31 Ekim 2011 Pazartesi

Hırsızlık

“ Zeynelciğim biz neden hırsızlık yapmıyoruz?”

“ Günah”

“ Haklısın aziz kardeşim ama günah olmasa sen şu önümüzdeki adamın arka cebinden duran cüzdanı ona çaktırmadan çalabilir misin?”

“ Çalamam, yakalanırım”

“ Yaa. Bak gördün mü? Çalmamanın bir diğer sebebi de çalamaman. Sadece günah olmaması değil. Tanıdığın bir hırsız var mı?”

“ Yok”

“ Benim bir tane var. Askerlik arkadaşım cepçi Ayhan. Mesleği hırsızlık. Sen ben hırsızlığı meslek olarak görmesek de o görüyor, zanaat olarak görüyor hatta. Beni biraz sever, anlatmayı, kendi ile övünmeyi daha çok sever. Rica etsek, biraz da para versek bize ders verebilir ne dersin?”

“Bana uyar”

“Bana da uyar. Bakalım, öğrenelim bu mesleği. Öğrendikten sonra önümüzde yürüyen adamın arka cebindeki cüzdanı çalmıyorsak o zaman gerçekten de günah olduğu için çalmadığımızı konusunda kendimizi ikna ederiz.”

“ Selametle abi”

“ Selametle canım”

Kedinin Onuncu Canı

1.Acemilik zor. Dünyayı anlamam, algılamam baya vakit aldı. Köylük yerdeydim, hemen herkes yaşlıydı, hepsi meymenetsiz ve huysuzdu. Kimse sevabına bir lokma vermiyor, ister istemez, hayatta kalmak için çalıyordum. Bir gün Mehmet denilen bir adamın evine sessizce sızdım ve mutfaktaki tepsi yoğurda yumuldum. Artık ne kadar açsam ve yoğurt ne kadar ne kadar güzelse kendimden geçmiştim ki; Mehmet denilen adam ensemden yakaladı. Canımın yanacağını seziyordum ama adam abarttı. Beni kafamı ağaca sürte sürte öldürdü. Acemilik zor. Çok ders çıkarttım, ilk elin günahı olmaz.

2.Aşırı sessiz bir insan olan ve yalnız yaşayan Can beni evine aldığında hayatımın geri kalanının garfieldvari geçeceğini için sevinmiştim. Birazı da öyle geçmedi değil, ta ki Can kız arkadaş yapana kadar. Kız beni hiç sevmedi, bunu hiç gizlemedi de. Bir de tüyüme alerjisi vardı.

Can bir gün beni arabaya bindirdi ve uzak bir yerde arabadan indirip, gitti; unuttu sandım ve eve döndüm. Bu sefer daha uzak bir yere bıraktı, beni deniyor sandım ve geri döndüm. Şehir dışına bıraktığında durumu anladım, benden kurtulmak istiyordu, inat ettim geri döndüm. İş artık inadı da aşmıştı. Başka şehre bıraktı, yine döndüm; taşındı, evini buldum. En son döndüğüm bana pis pis baktı; sonra tabancasını çıkarttı ve bom!

3. Doğdum, yumuk gözlerle dünyaya baktım, soğuktu yanımda iki kardeşim daha vardı. Sonra annem diğer ikisini emzirdi beni emzirmedi, sonra da beni öldürdü. Muhtemelen yemiştir de beni. Buradan kendisini kınıyorum.

4. Ben kokoreç çok severim. Bu canımda Atatürk Orman Çiftliğinin orada takıldım. Kimseye eyvallahım olmadı. O kadar çok müşteri vardı ki; biri muhakkak büyük bir günahlarının bedelini bana yiyecek vererek ödeyebileceğini düşünüyordu. Zamanla bazı çıkarımlar da yaptım, hayatım daha da kolaylaştı. Şişmanlardan medet ummamak ya da güzel kızlar ve çocuklarına vicdan aşılamaya çalışan annelerin doğru hedefler olduğu gibi. Tabi çok sağlıksız beslendim, sonuç kalp krizi.

5. Şartlar kötüydü, en zor canlarımdan biriydi. Sokaklarda kaldım, üşüdüm; her şey bomboktu. Çöplerden yemek topladım ki bu diğer kediler için açık büfe gibi olabilir ama kaldığım çevre o kadar fakirdi ki insanlar çok az çöp çıkartıyorlardı. Derken bir köpek musallat oldu bana, kovalamaya başladı. Daha önceki dört canımdan çıkarttığım ders, hiçbir köpeğin kedi yakalayamadığıydı. Ondan sanırım biraz rehavete kapıldım. Köpek beni yakaladı ve öldürdü.

6.Yaşlı dul Nuran Hanım. Zaten bir canımın böyle geçeceğini sezmiştim, içgüdü tabi, sözde tüm kedilerde olan.

Kocası tarafından sayısız kez aldatılmış sonunda cesaretini toplayıp boşanabilmiş yaşlı dul Nuran Hanım; yalnızlığına çare olarak kedileri görmüştü. Yalnızlığı o kadar büyüktü ki; mübarek evde en az otuz kedi yaşardık. Ortam o kadar çok kedi kokardı ki ben bile rahatsız olurdum. Onun dışında hayat süperdi; sınırsız yemek, dişi kediler, yeni dişi kediler. Sonra öldüm.

7. Bu rakamın şansına inandığım için altıncı canımın sonuna o kadar da üzülmemiştim, içgüdü tabi. Yazlık bir mekânda, güler yüzlü ve hayvan sever insanların arasına düşünce içgüdülerimin doğru çıktığına sevindim. Kafam eski canlarıma göre daha küçüktü ve bu can sıkıcıydı ama işin güzel kısmı burada kışlar ılık geçiyordu.

Öylemesine takıldığım, amaçsızca dolandığım bir öğlen üstü bir terslik sezdim; titreşimler falan. Hava karardı, iyice huysuzlanmaya başladım ve gece yarısı bir uzay gemisi tarafından kaçırıldım. Yeşil, çirkin çirkin yaratıklar her yerimi kesip inceledi; işkenceler etti, konuşturmaya çalıştılar ama tek kelime etmedim. Yedinin şansı.

8.Adını bilmediğim bir ülkede doğdum. Bir bavulla Türkiye’ye geldim, bir karton kutuyla pet shop götürüldüm, cam bir kafeste üç gün geçirdim. Sonra vitrinin önünde ağlayan bir kızın babası beni aldı. Evde anne yoktu, kız sadece hafta sonları geliyordu. Adam bana hiç iyi bakmadı, kız da benden kısa süre sonra sıkıldı. Sonra beni yaşlı bir teyzeye verdiler.

Yaşlı teyze başka bir kıza verdi, o kız beni uzaktan bir akrabasına verdi, o bir arkadaşına verdi, o başka bir arkadaşına verdi, o başka arkadaşı teyzesine verdi, teyzesi komşusuna verdi, o komşusu başka bir komşusuna verdi… Ve ben bir ara öldüm.

9.Bu son canımdı, farkındaydım. Ayasofya Camii’nin orada takılan kediler var ya. Biri bendim. Avludan dışarı çıkmadım, başım secdeden kalkmadı. Oruç bile tuttum.

10. Hayda! Bu kez dünyaya gelmeyi hiç beklemiyordum. Dokuzuncu canımdaki üstün performansımın karşılığı olarak yerimin cennet olduğuna emin gibiydim. Bildiğim her şey karıştı, çok derin bir depresyona girdim. Kedi, intihar eder mi? Ben ettim, falezlerden aşağıya atladım.

pazartesi - bir ergenlik anım

Bu hafta size bir ergenlik anımı anlatmak istiyorum pazartesimania müzdaripleri. Yıllar yıllar önce ilk ergenlik dönemimin hezeyanları ile boğuşurken bir gece kendimi yetişkin sandım ve iki kasa bira içip sahile indim. Baktım sıcak bastı, soyundum anadan üryan ve girdim denize; başladım yüzmeye ama nasıl yüzüyorum. Attığım her kulaçta zihnim boşalıyor ve sahip olduğum potansiyeli kavrıyordum. Yarım saat kadar yüzdükten sonra bir baktım ve etrafımı denizkızları sarmış.

*Yardım kampanyalarındaki gönüllüğünü herkesle paylaşmamalı.

*Arada sırada beni korkutmalı.

*Güzel dilekçe yazmalı

*Her zaman yanında kalem taşımalı.

*Kurban bayramında memleketine gitmeli.

Önce korktum, sonra malum ergenlik, testesteron tepede bu denizkızlarını kovalamaya başladım. Zaten denizkızları yakalanmak için kaçıyor gibiydiler. Neyse burayı hızlı geçiyorum, sabah kıyıya vurmuştum. Öyle işte. O günden beri çıplak denize girmem.

27 Ekim 2011 Perşembe

Bu hayatta özleyeceğin kimsen yok

“ Ne kadar borcun var? Yüz bin lira mı? Ben seni doksan bin liraya yok edebilirim. Diyeceksin ki on bin lira için değer mi? Şöyle düşün. Ailen, akrabaların, arkadaşların şu zor anlarında yanında mıydılar? Hayır! Ömrünün geri kalanını onlarla geçirmek istediğine emin misin?

Karın seninle haftalarca konuşmadı. İflas ettiğine bir türlü inandıramadın, aklında hep fahişelerle yediğin vardı; yalvardın, ağladın ama umursamadı bile. Yanlış hatırlamıyorsam iki hafta kendi ailesinin yanına bile gitti. Sana geri dönmesinin sebebi elbette ki seni özlemesi değil; kendisi kadar, hatta daha fazla çekilmez olan annesine tahammül edememesiydi, bunu ikimiz de biliyoruz.

Kızını düşün. Harçlığı düştüğü için nasıl surat yaptı sana. Bale kursuna gönderemeyeceğini söylediğinde nasıl bağırdı? “ Senden nefret ediyorum!” Bunu unutmadın, unutamayacaksın da. Günlüğünde “ Babamı artık sevmiyorum, çünkü artık beni baleye göndermiyor” yazmıştı. Seni sevmemesi için baleye göndermemenin yeterli olduğu bir kızın var. Ne kadar acı.

Kardeşini düşün. Telefonlarına çıkmayan, yardıma ihtiyacın olduğunu bildiği halde bilmemezlikten gelen, sana yardım etmeyen kardeşini. Onun şu an ki dükkanını sen açmış, ona karşılıksız devretmiştin. Sekiz sene önce peşine borçluları takıldığında borcu üzerine almış, sen ödemiştin; seninle o günlerde tanışmıştık. Şimdi senin ona yaptıklarını düşünüyorum da, bir daha nasıl aynı masaya oturacaksınız bilemiyorum. Senin yüzüne nasıl bakacak, sen onun yüzüne tükürmemek için kendini nasıl tutacaksın?

Peki kayınpederin, peşine mafya takıldığı zaman “ Kurtar beni oğlum” diye telefonda ağlamamış mıydı? Şimdi bırak sana yardım etmeyi, karın seni boşasın diye avukat tutuyor. Avukata vereceği parayı sana verse bir ay daha idare ederdin. Arkandan söylediklerini zaten biliyorsun. Ama hepsini bir kenara bırak evlerine gittiğin zaman o cadı kaynanan elini öpmeye kalktığında elini çekmiş ya; bundan büyük alçaklık olamaz.

Kankan Muammer? Hayatın boyunca arkasını kolladığın, karısıyla tanıştırdığın, annesi öldüğünde beraber defnettiğin Muammer. Büyük oğluna aldığı arabayı iki model küçültse, o kızıl fahişe ile harcadığını yarıya indirse nefes alırsın.

Daha devam edeyim mi? Bence etmeyim. Annen baban konusuna girmeyeceğim, sen zaten gerçekleri biliyorsun. Sana senin hikayeni anlattım, ama kararı sen vereceksin. Ya benden yüz bin al ve borçlarını öde sonra bana üç yılda iki yüz elli bin öde ya da git başka bir tefeciye, faizine bakmadan doksan bin al, o doksan bini bana ver seni yurt dışına kaçırayım; yeni bir kimlik, yeni bir hayat. Kimse seni tanımaz, her şeye baştan başlarsın. Bu hayatta özleyeceğin kimsen yok.”

24 Ekim 2011 Pazartesi

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

Program 21.

Erkeklerin öncelikle bilmesi gerek şudur ki; kadınlar çocuk doğurmak için evlenirler. Erkek bir kadına baktığında onun dış görüşüne görür; kadın bir erkeğe baktığı zaman doğacak çocuğunu görür. Ve her kadın zeki, şirin çocuğu olsun ister, çocuğu büyüdüğü zaman da başarılı, kariyerli ve güzel görünmesinin hayalini kurar.

Eğer yakışıklıysanız, güzel bir işiniz ve kariyeriniz varsa ne mutlu size ama yoksa beraber çalışmalıyız.

Eğer yakışıklı değilseniz uzman gazeteci arkadaşlarımızla beraber size özel bir eski gazete haberi hazırlıyoruz. Bu haberde sizin beş yaşında iken gazetenin açtığı yarışmada çocuk güzeli seçildiğinizi yazıyor ve o sayıyı kız arkadaşınıza gösteriyoruz.

Daha sonra soyunuzda büyük dâhiler olduğunu iddia ediyoruz. Uzman hacker arkadaşlarımız wikipedi isimli siteyi patlatıyor ve sizin büyük büyük dedenizin ünlü astrolog Ali Kuşçu’nun iş arkadaşı olduğunu yazıyoruz.

Hatta daha inandırıcı olması için büyük büyük ninenizin padişah III. Selim’i zekası ile etkileyen bir cariye olduğunu. Hatta zekası ve güzelliği sayesinde yıllarca Osmanlı’yı yönettiğini anlatabilirsiniz. Hani bunun ispatı derse uzman tarihçi arkadaşımız sizin için konu ile ilgili birkaç makale yemen yazacak ve profesyonel gazeteci arkadaşımızla beraber bunu gazetede bastıracaktır.

Kim bu kadar harika bir geçmişe hayır diyebilir ki? Müstakbel eşiniz size baktığı her anda beraber yapacağınız harika çocukları görecek ve sizinle evlenmek isteyecektir. Bu andan sonra yapmanız gereken tektaş yüzük ve çiçek eşliğinde romantik bir ortamda evlilik teklif etmek.

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

Program 20

Kadınlar özel günleri asla ıskalamaz, kafalarından ikide bir özel gün uydururlar. Bunun sebebi kadınların hediye sevmesidir. Eğer sevgilinize doğru zamanlarda, doğru hediyeleri verirseniz; sevgiliniz eşiniz, hayat arkadaşınız olur. Bu noktadan ortaya çıktığımızda kadınlar ikiye ayrılır; pahalı hediye sevenler, farklı hediye sevenler. Eğer sevgiliniz pahalı hediye seven gruptaysa çok para kazanıp, eş adayınızı altına, pırlantaya boğmanızdır. Bu konuda şirket olarak size katkımız çok olamaz. Ama sevgiliniz farklı hediyeler seviyorsa doğru adrestesiniz.

Sevgilinize ilk olarak bir yıldız hediye ediyoruz. Malum bir sürü yıldız var ve bu işi yapan yabancı şirketler fakat çok pahalı. Biz şirket olarak size bir sertifika ayarlıyoruz, daha sonra da uzman web tasarımcı arkadaşımızın ayarladığı bir internet sitesi ile sevgiliniz kontrol ederse yalancı çıkmanızı engelliyoruz.

Daha sonraki özel günde sevgilinize yaptığınız bir bağış karşılığında Afrika’da nesli tükenmekte olan Swornida tavus kuşunun son doğan dişi yavrusuna adını verdiğinizi söylüyoruz. Tabi ki böyle bir durum yok fakat uzman belgeselci arkadaşlarımızla sizin için bir video kaydı dolduruyor ve kız arkadaşınıza hediye ediyoruz.

Sırada özel günde kız arkadaşınız memleketinin girişindeki ormanlık alana profesyonel tabelacı arkadaşımız kontrolünde bir tabela dikiyoruz ve o bölgeyi müstakbel sevgiliniz için diktirdiğiniz hatıra ormanı olarak gösteriyoruz

Bir sonraki öylesine bir günde eş adayınıza içinizden geldiği için öylesine bir sürpriz yapıyormuşsunuz gibi yapıyoruz ve uzman belgeselci arkadaşlarımızla beraber bulduğumuz zenci zayıf çocukları Somalili gibi gösterip onlar yemek yerken çekiyoruz. Karnı doyan çocuklar hep bir ağızdan “ Teşekkürler …. Abla” diyor ve video bitiyor.

Sonra sevgilinizin özel ilgi alanına göre uzman grafalog arkadaşımızla beraber bir plan yapıyoruz. En sevdiği yazar tarafından adına imzalı kitap ya da tuttuğu takımın oyuncuları tarafından imzalanmış bir kitap hediye ederek sevgilinize ne kadar farklı ve ince bir insan olduğunuzu gösteriyoruz.

Zaten bu hediyelerden sonra size sırılsıklam aşık olmuş kız arkadaşınıza yapmanız gerek tek şey bir tektaş yüzük alarak evlilik teklif etmek. İsterseniz ek bir ücret karşılığında profesyonel iç mimar arkadaşlarımızın yardımları ile muhteşem bir ambiyans eşliğinde bunu da planlayabiliyoruz.

E.T.Ş tam liste

1.mendilci çocuklarla beraber şarkı söyleme.

2.etrafa güzel kızlar serpiştirip, kıskandırıp, aşk ilan etme.

3.ünlülerle video hazırlama

4.çok uzun süredir aşık olduğunuza inandırıyoruz

5.grafiti ve bilbordlarla şehri donatmak.

6.sizi kahraman gibi gösteriyoruz.

7.adrenalin seven kız arkadaşınızla timsah kafesinde akşam yemeği

8.siz çok hastaymışsınız gibi gösterip vicdanına saldırıyoruz.

9.müstakbel eşinizi işsiz bırakıyor ve başka işse girmesini engelliyoruz.

10.kız arkadaşınızın adını çıkartıyoruz, dedikodu ile.

11.babasına benzeyen ama babasının tasvip etmediği adam yapıyoruz.

12.kadınlar kendini güldüren erkeklerden hoşlanırlar.

13.kız arkadaşınızı dövüyoruz, sonra siz şefkat gösteriyorsunuz.

14.önce başkasına aşık ediyoruz. Onun yaraladığı kalbi siz sarıyorsunuz.

15.adalet sağlıyoruz.

16. suçlulardan hoşlanan kız modeli

17. ajan olduğunuza inandırıyoruz

18. fala inanan kız modeli, geleceği gördüğünüze inandırıyoruz

19. futbol seven kız modeli, futbol öğretiyoruz

20.Farklı hediyeler vererek, kendine aşık etme.

21.Zeki ve güzel görünümlü çocuklarınız olacağına ikna etmek.

22. Gereksiz bilgilerle dolu adamlardan hoşlanan kadınlara özel

23.twitter sayesinde popülerlik sağlamak

24. her yerde tanıdığı olan adam

25. töre numarası

26. Dedikodu kralı

pazartesi - cesaret mi doğruluk mu?

Kapım çaldığında delikten baktım ve 32 dişi gözüken sırıtık bir adam görünce pazarlamacı diye sevinip hemen tuvalet pompamı kaptım pazartesikolikler. Adam yüzündeki manasız neşe ile anlatmaya başladı, şişe çevirmece federasyonundan geliyormuş, oyunun kitlendiği nokta ‘cesaret’ dendiği zaman benimle ilgili bir şeyler söylenmesiymiş, tabi kimsenin götü yemediğinden artık kimse oyundan zevk almıyormuş.

*Ev telefonu üç kez çalmadan açmalı.

*İlahi adalete inanmalı.

*Düğüne gidip oynamalı, cenazeye gidip ağlamalı.

*Arada sırada taze meyve gönderecek, köylü akrabaları olmalı.

*Her gün fotoğrafını çekmeli.

Sırıtığın benden ricası bu haftaki listemde bu konuya değinmem, kendimin oyunun ‘cesaret’ kısmından çıkarttırmammış. Anlattığına göre 3000 yıllık geçmişi olan bu oyun tarih sahnesinden silinecekmiş, falanmış, filanmış. Sırıtığı dinledikten sonra sordum, “ Cesaret mi, doğruluk mu?” zavallı heyecandan tiril tiril titredi ve bayıldı.

21 Ekim 2011 Cuma

selam

“Selam.”

………

Son selam verdiğim üçüncü kişi de selamımı almadı. Acaba görünmüyor muyum?

neden ölü taklidi yapılır

  1. Ölmemek için.
  2. Küçük kardeşini korkutmak için.
  3. Dikkat çekmek için.
  4. Ortamdaki insanların tepkisini ölçmek için.
  5. Yanındaki kişinin ilkyardım bilip bilmediğini test etmek için.
  6. Yanındaki kişinin panik anında nasıl davrandığını öğrenmek için.
  7. Şaka amaçlı,
  8. Borçlarından kurtulmak için.
  9. Dua almak için.
  10. Gerçekten öldüğünde neler olacağını görmek için.
  11. Yapıp yapamayacağını merak ettiğin için.
  12. İnsanlara ölümü hatırlatmak için.
  13. Vasiyetine uyulup uyulmadığını görmek için.
  14. Yeni bir hayata başlamak için.
  15. Azrail’i kandırmaya kalkmak için.
  16. İşkencenin bitmesi için.

ikiz - dış etmenler

Tek yumurta ikizi iki erkek kardeş; Munis ve Muhlis. On beş yaşlarına kadar birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki anneleri hariç hemen herkes karıştırıyor. Ama sonra dış etmeler devreye giriyor.

Muhlis’in saçları daha çabuk dökülüyor, Muhsin daha çok uzuyor, Muhlis dökülen saçları ile depresyona giriyor ve kilo alıyor, yüzünü sivilceler basıyor ve sivilcelerin çopurları kalıyor. Muhsin’e şans gülüyor, iyi bir işi, güzel bir eşi oluyor. Muhlis içi de dışı gibi çirkin bir kızla evleniyor ve hayatı zindan oluyor.

Aradan on beş sene daha geçiyor, ikisi de otuz yaşına basıyor. Muhsin ve Muhlis’e anneleri hariç kimse ikizler demiyor.

biraz daha benzetme

· Senelik izninde Tayland’a giden imam gibisin, senin arkanda ben saf tutmam.

· Valide hanımın gün arkadaşları gibisin; yüzündeki yalancı gülümseme ile büyüdüğüme bir türlü inanamıyorsun.

· Özel uçak almış ünlü kadar gösteriş budalasısın.

· İlk dakikada sarı kart görmüş savunma oyuncusu gibiyim; bu doksan dakika bitmez.

· Tedavisini tamamladığını sanan paranoyak gibisin. Bu kez gerçekten herkes seni takip ediyor değil mi?

· At yarışı sunucuları gibisin, ne bu gereksiz heyecan?

· İlk kez mini etek giyiş kız gibisin. İstediğin kadar uğraş, kilodun gözüküyor.

· Odaya girmeden anason kokun geliyor; sözde tövbekâr.

· Mağaza vitrinlerindeki kocaman “indirim” yazıları gibisin. İnsanın gözünün içine baka baka yalan söyleyebiliyorsun.

· Bir defineci kadar hayalperesttsin.

· Tarih hocası gibisin, anlattığın her şey bana yanlı ve hikaye gibi geliyor.

· Sumo güreşçileri gibisin; onurlusun ve kıçın açık.

· Mafyadan kaçıp, polise sığınacak kadar aptalsın.

· Her hafta aynı numaralara sayısal loto oynayacak kadar umutsuzsun.

· Sadece üç top çevirebilen bir hokkabaz gibisin, bu numaralarla sadece çocukları kandırabilirsin.

· Anketör kızlar gibisin bu tatlı gülümsemenin altında başka bir şeyler var.

· Unutulmuş ünlüleri taklidini yapan bir komedyen gibi zavallısın.

16 Ekim 2011 Pazar

ikiz - çocuk oyuncular

“ Çocuk oyuncu ile çalışmak zordur. Çok zordur. Bir kere rol yapmayı değil, oyun oynamayı severler. Oyun oynamaktan da bir süre sonra sıkılırlar. Motive etmek de, ikna etmek zordur. Paranın onlarda bir değeri yoktur; küserler, ağlarlar, mızmızlanırlar, yaptıklarının iyi mi kötü mü olduğunu anlayacak bilince sahip değillerdir, daha iyi nasıl yapılır bilemezler. Çocuk oyuncusuz da bir aile dizisi çekemezsin, aile vurgusu yapamazsın, içinde çocuk olmayan bir sahnede kadınları ağlatamazsın.

Çocuk oyuncuların aileleri paragöz insanlardır. Çocuklarından daha çok parayı severler. Söylesene kim çocuğunun gece yarısı üçte o set ortamında rol yapmasını ister ki? Kim kıyabilir, kim katlanabilir. İşte o insanlar bunu yapabiliyor. Ve ne yazık ki filmin devamı başından belli. Bak çocuk oyuncuların hayatlarına; alkol, uyuşturucu, depresyon derken erkenden ölürler ya da bir zavallı gibi hayatlarını devam ettirirler. Bunu bile bile çocuklarını sete getiren o anne babalardan nefret ediyorum.

Bunu açık yüreklilikle söylüyorum, çok yetenekli birkaç isim dışında, tüm çocuklar aynıdır. Her çocuk oynamayı sever, her çocuk içten gülerken sevimli, her çocuğun gözünden süzülen birkaç damla yaş yürek parçalayıcıdır. Ekran karşısına geçen o çocuklar birer zavallıdan farksızdır. Sevgisiz büyüyen zavallılar. Sen hiçbir yönetmenin ya da oyuncunun çocuklarını dizilerde oynattığını gördün mü? Kıyamazlar.

Dediğim gibi azizim, onlarsız da olmuyor, onlarla da olmuyor. Ama bu konuda bir alternatif yol vardır, ikizler. İkiz çocuklarla çalışıyoruz. Böylelikle elimizde bir yedek oyuncu oluyor. Zaten seyirci farkı anlayamaz. Oyuncu listesine baktıklarında da iki ismi var sanırlar. Hatta iş basına sızdığı zaman da haber olur, reklam olur, güzel olur.

Herkes bilir, kardeşler rakiptir ama ikizler de bu rekabet çok daha fazladır, yoğundur. Zaten bizim işimiz rekabet, hem de acımasız rekabet. İkizlerden biri kamera önündeyken, kamera arkasında kalan çok hırslanır. Neden ben buradayım, ben daha iyisini yapmalıyım; diye düşünür ve elinden gelenin en iyisini yapar. İyi olan kazanır. İyi olanı biz yayınlarız ve biz kazanırız.”

pazartesi - yemek yarışması

Geçen sabah çok güzel kokularla uyandım pazartesimania müzdaripleri. Hayırdır inşallah diye camdan baktığımda orta yaşta binlerce kadını ellerinde birer tabak yemek ile kapımda dizili gördüm. Duruma mana veremesem de kokular cidden güzeldi. Sonra aralarından kabarık sarı saçlı bir tanesi aşağıdan bağıra çağıra derdini anlattı.

· Bana ‘bebiş’ demeli.

· İçindeki çocuğu bana öldürtmemeli.

· Güzel çay demlemeli.

· Islak saçla gezmemeli.

· Yağmur yağıyor romantikliğinden vazgeçmeli.

Bu teyzeler çeşitli yemek yarışmalarının kazananlarıymış ve kapıma en iyinin seçilmesi için gelmişler. Amaçları yemeklerini bana tattırıp kazananın kim olduğuna karar vermekmiş. Baktım ki yemekler çok güzel kokuyor. Elime megafonumu alıp “ tabakları bırakın ve sokağı terk edin” dedim. Yarım dakika sonra sokak bomboştu. Bu teyzeler baya hızlı koşuyorlar. Bir dil çorbası içtim, akıllara zarar, acaba hangisi yaptı?

14 Ekim 2011 Cuma

zekice soru denemesi 5

 Bir sandalyede tek başına oturan bir adama yakın mesafeden edilen bir kurşun sonucu, adamın vücudundan an fazla kaç delik açılabilir?
cevap: Kurşun önce sol eli serçe parmağından girip, diğer beş parmağı da deldikten sonra pazıya gelebilir. Pazıyı da deldikten sonra sol koltuk altında göğüs kafesine girip sağ koltuk altından çıkıp; sağ pazıyı delip, sağ el parmaklarını da delip, en son sağ el serçe parmaktan çıkabilir. Bu da toplam 26 deliğe eşittir

11 Ekim 2011 Salı

son paraşüt

“ Sadece ikimiz özel bir uçakta olsak, pilot kalp krizi geçirip ölse ve sadece bir tane paraşüt olsa ne yaparsın?”

“ Hiç düşünmem uçaktan atlarım. Tek paraşütü sana versem kabul etmezsin, zaman kaybederiz ve seninle geçireceğim son anları tartışarak geçirmek istemem. Ben atlarım, sen de son paraşütü takıp atlarsın”

“ Sana kahramanım deme mi istiyorsun değil mi? Ama yanılıyorsun. Sen ölüp kurtulacaksın, ama ben hayattayken hep mutsuz kalacağım. Keşke ben atlasaydım, keşke şu olsaydı, keşke bu olsaydı diye günlerce düşünecek; keşkeler öleceğim. Muhtemelen bu travmayı atlatamayacağım. Eğer kahramanlık yapmak istiyorsan bir şekilde ya uçağı indir ya da vicdanımı rahatlatarak öl.

Mesela ‘Seni en yakın arkadaşınla aldattım’ olsun son sözlerin ya da ‘ Zaten intihar edecektim, seninle yaşamaya katlanamıyordum’ olsun. İşte asıl o zaman kahraman olursun. Bunu kimse bilmez belki ama bilinmemesi de gerçeği değiştirmez.

9 Ekim 2011 Pazar

pazartesi - soda şişesi

Ben soda çok severim pazartesikolikler. Geçenlerde bir şişe soda içtim ve bitirdiğim o yeşil şişeyi masaya koydum. Sonra şişeye bakınca duvarıma asılı olan dünya haritasının alt kısmında bir kırmızı nokta fark ettim. Gittim baktım, bir kulaklığa benzer bir şey. İstihbarat şefimi çağırdım “ bu bir dinleme cihazı efendim” dedi.

  • Cümlelerin sonunu uzatmamalı.
  • Sükutu ikrar olmalı.
  • Saçında tarak izi olmamalı.
  • Cesaret ile övünmemeli.
  • Ağlama öncesi yüzünde oluşan o çirkin ifadeyi hızlıca geçip, sessiz sessiz ağlamalı.

Elimize soda şişeleri alıp bir baktık ki her yer dinleme cihazı. Sadece tuvalet fırçasında üç, pofuduk terliklerimde altı tane yerleştirilmiş. Toplam 792 tane dinleme cihazı. Beni kimin dinlediğin sorduğumda “ bir şey söylemek güç efendim. Her bir dinleme cihazı farklı bir yere sinyal gönderiyor” dediler. İyi ki kendi kendime konuşmuyorum. Maazallah rezil olmuştum.

7 Ekim 2011 Cuma

ikiz - isim benzerliği

İkizi ile adının uyumundan nefret eden bir kadın mahkemeye başvurur.

“ ikiz olmak zordur hakim bey. Zaten herkes bizi birbirimize benzetmesi yetmiyormuş gibi babamız isimlerimizi de benzer koymuş. Benim adım Bora, kardeşimin adı Boran. Mahkemenin izni ile Bora olan adımı Alparslan olarak değiştirmek istiyorum”

Hakim: “ Bakarız”

6 Ekim 2011 Perşembe

aldatılan ajan

Mekan CİA, bir akşam üstü, sıradan bir durum değerlendirme toplantısı.

“ Ajan Hambutter, son günlerde hayatınızda fark ettiğiniz bir değişiklik var mı?”

“ Hayır efendim.”

“ Peki eşiniz Mrs. Humbutter? Onunla hayatında bir değişiklik, bir farkılık var mı?”

“ Hayır efendim.”

“ Karınız sizi havuzunu temizlettiğiniz genç delikanlı ile aldatıyor. Her Çarşamba. Sizin bunu anlamanız gerekliydi. Eskiden ayda bir temizlettiğiniz havuzu iki aydır her hafta temizletiyorsunuz. Eşin son bir ayda tam dört tane bikini, üç tane iç çamaşırı aldı. Ve bunların hepsini senin kredi kartınla aldı. Kredi kartı ekstresi eline geçtiği halde fark edemedin. Karısı tarafından aldatıldığını anlamayan bir ajanla çalışamayız. Kovuldun!”

bir insan neden adını değiştirir?

  1. Aileye isyan.
  2. Yeni bir hayat

a.) Birinden kaçış; eş, borçlu, gibi…

  1. İkizi ile olan isim uyumundan nefret
  2. Vatandaşlık değiştirme durumu
  3. Demode ismi beğenmeme.
  4. Siyasi simge olan ismiyle sorun yaşamak ( adı devrim, eylem olan birinin ülkücülüğü benimsemesi)
  5. İnsanlara dede ve babaannesinin adı verilmesi durumda o kişiye öfke.
  6. Sevdiği kız ya da sevgilisi koluna eski sevgilisinin adını yazdırmıştır. Onun canı yanmasın, sildirmekle uğraşmasın diye kendi adını o isimle değiştirir.
  7. İsim benzerliği olan kişiden rahatsızlık.
  8. Adın son harfleri ile soyadının ilk harflerinden meydana gelebilecek tatsız durumdan şikâyet. Örneğin: Şuay(ip Ne)fer, Er(ay I)rmak, Hül(ya Muk)suz…
  9. Yurt dışında yaşam ya da kariyer amacı olan birinin adındaki noktalı harflerden kurtulmak istemesi.
  10. Din değiştirme durumu
  11. Hafızasını kaybetmiş birini, bir başkası bulur ve ona yeni bir hayat ve yeni bir isim verir. Kişinin hafızası yerine geldiği zaman yeni adı ile yaşamayı seçer.
  12. İsmin çok uzun olması.
  13. Kanundan kaçmak.
  14. Adama dedesinin adı verilmiştir, dedesi 44 yaşında ölmüştür ve şu an 43 yaşındadır.
  15. Ad ve soyadının baş harleri beraber okununca küfürlü bir şeyler çıkıyordur. örn: Saliha İpek Karagözlü, SİK ya da Gökhan Ömür Tahinci, GÖT

5 Ekim 2011 Çarşamba

beach

Beyaz şezlongların üzerine sarı bir şeyler serilmiş. Dışı su geçirmez kumaştan, içi ise sertçe bir süngerden olmalı. Üzerine yattığım zaman şezlong kıçıma batmıyor ama birkaç dakika sonra vücuduma yapışıyor. Nasıl bir kafa tatile havlu almadan gider ki diye kendime uzun uzun soracağım ama ortam öyle canlı ki hiçbir konuya uzun süre odaklanamıyorum.

Üzerimde lipton ice tea yazan kocaman sarı bir şemsiye var. Ben güneşten tahminim yirmi dakika daha koruyacak, sonra şezlongu doğuya doğru çekmem gerekecek. Kendimi bildim bileli bu oyunu oynuyorum zaten. Güneşi hiç sevmedim, hala da sevmiyorum.

Dört yanım yabancı turist dolu. O kadar çoklar ki kendimi de yabanı turist gibi hissediyorum. İyi ki etrafımda Harlem’in arka sokaklarından çıkmış kadar esmer Türk garson çocuklar var; beni sallamasalar da, istediğim su yirmi dakika sonra da gelse de, yüzlerindeki yavşak gülümsemeden tiksinsem de iyi ki varlar. Gurbet zor yoksa.

Suya ilk gireceğim an göğüs kılları beyazlamış bir amca yanıma gelip, “ Hi” diyor. Ben biraz mesafe koymak istiyorum ve “ Hello” deyip suya doğru yürümeye başlıyorum. Hayatımın bir yılını İngilizce öğrenmek için feda etmek zorunda bırakılmış biri olarak aldığım eğitime ihanet etmenin tadını tekrar yaşıyorum

Su soğuk, vücudum sıcak.

Sanırım altı yedi dakika sonra tam olarak sudayım. Mantarlara kadar yüzüp geliyorum. Sağa sola bakıyorum, gösterişli bir deniz yatağında iki rus kızı güneşleniyor, biri üstsüz. Onun memelerine bakıyorum. Sonra diğer rus kızının kıçına bakıyorum. Sonra biraz daha yüzüyorum. Biraz daha bakıyorum, zaman akıyor.

Yoruldum biraz, kıyıya vuruyorum, duş alıp şezlonguma yayılıyorum. Mor tangası ile bir rus tam önüme duruyor. Kuru kıçlı ama olsun, biraz bakıyorum. Sağa sola bakıyorum sonra. Asıl bomba tam arkamda oturuyor. Önümde olsa çekinmeden bakardım ama arkamda olduğundan kıçına kaçamak bakışlar atıyorum. Sonra bir Harlemli Türklerden bir ayran istiyorum.

Ayran absolut votka bardağında içinde pipetle geliyor. Pipeti çıkartıp ayranı öyle içiyorum. Sonra sahil boyu yürüme kararı alıyor ve uyguluyorum.

Sanırım en çok Ruslar var. Sonra Almanlar ve Türkler ama en çok çeken İranlılar. Mayo giyen birkaç tane, çocuğunu sadece erkekleri denize giriyor. Kızlar ise dar kot pantolon, tayt giyerek ellerinden geldiği kadar günaha girmeye çalışıyorlar. Sonra bir İranlı kız görüyorum, siyah bir bikinisi var ama her yeri siyah tüllerle kaplı. Hem komik hem ilginç, ne olur ne olmaz diye uzun uzun bakmıyorum ve gözlerimi hemen elli metre kadar ileride keşfettiğim üstsüz kadına çeviriyorum.

4 Ekim 2011 Salı

Kafir Gülümseme

1.
Tam yirmi bir yıl önceydi. Ben dokuzumu yeni doldurmuştum, o ise otuzunu dolduralı baya olmuş gibiydi. Babamdan daha büyük durmasa da babama ağabeylik taslar bir havası vardı. Benim yanımda, annemin yanında, başkalarının yanında babama abuk subuk laflar eder, babamı adam yerine koymazdı. Yaramaz adam, ezik, kibrit, kadın beyinli, dangon gibi saçma sapan lakaplar takar, aşağılardı. Babamsa gerçeği söylemek gerekirse kafası az çalışan, ezik bir adamdı ama kalbi kötülükle dolu değildi. Büyük günahlardan sakınır, küçük günahlardan kaçınır; kendi halinde yuvarlanır, çarpa çarpa, giderdi.
Yirmi bir yıl önce bugün kahveye babamın yanına gitmiştim, doğum günümdü. Giriş katının altındaki izbede, sigara dumanlarının pusunda, hesabına okey oynuyorlardı. Oturdum “ Ne içersin?” dediler utandım, sustum; o garsona bağırdı ve “ Bir sarı çek” dedi ve fantam geldi. Pipetten yavaş yavaş fantayı çekerken bazen birazını içeri üflüyor, pipetin içindeki sarının aşağı yukarı hareketini izliyordum. Oyun kaç kaç, kim kazanıyor umurumda değil ki; kavga koptu. Babam yanlışlıkla yere okey atmıştı ve taşladığı adam okeyi kaptığı gibi bitmiş ve oyunu kazanmışlardı.
Oyunu kaybettikleri gibi delirdi herif; bağırıp, çağırıyordu.
“ Oyunu takip etsene! Bir okeye bile sahip çıkamıyorsan neden oynuyorsun bu oyunu! Hep senin altındaki adam bitti. İki saattir masadasın sadece bir gösterge gösterdin. Senin yüzünden ödediğim kaçıncı hesap bu? Kendi yetmezmiş gibi oğlunu da getiriyor”. Söyledikleri hırsını kesmemişti. Ayakkabısını çıkarttı ve masaya koyup,
“ Aha şu ayakkabı senin yerine oynasa bir fark olmazdı. Şu ayakkabıdan farkın yok!” Kazanan arkadaşlarının yüzlerinde kafir bir gülümse vardı, babam ise başını öne eğmiş susuyordu. Sonra o kalktı ve hesabı ödedi, üçümüz hiç konuşmadan yola koyulduk. Günün gerisinde nereye gittik, ne yaptık hatırlamıyorum ama o günkü babamla yaşadığımız ezikliği hiç unutmadım.
2.
Hayat bana da herkese davrandığından farklı davranmadı. Zaman aktı, büyüdüm ama o masaya konan ayakkabının izini silemedim. Ne zaman karneme zayıf gelse o masaya konan ayakkabının görüntüsü belirdi zihnimde. Ne zaman halı sahada maç kaybetsek yine o ayakkabıyı gördüm. Terk edildim, aldatıldım, boynuzladım, başarısız oldum; hep o ayakkabı, hep o ayakkabı, hep o ayakkabı, hep o ayakkabı... Atamadım zihnimden, silemedim. Onu unuttum; onun yüzünü, soyadını unuttum ama masaya koyduğu ayakkabıyı unutmadım.
Sonra iş aradığım bir gün bir adam gördüm, sallanarak zor yürüyordu, dikkatli baktım, o. Yanına gitmeye korktum, çekindim ama anlayamadığım, anlatamadığım bir güç beni itti ve gidip ateş istedim. Çakmağı cebinden çıkartıp bana verirken yüzüme birkaç saniye baktı ama tanıyamadı. “ Eyvallah amca”, dedim ve yanından gider gibi yapıp takip ettim hem de günlerce. Karısı ile beraber yaşıyor; evden kahveye, kahveden eve mekik dokuyordu. Eskisi gibi ters bir adamdı ama tersi eskisi kadar pis değildi; azarladığı kahveci çırağı yüzüne pis pis gülüyor ve çayını bırakıp gidiyordu.
Sonra bir öğlen okeye oturdular. İki genç çocuğa karşı bunlar iki yaşlı başlı adamdı. Genç çocuklar, bunları tertemiz yendi ve hesabı ödetti. Oyundaki ortağı da sinirle yerinden kalktı ve “ Bir daha senle oynamam, gitmiş kafan, taş takip edemiyorsun” dedi.
Zaman, intikamımı almıştı.
Bugün doğum günüm. Uzun zamandır düşünmediğim onu düşünüyorum ve kâfirce gülümsüyorum.

2 Ekim 2011 Pazar

pazartesi - zorunlu seçmeli ders

Çocuklar bizim her şeyimiz, geleceğimizdir ağır pazartesi hastaları. İyi bir nesil iyi bir eğitimle yetişir. Yeni müfredata göre öğrenci kaça gidiyor olursa olsun, pazartesi gününün tamamını seçmeli ders olarak; pazartesi bilgisi, analitik pazartesi, pazartesi tarihi gibi birçok dersle doldurmuşsunuz.

  • Tüm para onda toplanmalı, bana harçlık vermeli.
  • Hayran gönüllü olmamalı.
  • Yaptığı şakalarda gerçeklik payı olmamalı.
  • Kimseye kefil olmamalı.
  • Dinle ilgili sorularıma kısa ve net cevaplar vermeli.

Harika bir karar. Bravo. Müzik dersinde her öğrencinin flütle “ ölürüm Türkiye’m”’i çalmasını öneriyorum. Resim dersinde de öğretmen geç girsin çocuklar muhabbet etsin. Karşı çıkacağım sadece bir nokta var, o da “ seçmeli” ibaresi. Herhalde her öğrenci seçecektir.