28 Kasım 2011 Pazartesi

pazartesi - beni delirtmeyin!

Bazen gerçekten de kontrolden çıkıyorsunuz pazartesi delileri. Bana ulaşamıyor olabilirsiniz ama neden hırsınızı, hıncınızı diğer erkeklerden çıkartıyorsunuz? Varsa aranızda delikanlı, cesur gelsin hesaplaşalım! İstediğiniz zaman, istediğiniz yerde! Ben tek siz hepiniz! Kargalar sürüyle, kartallar yalnız uçar! Demirden korksak trene binmezdik!

*bilet biriktirmeli.

*erken yatıp erken kalkmalı.

*buzdolabının üstünü o mıknatıslı zımbırtılarla doldurmamalı.

*ablasından güzel olmalı.

*gülmesi gelip gülemediğinde garip sesler çıkartmamalı.

Kafam acayip attı ona göre. Dünyanın herhangi bir yerinde hadım edilmiş, kadın kılığına zorla sokulmuş, kanlı pedlerle kaplanmış, kalıcı makyaj yapılmış, silikon takılmış bir zavallı erkek daha görmek istemiyorum. Ne bu zavallıların günahı? Sevgi için, barış için, batsın bu dünya.

24 Kasım 2011 Perşembe

E.T.Ş tam liste

Program 24

Tanınmak, çok sayıda ve her yerde tanıdığı olmak çok önemlidir. Malumunuz günümüzde her şey tanıdık yolu ile dönmektedir. Haliyle kadınlar her yerde tanıdığı olan adamlardan çok hoşlanırlar. Bu programımızı, bu bilgiden hareketle oluşturduk.

Müstakbel eşinizle beraber geçireceğiniz günü planlayacak ve daha sonra şirketimize haber vereceksiniz. Biz de o gün içerisinde bulunacağınız her yere biz profesyonel oyuncu arkadaşlarımızı konumlandıracağız. Mesela vapura bineceksiniz o vapurda en az iki oyuncu arkadaşımız sizi bekliyor olacak ve siz gelince “ Vay kardeşim nasılsın görmeyeli…” diyerek konuya girecek. Daha sonra da sizi ne kadar özlediğini ve önemsediğini anlattıktan sonra “ Valla bırakmam bir çay içelim” diyerek size çay ısmarlayacak. Başka bir uzman oyuncu arkadaşımız da size rastlamış gibi yapıp kısa hoşbeşten sonra “ Muhakkak buluşalım, görüşelim” diyerek olay mahallini terk edecek.

Bir başka gün bankada bir işiniz olduğunu söyleyerek sevgilinizle bankaya girdiğiniz de gişedeki profesyonel bankacı arkadaşımız hemen ayağa kalkıp “ Vay kanka hoş geldin, hemen yardımcı olayım” diyerek sizi sırada öne alacak ve arada da bir çay ısmarlayarak hem işinizi görecek hem de tanınmışlığınızı pekiştirecektir.

Bir başka gün de gittiğiniz lokantada profesyonel aşçı arkadaşımız sizin için şefin tavsiyesini gönderecek ve “ Dostum sakın elin cebine gitmesin, o kadar geçmişimiz var” diyerek size hesap göndermeyecektir.

Bu ve buna benzer birçok oyuncu arkadaşımız her buluştuğunuzda karşınıza çıkarak eş adayınıza sizi övecek ve sizin ne kadar tanınmış bir insan olduğunuzu ispatlayacaklardır.

Müstakbel eşinizin bu adamı ya da kadını nerden tanıyorsun sorusuna da; halı sahadan, iş yerinden, askerlik arkadaşımın kardeşi, hayvan barınağından arkadaşım, bir kere hayatını kurtarmıştım, dayımın komşusunun kızı, valla ben de hatırlamadım gibi cevaplar vererek geçiştiriniz.

Bu kadar çok tanıdığı olan bir adama hiçbir kadın hayır diyemez, size düşen artık bir tektaş yüzük ve çiçekler eşliğinde romantik bir evlilik teklifi. Eğer isterseniz ücreti karşılığında bunu da programımıza ekleyebiliriz.

20 Kasım 2011 Pazar

pazartesi - süpermen

Süpermen gerçekten varmış pazartesi hastaları. Ev havalansın diye camı açmıştım ki artist içeri giriverdi ve tekli koltuğuma oturup “Umarım rahatsız etmiyorumdur” dedi. Tırstım valla, “Estafurullah” dedim. Sonra sohbet başladı.

*kötü kalpli arkadaşları olmalı.

*hayal dünyasında yaşayan uzaktan bir akrabası olmalı.

*aklına gelecek her farklı fikrin tarihi değiştireceğine inanmalı.

*tulum yakışmalı.

*sırrı olmalı.

Görüldüğü kadar garip bir adam değil, dertleştik biraz, malum benzer sorunlarımız var; yalnızlığımız, insanlar tarafından anlaşılamama gibi. Hayatımda ilk kez bir erkekle bu kadar uzun konuştum. Cidden süper adam ama biraz dedikoducu. Bu arada Batman da gerçekten varmış, arkasından çok attı tuttu.

18 Kasım 2011 Cuma

ucuz yollu adrenalin yükseltme yolları

*Otobüste yaşlı bir teyzeye yer vermeyin, gözlerinin içine içine bakın ama yine de yer vermeyin. Mahalle baskısını damarlarınızda hissedin.

*Birini takip edin, kim olursa olsun. Arada önüne geçin, bazen farkı biraz açın; kendinizi belli etmemeye çalışın. Ya da sırf heyecan olsun diye kendinizi belli edin.

*Seçim zamanı bir parti propagandasına pardösü, güneş gözlüğü ve şapka ile katılın. Sloganlara ve alkışlara katılmayın. Korumalarla göz göze gelmeye çaba sarf edin.

*Dörtlüleri yakıp kornaya asılarak sol şeritten çok aceleniz varmış gibi yardırın.

*Tanımadığınız birini tanıyormuş gibi yapın “ Vay! Beni hatırladın mı?” gibilerinden konuşun ve risk alın.

*Bakkala 5tl verin ve 50 tl verdiğinizi iddia edin ve olay çıkartın. Bağırın çağırın ve en sonda da “ Tamam la tamam büyüklük bende kalsın, başımın gözümün sadakası olsun” diyerek artist artist olay mahallini terk edin.

*Kendi kendinize tehdit mektupları yazın, polise gidin, yardım isteyin.

*Sivil polismiş gibi davranın. Ezik tiplerin yolunu çevirin, kimlik sorun, nasihat edin.

*Komşularınızın posta kutularını karıştırın. Mektuplarını okuyun, mektup mu kaldı diyorsanız kredi kartı ekstrelerini okuyun, daha heyecanlı olur.

*Bomba ihbarında bulunun. Olmadı çantanızı kalabalık bir yerde unutun, olacakları izleyin.

*Sokakta kendi kendinize küfrede küfrede yürüyün.

*Yan komşunuzun zilini çalın, kapıya çıktığında “ Sizin de mi zilinizi çalmışlar?” deyin sinirlenmiş gibi yapın hatta kapıyı çarpın.

*Misafir çağırın ama kapıyı açmayın. Kapının acı acı çalmasını dinleyin. Ses çıkartmadan oturun.

*Cenaze evlerine gidin, pide yiyin rahmetliyi övün. “Sen kimsin?”, “Merhumu nerden tanırsın?” gibi soruların gelmesi heyecanını yaşayın.

*Tatile gitmiş komşunuzun kapısını çilingir ile açtırın ve o evde kalın takılın.

*İntihar ediyorum ulan, deyin; toplayın kalabalığı hatta yeteri kadar heyecanlanmazsanız yüksek bir yere çıkın ve itfaiyenin açacağı çadıra atlayın

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

Program 23

Kadınlar beğenilen erkeklerden hoşlanırlar. Beğeni, popülerliği doğurur ve günümüzde bunun net göstergesi twitterdır. Hiçbir kadın sekiz on tane takipçisi olan bir sevgilisi, bir eşi olsun istemez. Bu programımızda size popülerlik ve evlilik vadediyoruz.

Öncelikle profesyonel sosyal medya uzmanlarından oluşan kadromuz size iyi twit atmanın sırlarını öğretecekler ve telefonunuza her gün iki tane sosyal tespit ya da söz şakası gönderecekler ve siz bunu twitleyeceksiniz. Toplumsal hassasiyet gerektiren olayların olduğu günlerde de yine konu ilgili mesaj size iletilecektir.

Sanal dünyada bir erkeğin popüler olma ihtimali bir kadından daha düşüktür. Her ne kadar size üst düzey twitler yazdırsak da diğer önemli nokta profil fotoğrafıdır. Bu konuda da uzman fotoğrafçı ve fotoshopçu arkadaşlarımızın işbirliği ile size muhteşem bir profil fotoğrafı hazırlıyoruz.

Tüm bu hareketlerimize ek olarak profesyonel hacker arkadaşlarımız sizi takip edecek gerçek olmayan binlerce hesap üretecek ve sizi takip etmesini sağlayacaktır.

Müstakbel eşiniz sizi takip eden on bine yakın kişiyi görünce elbette etkilenecektir. Üstüne üstelik arada sevgilinize aşk ve bağlılığınızı gösteren twitler atarak onun kalbindeki yerinizi sağlamlaştırabilirsiniz.

Bundan sonra size düşen tektaş yüzüğünüzü alıp romantik bir evlilik teklifi yapmak ve bunun fotoğraflarını twitterda paylaşmak.

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

Program 22.

Kadınların çoğu gereksiz birçok şeyi bilen adamlardan çok hoşlanırlar. Nedeni hakkında profesyonel ilişki uzmanlarımız halen çalışmakta. Eğer sizin sevgilinizde bu modele uyuyorsa; programımız tam size göre.

Öncelikle yapmanız gereken sıradaki buluşmanızda nerelere gideceğinizi bize bildirmek olacak. Varsayalım Ayasofya’ya gideceksiniz. O gece uzman öğretmen arkadaşlarımız eşliğinde size hızlandırılmış Ayasofya dersler veriyoruz. Eğer derslerde zorlanıyor, o kadar ders çalışmak beni bozar, diyorsanız profesyonel psikoanalizci arkadaşlarımız size hipnoz uyguluyor ve gerekli bilgileri zihninize zerk ediyor.

Başka bir seansımız da hayat hakkındaki gereksiz bir ton bilgiyi – zıplayamayan memeli, ilk zenci tiyatrocu, Las Vegas da saat olmaması, dünyada her insana karşılık bir milyon karınca olduğu gibi - profesyonel psikoanalizci arkadaşımız size işliyor.

Müstakbel eşiniz bu kadar bilgiye rağmen neden profesör olmadığınızı sorduğunda, sistemin çarkları arasında ezildiğinizi ama bir çok profesör arkadaşınız olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu durumda da uzman tiyatrocu arkadaşlarımız hemen profesör rolünde hayatınıza girecek sizi eş adayınızın yanında övgü dolu sözlere boğacaktır.

Bundan sonra size düşen çiçek çikolata ve tektaş yüzük üçlüsü. Eğer romantik bir evlilik teklifi isterseniz şirket olarak size onu da ücreti mukabilinde sağlıyoruz.

17 Kasım 2011 Perşembe

biraz daha benzetme 2

  • Çürük dişim gibisin. Ne çektirecek cesaretim, ne çektirecek param, ne de sosyal güvencem var.

  • Erkek gibi kadın olma çabasındasın ama testesteron seviyen yeterli değil.

  • Ağzından özgürlük, demokrasi, cumhuriyet düşmüyor. Annesinin kıyafetlerini küçük kız çocukları gibisin.

  • Vasiyeti yakılmak olan bir Samsunlu gibisin; sadece istiyorsun, insanlar ne yapar, nasıl yapar umurunda değil.

  • Her sene günlüklerini yayımlayan bir ünlü gibisin; samimiyetine sadece fan klubün inanır.

  • Eşcinselleri sevdiğini belirtmek için gay arkadaş edinmiş ünlü gibisin. İşin kötüsü gay arkadaşın otlakçı ve dedikoducu. Daha da kötüsü gay lobisinden korkundan kurtulamıyorsun da.

  • Sperm bankası kurmak için kredi almaya gitmiş girişimci kadar hayalperestsin. Hem de Bank Asyadan.

  • Pide yemek için ölü evine gidecek kadar açsın ve işin iyi kısmı rahmetliyi artık iyi biliyorsun.

  • Babasının öldüğü gün Müslüman bir adam olmuş gibisin; işin kötüsü Fatiha’yı unutmuşsun. Bir ilk kelime aklına gelse…

  • Gözleri ile meramını anlatabilen insanlar gibisin, ama kusura bakma ben anlayamıyorum.

  • Hayal kırıklıkları izlemek için kumarhanelere gidecek kadar kirli bir iç dünyan var.

  • Çalışanlarından gençliğine en çok benzeyeni öldüren mafya babası gibisin; tehlikenin farkındasın.

  • Kar duasına çıkan bir kaportacı kadar alçaksın.

  • Kendi kendine konuşan bir dilsiz kadar ürkütücüsün.

  • Kendi anlattığı fıkraya yine en çok kendi gülen tipler gibisin. Tedavin yok.

  • Görünmez adam gibisin, kimse sana selam vermiyor.

15 Kasım 2011 Salı

Biri Yakalamış, Biri Kesmiş…

Ben Ömer, ben yakaladım. Çok koştum peşinden ama yakaladım. Yorulacağını biliyordum. Ondan tüm gücümle koşmadım ilk dakikalarda, görüş açımdan çıkmasın yeterdi. Çıkmadı, çıkamadı da. Sendelemeye başlayınca rahatladım, gücü bitiyordu. Sonra bir asıldım, bir depar attım; ensesinin köküne indirdim yumruğumu. Yüzünün üstüne düştü, ağzı burnu toprak oldu. Ayağımla kafasına bastım. “ Kaçacak mısın lan biraz daha?” dedim. “ Yok abi” dedi. “ Aferin”, dedim ve o önde ben arkada eve kadar yürüdük. Çok yorulmuştu. Bir daha kaçmaya yeltenmedi.

Ben Öner; ben kestim. Zaten Ömer zaten hacamat etmişti zavallıyı. Ayakta duracak hali yoktu. Biraz yalvardı. Yalvarmasını biraz dinledim. Birer sigara içtik. Onu keseceğimden haberi yoktu sanırım. Sigarasına sardığım ot baydı onu. Sonra kestim. Çok kan aktı. Bir de temizlemekle uğraştım.

Ben Özer, ben pişirdim. Öner güzelce kesmiş. Tam babamın istediği gibi, kuşbaşından biraz daha büyük şekilde doğradım. Önce düdüklü tencerede on dakika pişirdim, sonra sıcak tavada iki çevirdim. Babam sevsin diye az da tereyağı erittim.

Ben Oğuz, ben yedim. Sağ olsun oğullarım bir istediğimi iki etmezler. Gençken her işi ben yapardım, artık hayırlı evlatlarım var; ömrümün son demlerinde bana kralmışım gibi bakıyor, bir dediğimi iki etmiyorlar. Ömer, Öner, Özer; üçü de bana çok düşkünler. Keşke küçük oğlum Faruk da öyle olsa. O anasına çekmiş; abilerini de, beni de sevmiyor. Yıllar önce kaçıp gitmişti anası; onun da vedası yakındır.

Ben Faruk, ben yeter artık dedim. Yaşadığım bu deliliğe, bu iğrençliğe daha fazla dayanamadım. Bir gece babamın pompalı tüfeğini aldım ve odasına girip uykusunda babamı öldürdüm. Ağabeylerimin sesi duyup babamın odaya geleceklerini biliyordum. Geldiler, gözümü bile kırpmadan hepsini öldürdüm. Onlar gibi değildim, kan tuttu beni, kustum. Silahı da alıp kaçtım, şimdi polislerin izimi bulmasını bekliyorum; anlatsam kimse bana inanmaz, biliyorum.

14 Kasım 2011 Pazartesi

ikiz - Serdar ve Sertaç

Ben Serdar: Küçüklüğümden beri sanata, özellikle tiyatroya ilgim oldu. Anasınıfında küçük bir oyunda başrol oynayarak başlayan serüvenim amatör tiyatrolarla devam etti. Kabul etmem gerekir ki tanrının bana bahşettiği yeteneklerim vardı ama ben onları çalışarak daha da geliştirdim. Ezber, mimik, vücut dili gibi konularda kendimi eğitmeye, ailemin de desteği ile, on yaşımda başladım.

Sonra bir şampuan reklâmında küçük bir rolle devam etti hikâyem. Sonra bir tüp reklâmında tüpçünün arkadaşından koşan çocuktum. Bu reklâm filmlerinde fark ettim ki tiyatro benim için bir sevda da olsa kameraları da seviyordum. Bir yandan okuluma devam edip, notlarımı yüksek tutup konservatuar hayali kuruyor, bir yandan da dizilerde küçük rollerde oynuyordum. Sonra “Valide” isimli dizi de ilk ciddi rolümü kaptım. Dizi kısa süreli olsa da benim tanınmamı sağlamıştı.

Sonra dizileri başka dizileri takip etti ve “ Asiler Sınıfı” ile ilk başrolümü kaptım. Dizi o senenin en çok izlenen dizisiydi. Lisenin en asi, en delikanlı öğrencisini oynuyordum ve bol bol kavga sahneleri vardı. İşte o zaman benim geleceğimin aksiyon filmlerinde olacağını anladım ve uzak doğu sporları dersleri almaya başladım. Jujutsu ve aikido öğrendim. Özellikle aikido beni mental yönden de çok eğitti, çok faydasını gördüm.

Fiziğimin ve öğrendiğim uzak doğu sporları sayesinde yeni bir kulvar açıldı önümde. Eskinin sempatik, biraz fırlama çocuğuyken artık aksiyon ve tarihi filmlerin aranılan oyuncusuydum. Şimdi de kariyerim bu yolda gidiyor ve çok memnunum. Son filmim “ Ölüm” tam iki milyon kişi tarafından izlendi ve herkes devam filmini istiyor. “ Ölüm II”’ de muhtemelen sürpriz olarak yabancı bir oyuncu ile oynayabilirim ve bu benim Hollywood’a açılan kapım olabilir.

Ben Sertaç: Serdar’ın ikiz kardeşiyim, Serdar’ın o anlattığı anasınıfındaki oyunda ben utanmış, oynayamamış, sahnede ağlamıştım. O ortam her zaman gerdi beni. Zaten Serdar ünlü oldukça baktım ben de ünlü oluyordum, ilginin aynısı ben de görüyor ve Serdar sabahlara kadar setlerde sabahlarken ben barlarda sabahlıyordum. İyi bir kardeştir Serdar, kendisi artist olsa da bana karşı bir artistliğini hiç görmedim.

Sonra Serdar bu Uzakdoğu sporlarına merak salınca beraber gitmeye başladık. Onun vücudu gelişirken ben hımbıl kalmayı göze alamazdım. Beraber idmanlar yaptık, beraber çalıştık ve bir gün menejeri bana bir teklifle geldi. Kardeşimin dublörü olacaktım ve kimse bunu benden daha iyi yapamazdı, haklıydı. Kardeşimin ününün sefasını çok sürmüştüm ve ona bir vefa borcum vardı. Çok diretmeden kabul ettim. Zaten adrenalin bağımlıyımdır.

“Ölüm”’ deki yanan arabanın üzerinden uçan tekme ile kaçan bendim o sahnede sol ayak bileğim çatladı. Olur böyle şeyler.

pazartesi - bok mu var?

Hayatta en sevmediğim şey sabah kapımın çalmasıdır malumunuz değerli pazartesi müptelaları. Nedense hemen her gün de çalar. Bu sefer gelenler çok garipti. Kafalarında baretler falan, işçiler diye ses etmedim ve kapıyı açıp sustum. Aralarındaki tek kadın konuşmaya başladı, “ efendim çok garip bir durum var”

*güzel trip atmalı.

*arabası olmalı.

*kürk falan giymemeli.

*gerektiğinde tüm sorumluluğu üzerine almalı.

*istifayı her zaman bir seçenek olarak görmeli.

Çok garip durum, gerçekten de çok garipmiş. Birileri yolu kazmış, kanalizasyonu geçmiş ve benim kanal hattıma girmiş. Muhtemelen benim amaçları benim bokuma ulaşmakmış. Teşekkür ettim ve kapıyı kapattım. İyi de benim bokum ne işe yarar? İşkillendim, dört gündür tutuyorum da. Benim en yakın zamanda bir Belçika yapmam farz oldu.

13 Kasım 2011 Pazar

ikiz - baba bir analar teyze kızı

Biz baba bir kardeş olsak da aslında ikiz de sayılırız. Babamın hapisten kaçmış ve bir araba çalıp bizim köyü gelmiş. Sırasını bilmesem de annenle de, annemle de beraber olmuş; sabaha karşı da polis yakalamış zaten. Dokuz ay on gün sonra ikimizde, aynı gün doğmuşuz. Benziyoruz da. Zaten annelerimiz de teyzekızı. Babalarımız da bir. Biz ikiziz.

12 Kasım 2011 Cumartesi

akis

Bir kısa film. Bir odada geçen. Oyuncunun bir şeyler yaptığı fakat aynadaki aksinin farklı şeyler yaptığı…

Aksinin aksi bakışları (paramparça)

İlk kez aynadaki aksimden korktum bu gece. Eskiden acır gözlerle, biraz da sempati ile baktığım o adam şimdi serseri mayın gibi. Küçük gözleri daha bir donuk, yüzü daha bir kızarık. Ne yapacağını daha önce de bilemezdim ama bu sefer geç kalmaktan çekiniyorum.

Yatağını yine toplamamış, nevresimi kirden kuru çamur rengini almış. Yerde, baş ucunda, sehpada dolu küllükler. Kokunun sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. Annesi ağlayarak “ Emanet edecek kimsem de yok” demiş ve ölmüştü. Annem iyi olmasa da kalbi temiz bir insandı.

Kalktım, küllükleri döktüm, nevresimleri makinaya attım, camları açıp odayı havalandırdım; korkarak tekrar aynaya baktım, ifadesizce beni izlemeye devam etmesiyle ürperdim. Kötü de olsa arkadaşları vardı eskiden, şimdi yapayalnız ve artık eminim ki; kötü arkadaşlar, yalnızlıktan iyiydi. En azından bizim için.

Sağa sola çaresizce bakınırken banyoda diş fırçasını gördüm. Pas tutmuş dişlerine, çürük kokan ağzına baktım; canım yandı, içim acıdı. Eğer bir son kullanma tarihi varsa; geçiş yıldönümü birkaç kez sessizce kutlanmış macunu fırçaya sürdüm ve dişlerini zımparalamaya başladım. Midesi kalktı, kusmaya çalıştı, günlerdir açtı, kusamadı. Sonra aynadan bana ergenliğinden beri bu kadar safını görmediğim bir öfke ile baktı. Bakışlarımı kaçırmaya çalıştım, başaramadım.

Bana bakmadığı bir an sessizce cep telefonunu karıştırmaya başladım. Mesaj kısmı bomboştu, Son aranan numaralarda ise alt sokaktaki tavuk dönerci ve ev sahibesi Sevim Hanım vardı. Cevapsızlarda ise rehbere kayıtlı olmayan bir numara beş gün önce aramıştı. Gözüme tanıdık geldi o numara, anımsayamadım; her an yakalanabilirdim, şükür yakalanmadım.

Kalktı ve ışığı söndürdü, muhtemelen beni görmemek için. Sevindim, bu gecenin onunla göz göze gelmek için doğru zaman olmadığı aşikardı. Karanlıkta birkaç sigara içti. Çakmağı alevinden ve çektiği derin nefeslerde sigaranın alevinden, karanlığı delen duygusuz bakışlarını görebiliyordum. Kaçacak bir yerim olsa o gece kaçardım.

Gün ışımaya yüz tuttuğunda ikimizde uyumamıştık. O bir an dalar gibi olunca ben nefesimi tutup, parmak uçlarımda yürüyerek yine telefonu aldım. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanın cesareti ile o cevapsız numarayı aradım. Telefonun ilk üç çalışında kalbin yerinden çıkacak gibiydi, dört ve beşte daha sakindim. Altından sonra ise bir karamsarlık ruhumu sardı. Telefonu kimse açmadı. Bir daha aradım, bir sigara içtim, bir daha aradım; en son kez bir daha aradım. Sonra makinaya attığım nevresimleri sabah güneşine astım. Cüzdanımı açtım, az param vardı. Kahvaltılık bir şeyler almaya çıktım. Nevresimleri emanet ettiğim sabah güneşi beni de ısıttı, güzelce bir çay demlemenin hayali ile anahtarı kapıya takıp çevirdim.

İçerideki manzara her şeyi özetliyordu. Ayna paramparça ve yerdeydi. Dört parçaya bölünmüş cep telefonu da ayna parçacıkları ile beraber yatıyordu. Gittim çay koydum, çayımdan ilk yudumu alana kadar hiçbir şey düşünmedim, ilk yudum boğazımı ısıntınca da kendimi daha iyi hissettiğimi fark ettim. Aksimin aksi bakışlarını üzerimde hissetmemek güzeldi.

7 kasım kastamonu

6 Kasım 2011 Pazar

pazartesi - kurban özel

Dini bayramlar benim için her zaman çok zor geçmiştir pazartesi manyakları. Özellikle kavurma bayramını pek severim. Ama ne yazık ki bu bayram sabahı sokaktan gelen inek sesleri ile uyandım. Hayırdır inşallah diye camdan baktığımda eski püskü kıyafetler gitmiş binlerce adam bir ellerinde inekleri, danaları; diğer ellerinde bıçakları ile beni bekliyorlar.

*küçük sihir numaraları yapmalı.

*çok soru sormamalı.

*kameralara alışkın olmalı.

*bisikleti olmalı.

*estetik operasyon geçirmemiş olmalı, eğer geçirdiyse de net bir dille reddetmeli.

Tabi korku ile camı ve perdemi kapattım ve mutfaktan ekmek bıçağını alıp bir durum değerlendirmesi yaptım. Bu saçma kalabalığın amacının benimle kurbana ortak girmek olduğunu anlamam dört saniyemi aldı. Baktım adamlar bıçaklı tabiî ki kabul ettim. “ ciğerleri bana bırakın, deriler türk hava kurumuna” diye camdan bağırıp kıçımı devirip uyudum.

1 Kasım 2011 Salı

Haharmitka

Tanrılarının genel duyurularını apaçık yaptığı ve herkesin satranç oynayabildiği bir yerdi Haharmitka. Onun dışında her şeyi bizim dünyamıza benziyordu. İnsanların bir kısmı ibadet ediyor, bir başka kısmı isyan ediyor, bir başka kısmı kalbinin temiz olduğuna inanıyordu. Evler, arabalar, ağaçlar, hayvanlar… Hemen her şey bizim gezegenimizle aynıydı. Ve elbette ki Haharmitka’da hiç ateist yoktu.
Soğuk bir yaz gecesi, gökyüzünü altı renkli gökkuşakları sardı. Bu tanrılarının mesajı var demekti. Herkes evinden çıktı ve gökyüzüne baktı. Kimisi sevinçle, kimisi korkuyla ama hepsi heyecanla. Tanrıları Haharmitka’da kulları ile direk temas yolunu seçmiş olsalar da bunu pek sık yapmazdı. Herkes hazır olunca konuşmaya başladı.
“ Bir kurban istiyorum!”
Sonra gökkuşakları gitti. Hava ılıdı, herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken tekrar gökkuşakları gökyüzünü sardı ve
“ Kırk yedi gün sonra”
Gökkuşakları tekrar gitti, hava ılıdı...
Hahamitka’nın yöneticileri düşünmeye başladılar.
Önce intihar eğilimleri, delileri ve ağır hasta olanlarını; sonra da değerli bir şey vermeleri gerektiğini düşündüler; en güzellerini ya da en zekilerini. Yine karar veremediler. Bir kişi diyordu tanrıları. Ya o doğru bir kişiyi bulamazsalar ve tanrı gazabını gösterirse. Haharmitka tarihinin en zor zamanlarını geçiriyordu. İnsanlar ne düşünebileceklerini bile düşünemiyorlardı. Okullar ve devlet daireleri süresiz tatildi. Küçük esnaf kan ağlıyor, çocuklar hariç kimse gülmüyordu.
Derken gökyüzünü altı renkli gökkuşakları bir kez daha sardı.
“ Satranç!”
Tanrıları tek kelime edip gitmişti. Herkes bir önceki seferdeki gibi sözünü tamamlar diye beklediler ama tamamlamadı. Tanrıları muhtemelen çok meşguldü.
İnsanlar bu kez biraz daha sakindi. En azından ellerinde bir ipuçları vardı. Liderler, en zekilerle beraber tam dört gece fikir alışverişinde bulundurlar ve diğer gün tüm ana haber bültenleri şu haberle açıldı.
“ Tanrıların isteği üzerine Haharmitka genelinde satranç yarışması düzenliyoruz. Turnuva tek maçlı eleminasyon sistemi ile gerçekleşecek ve birinci ile sonuncu tanrımıza kurban olarak ikram edilecektir. Turnuvaya katılım zorunludur. Katılmayanlar öldürülecektir.”
Halk hem sevindi, hem şaşırdı. Çoğu nasılsa ne birinci ne de sonuncu olurum, diye düşündü, turnuvalar başladı. Kazananlar kazananlarla, kaybedenlerle oynadılar; vakit dar, insan çoktu. Turnuvaya katılmayı reddeden yüz küsur kişi öldürüldü ve onlar için sadece aileleri üzüldü.
Beklenenin aksine çok heyecanlı maçlar oldu. Kazananlar havuzunda kimisi tanrılarının her an kendilerini izlediğini düşündüğü için tüm zekasını ortaya koyup kazanmak istiyordu; kimisi ise sonunda ölüm de olsa en zeki olduğunu göstermek çabasındaydı. Kaybedenler havuzunda durum daha karışıktı. Çoğu kaybeden bir maç kazanıp bu ortamdan sıyrılmak istiyor, yeteneksizlikleriyle telaşları harmanlandıkça kaybetmeye devam ediyorlardı. Kimisi tanınmak, kimisi isyan, kimisi de intiharına araç bulmak için kaybettikçe kaybediyordu. Nasıl iki kazanmak isteyen kişinin oyunu heyecanlıysa, iki kaybetmek isteyenin oyunu da benzer heyecanı barındırıyordu.
Tanrılarının verdiği tarihe bir gün kala finaller oynandı. Haharmitka’nın en iyi santranç oynayanı Furdos isimli bir pilot, en kötü oynayanı Bilmet isimli bir veteriner hekimdi. İkisinin de yüzünde bir gülümseme vardı.
Tanrılarının söylediği vakit geldi ama gökyüzünü altı renkli gökkuşakları sarmadı