30 Nisan 2013 Salı

7 İşkence


1.Aç bir kurtla aynı daire şeklindeki kafeste. Kurt kafesin tam ortasındaki bir şeye zincirli.  Kafes büyük, çevresi belki yirmi metre. Ancak kafesin uzak ucuna yapıştığı zaman ısırlmaktan kurtuluyor. 10cm içeride olsa kurt tarafından ıssıralacak. Kafesin içinde artı bir sıkışmışıklık duygusu.

2.Tamamen kapalı bir alanda bir akrep yelkovanlı saat. Işık sadece saate odaklı. Uzun süre normal çalışıyor saat. Sonra arada hızlanıyor, arada yavaşlıyor, bazen norma hızıyla devam ediyor. Tutsak açık olan tek algısının doğruluğunu sorguluyor.

3.Tutsağın her yemeğinden sonra yanına bir de esrar sigarası koymak. Önce içmeme çabası işkence olacak. Sonra nasılsa dayanamayı başlayacak. O zaman da esrar sigarasını kesmek. Normale dönünce tekrar yemeğin yanına sigara koymak.

4.Tutsağın tutulduğu hücrenin duvarında yarı silik bir “kurtulabilirsin” yazısı.Her gün hücreye ufak tefek bir şeyler bırakmak. Bazen bilerek, bazen kazaylaymış gibi davranarak. Mesela bir çivi, sonra kürdan, sonra civata, sonra kereta... Elindekilerle kendisini öldürmeye kalkabilir ya da elindeki malzemelerle bir şeyler yapmaya çalışır. Umut ve başarısızlığı işkence olur.

5.Arada sırada tutsağın yanına birilerini koymak ve kısa süre sonra diğer tutsağı oradan çıkartmak. Çıkan tutsağın başına ne geldiğini bilemeyeceği için acı çekecek. Serbest mi bırakıldı yoksa öldürüldü mü? Her seferinde sıranın kendisine gelip gelmediğini merak edeceği için ayrı bir stres ve kaygı yaşayacak.

6.Hücrenin her duvarına tutsağın zarar veremeyeceği şekilde birer tane ekran ve olabildiğince çok kamera koymak. Kameralar durmadan tutsağı çekecek ve ekranlar o görütüleri farklı açılarda tutsağa izletecek. Çaresizliğini birçok açıdan izlemek tutsağı daha da bir yaralayacak.

7.Tutsağın evinin bahçesinin en az kullanılan köşesini bir kamera ile sürekli olaral çekmek ve o görüntüyü hücresindeki ekrandan tutsağa izletmek. Eşinin ya da çocuklarının oradan geçmesini beklemek gayet sert ve zedeleyeci bir işkence olacaktır.

29 Nisan 2013 Pazartesi

telefondaki notlar


1.
Silahla rehin alma durumu. Bir mekana götür. Sonra silahı yanlışlıkla rehineye kaptırmış gibi yap.

Rehine ateş etmeye kalkarsa silah boş olduğu için öldüremeyecek.

Katil, “Beni öldürmeye kalktın, artık seni öldürmek için geçerli bir sebebin var” diyerek öldürecek

“İstesen beni öldürmekle tehdit edip buradan kaçmayı deneyebilirdin, ama sen beni öldürmeyi tercih ettin”

2.
Her şey bir Amerikan filmi gibi başladı. Saat gece onu geçiyordu; sevgilimin evinden çıkmış, karımın yanına gidiyordum. Arabamın kilidini uzaktan açtım ve koltuğuma oturup arabayı çalıştırdım. Elim tam radyonun açma tuşuna gidiyordu ki; silahın namlusunun soğukluğunu kulağımın arkasında hissettim.

“Devam et ve bir aptallık yapma, yoksa ateş ederim” diye fısıldadı.

Kontrol tamamen ondaydı. Sadece hız yaparsam bana geçerdi ama buna izin vermiyordu. Dördüncü vitese takmam yasaktı. Hava yastığım vardı. Sert bir darbeden bile kurtulabilirdim ama onun da kurtulması benim ölmem demekti.

3.
Bugün 6 kasım. Kulağıma konan karasinekle güne başladım. Dışarıdaki keskin Ankara soğuğu odamın camlarını buğulamıştı. YÖK’ün ve fenerin cimbomu 6-0 yenmesinin yıldönümü, Ortaokul türkçe öğretmenimin doğum günüydü. Düşündüm de hiçbiri umrumda değildi. Kasım kasım bu sinek burada ne geziyordu?

Genelde sinek öldüremem. Bunun yeteri kadar atik olmamamdan başka bir şey değildir. Camı açar ve dışarı uçmasını sağlamaya çalışırım. Şu an bunu bile yapasım yok. Takılsın bakalım odamda.

7 Kasım’ın ilk dakikaları, gözlerim yine ona takıldı..

Eşantiyon


Apartman altı kıraathanesinin giriş kapısına en uzak köşesinde dört adam ve iki yancı dağılmayan sigara dumanı altında okey oynuyorlar. Hepsi kırklı yaşlarının sonlarında olmalı. Masada dönen pek bir muhabbet yok. Sebebi belki de nikotinsiz bir nefes dahi almamaları. Parlak gri spor eşofmanları ile oturan ve yanındakini taşlayan adam Enver Güngörmüş. Enver Türkiye'nin yetiştirdiği ilk, tek ve günümüz itibariyle son geri maraton koşucusu. Geri maraton dalında tüm Türkiye rekorları elbette onun. Türkiye'de alınabilecek tüm madalyaları toplamış; topu topu dört tane. Finlandiya'daki dünya geri maraton koşma yarışmasında sonuncu olunca aktif spor hayatına nokta koymuş. Ama katıldığı için teşekkür ettiklerine dair Fince belgeyle tam yirmi yıl mahallede havasını basmış ve "En teknik geri koşucu ödülünü aldım, rakımdan etkilenmesem, bir hafta kamp yapabilsem birinci de olurdum ama saliselerle dördüncü oldum, bizde spor kültürü yok" diye anlattıkça anlatmış.

Bazı günler güneş tam doğacakken kan ter içerisinde sokağa geri geri koşarak girer. Verilen selamları almaz bile, yüzünde Naim Süleymanoğlu'nun Seul olimpiyatlarındaki üçüncü kaldırışını yaptıktan sonraki hali gibi ifade olur. Apartmanın önüne gelirken iyice yaylanarak koşmaya başlar ve bir yandan kollarını açar. Sanki zafer kazanmış gibi. Sokağa son bir kez bakar ve anahtarıyla kapıyı açıp içeri girer. Sonra da birkaç gün hiç dışarı çıkmaz.

Hayatı boyunca hiç çalışmadı Enver Güngörmüş . Evlenmedi de. Halasının evinde kira vermeden yaşadı durdu. Muhtemelen yine o yaşlı kadından aldığı harçlıklarla hayatını devam ettirdi.

Enver Güngörmüş’ün taşladığı ön düğmeleri açık kırmızı saten gömlekli, bağrında parlaklığını yitirmiş eski bir madalyon olan adam Zafer Bağışlar. Gelecekten haber verdiğini söyleyen, tarot, su, kum hatta fasulye falına bakabilen, astrolog ve burç uzmanı. Kartvizitinde ve bir ilkokul öğrencisine hatır minnet hazırlattığı siyah üzerine kırmızı büyük harflerle yazan internet sitesinde bunlar yazıyor. Zafer’in Hikayesinin başrolünde annesi var. Daha küçükken oyun gibi eline kahve fincan verirmiş ve birbirlerinin falına bakarlarmış. Daha sonra ünü yayılınca önce annesinin gün arkadaşları, daha sonra da o gün arkadaşlarının başka günlerden gelen arkadaşları evlerini arşınlar olmuş. Biraz büyüyünce de kendinde özel güç olduğuna inanmış ve başka işlerle hiç uğraşmamış. Üniversite sınavında hiç çalışmadan nasılsa bana doğru cevaplar görünür diye girmiş ama o gün ona askerlik yolu görünmüş.

Çok bilenlerin çok sevilmediği bir askerlik döneminden sonra evine döndüğünde belediyeye ve medyumlar odasına başvurmuş. Gerekli belgeleri temin ettikten sonra evinin sokağındaki on iki metrekarelik küçük dükkanı tutmuş. İlk zamanlar işleri fena değilmiş ama zamanla tahminlerinin hiç tutmadığı ortaya çıkınca işleri fena olmuş. Zamanla işleri iyice sarpa sarmış ve kolu bacağı kırılana kadar dayaklar bile yemiş. Şimdi riskleri azaltmak için dükkanın girişinde " Ödemeyi falınız çıktıktan sonra alıyoruz", yazıyor. Her gün birkaç müşteri gelir. Zafer Bağışlar fallarına bakar ve giderler. Sonra dedikleri hiç çıkmadığından mı, yoksa müşterilerin işgüzarlığından mı bilinmez kimse gelip ödeme yapmaz. Hala annesiyle beraber yaşar Zafer Bağışlar; o da hiç evlenmedi.

Zafer Bağışlar’ın yanında çay bardağını avuçlayarak tutan afgan karası tenli ve avcı yelekli yancı ise Ulvi Varlıklı. Annesi ve babası daha ilkokula başlamadan birbirlerini öldürmüş. Ondan sonra tüm akrabalarında az biraz kala kala çocukluğu ve ergenliği atlatmış. Reşit olunca tüm akrabalarının yedi ceddine sövüp babasından kalan eve yerleşmiş. Torpil, tanıdık ve öksüz yetim kontenjanından belediyede işe girmiş. Birkaç yıl belediye köpek itilaf ekibinde çalışmış. Öyle gayretli, öyle çalışkanmış ki; yıllarca belediyenin girişindeki ayın elemanı tabelasında hep onun resmi olurmuş.

Nasıl kuzunun tadına bakan çoban köpeği canavar olur derler Ulvi Varlıklı da bir gün canavar olmuş. Öldürdüğü sokak köpeklerini yediği dedikodusu dolanmaya başlamış ama işin acı kısmı dolanan sözler doğruymuş doğruymuş. Belediye başkanı Ulvi’yi korka tırsa kovmuş. İşten atıldıktan sonra başka hiçbir işte de çalışmamış. Karnını doyurmak için  köpek avlamaya devam etmiş. Hep bilinçli avlanmış. Belediye başkanı ondan korktuğu için çalıştırdığı köpek itilaf timini lav etmiş. Bazı sabahlar sırtında çuvalı ile Ulvi Varlıklı’yı görenler görmemezlikten gelirler ama herkes o çuvalda ne olduğunu bilir. Tabi kimse kandillerde Ulvi’ye helva göndermez ve kurbanda da et vermez.

Ulvi Varlıklı’nın yanında, Enver Güngörmüş’ün karşısında oturan solgun kahverengi takım elbiseli ve beyaz spor ayakkabıları olup çifte giden adam Selim Tutumlu. Çocukken mahallede tek hayali arkadaşı olan oymuş. Sonra bir gün ne olduysa hayali arkadaşı onu terk etmiş ve ona görünmez olmuş. Ağlamış, zırlamış, delirmiş hatta köpürmüş ama hayali arkadaşı geri gelmemiş. Sonra bakmışlar çocuk elden gidiyor, hayali arkadaşın kaçırıldı demişler. Hayali arkadaşının ondan kaçmasındansa, kaçırılmasına sevinen Selim ve sokak sokak hayali arkadaşını aramaya çıkmış. Önce başka sokaklara gitmiş, sonra başka mahallelere, sonra başka ilçeler ve sonra da başka şehirlere. Tüm polisler elleri cebinde yalnız başına yürüyen o çocuğu tanır, ekip arabası ile evine bırakırlarmış.

Ergenlik, gençlik derken hayali arkadaş durumundan kurtulmuş gibi yapmış Selim Tutumlu. Yine sokaklarda tek başına yürürmüş ve sebebini soranlara cebinden evden kaçmış çocukların resmini çıkartır ve onları aradığını söylermiş. Yalan de değilmiş aslında, sevdiği birini kaybetmenin acısını onun kadar iyi pek az insan bilirmiş. Bu yürüme sevdası yüzünden hiç çalışamamış. Enver Güngörmüş’ün "Yürüyüş diye bir spor var" önerisini de hiç sallamamış.

Şimdi hala yürür durur. Kışın başında üzerinde nike yazan bir bere, yazları ise boyasan yazan bir kep ile. Çok evden kaçmış çocuğu evine götürmüştür. Bu sayede eline para geçtiği de olur. Kıt kanaat geçinir gider.


Selim Tutumlu’nun yanındaki eli hiçbir şeye benzemeyen ve taş attığı Enver Güngörmüş de taşladığı için rahat olan sarı kazaklı ve Kemal Derviş modeli saçları olan adam Fahrettin Haktanır. Masadaki tek zengin çocuğu o. Hesabı genelde o öder, okeyi de en çok o sever. Annesinin, ablasının ve en küçük erkek kardeşinin verdiği harçlıklarla; kazı kazan, at yarışı ve sayısal loto oynar durur. Küçükken mahallede süt satan adamın atının kendisi ile konuştuğunu iddia edermiş. Sütçü gelince iner, atın yanaklarını okşaya okşaya dinlermiş. Bir yerden sonra at onunla konuşmayı bırakınca bıçakla ata saldırmış ve yaralamış. At da ona çifteyi koyunca asfaltı öpmüş. Hastanede geçen dört ayında da tek oyuncağı hesap makinesi olmuş. Bu sefer de sayılar yazar ve onlarla konuşurmuş. Bu hareketlerinden dolayı herkes Fahrettin'de bir gariplik olduğunu bilir, çaresiz sesini çıkartmazmış. Ne tıp, ne alternatif tıp ne de kendine alternatif tıpçı diyen şaklabanlar onun bu hallerine çare olamamış.

Matematiği iyi olmasına rağmen tahsil hayatını sadece matematik ayakta tutmaya yetememiş ve orta iki de okulla anlaşmalı olarak ayrılmışlar. İki tarafından birbirlerinden hiçbir talebi olmamış. O günden sonra Fahrettin Haktanır hesap makinesi ile oynar ve seçtiği rakamlarla sayısal loto kuponları yapar, at yarışı kanalını açar ve atlar izler bazen at yarışı kuponu yapar ve nerede kazı kazancı görse dayanamaz ve bir tane alır. Okey masasındaki arkadaşlarından farklı olarak evlidir de Fahrettin. Bazen karısıyla aylarca konuşmaz, Fahrettin Haktanır'ın hiçbir kuponu da tutmaz.

Fahrettin Haktanır’ın sağındaki kırmızı giyinmiş çakkıdı çakkıdı sakız çiğneyen adam ise Haldun İhtişamlı. Hikayesi masadaki arkadaşlarının farklı bir versiyonu. Başarısız bir okul hayatı, insanlardan kopuk bir ergenlik, yabancılaşmış bir gençlik ve itilmiş bir olgunluk... Konuşmaz hiç Haldun. Konuşamadığından değil bir tercih olarak konuşmaz. Sadece askerdeyken konuşmuş, terhis olunca susmaya devam etmiş. İlla bir şey anlatması gerekirse cebinden kırış kırış, her yanı yazı dolu bir kağıt çıkartır ve o kağıdın kenarında bir yere kargacık burgacık yazısıyla bir şeyler yazar o kadar. Genelde yazısı da okunmaz.
Onun garipliği biraz korkunçtur. Kendini bildi bileli ölümden çok korkar. Büyük günahlar işlemeden, daha çocukluğundan beri içindedir bu korku. Kendince ölüme karşı bir çare de bulmuştur. Arada sırada kolunda bir yere faça atar ve oradan akan kanı emer. Eskiden herkesin ortasında yapardı bunu artık evinde yapıyor. Henüz ölmediğine göre belki de işe yarıyordur.


-*-



Bu adamlar neden mi böyle olmuş? Bundan 48 sene önce bir tane deli dahi bilim adamı varmış, hem de Safranbolu'da. Beynin yaratıcılık merkezini harekete geçireceğini düşündüğü bir şeyler yapmış ama hem etik sebeplerden hem de parası az olduğu için denek bulamıyormuş. Sonra ilacını kendi imkanları ile bebek maması gibi yapmış ve bir marketteki sinek ilaçlarının yanına eşantiyonmuş gibi bantlamış. İçine de "Şanslı müşterimiz sizsiniz, bize ulaşın ve çocuğunuzun tüm mama masrafını biz üstleniyoruz" diye bir şey yazmış. Kendisine dönen ailelere mamayı göndermiş ve iletişim bilgileri sayesinde bebekleri gözlemleyip deneyinin sonuçlarını izleyecekmiş ama daha deneyin ikinci yılında, 1967’deki Sakarya depreminde, Safranbolu’da yıkılan tek ev onun gecekondusuymuş. Pek tanıdığı olmadığından kimsesizler mezarlığında başına bir tahta dikip gömmüşler.  Haliyle deney öyle kalmış. Böyle kaç çocuk varmış bilmiyoruz ama okey masasında oturan herkesin ana babası sinek ilacının yanında eşantiyon verilen bebek mamasını kullanmaktan çekinmeyecek kadar garip tipler.

-*-


Ve taş bitti, o el o masadaki kimse bitemedi.

28 Nisan 2013 Pazar

pazartesi - av


Hayat herkese iki seçenek sunar pazartesi çoktan seçmelileri. Ya avcısınızdır ya da kendinizi avcı sanıyorsunuzdur. Belirtmeme gerek yok sanırım ama ben avcıyımdır. Tuzak kurarım, pusu kurarım, günlerce aç susuz beklerim, doğa şartları ile savaşırım ama istediğimi elde etmenin bir yolunu bulurum. Böyle kendimi gazlayınca liste yarım kaldı ve soluğu elimde oltam Tuz gölünde aldım.

*Ev telefonu üçüncü kez çalmadan açmalı.
*Bulmacayı sessiz çözmeli
*Tozları halının altına süpürmeli.
*Teşkilatlanması kuvvetli olmalı.
*Asla akil adam şakası yapmamalı.

Oltamı attığım gibi su bir kabardı, devasa bir ahtapot çıktı, Kraken, binlerce dişi var; sepetimin yanına çıkıp öldü. Ahtapot yenir mi yenmez mi diye düşünürken; Van Gölü Canavarı, Kraken’in yanına yatıp öldü. Van Gölü Canavarının eti yenir mi diye Alo Fetva’yı arıyordum ki, gökyüzünü akbabalar sardı. Öyle ki güneş bile gözükmüyor. Elimde misinam akbabalarla çatıştım. On dakika sonra Alo Fetvadaki adamla akbaba etinin neden yenilemediğini tartışıyordum.

27 Nisan 2013 Cumartesi

eşantiyon - part 6


Selim Tutumlu’nun yanındaki eli hiçbir şeye benzemeyen ve taş attığı Enver Güngörmüş de taşladığı için rahat olan sarı kazaklı ve Kemal Derviş modeli saçları olan adam Fahrettin Haktanır. Masadaki tek zengin çocuğu o. Hesabı genelde o öder, okeyi de en çok o sever. Annesinin, ablasının ve en küçük erkek kardeşinin verdiği harçlıklarla; kazı kazan, at yarışı ve sayısal loto oynar durur. Küçükken mahallede süt satan adamın atının kendisi ile konuştuğunu iddia edermiş. Sütçü gelince iner atın yanaklarını okşaya okşaya dinlermiş. Bir yerden sonra at onunla konuşmayı bırakınca bıçakla ata saldırmış ve yaralamış. At da ona çifteyi koyunca asfaltı öpmüş. Hastanede geçen dört ayında da tek oyuncağı hesap makinesi olmuş. Bu sefer de sayılar yazar ve onlarla konuşurmuş. Bu hareketlerinden dolayı herkes Fahrettin'de bir gariplik olduğunu bilir, çaresiz sesini çıkartmazmış. Ne tıp, ne alternatif tıp ne de kendine alternatif tıpçı diyen şaklabanlar onun bu hallerine çare olamamış.

Matematiği iyi olmasına rağmen tahsil hayatını sadece matematik ayakta tutmaya yetememiş ve orta iki de okulla anlaşmalı olarak ayrılmışlar. İki tarafından birbirlerinden hiçbir talebi olmamış. O günden sonra Fahrettin Haktanır hesap makinesi ile oynar ve seçtiği rakamlarla sayısal loto kupanları yapar, at yarışı kanalını açar ve atlar izler bazen at yarışı kuponu yapar ve nerede kazı kazancı görse dayanamaz ve bir tane alır. Okey masasındaki arkadaşlarından farklı olarak evlidir de Fahrettin. Bazen karısıyla aylarca konuşmaz, Fahrettin Haktanır'ın hiçbir kuponu tutmaz.

eşantiyon (isimli 7 de beş buçuk)


Apartman altı kıraathanesinin giriş kapısına en uzak köşesinde dört adam ve iki yancı dağılmayan sigara dumanı altında okey oynuyorlar. Hepsi kırklı yaşlarının sonlarında olmalı. Masada dönen pek bir muhabbet yok. Sebebi belki de nikotinsiz bir nefes dahi almamaları. Spor eşofmanları ile oturan ve yanındakini taşlayan adam Enver Güngörmüş. Enver Türkiye'nin yetiştirdiği ilk, tek ve günümüz itibariyle son geri maraton koşucusu. Geri maraton dalında tüm Türkiye rekorları elbette onun. Türkiye'de alınabilecek tüm madalyaları toplamış; topu topu dört tane. Finlandiya'daki dünya geri maraton koşma yarışmasında sonuncu olunca aktif spor hayatına nokta koymuş. Ama katıldığı için teşekkür ettiklerine dair Fince belgeyle tam yirmi yıl mahallede havasını basmış ve "En teknik geri koşucu ödülünü aldım, rakımdan etkilenmesem, bir hafta kamp yapabilsem birinci de olurdum ama saliselerle dördüncü oldum, biz de spor kültürü yok" diye anlattıkça anlatmış.

Bazı günler güneş tam doğacakken kan ter içerisinde sokağa geri geri koşarak girer. Verilen selamları almaz bile, yüzünde Naim Süleymanoğlu'nun Seul olimpiyatlarındaki üçüncü kaldırışını yaptıktan sonraki hali gibi ifade olur. Apartmanın önüne gelirken iyice yaylanarak koşmaya başlar ve bir yandan kollarını açar. Sanki zafer kazanmış gibi. Sokağa son bir kez bakar ve anahtarıyla kapıyı açıp içeri girer. Sonra da birkaç gün hiç dışarı çıkmaz.

Hayatı boyunca hiç çalışmadı Enver Güngörmüş . Evlenmedi de. Halasının evinde kira vermeden yaşadı durdu. Muhtemelen yine o yaşlı kadından aldığı harçlıklarla hayatını devam ettirdi.

Enver Güngörmüş’ün taşladığı ön düğmeleri açık kırmızı saten gömlekli, bağrında parlaklığını yitirmiş eski bir madalyon olan adam Zafer Bağışlar. Gelecekten haber verdiğini söyleyen, tarot, su, kum hatta fasulye falına bakabilen, astrolog ve burç uzmanı. Kartvizitinde ve bir ilkokul öğrencisine hatır minnet hazırlattığı siyah üzerine kırmızı büyük harflerle yazan internet sitesinde bunlar yazıyor. Zafer’in Hikayesinin başrolünde annesi var. Daha küçükken oyun gibi eline kahve fincan verirmiş ve birbirlerinin falına bakarlarmış. Daha sonra ünü yayılınca önce annesinin gün arkadaşları, daha sonra da o gün arkadaşlarının başka günlerden gelen arkadaşları evlerini arşınlar olmuş. Biraz büyüyünce de kendinde özel güç olduğuna inanmış ve başka işlerle hiç uğraşmamış. Üniversite sınavında hiç çalışmadan nasılsa bana doğru cevaplar görünür diye girmiş ama o gün ona askerlik yolu görünmüş.

Çok bilenlerin çok sevilmediği bir askerlik döneminden sonra evine döndüğünde belediyeye ve medyumlar odasına başvurmuş. Gerekli belgeleri temin ettikten sonra evinin sokağındaki on iki metrekarelik küçük dükkanı tutmuş. İlk zamanlar işleri fena değilmiş ama zamanla tahminlerinin hiç tutmadığı ortaya çıkınca işleri fena olmuş. Zamanla işleri iyice sarpa sarmış ve kolu bacağı kırılana kadar dayaklar bile yemiş. Şimdi riskleri azaltmak için dükkanın girişinde " Ödemeyi falınız çıktıktan sonra alıyoruz", yazıyor. Her gün birkaç müşteri gelir. Zafer Bağışlar fallarına bakar ve giderler. Sonra dedikleri hiç çıkmadığından mı, yoksa müşterilerin işgüzarlığından mı bilinmez kimse gelip ödeme yapmaz. Hala annesiyle beraber yaşar Zafer Bağışlar; o da hiç evlenmedi.

Zafer Bağışlar’ın yanında çay bardağını avuçlayarak tutan afgan karası tenli ve avcı yelekli yancı ise Ulvi Varlıklı . Annesi ve babası daha ilkokula başlamadan birbirlerini öldürmüş. Ondan sonra tüm akrabalarında az biraz kala kala çocukluğu ve ergenliği atlatmış. Reşit olunca tüm akrabalarının yedi ceddine sövüp babasından kalan eve yerleşmiş. Torpil, tanıdık ve öksüz yetim kontenjanından belediyede işe girmiş. Birkaç yıl belediye köpek itilaf ekibinde çalışmış. Öyle gayretli, öyle çalışkanmış ki; yıllarca belediyenin girişindeki ayın elemanı tabelasında hep onun resmi olurmuş.

Nasıl kuzunun tadına bakan çoban köpeği canavar olur derler Ulvi Varlıklı da bir gün canavar olmuş. Öldürdüğü sokak köpeklerini yediği dedikodusu dolanmaya başlamış ama işin acı kısmı dolanan sözler doğruymuş doğruymuş. Belediye başkanı Ulvi’yi korka tırsa kovmuş. İşten atıldıktan sonra başka hiçbir işte de çalışmamış. Karnını doyurmak için  köpek avlamaya devam etmiş. Hep bilinçli avlanmış. Belediye başkanı ondan korktuğu için çalıştırdığı köpek itilaf timini lav etmiş. Bazı sabahlar sırtında çuvalı ile Ulvi Varlıklı’yı görenler görmemezlikten gelirler ama herkes o çuvalda ne olduğunu bilir.

Ulvi Varlıklı’nın yanında, Enver Güngörmüş’ün karşısında oturan solgun kahverengi takım elbiseli ve beyaz spor ayakkabıları olup çifte giden adam Selim Tutumlu. Çocukken mahallede tek hayali arkadaşı olan oymuş. Sonra bir gün ne olduysa hayali arkadaşı onu terk etmiş ve ona görünmez olmuş. Ağlamış, zırlamış, delirmiş hatta köpürmüş ama hayali arkadaşı geri gelmemiş. Sonra bakmışlar çocuk elden gidiyor, hayali arkadaşın kaçırıldı demişler. Hayali arkadaşının ondan kaçmasındansa, kaçırılmasına sevinen Selim ve sokak sokak hayali arkadaşını aramaya çıkmış. Önce başka sokaklara gitmiş, sonra başka mahallelere, sonra başka ilçeler ve sonra da başka şehirlere. Tüm polisler elleri cebinde yalnız başına yürüyen o çocuğu tanır, ekip arabası ile evine bırakırlarmış.

Ergenlik, gençlik derken hayali arkadaş durumundan kurtulmuş gibi yapmış Selim Tutumlu . Yine sokaklarda tek başına yürürmüş ve sebebini soranlara cebinden evden kaçmış çocukların resmini çıkartır ve onları aradığını söylermiş. Yalan de değilmiş aslında, sevdiği birini kaybetmenin acısını onun kadar iyi pek az insan bilirmiş. Bu yürüme sevdası yüzünden hiç çalışamamış. Enver Güngörmüş’ün "Yürüyüş diye bir spor var" önerisini de sallamamış.

Şimdi hala yürür durur. Kışın başında üzerinde nike yazan bir bere, yazları ise boyasan yazan bir kep ile. Çok evden kaçmış çocuğu evine götürmüştür. Bu sayede eline para geçtiği de olur. Kıt kanaat geçinir gider.

Selim Tutumlu’nun yanındaki eli hiçbir şeye benzemeyen ve taş attığı Enver Güngörmüş de taşladığı için rahat olan sarı kazaklı ve Kemal Derviş modeli saçları olan adam Fahrettin Haktanır. Masadaki tek zengin çocuğu o. Hesabı genelde o öder, okeyi de en çok o sever. Annesinin, ablasının ve küçük erkek kardeşinin verdiği harçlıklarla kazıkazan ve at yarışı oynar durur. Küçükken rakamların ve mahallede süt satan adamın atının kendisi ile konuştuğunu iddia edermiş. Belki de bu şeylere merakı ondan



güinnes

















Bu adamlar neden mi böyle olmuş? Bundan 48 sene önce bir tane deli dahi bilim adamı varmış, hem de Safranbolu'da. Beynin yaratıcılık merkezini harekete geçireceğini düşündüğü bir şeyler yapmış ama hem etik sebeplerden hem de parası az olduğu için denek bulamıyormuş. Sonra ilacını kendi imkanları ile bebek maması gibi yapmış ve bir marketteki sinek ilaçlarının yanına eşantiyonmuş gibi bantlamış. İçine de "Şanslı müşterimiz sizsiniz, bize ulaşın ve çocuğunuzun tüm mama masrafını biz üstleniyoruz" diye bir şey yazmış. Kendisine dönen ailelere mamayı göndermiş ve iletişim bilgileri sayesinde bebekleri gözlemleyip deneyinin sonuçlarını izleyecekmiş ama daha deneyin ikinci yılında, 1967’deki Sakarya depreminde, Safranbolu’da yıkılan tek ev onun gecekondusuymuş. Pek tanıdığı olmadığından kimsesizler mezarlığında başına bir tahta dikip gömmüşler.  Haliyle deney öyle kalmış. Böyle kaç çocuk varmış bilmiyoruz ama okey masasında oturan herkesin ana babası sinek ilacının yanında eşantiyon verilen bebek mamasını kullanmaktan çekinmeyecek kadar garip tipler.

Ve taş bitti, ama o el o masadaki kimse bitemedi.

25 Nisan 2013 Perşembe

denek - eşantiyon -promosyon 7de5i


Apartman altı kıraathanesinin giriş kapısına en uzak köşesinde dört adam ve iki yancı dağılmayan sigara dumanı altında okey oynuyorlar. Hepsi kırklı yaşlarının sonlarında olmalı. Masada dönen pek bir muhabbet yok. Sebebi belki de nikotinsiz bir nefes dahi almamaları. Spor eşofmanları ile oturan ve yanındakini taşlayan adam ....... ........... . ..... Türkiye'nin yetiştirdiği ilk, tek ve günümüz itibariyle son geri maraton koşucusu. Geri maraton dalında tüm Türkiye rekorları elbette onun. Türkiye'de alınabilecek tüm madalyaları toplamış; topu topu dört tane. Finlandiya'daki dünya geri maraton koşma yarışmasında sonuncu olunca aktif spor hayatına nokta koymuş. Ama katıldığı için teşekkür ettiklerine dair Fince belgeyle tam yirmi yıl mahallede havasını basmış ve "En teknik geri koşucu ödülünü aldım, rakımdan etkilenmesem, bir hafta kamp yapabilsem birinci de olurdum ama saliselerle dördüncü oldum, biz de spor kültürü yok" diye anlattıkça anlatmış.

Bazı günler güneş tam doğacakken kan ter içerisinde sokağa geri geri koşarak girer. Verilen selamları almaz bile, yüzünde Naim Süleymanoğlu'nun Seul olimpiyatlarındaki üçüncü kaldırışını yaptıktan sonraki hali gibi ifade olur. Apartmanın önüne gelirken iyice yaylanarak koşmaya başlar ve bir yandan kollarını açar. Sanki zafer kazanmış gibi. Sokağa son bir kez bakar ve anahtarıyla kapıyı açıp içeri girer. Sonra da birkaç gün hiç dışarı çıkmaz.

Hayatı boyunca hiç çalışmadı .......... ........... . Evlenmedi de. Halasının evinde kira vermeden yaşadı durdu. Muhtemelen yine o yaşlı kadından aldığı harçlıklarla hayatını devam ettirdi.

........... ........ taşladığı ön düğmeleri açık kırmızı saten gömlekli, bağrında parlaklığını yitirmiş eski bir madalyon olan adam ........... ........... . Gelecekten haber verdiğini söyleyen, tarot, su, kum hatta fasulye falına bakabilen, astrolog ve burç uzmanı. Kartvizitinde ve bir ilkokul öğrencisine hatır minnet hazırlattığı siyah üzerine kırmızı büyük harflerle yazan internet sitesinde bunlar yazıyor. ...... Hikayesinin başrolünde annesi var. Daha küçükken oyun gibi eline kahve fincan verirmiş ve birbirlerinin falına bakarlarmış. Daha sonra ünü yayılınca önce annesinin gün arkadaşları, daha sonra da o gün arkadaşlarının başka günlerden gelen arkadaşları evlerini arşınlar olmuş. Biraz büyüyünce de kendinde özel güç olduğuna inanmış ve başka işlerle hiç uğraşmamış. Üniversite sınavında hiç çalışmadan nasılsa bana doğru cevaplar görünür diye girmiş ama o gün ona askerlik yolu görünmüş.

Çok bilenlerin çok sevilmediği bir askerlik döneminden sonra evine döndüğünde belediyeye ve medyumlar odasına başvurmuş. Gerekli belgeleri temin ettikten sonra evinin sokağındaki on iki metrekarelik küçük dükkanı tutmuş. İlk zamanlar işleri fena değilmiş ama zamanla tahminlerinin hiç tutmadığı ortaya çıkınca işleri fena olmuş. Zamanla işleri iyice sarpa sarmış ve kolu bacağı kırılana kadar dayaklar bile yemiş. Şimdi riskleri azaltmak için dükkanın girişinde " Ödemeyi falınız çıktıktan sonra alıyoruz", yazıyor. Her gün birkaç müşteri gelir. ........... ............ fallarına bakar ve giderler. Sonra dedikleri hiç çıkmadığından mı, yoksa müşterilerin işgüzarlığından mı bilinmez kimse gelip ödeme yapmaz. Hala annesiyle beraber yaşar ....... ....... . o da hiç evlenmedi.

........ .......... yanında çay bardağını avuçlayarak tutan afgan karası tenli ve avcı yelekli yancı ise ............ ......... . Annesi ve babası daha ilkokula başlamadan birbirlerini öldürmüş. Ondan sonra tüm akrabalarında az biraz kala kala çocukluğu ve ergenliği atlatmış. Reşit olunca tüm akrabalarının yedi ceddine sövüp babasından kalan eve yerleşmiş. Torpil, tanıdık ve öksüz yetim kontenjanından belediyede işe girmiş. Birkaç yıl belediye köpek itilaf ekibinde çalışmış. Öyle gayretli, öyle çalışkanmış ki; yıllarca belediyenin girişindeki ayın elemanı tabelasında hep onun resmi olurmuş.

Nasıl kuzunun tadına bakan çoban köpeği canavar olur derler .............. ............... bir gün canavar olmuş. Öldürdüğü sokak köpeklerini yediği dedikodusu dolanmaya başlamış ama işin acı kısmı dolanan sözler doğruymuş doğruymuş. Belediye başkanı ......... u korka korka kovmuş. İşten atıldıktan sonra başka hiçbir işte de çalışmamış. Karnını doyurmak için  köpek avlamaya devam etmiş. Hep bilinçli avlanmış. Belediye başkanı ondan korktuğu için çalıştırdığı köpek itilaf timini lav etmiş. Bazı sabahlar sırtında çuvalı ile ........ ............ görenler görmemezlikten gelirler ama herkes o çuvalda ne olduğunu bilir.

......... .......... yanında, ........... ............ karşısında oturan solgun kahverengi takım elbiseli ve beyaz spor ayakkabıları olup çifte giden adam ................. ............... . Çocukken mahallede tek hayali arkadaşı olan oymuş. Sonra bir gün ne olduysa hayali arkadaşı onu terk etmiş ve ona görünmez olmuş. Ağlamış, zırlamış, delirmiş hatta köpürmüş ama hayali arkadaşı geri gelmemiş. Sonra bakmışlar çocuk elden gidiyor, hayali arkadaşın kaçırıldı demişler. Hayali arkadaşının ondan kaçmasındansa, kaçırılmasına sevinmiş ve sokak sokak hayali arkadaşını aramaya çıkmış. Önce başka sokaklara gitmiş, sonra başka mahallelere, sonra başka şehirlere. Tüm polisler elleri cebinde yalnız başına yürüyen o çocuğu tanır, ekip arabası ile evine bırakırlarmış.

Ergenlik, gençlik derken hayali arkadaş durumundan kurtulmuş gibi yapmış ............. ......... . Yine sokaklarda tek başına yürürmüş ve sebebini soranlara cebinden evden kaçmış çocukların resmini çıkartır ve onları aradığını söylermiş. Yalan de değilmiş aslında, sevdiği birini kaybetmenin acısını onun kadar iyi pek az insan bilirmiş. Bu yürüme sevdası yüzünden hiç çalışamamış. ............ .......... "Yürüyüş diye bir spor var" önerisini de sallamamış.

Şimdi hala yürür durur. Kışın başında üzerinde nike yazan bir bere, yazları ise boyasan yazan bir kep ile. Çok evden kaçmış çocuğu evine götürmüştür. Bu sayede eline para geçtiği de olur. Kıt kanaat geçinir gider.

........ ................ yanındaki eli hiçbir şeye benzemeyen ve taş attığı ......... ........... da taşladığı için rahat olan sarı kazaklı ve Kemal Derviş modeli saçları olan adam .......... ........ . Masadaki tek zengin çocuğu o. hesabı genelde o öder. kazı kazan



















Bu adamlar neden mi böyle olmuş? Bundan 48 sene önce bir tane deli dahi bilim adamı varmış, hem de Safranbolu'da. Beynin yaratıcılık merkezini harekete geçireceğini düşündüğü bir şeyler yapmış ama hem etik sebeplerden hem de parası az olduğu için denek bulamıyormuş. Sonra ilacını kendi imkanları ile bebek maması gibi yapmış ve bir marketteki sinek ilaçlarının yanına eşantiyonmuş gibi bantlamış. İçine de "Şanslı müşterimiz sizsiniz, bize ulaşın ve çocuğunuzun tüm mama masrafını biz üstleniyoruz" diye bir şey yazmış. Kendisine dönen ailelere mamayı göndermiş ve iletişim bilgileri sayesinde bebekleri gözlemleyip deneyinin sonuçlarını izleyecekmiş ama daha deneyin ikinci yılında ...(saçma sapan ve mizahi bir neden bul - 2013 ten 46 çıkart netten araştır) ölmüş. Haliyle deney öyle kalmış. Böyle kaç çocuk varmış bilmiyoruz ama okey masasında oturan herkesin ana babası sinek ilacının yanında eşantiyon verilen bebek mamasını kullanmaktan çekinmeyecek kadar garip tipler.

masa da o taş bitti ama eli açan kimse olmadı

masa da o el kimse bitemedi, taş bitti.

22 Nisan 2013 Pazartesi

denek giriş deneme... (sigara vurgusunu düşün)

Apartman altı kıraathanesinin giriş kapısına en uzak köşesinde dört adam ve iki yancı dağılmayan sigara dumanı altında okey oynuyorlardı. Masada dönen pek muhabbet yoktu. Sebebi belki de nikotinsiz bir nefes dahi almamalarıydı. Spor eşofmanları ile oturan ve yanındakini taşlayan adam ....... ........... idi. ..... Türkiye'nin yetiştirdiği ilk ve son geri koşucularından biriydi. Maraton dalında. Çok saçma bir spor.

21 Nisan 2013 Pazar

pazartesi - parmak izdaşım


Bazen dalıp dalıp gidiyorum pazartesi şnorkelleri. Salı günü de tetris oynarken sağ el işaret parmağıma bakarak dalmışım; ta ki perşembe gecesi mide gurultularım yüzünden uyanana dek. Parmağımmm... Parmağımmm... derken aydınlandım. Aynı parmak izi iki milyar insanda bir ihtimal eşleştiğine göre belki de hayallerimin kadını parmak izini paylaştığım kişidir, dedim ve araştırmaya başladım.

*Temel bale eğitimi almış olmalı.
*Spordan anlamamalı.
*Bir “ohh” çekince karşı ki dağlar yıkılmalı.
*Lafı bazen kıçından anlamalı.
*Kızılderili kıyafetleri ve saçına takacağı birkaç tüy güzel durmalı.
*Yüzünde yaşam izleri olmamalı.

İyiki devlet, derin devlet ve istihbarat örgütleri tarafından hepiniz fişlenmişsiniz. Parmak izdaşım Endonezyalı bir çiftçi çıktı. Hemen çiçekçiye gittim ve dört ton orkideyi kapıp kapısına dayandım. Zili çaldım, kapıyı yaşlı bir amca açtı. Sağ işaret parmağına baktım, benim izler. Nazikçe parmağının ilk boğumunu koparttım ve çiçekleri taktim edip evime geri döndüm

20 Nisan 2013 Cumartesi

Maraton liste


1.Lanet olası Kenyalılar, Etiyopyalılar ve komşu ülkeleri. Hayata her konuda bir adım geride başlarlar, bir tek konuda şanslılar ve o konuda onlarla yarışmak zorundayım.
2.Maratonda ne kadar hızlı koştuğun kadar koşarken ne düşündüğün de önemlidir. Eski sevgiliyi düşünmek bazen  işe yararken bazen de tam tersi etki yapar. Güzel şeyler düşünmek mi, yoksa hiçbir şey düşünmeden yarışı düşünmek mi? İki saati aşkın sürede sadece yarış düşünülemez.
3.Aynı ülke vatandaşları tempo belirleyip, başkalarını yorabilir. Yarış sadece ayakla koşulmaz.
4.Bir de yürüme yarışı vardır. Maratoncularla yürüyücüler birbirlerini hiç sevmez. Geri geri yürüyenleri - ki bu da bir yarışmadır - kimse sevmez.
5.Ayaklar kadar kollarda sallanmalıdır.
6.1Q84'Ün yazarı olan adam maratoncuydu.
7.Evde maraton izlemek aslında yayıncının sana ne veriyorsa onu izlemektir. İkinci ile üçüncü arasındaki heyecanı çekerlerken belki de kırkıncı ile kırk birinci arasında değil kilometrelerdir, yıllardır süren bir düşmanlığın heyecanı kaçırıyor olabilirler.
8.Yol kenarında durup yarışmacıları izlemek ise her yarışmacıyı birkaç fotoğraf karesi görmek demektir. Finişte değilsen bence pek bir anlamı yoktur.
9.Avrasya maratonu ve Rambo Okan'ı sevgiyle anıyorum.
10. Diğer olimpiyat dallarına göre halkın en rahat etki ettiği daldır. Seyirci istediği an olaya dahil olabilir ki yapmışlıkları da vardır.
11.Acaba neden kısa şort giyerler?
12.Yol kenarından aldıkları sıvı takviyesi ile ilgili bir sabotaj ya da törer eylemi de olabilir.
13.Boston Maratonundaki terör eylemi iğrenç bir hadise olmasına rağmen içerdiği yaratıcı düşünce yanından takdir edilebilir. En azından durağa paket bırakmaktan iyidir. Gerçi bırakılan çoğu bomba paketinin patlatılsın diye değil, imha edilsin diye bırakıldığını düşünmüşümdür.
14.Küçükken, ben servis beklerken koşan adam ne oldu acaba? Her sabah onun  geçmesini bekleyen bir ev kızı ile tanışıp evlenmiş midir? Romantik işte. Bildiğin romantik.
15.Halk maratonlarının olayı biraz farklıdır. Biraz değil çok farklıdır. Bizdekiler boğaz köprüsünü yürüyerek geçmek için katılırlar. Arada fırsattan istifade intihar edenlerde olur.
16.Adil bir yarışma da değildir. Herkes aynı anda başlayamaz. Bazen galibi sadece birkaç saniye belirler.
17.Kalabalığa kalmak kötü olmalıdır. Ondan hızlı çıkış yapıyor olmalılar.
18.Antrenmanları yüksek rakımlı yerlerde yaparlar, dağlarda. Dağ insanı farklı olur. Öfkeli, sert hatta yalçın. Maratoncuya ters gitmek akıllıca bir davranışa benzemiyor. İki saat boyunca koşan biri en az bir saat boyunca tekme atabilir.
19.Maratoncuları hayvanla özleşletirmek gerekse ne olur bilmiyorum.
20.Dış görünüşe aldanmanın yanlış olduğunun kanıtıdır bu maratoncular. Kim tahmin eder 42195 metre koştuklarını.
21.Ayakları hep nasıldır bunların. Hiç uzun saçlısını da görmedim. Bilmem neden saç bandı her zaman bana havalı gelmiştir.
22. Kadın erkek beraber yarışır. Bir kadın tarafından geçilen ya da bir kadını geçemeyen erkek maratoncunun moral düşer haliyle.
23.Eski sevgililer yarışa da bilir. Farklı dinamikleri olan bir yarış.
24.İlişkilerden devam. Sevdiği kızın arkasından koşan adam. Gözümün önünde olsun, hep kıçı da güzel, seyirlik. Gerçi kıçı güzel maratoncu kadın olmaz sanırım. Hiç o gözle bakmamışım.
25.Finişte yere yığılmak. Derece iyiyse sevinememek. Derece kötüyse utancı gizlemek.
26.Birinciliğe değil derece değer veren maratoncu. Daha hızlı koşmalıydım.
27.Pisti tanımak için o şehrin sokaklarında antrenman yapan maratoncu. Trafiğe ya da kendisine bakan gözleri umursamadan.

19 Nisan 2013 Cuma

deney - karakter özellikleri



1. Hepsi  45-46 yaşında
2. Çalışmıyorlar, denemişler ama becerememişler.
3. Emeklilikleri de yok. Nasıl geçindikleri muamma.
4. Aile, çocuk haliyle torun yok.
5. Çok garipler.
6. Ama gariplikleri benimsenmiş. Toplumla, çevreyle tam bir aidiyet ilişkileri olmasa da; itilmiş ya da dışlanmış da değiller.
7. Hepsi erkek.
8. Hepsi aynı memleketten, bazıları çocukluk arkadaşı
9. Aynı kahvede okey oynuyorlar ve genelde birbirleri ile oynuyorlar. Günlerinin büyük kısmı aynı masa etrafında geçiyor.
10. Altı kişiler. İkişerden üç grup
11. Birbirlerine hiç benzemiyorlar; akrabalık, kan bağı yok. Sadece hepsinin gözleri biraz büyük.

Olay bir okey masası etrafında geçiyor, iki yancı ile beraber altı kişi. Ad soyad yaz A=S+2

18 Nisan 2013 Perşembe

Deney - birkaç karakter


Ferhat Güngörmüş: Türkiye geri geri koşma şampiyonlukları olan eski sporcuydu. Şimdi de maddi durumu gayet iyi ama nasıl para kazandığı hakkında kimsenin fikri yoktu. Hayatı boyunca hiç çalışmamıştı ve haliyle emekliliği de yoktu. Değirmenin suyu sorulduğunda "benim harcamam yok" der lafı kapatırdı. haklıydı da, sigarayı otlanırdı, zaten tüy gibiydi, yemekle arası yoktu. oturduğu ev büyük halasınındı, haftada bir gider alışverişi yapar, karşılığında kira vermez, belki harçlık bile alırdı. karısı ve çocukları yıllar önce esrarengiz bir şekilde gözden kaybolmuşlardı.

Bazı sabahlar günün ilk ışıkları ile sokağa terden sırılsıklam olmuş eşofmanları ile girer, verilen hiçbir selamı almaz, zar zor evinin kapısına varır, kapıya birkaç metre kala kollarını yarış kazanmış bir sporcu gibi açar ve içeri girerdi. Sonra birkaç gün kimse ondan haber almazdı.

Galip Gümüştaç: Televizyonların geç saatlerde ya da sabahın köründe yayınladığı  reklam kuşaklarının -advortial- alışılmış sunucuydu. insanların gözlerinin içine baka baka, büyük harflerle konuşa konuşa yalan söylerdi. Elinde telefonun dünyanın en iyi telefonu olduğunu da, hava pompalı badana setiyle tüm evi yarım günde boyayacağınızı söylerken de aynı ciddiyet ve samimiyetle yalan söylerdi.

Vecihi Posta: Çalışma hayatına havaalanında bavulcu olarak başlamış ve yine öyle bitirmiştir.  Başka  bir işte çalışmadığı gibi kendi şini de adam gibi yapmamış. profesyonel bir gizli işsiz.

Salih yılmaz: Tam dört tane başarısız guinnes rekolar kitabına girme girişimi sahibi. bunların üçünde hastanelik olduysa da asla vazgeçmedi. şimdi bir saatte en fazla fırın eldiveni örme rekoru için çalışıyor. rekor şu an sekiz tane ile kolombiyalı bir kadına ait. Salih ise şimdiden saatte iki tane örebiliyor ve bunun için sadece iki yıl çalıştı.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Hiçbir Şey Ormanı


                                                                                       Hiçbir Şey Ormanı
                                                                                                                –Nothingham Forrest’a-

Ülkenin en dibindedir Hiçbir Şey Ormanı. Ne bildiğimiz bir ormana benzer ne de bildiğimiz herhangi bir yere.

* Sadece üç renktir; toprak koyu kahverengi, ağaçların gövdesi biraz daha koyu kahverengi, yapraklar son derece koyu yeşildir.
* Sadece tek çeşit ağaçtan oluşur. O ağaç başka dünyanın başka bir yerinde yetişmez. Sadece Hiçbir Şey Ormanında olduğu için onun da bir adı yoktur; ormanın adıyla anılır, bizim kasaba gibi.
* Faydasız bir ağaçtır; meyvesi yoktur, fotosentezi bile semboliktir; kendini bile amorti edemez.
* Hiçbir Şey Ormanında hiçbir hayvan yaşamaz. Ne bir karınca, ne de bir aslan. Her ne kadar boyları on beş metreden başlasa da çok alçaktır ormanın ağaçları; kendilerinden başka hiçbir canlının yaşamasına izin vermezler.
* Hiçbir Şey Ormanında hiç yangın çıkmaz, ağaçları yanmaz. Yakmaya çalışsanız da nafiledir. Bazen yıldırım düşer ama sadece düşen ağaç biraz yanar o kadar. Sonra kendi kendine söner.
* Tam ne kadar olduğu bilinmese de Hiçbir Şey Ormanında her ağacın bir ömrü vardır. Vakti gelen ağacın kökleri yerden kalkar ve çat diye düşüp, ölür.
* Hiçbir Şey Ormanında orman muhafaza memuru yoktur. Hiçbir Şey Ormanını izleyerek bir ömür geçmez. En fazla sekiz on ay içerisinde delirirsiniz. Delirmenize de kimse şaşırmaz.
* Elbette Hiçbir Şey Ormanın içinden yol da geçmez, etrafını dolaşır. Ne karayolları oraya yol götürmüştür, ne de daha önce kimse oradan geçmeye kalkmıştır, haliyle içinde patika bile yoktur.
* İntihar etmek isteyenler bile Hiçbir Şey Ormanından geçerek canlarını teslim etmek istemezler.
* Bilim adamlarının ilgisi çekse de kimse Hiçbir Şey Ormanının derinliklerini, derinlemesine incelemek istemez. Yoldan geçerken bir iki dal kopartıp laboratuvarlarının yollarını tutarlar o kadar.
* Hiçbir Şey Ormanının ağaçlarının yaprakları sararmaz. Üstlerinde kar birikmez. Tüm doğa olaylarından müstesnadır.
*Hiçbir Şey Ormanından herkes korkar ama bunu dile getirmez. Hakkında çok az konuşulur. Yazılı kaynağa rastlamak zordur.

Şehirden ne kadar uzaksan, devletten de o kadar uzaksındır. Şehirle bizim aramızda da sonsuz Hiçbir Şey Ormanı vardır. Sadece sonunu bilemediğimiz şey değildir sonsuz. Başını ve sonunu bilsen bile arasını bilmediğin şeydir de.

*Mesela kanunlara tabiyizdir ama kabahatlar kanunu pek sallamayız. Şehirde kumar oynarsan ya da çıplak gezersen para cezası alırsın. Bizim burada ise kumar oynamaya kalkarsan ütülürsün; çıplak gezersen dayağını yer sonra seni dövenin sana verdiği battaniye ile evine kadar yürürsün. Yediğin dayak için  şikayetçi bile olamazsın. Olur da şikayetçi olursan; hem şikayet edilen tarafından, hem de şikayet ettiğin tarafından bir kez daha dövülürsün.
* Bizim buralar bir gariptir. Aralık ayının başında muhtar yanında bir davulcu ile kamyonetine biner ve sokak sokak gezip “Çocuk düşünen evli vatandaşlarımızın dikkatine! Eylül ayında köyümüzün yolları kapanacağından herkes elini çabuk tutsun!” diye bağırır. Bizim buralarda çocuk kutsaldır, bizim buralarda sadece çocuk kutsaldır.
*Kimse kimseye selam vermez. Selamlaşmayı zaman kaybı olarak görürüz, herkes gördüğü herkesin selamını almış gibi davranır.
*Telefonla konuşmaz, mesajlaşırız; mesajlaşırken de sesli harfleri kullanmayız. Yanlış anlaşılmaktan korkmayız.
*Evlilik müessesi çok hızlı işler; söz, nişan, kına gibi angaryalarla zaman kaybedilmez. Her nikah memuru otomatik olarak nikah şahididir ve tüm çamaşır makinaları aynıdır.
*Ölen öldüğü yere gömülür. Trafik kazaları yüzünden yollarımız bol zigzaglıdır. Hastanelerimiz aynı zamanda mezarlıktır.
*Ölenle ölünür, eşi ölünce intihar etmek çok yaygındır.
*Herkes temel dedektiflik bilgilerine sahiptir. Suça kafamız çalışır. İşlemeye de, çözmeye de.
*Saatlerimizi sizler gibi ileri geri almayız.
*Kız arkadaşımızla korku filmi izlediğimiz zaman bize sarılmaz, çünkü korkmaz.
*Hırsızlık yapanın kolu kesilmese de, okeyde taş çalanın dişi çekilir. Kahve kültürümüz ürkütücüdür.
*Gezelim görelim gibi köylüyü ziyaret eden programlar bizim buraya hiç uğramaz.
*Küfre ana, bacı, ecdat karıştırılmaz; direkt şahsa küfredilir.
*Şans oyunlarının bayileri yoktur, şansa değer vermez, şanslıyı aşağılarız.
*İstiklal Marşı, Azucar Moreno'nun Bandido'suna bağlanır. Hareket severiz.
*Bireysel silahlanmaya önem veririz. Bütçesine göre herkesin yanında taşıdığı bir silahı vardır. Sanılanın aksine bu şiddeti arttırmaz. Mesela geçen sene bir tane çatışma bile yaşanmadı. Karşındakinin silahı olduğunu bilmek insanı bir frenler.
*Cami avlusunda siyaset konuşulmaz, avlu dışında din konuşulmaz.
*Zorunlu temel eğitim o kadar da zorunlu değildir.
*Arada sırada bizim burada doğmuş  birileri ünlü ya da zengin olur ama en fazla iki sene sonra yıldızlar söner ve geri dönerler.
*Bizim burada hikayecilik anlayışı sizden farklıdır. Liste gibi yazarız, okuması daha kolay olur.

16 Nisan 2013 Salı

hava şartları ile ilgili on benzetme


1.Yağmur herkesin şakacı olduğu bir ortamdaki kötü şakalar gibi yağıyordu. Biraz ıslatıyordu kısa bir adadan sonra tekrar bastırıyordu. Hem de buz gibiydi.

2.Çığ aşiret çocuğunun kavgaya adam topması gibi geliyordu.

3.Güneş yaşlanmakta olan bir fahişenin son çırpınışları gibi parlıyordu; zorlama ama yine de işveli.

4.Dolu, Diyarbakır’da kürt bebelerinin polise attığı taşlar gibi yağıyordu.

5.Dışarıda dünyanın en yaşlı adamının kataraktlı gözlerinden bakıyormuşsun gibi sis vardı.

6.Bulutlar annesi, karısı ve kızı arasında kalmış bir adam kadar kararsızdı. Karla karışık yağmurla karışık dolu yağıyordu.

7.Sanki gökten yağmur değil intikam yemini etmiş arılar yağıyordu.

8. Dışarıda ikinci doğum günü pastasını üfleyen bir bebeğin nefesi gibi belli belirsiz bir rüzgar vardı.

9. Hortum sanki adını aldığı hortum gibi değil daha çok başka zamana açılan bir kapı gibi geliyordu.

10.Ayaz sanki et yiyen böcekler gibi yanaklarımı kemiriyordu. 

15 Nisan 2013 Pazartesi

pazartesi - ışınlanma (moleküler transporting)


Durmayı bilmezsen bir yere çarpıp durursun pazartesi patinajcıları. Yıkılan imparatorlukların, kopan tendonların, kaçan akılların temel sebebi duracağın yeri ve zamanı bilmemekten kaynaklanmakdır. Günümüzde bilim denilen kapitalist öğe de duracağı yeri bilemiyor. Salı günü aldığım isimsiz bir mektup artık ışınlanmanın (moleküler transporting) icadına çok az zaman kaldığını söylüyordu.

*Eşitliğin karşı tarafına geçerken işaret değiştirmemeli.
*Gözlüğünü taç olarak kullanmamalı
*Dik durmalı ama diklenmemeli
*Sollama yaparken sol sinyalini yakmalı ama şeridine dönerken sağ sinyali yakmamalı.
*Mutsuzken mutsuzluk saçmalı.
*Eline bir zaman makinesi geçse geçmişe değil geleceğe gitmeli.

Bir anda; pat diye evde, çat diye salonda, küt diye duşta bitecek kadınları düşündüğüm gibi olaya el atmam gerektiğine karar verdim ve icadın gerçekleştiği laboratuvarına gittim. Geleceğimi biliyor gibiydiler. “Bu işi güzellikle halledelim” dedim, “Anlaşabiliriz” dediler, “Anlaşmamız için beni anlamanız lazım” dedim. “Sizi asla anlayamayacağımızın farkındayız” dediler ve yavaş yavaş makineyi söktüler. Sonra hurdacıya sattık ve parasını paylaştık.

14 Nisan 2013 Pazar

yemek masası ve iki adam


Büyükçe bir mutfak ve köşesindeki 6 kişilik bir masa. Bir anne, elinde birkaç günlük bir bebek ve yanında dört yaşında diğer bebek. Annenin yanında baba. Babanın da yanında kaynana, kaynananın yanında kayınpeder, kayınpederin yanında iki adam.

Düğün çorbası. Tavuk suyuna parça etli. Masada elden ele dolanan bir karabiber değirmeni. Zorlama şakalar, zorlama gülümsemeler. İki adamın övgü sözleri. Minnetten nezaketten ve nezaketin verdiği zorunluluktan. Üç yaşındaki çok konuşan çocuk. Ender gelişen samimi kahkahaların sebebi. Kola da kola, daha çok kola.

Kurufasülye ve pilav. Dörde bölünmüş kabukları ayıklanmamış acı soğan. Yenen cücükler. Kayınpederin yediği ıspanak. Çünkü dişsiz. Sakallarını kes diyen kaynana. Yine zorunlu gülümsemeler.

Ortada parça tavuklar, içilen kolalar, özensiz bir salata. Yine dörde bölünmüş çeri domatesler. Kalın dilimlenmiş köy ekmeği. Biten, sünnetlenen tabaklar. Sunulan şükranlar ve evden çıkan iki adam.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Hiçbir Şey Ormanı halk liste giriş...


çoğrafi şartlarımızın yalçınlığı bizim buranın insanlarını bir garip yapmıştır, mesela;

*kimse kimseye selam vermez. selamlaşmayı zaman kaybı olarak görürürüz, herkes gördüğü herkesin selamını almış gibi davranır.
*telefonla konuşmaz, mesajlaşırız; mesajlaşırken de sesli harfleri kullanmayız. yanlış anlaşılmaktan korkmayız.
*Herkesin dövüş horozu vardır. her horoza sahibinin adı verilir.
*evlilik müessesi çok hızlı işler; söz, nişan, kına gibi angaryalarla zaman kaybedilmez. her nikah memuru otomatik olarka nikah şahididir ve tüm çamaşır makinaları aynıdır.
*ölen öldüğü yere gömülür. trafik kazaları yüzünden yollarımız bol zigzaglıdır. hastanelerimiz aynı zamanda mezarlıktır.
*ölenle ölünülür, eşi ölünce intihar etmek çok yaygındır.
*herkes temel dedektiflik bilgilerine sahiptir. suça kafamız çalışır. işlemeye de çözmeye de.
*saatlerimizi sizler gibi iler geri almayız.
*sevgilimizle korku filmi izlediğimiz zaman kız arkadaşımız bize sarılmaz, çünkü korkmaz.
*hırsızlık yapanın kolu kesilmese de, okeyde taş çalanın dişi çekilir.
*küfre ana bacı ecdat karıştırılmaz direk kişiye küfredilir.
*Şans oyunlarının bayileri yoktur, şansa inanmayız.
*istiklal marşı, Azucar Moreno'nun Bandido'suna bağlanır. hareket severiz.
*bireysel silahlanmaya önem veririz. bütçesine göre herkesin yanında taşıdığı bir silahı vardır. sanılanın aksine bu şiddeti arttırmadı. mesela geçen sene bir tane çatışma bile yaşanmadı. karşındakinin silahı olduğunu bilmek insanı bir frenler.
*

koku listesi (50)


1.kan kokusu
2.çimen kokusu
3.yağmur sonrası toprak kokusu
4.kahve kokusu
5.bok kokusu
6.et kokusu
7.kadın kokusu
8.ter kokusu
9.egzos kokusu
10.deri mont kokusu
11.gül kokusu
12.krem kokusu
13.temiz çarşaf kokusu
14.nem, rutubet kokusu
15.yemek kokusu
16.çam ağacı kokusu
17.tuz kokusu
18.çay kokusu
19.yaşlı kokusu
20.balata kokusu
21.nargile kokusu
22.duman kokusu
23.tütün kokusu.
24.limon – limon kolonyası kokusu
25.leylak kokusu
26.barut kokusu
27.apışarası kokusu
28.taze ekmek kokusu
29.tahta kalemi kokusu
30.çürük diş - nefes kokusu
31.yeni araba kokusu
32.kola kokusu
33.biçilmiş çimen kokusu
34.soğan – sarımsak kokusu
35.pişmiş bamya kokusu.
36.kavrulmuş çekirdek kokusu
37.hastane – eczane kokusu
38.boya- vernik kokusu
39.yanık kokusu
40.domates- salça kokusu
41.berber kokusu
42.nane kokusu
43.balık yemi kokusu
44.kedi maması kokusu
45.rakı kokusu
46.tüp kokusu
47.muz kokusu
48.çilek kokusu
49.toz kokusu
50.kirli saç kokusu

11 Nisan 2013 Perşembe

zeki soru denemesi - 7


Soru: Salinger'ın Gönülçelen'i, Guninnes Rekorlar kitabı ve  Hugo'nun Sefiller kitaplarının ortak özelliği nedir?
Cevap: Üç kitabında çift hanesi sayfalardan oluşması; tüm kitaplar gibi.

on-benzetme

1. Zengin bir kızla evlenip ömür boyu çalışmamak için zayıflama kampına gidecek kadar planlı programlıdır.
2. Geçmişten ders almak için eski filmleri izleyecek kadar yanlış fikirlidir.
3. Cumhurbaşkanının af yetkisine karşı olduğu için oy vermeyecek kadar duruş sahibi bir insandır.
4. Cep telefonun hızlı aramalarına "112", "155" ve semt karakolunun numarasını kaydedecek kadar ihtiyatlıdır.
5. Okumayı yeni öğrenmiş yeğenine "Zengin Olmanın Yüz Yolu"  diye kitap hediye edecek kadar paragözdür.
6. Yüz metre yaklaşmama kararı aldıran karısına tam 101 metre yaklaşacak kadar kanunlara saygılıdır.
7. Kadınların ruhu olduğuna inanmayan ve ruh eşini arayan bir adam kadar gaydir.
8.İnsanların topluca buluştukları yerlerde ekilen insanları izlemekten zevk alacak kadar sadisttir.
9. Kabak, brokoli ve antep fıstığından şarap yapmaya çalışacak kadar bilime tutkuludur.
10. Hayır kurumlarına isimsiz bağış yapacak gibi yapıp yapmayacak kadar akıldan yoksundur.

10 Nisan 2013 Çarşamba

orada biri var mı -üzerinde çalış--


“Orada biri var mı?”, “Bakar mısınız?”

Topları üst bahçeye kaçmış birkaç çocuğun haykırışlarıydı. Üzülüyorlardı elbette. Ama oyun yarım akldı diye mi, yoksa topu kaybettikleri için anne babalarından yiyecekleri paparadan dolayı mı? Üst bahçe çok yüksekteydi. Tırmanacak kadar kuvvetli değillerdi ve boyları kısaydı.

“Kimse var mı?”, “Bakar mısınız lütfen?”, diye biraz daha bağırdılar. Sonra ebelemece oynayama başladılar. Çocuktular, unuttular. Sadece biri somurtmaya devam etti, Merve, topun sahibi.

Ansızın Metehan geldi. Sarışın, zayıf ve pire gibi bir çocuktu. Güçlü kolları ve çevik bacakları ile boyunun iki katı duvarı iki harekette tırmandı. Sonra yandaki boyu kadar duvarı da aştı. Diğer çocuklar alkışlarla “Hadi Metehan!” diye destek oldular. Şans ya o gün Metehan’ın üzerinde bayramlık tişörtü vardı.

Metehan bahçeye geçti ama top yoktu. Sağa sola baktı, çimlerin arasına baktı, uzun çimlere tekmeler attı ama bulamadı. Beyaz yüzü kızarmaya başladı. Kahraman olacaktı ama olamadı. Sinirle çıktığı duvardan atladı,

“Yok oğlum boşuna çıkarttınız beni”, diye çemkirdi.

Derken Merve’nin annesi de geldi. Topun parasını o vermişti, kızını omzuna aldı sonra kıçından iterek üst bahçeye çıkarttı. Merveyi tırmanması gereken boyu kadar bir duvarla başbaşa bıraktı.

Merve’nin yüzünde gurulu bir gülümseme vardı. Üst bahçeye ilk kez çıkmıştı ve bunu başarabileceği hiç aklına gelmemişti. Aşağıdakilere, annesine gülümsedi durdu. Sıra boyu kadar olan duvara geldi. Metehan tırmanırken “Hadi Metehan!” diye bağıran kalabalık bu sefer “Haydi Merve!” diye bağırıyordu. Merve’nin alnından terler döküldü.

Gaza geldi Merve ve iki kolu ile kendini çekip bir ayağını duvara attı.Sonra ayağından da güç alarak bedeninin çekti ve duvar geçti. Hiç biçilmemiş uzun çimlerle kaplı bahçede topu aramaya koyuldu. Virane gibi dönüyor ama topu bulamıyordu. Uğraştı didindi olmadı. Annesi, “Hadi gel, tamam” demeden vazgeçemiyordu da. Durum tatsızdı. Annesi sonunda,

“Hadi gel kızım, yoksa yok” dedi. Merve dakikalardır baktığı çimlere biraz daha baktı ve çaresizliğini ellerini iki yanına açarak gösterdi. Zor tırmandığı duvara zıpladı. Ayağını çekerek karşıya geçti ve annesinin iterek çıkarttığı duvardan annesini kucağına doğru olabildiğince yavaşça atladı. O an bir sarıldılar, o sarılma Merve’ye iyi geldi,

“Yok annecim ya”, dedi. Annesi de ters ters,
“Nasıl yok ya” dedi ve Merve’yi yere bıraktı.

Hiçbir Şey Ormanı (giriş deneme)


Kasabamız ülkenin en dibinde bir yerde; Hiçbir Şey Ormanı ile denizin tam ortasındadır. Kimse kasabamızın adını bilmez, Hiçbir Şey Ormanı olarak anılırız. Hiçbir Şey Ormanı dünyada eşi benzeri görülmemiş özelliklere sahiptir, mesela;

* Sadece üç renktir; toprak koyu kahverengi, ağaçların gövdesi biraz daha koyu kahverengi, yapraklar son derece koyu yeşildir.
* Sadece tek çeşit ağaçtan oluşur. O ağaç başka dünyanın başka bir yerinde yetişmez. Sadece Hiçbir Şey ormanında olduğu için bir adı yoktur; ormanın adıyla anılır.
* Faydasız bir ağaçtır; meyvesi yoktur, fotosentezi bile semboliktir; kendini bile amorti edemez.
* Hiçbir Şey Ormanında hiçbir hayvan yaşamaz. Ne bir karınca, ne de bir aslan. Her ne kadar boyları on beş metreden başlasa da çok alçaktır ormanın ağaçları, kendilerinden başka hiçbir canlının yaşamasına izin vermezler.
* Hiçbir Şey Ormanında hiç yangın çıkmaz; ağaçları yanmaz. Yakmaya çalışsanız da nafiledir. Bazen yıldırım düşer ama sadece düşen ağaç biraz yanar o kadar. Sonra kendi kendine söner.
* Tam ne kadar olduğu bilinmese de Hiçbir Şey Ormanında her ağacın bir ömrü vardır. Vakti gelen ağacın kökleri yerden kalkar ve çat diye düşüp ve ölür.
* Hiçbir Şey Ormanında orman muhafaza memuru yoktur. Hiçbir Şey Ormanını izleyerek bir ömür geçmez. En fazla sekiz on ay içerisinde delirirsiniz. Delirmenize de kimse şaşırmaz.
* Elbette Hiçbir Şey Ormanın içinden yol geçmez, etrafını dolaşır. Ne karayolları oraya yol götürmüştür, ne de daha önce kimse oradan geçmeye kalkmıştır, haliyle içinde patika bile yoktur.
* İntihar etmek isteyenler bile Hiçbir Şey Ormanından geçerek canlarını teslim etmek istemezler.
* Bilim adamlarının ilgisi çekse de kimse Hiçbir Şey Ormanının derinliklerini, derinlemesine incelemek istemez. Yoldan geçerken bir iki dal kopartırlar o kadar.
* Hiçbir Şey Ormanının ağaçlarını yaprakları sararmaz. Üstlerinde kar birikmez. Tüm doğa olaylarından müstesnadır.
*Hiçbir Şey Ormanından herkes korkar ama bunu dile getirmez. Hakkında çok az konuşulur. Yazılı kaynağa rastlamak zordur.

Hiçbir Şey Ormanı Liste

1. Üç renktir; toprak koyu kahverengi, ağaçların gövdesi biraz daha koyu kahverengi, yapraklar son derece koyu yeşil.
2. Sadece tek çeşit ağaçtan oluşur. O ağaç başka dünyanın başka bir yerinde yetişmez. Sadece Hiçbir Şey Ormanında olduğu için bir adı yoktur; ormanın adıyla anılır.
3.Faydasız bir ağaçtır; meyvesi yoktur, fotosentezi bile semboliktir
4.Hiçbir Şey Ormanında hiçbir hayvan yaşamaz. Ne bir karınca, ne de bir aslan. Her ne kadar boyları on beş metreden başlasa da çok alçaktır ormanın ağaçları, kendilerinden başka hiçbir canlının yaşamasına izin vermezler.
5.Hiçbir Şey Ormanında hiç yangın çıkmaz; ağaçları yanmaz. yakmaya çalışsanız da nafiledir. Bazen yıldırım düşer ama sadece düşen ağaç biraz yanar o kadar. Sonra kendi kendine söner.
6.Tam ne kadar olduğu bilinmese de Hiçbir Şey Ormanında her ağacın bir ömrü vardır. Vakti gelen ağacın kökleri yerden kalkar ve çat diye düşüp ve ölür. 
7.Hiçbir Şey Ormanında orman muhafaza memuru yoktur. Hiçbir şey Ormanını izleyerek bir ömür geçmez. En fazla sekiz on ay içerisinde delirirsiniz. Delirmenize de kimse şaşırmaz.
8.Elbette Hiçbir Şey Ormanın içinden yol geçmez, etrafını dolaşır. Ne karayolları oraya yol götürmüştür, ne de daha önce kimse oradan geçmeye kalkmıştır.
9.İntihar etmek isteyenler bile Hiçbir Şey Ormanından geçerek canlarını teslim etmek istemezler.
10.Bilim adamlarının ilgisi çekse de kimse Hiçbir Şey Ormanının derinliklerini, derinlemesine incelemek istemez. yıldan geçerken bir iki dal kopartırlar o kadar.
11.Hiçbir Şey Ormanının ağaçlarını yaprakları sararmaz. Üstlerinde kar birikmez. Tüm doğa olaylarından müstesnadır.
12.Hiçbir Şey Ormanından herkes korkar ama bunu dile getirmez. Hakkında çok az konuşulur.

9 Nisan 2013 Salı

ana - kız


"Okul bilim yuvasıdır hava atma yuvası değil", diyordu kadın ellinden tuttuğu ve okul çantasını taşıdığı kızına. Kadın kapalıydı, paltosu eski püsküydü. Kızının beyaz parlak bir montu vardı. eteği diz  hizasındaydı ve beyaz yandan fiyonklu çizmesi de çok gösterişliydi.

O anne kızına asla yetemeyecekti...

Yokuş Aşağı Yürüyen Kız


Penceremin önündeki yokuş, dar ve sola dönemeçli yoldan aşağı doğru hızlıca yürüyordu. Altında buz rengi dar bir kot pantolon, üstünde ise kırmızı ekoseli bir mont vardı. Küçüktü ayakları; bağlamadığı botları, yokuş aşağı inerken ayağından fırlayacak gibi oluyordu. Sol koluyla göğsüne sıkıtırdığı bir kitabı vardı o kadar. Muhtemelen öğrenciydi ama saat üniversitelerde derslerin başlaması için bile çok erkendi. Gözümden kayboldu sonra...

Sonra ilk dolmuşa binmiş. Dolmuşun nereye gittiğine bakmamış bile. En arka koltuğa oturmuş ve cep telefonunu sessize alıp koltuğun arkasındaki boşluğa dikkatsizce yerleştirmiş, sonra içindeki paraları aldığı cüzdanını da aynı yere koymuş. Sonra "Müsait bir yerde" demiş ve kendisi için asıl müsait bir yer olan Mamak'daki ablasının evine doğru yola koyulmuş.

Yol boyunca geceki olayları düşünmüş. "Neden ben ya?", "Neden ya?" diye kendine öyle şiddetli soruyormuş ki; yoldan gelip geçenler bu kız ne diyor diye ona bakmadan edemiyorlarmış. Adımları hızlanmış, nereye gittiğini bilmeyen bir güvercin misali savrulup durmuş. Arada ağlıyor ama göz yaşlarını silmiyormuş. Serin hava göz yaşlarını hemen soğutuyor ve ıslaklığın yanan yüzüne verdiği serinlik hissi belki de bayılmaması için ona güç veriyormuş.

Sonra gözyaşları tükenmiş ve kızcağız bayılmış. Ayıldığında bir üniversite hastanenin acil servisindeymiş ama ayıldığını kimse anlamasın diye bayılmış rolü yapmış. Çok acıkınca ayılmış gibi yapıp bir şeyler yemiş ve ardından yine hemen bayılmış gibi yapmış. Bayılmış gibi yaparken en iyisinin hafızasını kaybetmiş gibi yapmak olacağına karar vermiş ve hafızasını kaybetmiş gibi yapmış.

Önce doktorlara, sonra polise " Ben kimim?" diye sormuş. Kimse rol yaptığını düşünmemiş. Kimse onun kadar içten "Ben kimim?" ve "Burada ne işim var?" diyemezmiş. Psikiyatrı merkezi ve polis merkezlerinde geçen bir süreden sonra kendini sokakta bulmuş. Annesinin, babasının ve ablasının onu bulamamış olmasına çok içerlermiş. Acaba onlar da o gece olanları bildikleri için mi susmuşlar diye uzun uzun düşünmüş. Sonra bir telefoncuya gitmiş ve elden düşme bir telefon alıp eski hattını çıkarttırmış.

Zaman akmış ve ölene kadar mutsuz ve huzursuz yaşamış;

Herkes gibi...

7 Nisan 2013 Pazar

pazartesi - adrenalin istiyorum


Karanlığı, soğuğu ve zoru severim bilirsiniz pazartesi çetin cevizleri. Dalgaları, çığları, fırtınaları, buz dağı kopuşlarını severim. Nerede bir hortum olsa jetime atlar izlerim, nerede tsunami olsa hemen oraya gider adrenalini koklarım. İç savaş mı, intihar saldırısı mı, hayatta kaçırmam. Cezaevi isyanları ve açlık grevleri hobimdir. Uçak, otobüs, feribot kaçırmalarına bayılırım. Hem malum ben ne zaman böyle bir duruma müdahale etsem halkın morali yükselir ve her yer süt liman olur. Yatıştırıcı, sakinleştirici ve bağlaştırıcı bir etkim vardır.

*Bir şeyi çok istemekten utanmalı.
*Her gün bir organıma şiir yazmalı.
*Her bahar sekiz on gün hippi olmalı.
*Türevi iyi olmalı.
*İyinin türevi olmalı

Baktım koca kış geçti pek bir şey olmadı ama. Kendimi bir boşlukta hissediyorum. Yarından itibaren tüm kanallar Fight Clup yayınlasın. Çarşamba günü Pekin’in yerel saati on ikiyi vurduğunda tüm Çinliler zıplasın. Uçak kaçırma suçunun cezası da artık nezarette iki gün olsun. Biraz kargaşaya muhtacım. Yoksa sonumun muhterem dostum Sherlock Holmes gibi olmasından korkmaktayım. 

5 Nisan 2013 Cuma

Alternatif cinayet aletleri (uçurtma)


Birkaç arkadaş bir kişiyi cezalandırmak istediğimizde elimizde sopalarla yürüsek çok dikkat ve şüphe çekeriz değil mi? Cinayetin en teme özelliği gizliliğidir. Elinde uçurtma ile yürüyen altı arkadaştan kimse şüphelenmez. Uçurtmamızı naylonundan ayırdığımız zaman tam altı tane çıtamız olur. Altı kişiye kadar mühimmat ihtiyacımızı kolaylıkla karşılar.

Çıta ile birini döverken dikkat etmemiz gereken nokta çıtaların hafifliği ve dayanıksızlığıdır. Onun için asla piyasadaki çıtalarla adam öldürmeye kalmamalıyız. Sağlam sopalarla kendi uçurtmamızı kendimiz yaparak temiz bir cinayet işleyebiliriz. Unutmayalım ki; kaç kez ve ne sertlikle vurduğumuz değil; nereye vurduğumuz önemlidir. Kanlı günler.

4 Nisan 2013 Perşembe

fırıncı profili


Adamın facebook adresi “mandaovasi” manda ovası diye düşünüp google’de arattım öyle bir yer yok. Biri neden böyle bir şey yazar bilemiyorum. Mesela seninki “kemigren”, benimki “dipszg”; mail adreslerimiz. Aslında biraz düşününce sempatik de geliyor. Muhtemelen mail adresidir ve komik bir anısı vardır.

Sonra dükkanının adı barış ekmek fabrikası. Barış ismi salak bir isimdir. Bir insan dükkanına barış adını neden verir? Çocuklarından birinin adı olabilir belki. 1977’den beri hem de.

Malum amcamın soyadı Yılmaz istersen sen de Yılmaz olabiliyor musun bilemiyorum:P ama amcamın arkadaş listesinde iki tane Yılmaz soyadlı insan var. İkisi de kadın. Biri Yasemin Yılmaz. Facebooku bok gibi kullanan menopozlu bir teyze. Öteki ise Özlem Yılmaz. Sanırım bir dizi oyuncusunun fake profili. Dikkatini çektiyse hiç Yılmaz soyadlı erkek yok. Hani üç çocuk? Üçünün de facebook adresi olmaması ihtimalı çok düşük. Hele dul babalarının facebooku varken. En azından nezaketen birbirlerinin fotoğraflarını beğenmeleri ve ortak resimlerini kullanmaları lazımdı. Amcamda torun fotoğrafını da yok. Kesin torun sahibidir.

Buradan ne çıkartıyoruz müntekim. Oğulları ile arası limoni ile boktan arası bir yerde. Anneleri ölseydi (tabi amca öldürmediyse) üç oğlundan en az biri ekler; yalnız adam, burada destek çıkayım derdi. Sanırım anneyle boşanmışlar ve oğullar babayı sevmediğine göre sebep genç bir kadın olmalı. Elinin altında evlat olmaması senin ve ceren’in üstüne fazla düşeceğini, gereksiz ilgi göstereceğini gösterir. Sıçtınız.

Amcanın arkadaş listesine kabaca baktığımda annenle akran birkaç kadın. Muhtemelen işvereni olduğu çirkin adamlar ve fake profiller var. Mesela kendini Mehmet özdilek –beşiktaşın efsane oyuncusu- ve yukarıda bahsettiğim bir dizi oyuncu ile kendini arkadaş sanıyor. Muhafazakar karakterler mevcut ama hiç kapalı kadın yok.

Sonra paylaşımlarına gelelim. Bir kayserili fıkrası var. Genelde kayserililer memleketlerinden bahsederler. Amcamda bu vurgu yok. Memleketinden bahsetmemiş. Karşımızda basit bir insan var. Türk milliyetçisi. Muhtemelen eskiden mhp’ye oy veriyormuş, şimdi de durum farklı değildir. Dindar, namazında niyazında mı bilemem ama ayet paylaşarak cennete gitmeyi umuyor. Kaba saba bir adam olduğu belli. Dediğim gibi profili çok basit. Vatan millet sakarya diyen herkesi sever bu. Tam senlik:D bir de galatarasaylı olmalı.

Finally, resimlerine gelelim. Adam bildiğin yalnız, fotoğraflarını beğenen de yok. Güzel evler ve arabaların fotoğrafları ve birkaç tane tek fotoğrafı var. Muhtemelen o karlı araba ve ev onun olmalı. Bir sahiplenme var sanki o ortama. Diğer markasını bilmediğim 34 kce 70 plakalı gösterişli arabanın arkasında barış ekmek fırının arabası var. O araba da onunsa amcam tahminimde zengin demektir. Öyle ya da böyle kendine güvenli bir duruşu var. Sebebi iş hayatındaki başarısı olmalı. Yemek masasında çekilmiş fotoğrafta önündeki dar uzun su bardağı sanki rakı bardağı gibi ama günahını almayım. Nasılsa amca muhafazakar.

Yıllarca önce bir twitimde de belirttiğim gibi ben fırıncı adamdan korkarım müntekim. İsterse tek seferde binlerce insanı öldürebilir. Una fare zehri katsa yeter. Acaba elindeki gücün farkında mı?