştı, "Hayır, aynısınız Mehmet Ali bey" dedi. Sanki çarkıfelek  yarışmacısı gibi.

Erkek karakter 'Mehmet Alı Bey''i duyunca bir rahatladıysa da bu rahatlığı bir saniye bile sürmedi.

"Bana Memoş de", dedi Mehmet Ali Erbil ve eski kız arkadaş "Memoş" dedi kendi standartlarına göre cilveli bir sesle. Eski kız arkadaş ve Mehmet Ali Erbil tam sarılmasalar da birbirlerine dokunarak gülmeye başladılar.

"Memoşmuş" diye fısıldadı erkek karakter kıskançlıkla harmanlanmış öfke eşliğinde.

Mehmet Ali Erbil yüzyılın kurduydu. Duymamazlıktan gelmektense üstüne gitmeyi tercih etti ve yatağının ucuna oturmuş , çoraplarını giyen erkek karakterin yanına atladı ve "Memoş tabi ya! Biz hücre arkadaşıyız, öyle resmiyet istemiyorum. Madem  bir süre buradayız, vaktimizi güzel geçirmeliyiz" dedi ve erkek karakterin sırtına iki tatlı tokat attı.

Söylediklerindense sırtına attığı iki babacan tokat yumuş yumuş yapmıştı erkek karakteri. Sırta gelen o iki tatlı tokat ben dostum demekti, beni düşman olarak görme demekti, eski kız arkadaşına uzamıyorum demekti ya da erkek karakter öyle algılamıştı.

Gerçek hayatı çok iyi tanıyamamıştı erkek karakter belki de egosantrik büyütülmesinden dolayı ya da şanslı azınlığın üyesi olduğu için. Girdiği her ortamda da hep başrolü almıştı, eğer alamayacaksa da ortamdan uzaklaşmıştı. Şimdi ise bu  mücbir ortamda, onlarca filmde başrol oynamış Mehmet Ali Erbil vardı. Yarışması imkansız bir rakipti.

Kahvaltıya geçtiler. Herkes çok acıkmıştı. Hemen hiç konuşmadan hızlı hızlı tıkındılar. Kahvaltı bitince Mehmet Ali Erbil'in enerjisi daha da yükselmişti. "Çocuklar!" dedi. Bu 'çocuklar'ı duymak erkek karakteri bir rahatlatmıştı ki "Hadi Çarkıfelek oynayalım hazır seksi bir hostesimiz varken" diye devam ederek yine kafasını karıştırdı. Bu adam kız arkadaşımla sevgili olursa ben hapsi nasıl tamamlayacağım diye düşündü erkek karakter. Cehennemin dibindeki cehenneme dönüyordu burası her geçen saniye ve Mehmet Ali Erbil her geçen dakika kafasını allak bullak ediyordu.

"Nasıl olacak Memoş?" diye sordu eski kız arkadaş. Hiç maskülen bir yapısı olmamasına rağmen cilveli olmayı da  hiç beceremiyordu.

"Çok basit güzeller güzeli hostesim" dedi Mehmet Ali Erbil. "Ben bir atasözü seçeceğim her harfi bir kağıda yazıp duvara ters olarak bantlayacağız. Erkek karakter yarışmacı olacak, sen de hostes. Hemen seksi bir şeyler giy"

Sonra eline bir şişe aldı ve yere bir çember çizip köşelerine "Pas", "İflas", "50", "100" "200" ve "Dobrovski" yazdı. "Erkek karakter de çember yerine şişeyi çevirecek ama dikkat et şişeyi çevirirken bir yerine batmasın" diye ekleyip pis pis güldü. Mehmet Ali Erbil'in gülmesi değil de bir doktor olan eski sevgilinin bu ucuz şakaya gülmesi çok sinirlendirdi erkek karakteri ama kaçacak yeri olmadığı için kuzu kuzu kabul etti.

Mehmet Ali Erbil kağıtlara harfleri yazarken eski sevgili kikir kikir gülüyordu. Erkek karakterin gergin olduğu ise her halinden belliydi.

Eski sevgili mini eteğini giydi ve kendinden beklenmeyen bir şekilde "İyi akşamlar hanımlar beyler. Çarkıfelek'e hoş geldiniz! Karşınızda efsane sunucu Mehmet Ali Erbil" diye gayet iyi bir takdim yaptı ve Mehmet Ali Erbil bir anda sahneye atıldı. Adam zaten çok enerjikti ama şu an resmen parıldıyordu.

"Hoş geldiniz değerli konuklar! Bu akşam tek bir yarışmacımız var. Sizi tanıyabilir miyiz?" deyip erkek karakterin yanına gitti. Elindeki salatalığı mikrofon olarak kullanıyordu. Erkek karakter sessiz kaldı birkaç saniye. Çaresizliği hissetti. Rakibi ile rakibinin en iyi olduğu oyunu oynamak hiç akıllıca değildi ama kaçacak yeri de yoktu.

"Ben Tarcan, İstanbul'dan katılıyorum, endistrü mühendisiyim ve daha önce hiç emin olmadığım kadar emin olduğum bir şey varsa o da bu akşam bu yarışmayı benim kazanacağım" dedi, meydan okumayı kabul ediyorum, dercesine bir ses tonu ile Mehmet Ali Erbil'in gözlerinin içine baka baka.

Mehmet Ali Erbil gülümsedi ve hostesine dönüp "Bu akşam yine çok güzelsin"  dedi. Sonra yanına gidip etek giymeyi unutmuşsun ama olsun nasılsa burada RTÜK yok" diye de ekledi ve gülüştüler. "Evet sevgili hostesim, ne soruyoruz söyle bakalım" dedi Mehmet Ali Erbil.

Kendini hostes olmaya çoktan kaptırmış olan eski sevgili " 21 harf ve 3 kelimeden oluşan bir atasözü Memoş" dedi.

Mehmet Ali Erbil hemen yarışmacının yanına döndü ve "Lütfen şişeyi çevirin! Yarışma başlıyor!" dedi.

Erkek karakter şişeyi çevirdi ve 50 puanı gösterdi.

Mehmet Ali Erbil "Bir harf alalım" dedi hemen.

Erkek karakter "K" dedi.

Mehmet Ali Erbil "Kastamonu'nun kası" diye bağırdı ve "Kaç tane var?" dedi. Ve sonra da erkek karakterin yanına gelip "Zaaarrttt!" diye bağırdı. İrkildi erkek karaker. "Ne yazık ki Kastamonu'nun Ka'sı yok" diye ekledi.

Eski sevgili kıkır kıkır gülüyordu.

"Şimdi eksi 50 puandasın" dedi Mehmet Ali Erbil. Bu eksi düşme olayından hiç bahsetmemişti oyunu kurarken. "Ve eksi 500 olursan kaybedersin" diye de ekledi ve itiraz etmesine fırsat tanımadan "Hemen şişeyi tekrar çevirin" dedi ve erkek karakter çevirdi. Şişe bu sefer 100 puanı gösterdi.

Mehmet Ali Erbil "Hiç Çanakkale'ye gittin mi?" diye sordu bu sefer. Erkek karakter saf saf "Gitmedim" dedi.

"Bence bir gitmelisin" diye ekledi Mehmet Ali Erbil.

"Haaa" dedi erkek karakter ve "Van'ın Vesi" dedi.

Seninle yarıştığım bir oyunda senden gelecek yardıma güvenmemi beklemiyorsun der gibi baktı Mehmet Ali Ebil'in gözlerine. Mehmet Ali Erbil gülümseyerek erkek karaktere yaklaştı ve kulağına doğru

"Zaarrttt" diye bağırdı. "Van'ın Vesi de yok. Şimdi eksi 100 puan daha yazıldı hanene" deyip güldü. "Hadi tekrar çevir bakalım şişeyi"

Erkek yarışmacı öfke ile çevirdi ve birkaç tur böyle gitti. Birkaç harf bildiyse de atasözünü bulamıyordu ve eski 400 puandaydı. şişe 100 puanı göstermişti. Eğer harfi bulamazsa kaybedecekti.

"Evet bir harf alalım" dedi Mehmet Ali Erbil.

"Çanakkale'nin Çe'si" dedi erkek karakter. Bir anda derin bir sessizlik oldu ve Mehmet Ali Erbil, erkek karakterin yanına yaklaşıp "Tebrik ederim." dedi. Erkek karakter tam rahatlamıştı ki "Zaaarttt!" diye bağırdı ve hostese dönüp "Hayatım tüm harfleri açar mısın? Yarışmacımız kyabetti" dedi.

Eski sevgili harfleri teker teker açtı. Atasözü "Yemeyenin malını yerler"'di.

Daha önce hiç kavga etmemiş erkek karakter yerdeki şişeyi aldı ve Mehmet Ali Erbil'e doğru fırlattı. Şişe duvara çarptı ve kırıldı, parçalar Mehmet Ali Erbil ve eski sevgiliye denk geldi.