27 Ağustos 2017 Pazar

5. tansu çiller

                                                            Tansu Çiller

Mesela Sefa 208 adam plazaya doğru yürürken hiç en önde yürümedi. Güvenlik görevlileri ile olan mücadele esnasında hep en arkada kaldı. Müteahhit dövülürken de omzuna bir tane yumruk attı ve öyle çok sert de vurmadı. İstese vururdu da. Kocaman bir genç adamdı Sefa. Fıtratın öfke olsa rahatlıkla korumalık, bar fedailiği de yapabilir; biraz idmanla şu kuralsız, içinde zarafetin zerresi olmayan boks türevlerinde de başarılı olabilirdi. Ama o tellak olmayı seçti. Çünkü oldu olası kadınlardan utandı Sefa. Mesela ilkokul öğretmeni Sefa’nın yazmayı öğrendiğini bir dönem sonra fark etti çünkü öğretmeni kadındı ve Sefa bütün gün başını sıradan kaldırmadan omuz başları içeri dönük şekilde utangaç utangaç otururdu.
Yakışıklı olmasa da mesleki deformasyondan olsa gerek temiz görünür, boyu posundan dolayı da ilgi çekerdi. Çalıştığı hamam tadilata girdiğinde kısa süre bir avm’de güvenlik görevlisi olarak çalışmış, günün sonunda iki kız buna telefon numarası vermiş, olayı anlamlandıramadığı için amirlerine söylemiş, amirleri de dalga geçmiş, alay edilince de o işten çıkmıştı. Bir ay öyle evden hiç çıkmayıp Seda Sayan, Saba Tümer ve Pakize Suda izlemiş, hamam açılana kadar televizyonun başından kalkmamıştı.
Öyle aklınıza gizli gay yakıştırması gelmesin de. Sefa’nın gayet renkli ve eğlenceli bir hayal dünyası vardı. Sarışın olgun kadınlardan hoşlanırdı mesela.  Kadın dediğinin konuşkan olmalı ve sesi biraz kirli olmalı diye düşünürdü. Sigarasını uzun bir ağızlık ile içmeliydi kadın ve etek ceket giymeliydi.
Babasından Sefa’ya miras olarak çok canlı ve bol arkadaşlı bir Facebook sayfası kalmıştı. Hesabı Sefa açtığı için şifreyi de biliyordu. Merhum babası ’50 yaş üstü aşkı arayanlar’, ‘gerçek aşkı arayan dullar’, ‘Hep Genciz - 40, 50, 60 Yaş, Gönlü Gençler, Emekliler’, ‘BEKAR 50 YAŞ GENÇLİĞİ’ gibi birçok kapalı gruba üye ve bir kısmında da yöneticiydi. Babasının öldüğünü sosyal medya arkadaşlarından hiçbirine söylemedi ve bir kısmı ile sohbeti devam ettirdi.
TC Şermin Uçan’a ise aşık oldu Sefa. Sabahlara kadar konuştu bu kadınla. 55 yaşında, muhalif, Atatürkçü, neşeli, oturaklı; tam kadın gibi bir kadındı. Sırf kadının ilgisini çekmek fotoşop öğrendi hem de hiçbir yeteneği ve ilgisi olmamasına rağmen. TC Şermin Uçan’ın Atatürk ile beraber göndere bayrak çektiği bir fotoğraf şopladı mesela, TC Nermin bunu çok beğendi ve çok uzun bir teşekkür mesajı attı. Bir 10 Kasım’da da Anıtkabir’in üzerinde ağlayan melekleri şopladı Sefa ve bu çalışması da toplam üç binin üzerinde beğeni aldı. Fotonun altı da yüzlerce övgü ve Atatürk’e özlem mesajları ile doldu taştı.
Babası görünümlü Sefa bu alemde popüler olsa da gözü TC Şermin Uçan’dan başkasını görmüyordu. Gerçi bir emekli İçişleri Uzman Yardımcısı Hanife Hanım da vardı ama o çok yavaş yazıyordu ve Sefa çok bunalıyordu.  Sohbet her gece koyulaştı TC Şermin ile. Görüntülü konuşma talebini ise Sefa kabul etti ama kameranın önüne poşet koyarak görüntüyü bozdu ve “Sanırım kamera bozuk” diyerek geçiştirdi ve kadının güzelliği karşısında büyülenmiş bir şekilde kendini tatmin etti.
Eve giderken kaybedecek bir şeyim yok diye düşündü ve hemen yazdı TC Şermin’e “Nasılsınız güzel bayan?” TC Şermin’den mesaj gecikmedi “İyiyim efendim sizleri sormalı”
Hal hatır kısmı geçtikten sonra yavaştan konuya girdi Sefa. “Size harika bir resim yaptım Şermin Hanım. Siz ve Atatürk el ele tutuşuyorsunuz, arkanızda bir gül bahçesi var ve bahçenin üstünde de altı oku siluet olarak yerleştirdim”. TC Şermin önce cevabı onlarca manasız smiley ile doldurdu. Sonra da “Görebilir miyim Sadettin Bey?”, dedi.  Sefa’nın yüzünde hemen merhum babasından başka bir miras olan çapkın bir gülümseme belirdi. “Akşam beraber yemek yemeyi kabul ederseniz elbette” Malum her kadın yaş konusunda yalan söyler.55 yaşında olduğunu iddia eden TC Şermin en az 60 olmaydı ve naz yapacak fazla vakti yoktu. Tarihi bilmem bir şey bey lokantasında akşam yemeği için sözleştiler.
Sefa’nın sırtından soğuk terler akıyordu. TC Şermin ile konuşurken günün sabahında yaptıklarını ve başına gelmesi muhtemel her şeyi unutmuştu. Aklında sadece akşam yemeği vardı. Acaba TC Şermin durumu nasıl karşılayacaktı?
Yemeğe kadar biraz vakti vardı. Önce eve gidip sinekkaydı bir tıraş oldu. Sonra gömleğini ütüledi, arkadaşının düğünü için aldığı takım elbiseyi ikinci kez giydi, saçlarını yana taradı ve evi mezarlığa yakın olduğu için babasının mezarına bir uğradı Sefa. Daha önce babasının mezarına bayramlarda ve babalar gününde gitmişliği vardı ama hiç mezar taşı ile konuşmamıştı. “Teşekkür ederim babacığım” diyerek başladı konuşmaya. “Bana bıraktığın Facebook hesabın sayesinde gerçek aşkı buldum. Bugün hayatımın kadını ile tanışacağım, tamamen senin sayende. Ve umarım benim sen olmamama o kadar çok kızmayacak ve beni sevecek. Sonra ne olur bilmiyorum. Belki beraber kaçarız, belki onun evinde saklanırım, belki de benim teslim olmamı ve çıkana kadar beni bekleyeceğini söyler. Bilmiyorum. Bunun kararını o verecek. Çok güçlü bir kadın o. Hep doğruları biliyor ve savunuyor. Çok zeki ve korkusuz. Hayata bakış açısına aşık oldum onun, bir de o sarı saçlarına. Bugün çok büyük bir gün baba! Ben yıllardır sadece bu gün için yaşadım. Kusura bakma gitmem gerek, kadınımı bekletmek bana yakışmaz. Arada gelir seni gelişmelerde haberdar ederim” dedi. Sonra birkaç adım uzaklaştıktan sonra döndü ve babasının mezarına bakıp “Seni seviyorum” dedi.
“Seni seviyorum” dedi TC Şermin’e. Gerçekten de fotoğraflardaki gibi güzel ve güçlü olarak duruyordu Sefa’nın karşısında. Sefa’nın hikayesinin o günden önceki günlerini dinlerken birkaç sigara yaktı. Dünya da kimse sigarayı onun kadar asil tutamazdı. Mimikleri hiç renk vermiyordu. Kızmış mıydı yoksa hoşuna gitmişti hiç belli değildi. Çok az konuştu, Sefa’nın babasının geçen sene öldüğünü duyunca kısık sesle bir “Allah rahmet eylesin” dedi. Sonra Sefa’nın gözlerinin içine delici bir bakış atıp, “Anlatacakların bu kadar mı?” diye ekledi.
Sefa bu lafı duyunca sabahki olayı anlatmaya başladı. Hem de tüm çıplaklığı ile. Biraz önceki mimiksiz kadının yüzünde bu sefer korku ve hayret belirdi. Haberlerde olayları duymuştu zaten. Sefa anlatırken yemekleri bitmişti ve o sırada tatlı isteyip istemediklerini soran garsona “Biz seni çağırana kadar lütfen gelme” dedikten sonra olayın linçin ayrıntılarını merakla dinledi. Sefa anlatırken arada “Aman Allah’ım”, “Tövbe tövbe…” diyebildi sadece. Sonra garsonu iki parmağıyla çağırıp iki sade türk kahvesi istedi.
Kahveler geldikten sonra “Şimdi ne yapacaksın evladım?” dedi. Evladım lafı Sefa’nın başından aşağı kaynar su gibi döküldü.  “Bilmiyorum” dedi Sefa sessizce, “Sizce ne yapmalıyım?”
Hesabı istedi TC Şermin, Sefa’nın eli cüzdanına gittiyse de “Sakın” diyerek engelledi ve ödedi. “Sakın” lafını duyduğu an donakalmıştı zaten Sefa, “Hadi kalkalım” diyene kadar da buzu çözülmedi. Sonra beraber lokantadan çıktılar.
Lokantadan dışarı adım attıkları anda elinden tuttu Sefa’nın TC Şermin ve biraz dolandılar. Karakola gittiklerini fark ettiyse de Sefa ses etmedi. TC Şermin biraz yolu uzattı. Sonra beraber karakolun bahçesine girdiklerinde Sefa’nın elini bıraktı.

“Beni bekleyecek misin?” dedi Sefa. TC Şermin ise “68 yaşındayım” dedi, “Söz veremem”

18 Ağustos 2017 Cuma

şitiv hojama sorular

1.Değerli şitiv hocam. Eğer bir insan yaptığı iyiliğin uzun vadede olumsuzluğa yol açacağını öngörüyorsa; daha uzun vadede hayır olabilir düşüncesi ile iyiliği yapmalı mıdır, yoksa kısa vadedeki olumsuzluk ihtimaline göre mi hareket etmelidir? Bir müminin planları kısa vadeli mi uzun vadeli mi olmalıdır? Sağlığınıza duacıyım…
2.Over-muhterem şitiv hocam. Bir mümin bir münafığın acı çekmesini istiyorsa ona pusu mu kurmalıdır yoksa beddua mı etmelidir? Soruyu genişletmek gerekirse, bir mümin bir şerefsizin ölmesini istiyorsa; onun ölmesi için edeceği duanın kendisi için öteki tarafta cezai müeyyidesi olur mu?
3.Güneşimiz ayımız ve bilumum gökcismimiz, aydınlık vericimiz, ampulümüz şitiv hocam. bir arkadaş grubundaki şakacı karakterlerin, gruptaki kel bireyleri, sadece ileride dalga geçmek amacı ile saç ekimini konusunda cesaretlendirmesi mi daha büyük günahtır yoksa geceleri araba ile hayat kadınlığı yapan kadınların yanından yavaş hızla geçip göz zinası yapmak mı? Thank god for u!
4.En büyük zenginliği gözlerinin güzelliği olan irfan yuvası hocam şitiv şeyfim. Güneş enerjisi ile çalışan tek kişilik bir uçak ile okyanusun üzerinde giderken teknik bir arızadan dolayı iniş yaptığım adada yaşayan dinsiz bir kabile beni tanrı sanırsa – önümde diz çökmeler, tapınma benzeri hareketler ve sunulan bakireler-, dillerini öğrenene kadar geçen sürede tanrı gibi takılsam sıkıntı olur mu? Akıl sağlığınıza duacıyız..
5.Farkındalık eşiği en yüksek birey minnoşluk abidesi insan şitiv hocamız. Ceza kanunu kısasa kısas mantığı temelinde olan bir ülkede yaşayan bir devlet memuru olsam, değişen iktidarlar sonucun da kendimi tecavüz suçlularına tecavüz etmekle sorumlu birimde bulsam ve emekliliğime birkaç ay kalsa; çocuğumun özel okul taksitleri ve karımın silikonları için aldığım borcu ödemek için memuriyetimin gereklerini yerine getirmeli mi yoksa istifa mı etmeliyim? Gölgenizde olmanın haklı onuru içerisindeyiz…
6.Varlığımızın varlığının alt kümesi olduğu, kapsayan eleman şitiv hocam. Hak etmediği yerlere bir dini cümaat sayesinde gelmiş gerzek bir bilim adamının deneyi sonucu ortaya çıkan bir virüs dünyadaki herkesi öldürse. Sadece ben ve bakirelik yemini etmiş katolitik –erol seviliyorsun karşim- erik gibi, kütür kütür, daş gibi kalçaları olan bir rahibe kalsak. Türün devamlılığı için rahibe yengeniz yeminini bozacağı için karşılığında ne kafaret vermeliyiz. İlim tasından aldığınız abdestin damlaları ile çay demlemek umudur ile..
7.gerçek olmayacak kadar pırıltılı gülümsemeli engin insan şitiv hocam. Malumunuz insanlar rüyalardan çok etkilenirler. İnsanlara sizi ve öğretinizi tanıtmak amacı ile rüyalara girme konusuna eğilsem ve yoğun çalışmalarım esnasında ibadetlerimi yapamasam. Çalışmalarım başarılı olursa ibadet borcum silinir mi? Çalışmalarım başarısız olursa kul müspet bir amaç için uğraşmış diye ibadet borcum silinir mi? Yoksa kurtuluş yok kuzu kuzu namaz, zekat vs mi? Vereceğiniz cevapların çevrenizdeki kıskanç köpekleri de ehlileştirimesi umudu ile…
8.engebeli cehalet yollarını ilmi ile bir silindir gibi ezerek düzelten insan şitiv hocam. üstümden atamadığım merak hırkam ile size bir sual sormak isterim. Hamile eşinden uzak olmamak için arkadaşlarını yanına çağıran samimi olduğuna inandığım tüm kalbimle inandığım müslüman bir arkadaşın davetine icabet etmeyen ve kötü hizmetin adresi iğrenç garsonlar çalıştıran aziz isimli kafeye giden arkadaşları diğer tarafta bunun hesabını nasıl verecekler! Allllllaaah! Kalbinizin ısısı mühafıkların kalplerinin buzunu çözer umarım.
9. Hangi aşk şarkısını söylersek söyleyelim, sadece sizi düşünürken anlam kazanıyor şitiv hıcam. Evde yalnız kaldığımız sıcak bir yaz gecesinde anadan üryan uyurken eve hırsız girse, onun mahremimizi görmesine neden olduğumuz için günaha girer miyiz? Eğer günaha girersek, evden ne götürürse helalleşmiş oluruz. Soğuk kış gecelerinde kalbimiz verdiğiniz öğütlerin sıcaklığı ile donmaktan kurtuluyor; hürmet ve minnetle

10.unuttuğumuz değerleri bize hatırlatırken hiç bilmediğimiz değerleri de bize öğreten üst değerimiz şitiv hojam. Gayri ahlaki mekanlarda varoşça ve sanki ahiret yokmuşçasına, hunharca eğlenen insanların bu yaşadıkları rezillikleri arkadaşlarıyla gerek sözel gerekse görsel desteklerle anlatmasının dinimizde yeri var mıdır? Varsa nerededir? Bu görüntülerden feyz alarak benzer çirkin ortamlara girdiğimizde bize zorla imzalatılan senetleri sol elimizle ve başka uydurma bir imza ile imzalarsak evrakta sahtecilikten günaha girer miyiz? Keşke 24 saat sizi çeken bir kamera olsa da biz de 24 saat sizleri izleyerek haramlardan uzak dursak.

16 Ağustos 2017 Çarşamba

4. kör udi

Kör Udi

Kör bir udinin oğluydu Vedat. Babasını herkes Kör Udi diye tanırdı, İstanbul fasıl aleminin az sevilen ama çok bilinen isimlerinden biriydi. Önce bunadı, sonra yıllarca pavyonlarda bir yudum içmeyen adam feci şekilde alkole düştü, daha sonraları kulakları az duyar oldu, en sonda da dizleri ve çişi tutmaz oldu...
Kör tuttuğunu demişler, Vedat günah dolu bir gecenin mucizesiydi. Merhum annesi Vedat’ı hep mucize olarak gördü. Konsomatrislik ve hayat kadınlığıyla geçen meslek hayatında belki de jübilesine aylar kala, adetten kesileli bir yıl olmasına rağmen hamile kalmıştı Kör Udi’den. Doğum zamanı ellili yaşlarına yaklaşmış, doğumdan sonra çok da yaşamamıştı. Birkaç silik anıdan ibaretti Vedat için, fulü ama tatlı birkaç anı.
Vefattan sonra Vedat ise babası ile baş başa kalmıştı. Evlenmediğinden de, hiç çok parası olmadığından da, babasına az da olsa sevgi ve şefkat beslediğinden de; hiç babasından ayrı yaşamadı. Kendi aralarında minimum konuşarak aynı evi yıllarca paylaştılar.
O gün de olay yeri olan plazadan çıktıktan hemen sonra direk eve geçti. Babası elinde udu, bozuk akordu ile yine bir şeyler çalıyor ve sadece kendi duyabileceği şekilde mırıldanıyordu. Komşular ses etmiyordu ama Vedat gittikten sonra babasına ne olacaktı? İçini ilk o an bir pişmanlık sardı. Kendine ilk kez o an kızdı Vedat. O güvenliğin kafasını ayağı ile ezdiği için bile kendine bu kadar kızmamıştı.
Babasını dinledi kendine çay koyarken, babası ise artık sadece içki içtiği için çay değil çay bardağında şarap verdi. Birkaç günlük bayat ekmek ile buzdolabında açık kaldığı için kurumuş beyaz peynirden yedi. İki de yumurta kırdı, babasını çağırdı ama babası kendini uduna iyi kaptırmıştı, bu durumlarda yemek hiç umurunda olmazdı.
Babası şarabı çenesinden beyaz atletine birkaç damla döke döke içti. Zaten atlette birkaç günlük içki izleri duruyordu. Haberleri açtı Vedat, içinden gelmeye gelmeye, merakına yenik düşerek. Her haber kanalında boy boy resminin olacağını bekliyordu. Ama durum öyle değildi. Neler olduğu hakkında net bir bilgi yoktu. Sadece müteahhit ve korumalarının öldüğü geçiyordu. Haberler mafya çatışması ve terör gibi ihtimallerden bahsediyor ve genelde olduğu gibi yine yalan söylüyordu.
Kör Udi televizyonun sesini bastırmak için daha yüksek sesle çalmaya başladı birden. Tellere daha sert vuruyor, bir yandan da garip garip bir şeyler söylüyor, nameleri bastıra bastıra geçiyordu. İngilizce mi acaba düşündü Vedat; ki eğer İngilizceyse dahi, İngilizce olduğunu anlayacak kadar bile İngilizce bilmiyordu. "Çal be baba! Çal be! Ne güzel çalıyorsun!" diye bağırdı ve oğlundan cesaret alan Kör Udi iyice coşkulu çalmaya başladı. Tutmayan dizlerine rağmen çalarken arada ayaklanmaya bile çalışıyordu.
Bir an gerçeklerle yüzleşti Vedat sırtından buz gibi terler akarken. En az on sene hapis yatacaktı ve çıktığında muhtemelen babası ölmüş, kimsesizler mezarlığında, başucunda tahta ve o tahtaya yazan bir numara ile bayramda seyranda bir ziyaret edeni dahi olmadan yatıyor olacaktı. Yıllardır beraber bir fotoğraf bile çekilmemişlerdi. Bugün babası ile son günü hatta son dakikaları olabilirdi. Bir bardak daha şarap doldurup babasına verdi, sonra da açtı telefonunun kamerasını ve babasını kaydetmeye başladı. İçkinin verdiği enerji ile Kör Udi hepten coşmuştu. Vedat’ın anlamadığı kelimeler söylerken akortsuz udunu da konuşturuyordu. Heyecanlı heyecanlı dört tane şarkı söyledi. Her şarkı arasında da birer bardak şarap içti ve en sonunda koltuğa sızdı.
Vedat ise kayıtları izledikten sonra düşünmeye başladı. Adli emanetten on sene sonra telefonunu alabilir miydi? Alsa o telefondan hayır gelir miydi? Sonra en iyisi Youtube'a atmak diye düşündü şarkıları. Sonra içeriden çıkınca oradan dinler babasını yad ederdi. Adeti olmamasına rağmen kendine de bir şarap koydu ve Kör Udi diye bir kanal açıp şarkıları yüklemeye başladı.
İnanılmaz yavaş yükleniyordu şarkılar ve her an polis içeri girecek diye telaşlanıyordu Vedat. Gelsindi polisler ama şarkılar yüklendikten sonra gelsindi. Dört dakikalık ilk şarkı yarım saatte yüklendi, Vedat bir bardak daha şarap doldurdu kendine ve ikinci şarkı yaklaşık kırk dakika da yüklendi. Artık akşamüstü oluyordu ve üçüncü şarkı tam bir saatte yüklenmişti. Vedat ise şu an hayattan sadece bu son şarkının yüklenmesini istiyordu o kadar, başka hiçbir isteği yoktu.
Dördüncü şarkı yüklenirken bir anda Vedat’ın telefona bildirim yağmaya başladı. Yaklaşık üç saatte kör udi Youtube kanalına altı bin kişi üye olmuş, toplam dinlenme sayısı ise otuz binleri zorluyordu. Vedat ise sevinse mi üzülse mi bilemiyordu. İnsanların bu yolla çok para kazandıklarını duymuştu. Dördüncü şarkının yüklenmesine yüzde on kadar kalmışken polislerin binadan içeri girdiklerini gördü. Yüzde yedi kalmışken ise kapı acı acı çaldı "Polis! Vedat aç kapıyı! Zorluk çıkatma!"
Kör udi kapı sesini az duyar gibi olduysa da uyumaya devam etti. Yükleme için yüzde altı kalmıştı ve tahmini süre on beş dakika diyordu. Vedat polislere bağırdı. "Bana on beş dakika verin, babamla vedalaşayım kapıyı açacağım" Polis çok net cevap verdi "Aç kapıyı, biz babanla vedalaşmana engel olmayacağız!"
Vedat “Hayır!" diye bağırdı. Göz ucuyla bilgisayara baktı, daha on üç dakika vardı. On üç dakika polisi oyalamaydı. Polis kapıyı kırmakla tehdit edince bünyesinin pek alışık olmadığı alkolün de etkisiyle evdeki son iki şişe şarabı eline alıp beklemeye başladı.
Polis kapıyı sekiz dakika kala kırdı. Kapı kırılır kırılmaz da Vedat şişeleri başından aşağı döküp eline o uzun mutfak çakmaklarından aldıktan sonra, “Yaklaşmayın! Kendimi yakarım!” diye bağırdı. Polislerden iri kıyım olan genç bir tanesi Vedat’ı hiç dinlemeden içeri hamle yaptı ve Kör Udi’yi kucaklayıp evden dışarı çıkarttı. Tüm bunlar gerçekleşirken Vedat’ın telefona bildirim yağmaya devam ediyordu. Toplam izlenme elli bini geçmişti. Bilgisayara baktı Vedat, yüzde üç kalmıştı. Nasılsa polisler onu alırken de o üç dakika geçer diye düşünerek; "Size zahmet verdim affedin arkadaşlar" dedi ve ellerini kaldırdı. Tam o anda operasyon planlayan polis de evin sigortasını indirip ellerinde fenerlerle Vedat’ın üstüne çullandılar.

Ağlıyordu Vedat hıçkırıklarla, sadece son yükleyemediği son şarkının acısı ile. Onu alan polisler buz gibiydi. Biri telefonunu açtı karakola giderlerken ve Kör Udi’nin şarkısını şarkısı arkadaşına dinletmeye başladı. Bir başka polis ise derin bir of çekti ve “Adam ne içli söylüyor be devrem” dedi.

2.

Pembe perdeli bir pencerenin tekinde beş yaşlarında küt sarı saçlı bir kız çocuğu, bahçede oyun oynayan kendinde birkaç yaş büyük çocuklara "Susun bee!", diye bağırıyor; bahçedeki çocuklardan biri annesinin hazırladığı peripellalı yarım ekmeği -%13 fındık- oyun daha önemli geldiği için bahçe duvarının üzerine bırakıyor; başında takkesi, dizinde kareli battaniyesi ve tekerlekli sandalyesi ile güneşlensin diye kaldırımın kenarına bırakılan yaşlı amcanın altına kaçırdığını kimse fark etmiyor; sokaktan geçen seçim arabası 90’ler pop bir şarkının berbat bir uyarlaması ile şehrin çirkinliğine çirkinlik katıyor; kağıt ve plastik toplayan yirmili yaşlardaki bir Suriyeli ise eski hayatıyla şimdiki hayatını kıyasladığında daha mutlu olduğunu ve tek eksiğinin evlenmek olduğunu düşüyor; tam o sırada da iki gündür aç olup bunu da fırsata çevirip oruç tutan Mehmet Sezai duvarın üzerindeki ekmeği alıp orucu bunla açarım deyip hızla uzaklaşıyordu.
Mehmet Sezai’nin ekmeği çaldığını penceredeki kız da, ekmeğin sahibi çocuk da, çocuğun annesi de, tekerlekli sandalyedeki amca da, seçim otobüsünün şoförü ve Suriyeli kağıt toplayıcısı da görmüş ama ses etmemişti.
Mehmet Sezai’nin açığının sebebi ise kaçıyor olmasıydı. Tüm polis teşkilatının onu izlediğinden çok emindi. Yirmi dört ay sırtında taş taşıyarak aldığı cep telefonunu takip edilmesin diye kırmaya kıyamamış; bulduğu iki bim poşetine sarıp çocukluğunu geçirdiği anneannesinin evinin arka bahçesine gömmüştü. Ne cebinde fazla parası, ne de sırtında ağır bir pişmanlığı vardı. “Yaptıysam yaptım”, diyordu mütemadiyen kendi kendine. Ve polisler onu yakalamaya geldiklerinde kaçmayacak, sadece arandığını bilmiyor gibi yapacaktı. Polis döver diye bir korkusu da yoktu. Pek rahmet okumadığı babası, sevgisini de; öfkesini de döverek gösteren hammaddesi odun bir adamdı. Konuşmama hakkını kullanacak, mahkemede de “Müsaadenizle bir şey söylemek istiyorum hakim bey” diyerek söz alıp; “Pişmanım”, deyip başını öne eğip iyi hal indirimi hayali kuracaktı. Bu çektiği açlığa ve strese değer mi diye düşünüyor ama teslim olacak gücü de kendin de bulamıyordu. İlk gece çöplükte, ikinci gece ise bir halı sahanın kenarındaki parkta uyumuş; sonra da parkı mesken etmişti. Zaten zayıf bir adamdı, çocukların oyun oynadıkları kaydırakların içindeki boru gibi şeylere rahatlıkla sığıyordu. Borular iyiydi, yeni yeni soğumaya başlayan gecenin rüzgarından insanı koruyordu ama zemin sert olduğu için de her yeri ağrıtıyordu. Teninin esmerliği kir göstermiyor ve belinin büküklüğü ise yorgunluğunu gizliyordu.
İftara ne kadar olduğunu tahmin etmek için güneşe baktı.
Daha var olmalıydı. Yürüdü yine manasızca. Elleri cebinde ve ağır ağır. Mümkün olduğunca da ara sokaklardan, güvenlik kameralarına yakalanmamaya gayret ederek. Zaten ne zaman bir mağazanın ya da MOBESE’nin önünden geçecek olsa eliyle gözlerini kapatıyordu.
Sıkılıyordu Mehmet Sezai. Hem de hiç sıkılmadığı kadar. Arkadaşları ya da birkaç akrabası ile konuşmayı çok istiyor ama yakalanırım korkusu ile buna cesaret edemiyordu. Cep telefonu da iki kat poşetin içerisinde toprak altındaydı. Telefonu yanında olsa en azından poker, 101 ya da okey oynar; hiç olmadı biraz candy crush ve türevleri ile vakit geçirirdi. O da olmadı sevdiği ama yâri olmayan kadınların hesaplarında gezer fotolarına bakardı. Hadi o da olmadı köyünün sayfasına girer, çocukluğunun geçtiği sokakların, ilkokulunun fotoğraflarına bakar anılara dalardı. Yalnızlık ve sıkkınlık başına vurdu Mehmet Sezai’nin; en çok da internetsizlik...
Adımları hızlandı, nefes alış verişleri dengesizleşti… Koşar adım yürüyor, önüne ne gelirse çekilmiyordu. Yaşlı bir kadına omuz attı resmen, yerdeki çöp poşetlerinin üstünden zıpladı, okuldan yeni çıkmış ilkokul çocuklarını Musa’nın Kızıldeniz’i yardığı gibi yardı, yerde miskin yatan köpeğe “Hoşt!” diye bağırdı, elektrik direğinin yanından tek elini tutup ‘Singing in the rain’’deki Gene Kelly gibi süzüldü ve birkaç dakika sonra kendini anneannesinin evini bahçesinde buldu.
Gömdüğü yer küçükken futbol oynadıklarında kale olan çam ağacının dibiydi. Kemiğini saklamış köpek vahşiliğinde toprağın bağrını delmeye başladı ve telefonunu çıkarttı. Ellerinin kumu ile de olsa açma tuşunu bastı. Pin kodu olarak 1910’u girdi. Sonra sırtını çam ağacına verdi, prepellalı ekmeğini çıkarttı ve bir yandan Facebook’ta gezerken bir yandan da ekmeğini yemeye başladı. Son birkaç günde neler olmuştu neler… Bazı arkadaşları ondan kahraman gibi bahsediyor, bazıları ise hiç bahsetmiyordu. Adına açılan grubun 143 üyesi vardı. Hemen kendi de üye oldu.
Sonra da ani bir kararlar, kendini engelleyemez bir şekilde yer bildirimi yapmaya karar verdi. “anneannesinin bahçesinde, polisten kaçıyor ve heyecanlı hissediyor ‘silah’ ‘koşan adam’ ‘polis’

Akşam ezanı hoparlörden hızlı hızlı okunmaya başladı. Ağzında ekmeğin son lokması vardı. Çiğnemeyi bıraktı önce, birkaç saniye sonra da ağzındaki lokmayı tükürdü ve kendi kendine sordu Mehmet Sezai “Ben ne yapıyorum?”