28 Şubat 2013 Perşembe

esaret mi doğruluk mu? (hikayeyi aç)


Kasap hırsızı (unutma devam et)

Planlanan bir çocuktum. Ebeveynlerimin ellerinde termometre ile doktorun söylediği günde ve saatte gerçekleştirdikleri sevişmelerin –ki o işe ne kadar sevişme denir muamma- belki de yüz ellincisinde temellerim atılmıştı. "Olası olmayan, doğru düzgün olmaz", babamın mottosudur ki; sebebinin ben olduğum aşikardır.

Oyuncak silahla esnaf soymaya kalkmak on iki yaşındayken gülüşmelerle karşılansa da on dört yaşındayken öyle karşılanmıyordu. Ben bir anda boy atmış, sakallanmış ve çirkinleşmiştim.  Sakarya Semt Kasabına oyuncak silahımla girip "Eller yukarı bu bir soygundur" diye sadece dört ay önce bağırsam kasap amca yalandan ellerini kaldırır ve gülümserdi. Ama ne yazık ki zamansın soygun teşebbüsüm kasap ve oğlu tarafından sağlam bir sopa ile cezaladırılmıştı. Semt komiseri babama durumu güzelce anlattı. "Şikayetçi olursanız, kasap da şikayetçi olur."
Komiserle uzlaşan babam benimle uzlaşmıyor ve neden kasap soymaya kalktığımı anlayamıyordu?

Hezimetle sonuçlanan birkaç kasap soygunumdan sonra bazı çıkarımlar yapabildim. Kasaplarda öfke kontrolü çok düşük. Karşısında çocuk var mı yok mu umursamadan, tekme tokat girebiliyorlar. Her zaman dükkanı emanet edecek birilerini buluyorlar, dövmeden polise gitmiyorlar ve polisler kasapları çok sevip kolluyor.

Polisler hakkındaki çıkarımlarım ise şunlar. Çoğu polis olmak için doğmamışlar, kasaplara karşı diğer insanlara davrandıklarından daha çok imtiyazlı davranıyorlar. Suçlu birinin yakınını gördükleri zaman da onlara akıl vererek ezmeyi çok seviyorlar ki bence bu da bir çeşit işkence.

Babamın bana şiddet uygulamamasının sebebi muhtemelen silahlı soygun teşebbüslerim ve kasaplardan yediğim dayakların beni çok etkilememiş olması. Ama polislerden öğrendiği işkence yöntemini üzerimde kullanıyor ve nasihat verdikçe veriyor. Atasözlerilerinin yarısını kendi söylüyor, diğer yarısını benim tamamlamamı bekliyor.

"Ne demiş atalarımız... Haram mal yiyenin ruhuu..."
"... iflah olmaz yüzyıl geçseee."
"Ne demiş atalarımız.. Çalanın çiğnediği her lokmaaa....
"... gelir tıkanır gursağınaa"

Babamın bana öğrettiği atasözlerini bizim aileden başka kimse bilemez. Babamın hayali, uydurduğu atasözlerinin bir tanesinin tutması. Hayalinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini asla bilemeyecek ama olsun. Adamcağız en azından çabalıyor. “Çabalamak, çalmaktan bin kat yeğdir”; evet bu da babamdan.

Benim kanunsuluğa yönelmem evin betini bereketini arttırdı. Babam eskisinden üç kat daha fazla kazanıyor. Soframızdan pastırma eksik olmuyor. Parasını harcayacak yer bulamadığından beni özel psikiyatriste bile götürüyor.


Babam işe gittikten sonra annem kahvaltıda bitirdiği şarap şişesini masanın üstüne koydu ve çevirdi. Şişe döndü, döndü ve beni gösterdi. Annem gözlerini bana doğru kısıp sordu,
“Esaret mi doğruluk mu?”
“Esaret annecim” dedim. Bir kere doğruluk demiş ve duymak istemediğim şeyler duymuştum. En iyisi esaret.
“Git ve psikiyatristini soy”
“Başüstüne annnecim”

27 Şubat 2013 Çarşamba

pazartesi (çarşamba) - son akşam yemeği


Pazar akşamüstü içimi bir sıkıntı sarıp sarmaladı pazartesi krakenleri. Hislerim tehlikenin kapıda olduğunu söylüyordu ama hiç tedbir alasım yoktu. Aynı his daha önce kalbime doğduğunda tüm dünyada bir haftalık sokağa çıkma ve hayal kurma yasağı uygulamıştım. Balkona çıktım ve lisenin en güzel kızı havalılığında başıma gelecekleri bekledim.

*Düşmesini bilmeli.
*Akrepli yelkovanlı duvar saatinin saniyesine bakıp efkarlanabilmeli.
*Güvenlik kameralarına hareket çekmeyi sevmeli.
*Çikolatalı çilek temel besin maddesi olmalı.
*Çantasında her zaman imla klavuzu olmalı.

Zaman aktıkça boşuna vesveselendiğimi düşünsem de, asla boşuna vesveselenmeyeceğimi de biliyordum. Stresten midem kazındı ve sekiz sene önce avladığım ahtapotu dipfrizden çıkarttım. Yaban mantarı ile bir güzel pişirdim, ayıptır söylemesi kendi yaptığım nane likörüyle beraber bir güzel yedim. Yemeğin sonunda parmak uçlarım karıncalanamaya başladı. Sonra hissizleşti. Size bu listeyi burnumla yazıyorum. Çok muntazam bir burnum olduğu için liste çarşamba sabahı anca bitti.

pazartesi - papa

Geçen çarşamba sabahı pencereden bakarken sokağın başında; kırmızı kıyafetli yaşlıların arasında, beyaz kıyafetli ve beyaz takkeli bir çok yaşlı bir amca gördüm pazartesi paganları. Yavaş yavaş bana doğru yürüdüler. Kapımı çaldıklarında saat gece yarısını geçiyordu. Ben bu adamı nereden tanıyorum yahu, diye kafa yorarken baklayı ağzından çıkarttı " Bendeniz papayım efendim" dedi.

*Forklift kullanabilmeli.
*Psikiyatristinin psikoloğu olmalı.
*Battaniye altından televizyon izlerken masum ile seksi arasında gidip gelmeli.
*Kooperatifçilik kanununa hakim olmalı.
*Kimselerin anımsamadığı şarkıları anımsamalı.

Kırmızı ninjalar içeri girmediler. Papa çok efendi bir adam. Geldi dizimin dibine oturdu, başladı anlatmaya. "Şunu yanlış yaptım, bunu yanlış yaptım, şunun hakkını yedim, şunun hukukunu çiğnedim, şuna pis pis baktım, bununla ilgili müstehcen hayaller kurdum..." bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyor. "İyi de papa neden bunları bana anlatıyorsun?" diye sormuş bulundum. "Günah çıkartıyorum" dedi, "Bırak bu işleri", dedim.

19 Şubat 2013 Salı

Kasap hırsızı (unutma devam et)


Planlanan bir çocuktum. Ebeveynlerimin ellerinde termometre ile doktorun söylediği günde ve saatte gerçekleştirdikleri sevişmelerin belki de yüz ellincisinde temellerim atılmıştı. "Olmuyorsa zorlamayacaksın", babamın mottosudur ki; sebebinin ben olduğum aşikardır.
Oyuncak silahla esnaf soymaya kalkmak on iki yaşındayken gülüşmelerle karşılansa da on dört yaşındayken öyle karşılanmıyordu. Ben bir anda boy atmış, sakallanmış ve çirkinleşmiştim.  Sakarya Semt Kasabına oyuncak silahımla girip "Eller yukarı bu bir soygundur" diye sadece dört ay önce bağırsam kasap amca yalandan ellerini kaldırır ve gülümserdi. Ama ne yazık ki zamansın soygun teşebbüsüm kasap ve oğlu tarafından sağlam bir sopa ile cezaladırılmıştı. Semt komiseri babama durumu güzelce anlattı. "Şikayetçi olursanız, kasap da şikayetçi olur."
Komiserle uzlaşan babam benimle uzlaşmıyor ve neden kasap soymaya kalktığımı anlayamıyordu?

Hezimetle sonuçlanan birkaç kasap soygunumdan sonra bazı çıkarımlar yapabildim. Kasaplarda öfke kontrolü çok düşük. Karşısında çocuk var mı yok mu umursamadan, tekme tokat girebiliyorlar. Her zaman dükkanı emanet edecek birilerini buluyorlar, dövmeden polise gitmiyorlar ve polisler kasapları çok sevip kolluyor.

Polisler hakkındaki çıkarımlarım ise şunlar. Çoğu polis olmak için doğmamışlar, kasaplara karşı diğer insanlara davrandıklarından daha çok imtiyazlı davranıyorlar. Suçlu birinin yakınını gördükleri zaman da onlara akıl vererek ezmeyi çok seviyorlar ki bence bu da bir çeşit işkence.

Babamın bana şiddet uygulamamasının sebebi muhtemelen silahlı soygun teşebbüslerim ve kasaplardan yediğim dayakların beni çok etkilememiş olması. Ama polislerden öğrendiği işkence yöntemini üzerimde kullanıyor ve nasihat verdikçe veriyor. Asözlerilerinin yarısını kendi söylüyor, diğer yarısını benim tamamlamamı bekliyor.

"Nr demiş atalarımız... Haram mal yiyenin ruhuu..."
"... iflah olmaz yüzyıl geçseee."
"Ne demiş atalarımız.. Çalanın çiğnediği her lokmaaa....
"... gelir tıkanır gursağınaa"

Babamın bana öğrettiği atasözlerini bizim aileden başka kimse bilemez. Babamın hayali, uydurduğu atasözlerinin bir tanesinin tutması. Hayalinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini asla bilemeyecek ama olsun. Adamcağız en azından çabalıyor. Hem uydurduğu çoğu atasözünün sebebi de benim. İbret alınacak hayat hikayemin

Benim kanunsuluğa yönelmem evin betini bereketini arttırdı. Babam eskisinden üç kat daha fazla kazanıyor. Soframızdan pastırma eksik olmuyor. Parasını harcayacak yer bulamadığından beni özel psikiyatriste bile götürüyor.

17 Şubat 2013 Pazar

pazartesi - konu komşu


Çarşamba sabah erken saatlerde camdan sarktım ve güneşin bana yakınlık ve uzaklığının yer çekimimi ne kadar etkilediğini hesaplarken kapı çaldı pazartesi pazartesicileri. Apartmana giren biri olmadığı halde kapının çalmasından feci işkillendim ve okunmuş şömine küreğimi alıp kapıyı açtım. Karşımda sopa yutmuş gibi duran yaşlı bir amca duruyordu. “Yaşına hürmeten yüzünü dağıtmıyorum moruk. Söyle nasıl görünmez olabiliyorsun?” dedim.

*Kurşun geçirmez hayalleri olmalı.
*Televizyon kumandasını naylona sarıp kullanmalı.
*Kimseye bir şeyler öğretmeye çalışmamalı.
*Telefonunun ekranının jelatinini aldığı gün sökmeli.
*Yoğurt yapabilmeli.

“Bendeniz Emekli Kurmay Albay Serbülent Çağlayan alt komşunuzum”, dedi. Gizem çözülmüştü, adam görünmez değildi. Birikmiş aidat borcumdan ve yöneticilik sırasının bana geldiğinden bahsetti. Sonra adamın deli raporu olmalı, yoksa zaten ergenekondan içeri alırlardı diye düşündüm ve “Evin hanımı yok” deyip kapıyı kapattım.

15 Şubat 2013 Cuma

Değerli uzaylı


ı.
Değerli uzaylı;
Öncelikle temas kurmak için beni seçmiş olmanızın ne kadar isabetli bir karar olduğunu belirtmek isterim.  Karar almakta ve uygulamakta bizlerden çok daha ileri olduğunuz aşikar. Zaten aksi olsa siz beni ziyarete değil, ben sizi ziyarete gelirdim. Siz de farkındasınızdır ki; şu an dünyayı yönetmiyorsam tek sebebi yıllardır üzerimde oynanan bürokratik ayak oyunlarıdır. Süreç oluruna bırakılsa, su akacağı mecrayı bulurdu ve dünyayı tahtımdan ben yönetir olurdum. Bu görüşmemizi krallığımda, sarayımda, etrafımızda cariyelerim raksederken ve bir yandan niğde gazozu içerken yapardık. Tüm kalbimle inanıyorum, o günler de gelecek.

İşbirliğine ve güçlerimizin birleştirilmesine hazırım. Siz de, ben de; yıllarca aynı amaca farklı yönlerden hizmet etmişiz. Çabalarımızı karşılıksız kalmadı ve yollarımız kesişti. Yapmamız gereken basit bir iş bölümü o kadar. Sizdeki lojistiği ve korkunçluğu; bendeki kurnazlık ve vizyonla birleştirirsek tahminince iki saat içerisinde Washington ve  Telaviv'e Türk Bayrağını dikeriz. Eğer sizin de bayrağınız varsa Türk bayrağının yanına dikebiliriz. Aptal dünyalılar için sembolizm çok önemlidir.

Kontrolsüzce artan insan nüfusu ve insanların doğaya karşı yürüttükleri savaştan dolayı zaten insanlık sonunu hazırlıyordu. Sizlerin gelişi sürecin yöntemini değiştirecek olsa da  yönünü değiştirmeyecektir. İlk planda hızla beş milyar insan acısızca ve acımasızca telef edilmelidir. Yöntem konusunu size bırakıyorum. Benim seçeceğim türümüzün elit örneklerinden oluşacak bir insan topluluğu ile insanlığa yeniden başlamayı öneriyorum. Facebooktaki arkadaşlarım, birkaç akrabam ve benim seçeceğim yaklaşık yüz kadından oluşacak bir koloni ile İstanbul ya da Mekke'ye yerleşmeyi talep ediyorum. Daha müreffeh bir yarınlar için önderliğimdeki insanlara güvenebilirsiniz.

Dünyamızın, bakın artık biz diyorum, tüm kaynakları sizin olmalı. Fetih mantığı içinde ganimeti de barındırır. Tüm paramız, altınımız, petrolümüz, baharatlarımız, tütünümüz ve alkolümüz sizindir. Onun dışında dizilerimizi ve filmlerimizi doyasıya izleyebilirsiniz. Biraz düşününce dünyada başka işe yarar bir şey bulamadım. Muhtemelen alacağınız ganimet yol masraflarınızı bile karşılayamayacaktır ama madem geldiniz sekiz on çift kadar insan alınıp gezegeninizde sergilemenizi öneririm. Eğer ayda bir canlı olsaydı, biz insanlar tam da böyle yapardık.

Naçizane astrolojik bilgimle şu bilgilerimi de siz uzaylılar paylaşmak isterim. Ayda ve Marsta hayat yok. Boşu boşuna gitmeyiniz.

Saygılarımla
Bora

ıı.
"Ulan peki cüzdandan başka ne çıktı?"
"Üç yüz kırk lira para, iki vesikalık resim, boş bir saman kağıt, üç dört tane kartvizit, ehliyet, nüfus cüzdanı o kadar"
"Kredi kartı falan"
"Yok"
"Ne ayak lan bu adam?"
"Muhtemelen deli abi. Kim uzaylıya mektup yazıp cüzdanında taşır ki? Hayır nüfus cüzdanından falan yola çıkıp cüzdanını teslim edebiliriz ama korkarım ben manyaktan. Uzaylıya mektup yazan, tüm insanlığı uzaylıya satan adam, bize de hırsız der. At abi çöpe, hiç bulaşma"
"Adam türk bayrağı diyor, İstanbul diyor, Mekke diyor... Hem müslüman, hem türk"
"Hem de deli..."
"Parayı ne yapıcaz?"
"Bizim sokakta kimsesiz bir amca var, ona veririm ben"

ııı.
Vermedi.

Olası uzaylı istilasına durumunda söyleyeceklerim


Değerli uzaylı;
Öncelikle temas kurmak için beni seçmiş olmanızın ne kadar isabetli bir karar olduğunu belirtmek isterim.  Karar almakta ve uygulamakta bizlerden çok daha ileri olduğunuz aşikar. Zaten aksi olsa siz beni ziyarete değil, ben sizi ziyarete gelirdim. Siz de farkındasınızdır ki; şu an dünyayı yönetmiyorsam tek sebebi yıllarıdır üzerimde oynanan bürokratik ayak oyunlarıdır. Süreç oluruna bırakılsa, su akacağı mecrayı bulurdu ve dünyayı tahtımdan ben yönetir olurdum. Bu görüşmemizi krallığımda, sarayımda, etrafımızda cariyelerim raksederken ve niğde gazozu içerken yapardık. Tüm kalbimle inanıyorum, o günler de gelecek.

İşbirliğine ve güçlerimizin birleştirilmesine hazırım. Siz de, ben de; yıllarca aynı amaca farklı yönlerden hizmet etmişiz. Çabalarımızı karşılıksız kalmadı ve yollarımız kesişti. Yapmamız gereken basit bir iş bölümü o kadar. Sizdeki lojistiği ve korkunçluğu bendeki kurnazlık ve vizyonla birleştirirsek tahminince iki saat içerisinde Washington ve  Telaviv'e Türk Bayrağını dikeriz. Eğer sizin de bayrağınız varsa Türk bayrağının yanına dikebiliriz. Aptal dünyalılar için sembolizm çok önemlidir.

Kontrolsüzce artan insan nüfusu ve insanların doğaya karşı yürüttükleri savaştan dolayı zaten insanlık sonunu hazırlıyordu. Sizlerin gelişi sürecin yöntemini değiştirecek olsa da  yönünü değiştirmeyecektir. İlk planda hızla beş milyar insan acısızca ve acımasızca telef edilmelidir. Yöntem konusunu size bırakıyorum. Benim seçeceğim türümüzün elit örneklerinden oluşacak bir liste ile insanlığa yeniden başlamayı öneriyorum. Facebooktaki arkadaşlarım, birkaç akrabam ve benim seçeceğim yaklaşık yüz kadından oluşacak bir koloni ile Çankırı'ya yerleşmeyi talep ediyorum. Daha müreffeh bir yarınlar için önderliğimdeki insanlara güvenebilirsiniz.

Dünyamızın, bakın artık biz diyorum, tüm kaynakları sizin olmalı. Fetih mantığı içinde ganimeti de barındırır. Tüm paramız, altınımız, petrolümüz, baharatlarımız, tütünümüz ve alkolümüz sizindir. Onun dışında dizilerimizi ve filmlerimizi doyasıya izleyebilirsiniz. Biraz düşününce dünyada başka işe yarar bir şey bulamadım. Muhtemelen alacağınız ganimet yol masraflarınızı bile karşılayamayacaktır ama madem geldiniz sekiz on çift kadar insan alınıp gezegeninizde segilemenizi öneririm. Eğer ayda bir canlı olsaydı biz insanlar tam da böyle yapardık.

Naçizane astrolojik bilgimle şu bilgilerimi de siz uzaylılar paylaşmak isterim. Ayda ve Marsta hayat yok. Boşu boşuna gitmeyiniz.

Saygılarımla

13 Şubat 2013 Çarşamba

hipnoza giriş

Şimdi yemyeşil bir vadide olduğunu düşün. Küçük tatlı bir kulübe var ve o kulübenin önünden küçük, tatlı, durgun bir akıyor. Şezlongunun ayağı tam o durgun suya değiyor. Üzerinde bikinin var şezlongda uzanıyorsun ve huzurlu bir meltem tenini yalayıp geçiyor. Hafif hafif göz kapakların kapanıyor. Kulağına kuş sesleri geliyor. Çimin, toprağın kokusunu alıyorsun. Ruhun huzurla doluyor. Kuş sesleri seni daha da rahatlatıyor. Göz kapakların kapanmaya devam ediyor. Suyun şırıltısını dinliyorsun. Zamanın akmamasını istiyorsun. Bu ana esir olmak ve hiç buradan çıkmamak istiyorsun. Göz kapakların iyice ağırlaştı. Uyuyorsun, uyuyorsun, uyuyorsun....

12 Şubat 2013 Salı

gibi özledim listesi


*Fatih'in İstanbul'u özlediği gibi
*Selahaddin'in Küdus'ü özlediği gibi
*Suyun tuzu özlediği gibi
*Alkoliğin rakıyı ölediği gibi
*Satanistin bakireyi özlediği gibi
*Bekçinin uykuyu özlediği gibi
*Senelik iznini sonunda Almanya'yı özlemiş gurbetçi gibi
*Pilotun karayı özlediği gibi
*Çürükçülün cesedi özlediği gibi
*Çöpçünün çöplüğü özlediği gibi
*Borçlunun parayı özlediği gibi
*Çocuğun oyunu özlediği gibi
*Kumarbazın iskambil destesini özlediği gibi
*Spermin yumurtalığı özlediği gibi
*Tokmağın davulu özlediği gibi
*Sertumun damarı özlediği gibi
*Her canlının toprağı özlediği gibi
*

11 Şubat 2013 Pazartesi

viral


“Bırak ağlamayı Rahmi; artık nazlanmanla, sızlanmanla uğraşamam. Yaşadığın hiçbir acı ilk değil. Baban sen beş yaşındayken ölmüş olabilir. Senin gibi milyonlarca insan var. Annen alkolik biri ile evlenmiş de olabilir. Haklısın, arada sırada dayak yerdin, ama kabul edelim çoğunu hak ederdik. Hem zaten babalığın kaç yıl yaşadı ki ananla evlendikten sonra?”

“Beş yıl falan”

“Nedir ki beş yıl? Şu an ananda sende o adamdan miras evde oturuyorsun. Beş yıl köpek gibi çalışsan ev alabilir misin? Alamazsın. Hep isyan ettin durdun. 

eski püskü benzetme


·         Oruç tutan bir satanist gibi kafan karışık.

·         25 yaşında halı sahada maç yapıp milli takım hayali kuracak kadar hayalperestsin

·         Ayakkabılarını hiç boyamayan bir adam için fazla büyük hayallerin var; güzel bir kız arkadaş gibi.

·         Büyümeye çalışmayan bir küçük esnaf kadar onurlusun.


1.      Arkadaşının hayali arkadaşını çalmaya çalışan bir velet gibisin, damarını kessen kötülük akar.
2.      Her gün yaptığı iyilikleri, dua ederken iyiliğini Allah’a hatırlatmaya kalkacak kadar zavallısın
3.      Evrenin sırrını çözmek isteyen bir berber gibisin. Her geçen gün “ keşke okusaydım” deyip bir sigara daha yakıyorsun.
4.      Ağzı doluyken konuşan takma dişli bir adam gibisin, yaradılışın sırrını versen dinlemem.
5.      Astroloji mezunu bir ilahiyatçı kadar güvenilmezsin.
6.      Bir kez ihanet edenin bir daha ihanet edeceğini bile öngeremeyecek kadar ders almazsın
7.      İnsanların arkasından konuşurken bile fısıldayacak kadar çekingendir
8.      Arabesk sevdiği halde bunu itiraf edemeyecek kadar kendinden nefret ediyorsun.
9.      Sadece sihirbazlara aşık olan bir kadın gibisin, seni kandırmak çok kolay.
10.  Reklamlar başladığında kanal değiştirmeyip hayaller kuran insanlardansın; reklamlardaki ürünlerin hayallerini kurmuyorsun sorun yok, ürünleri almanın hayalini kuruyorsan yine benim için sorun yok.

10 Şubat 2013 Pazar

pazartesi - bu iş zor yonca

"Bu iş zor yonca, çünkü insanlar yıllar boyunca, hiç soru sormadan durur" salı cuma arası bu şarkı dilime yapıştı pazartesi plesenkleri. Daha önce hiçbir şarkı dilime yapışmamıştı. Haliyle bir paniktir aldı beni. Bana karşı bir saldırı olduğu aşikardı ama saldırının kaynağı ve yolunu düşünüp duruyor; tam konuya yoğunlaşacağım an şarkıyı söylemeye devam ediyordum.

*Yozlaşma eşiği yüksek olmalı.
*Isınma hareketlerini yapmadan yatağa girmemeli.
*Topluı taşımada koridor kenarında oturmalı.
*Burnu parlamamalı.
*İskambil destelerinden dört kat ev yapabilmeli.


Arınmak için acıyı tercih ettim ve kendimi kırbaçlamaya başladım. Baktım bir süre sonra kırbacı ritme göre vuruyorum. Beynime elektrik verdim, göz bebeklerim ritme göre titriyor. Zıplayıp zıplayıp tavana kafa atıyorum ve arada sırada " Bu iş zor yonca!" diye bağırıyorum. En son çare Bülent Ortaçgil'i çağırdım. Çok muhterem, nur yüzlü bir adam. İki okudu üfledi de kendime geldim.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Origami Havayolları


Gürcan’ın Origami havayollarını seçmesinin sebebi hiçbir havayolu şirketinde olmayan esnek kurallardı. Telefonla konuşmak serbettir. Ayakkabılarınızı çıkartabilir, hosteslere ne kadar güzel olduklarını kimseden çekinmeden söyleyip, cep telefonlarını isteyebilirsiniz. Genelde numarayı alamazsınız ama denemekten de çekinmezsiniz. Her yolcunun hayalidir kokpitte yolculuk yapmak. Origami havayolları buna da izin verir. Gereken tek şey tanesi 10 lira olan biletlerden almaktır. Uçak havalandığında yapılan çekilişte şanslı olan bir yolcu kokpitte, pilotların arasında yolculuk yapabilir. Ne kadar çok bilet alırsanız şansınız o kadar çok artar.

Temizlik hastası bir defineci olan Gürcan 10 liralık biletlerderden tam yirmi tane aldı. Bu, bilet parasının sekiz katı olduğuna göre bilet ne kadardır isterseniz bulabilirsiniz ama bu bilgi hiçbir işinize yaramaz. Gürcan’ın bu kadar çok bilet almasının sebebi; kokpitin yolcuların yanından daha temiz, hijyenik olacağını düşünmesiydi. Mini etekli sarışın hostes kız torbadasındaki kağıtları karıştırdı ve bir kağıt çekti. Kedi gülümsemesi ile “15A numaralı koltuk” dedi.

Gürcan yerinden mutlulukla kalktı ve elindeki dedektörü ile kokpite doğru yürümeye başladı. Dedektörü neden bagaja vermediğini kimse sormadı, nasılsa orası Origami havayollarıydı. Pilotlara selam verdikten sonra iki pilotun arasındaki yerine oturdu Gürcan ve içerideki esmer hostesin getirdiği 1974 yılı bordo şarabını yudumladı. Pilotlar kalkışı sorunsuz şekilde tamamladıktan sonra uçağı otomatik pilota bağladılar ve okey masasını kurdular. İki pilot karşılıklı oturdu, Gürcanla esmer hostesle beraber oldular. Bol göstergeli ve sulu şakalı birkaç elin sonunda Gürcan mesleki hastalığına kapıldı ve dayanamayıp sordu;

“Uçakta hiç altın var mı?”

Yardımcı pilot muhabbeti harlamak için cevabı yapıştırdı “Bu uçak on milyon dolar, neden bu kadar pahalı sanıyorsun?” Gürcan’ın gözleri istemsizce parladı. Hemen şarabından pilotlara ikram etti. Pilotlar birkaç yudum içtikten sonra tam anlamı ile pilot oldular. Gözleri kapanıyor ve cümlelerin son hecelerini yuvarlayıp duruyorladı. Gürcan biraz daha bekledi ve dedektörü çalıştırdı.

“Vainnn vainnn vainnn” makina çılgına dönmüştü. Gürcan yıllardır yoldaşı olan bu dedektörden daha önce hiç böyle içten çığlıklar duymamıştı. Yardımcı pilot haklıymış diye iç geçirdi. Sese herkes uyandı ve alarm pozisyonu aldı. Esmer hostes acil durum makinalı tüfeği ile Gürcan’ın bacaklarına ateş edip etkisiz hale getirdi. Çakırkeyif pilotlar sesleri duyunca kendilerine geldiler ve hasar almış uçağı sorunsuzca yere indirdiler.

Havaalanına inildiğinde her şey normaldi. Kimse kimseden şikayetçi olmadı. Nasılsa burası Origami havayollarıydı.

5 Şubat 2013 Salı

Çözüm


Herkes kendi kapısının önünü süpürürse sokaklar tertemiz olur, diye yazardı bizim şehrin her sokağında. Herkesler de evinini önünü elektrikli süpürgesi ile süpürürdü. Elektrikli süpürgelerin hortumları birleşir ve şehrin dışına tozu kiri atardı.

Sonra bir gün şehrin çöplüğü şehre yetmedi. Çöpler çöplükten şehre doğru akmaya başladı. Halk çaresiz üzerine gelen çöpü süpürüp çöplüğe gönderiyor; süpürülen çöp çöplükten şehre geri akıyordu. Tıpkı belediyelerin diktiği yapay şelaleler gibi; devir daim.

Önce kimse bir çözüm üretemedi. Sonra “ Her sorunun bir çözümü yoktur” yazdılar şehrin tüm sokaklarına. Temiz havaları onlara yetti. Sokaklar kirli de olsa henüz gökyüzleri temizdi.

3 Şubat 2013 Pazar

pazartesi - kayıp


Bu hafta ne kadar durağandı değil mi pazartesi stabilleri?Sanki tüm yerkürenin üzerine ölü toprağı serilmiş gibiydi. Çarşamba sabahı uyandığımda; salı mı yoksa perşembe mi diye uzun uzun düşündüm. Camdan baktım kimse yok, uydumudan dünyayı izledim bir hareket yok, haber kanallarını izledim hiçbir son dakika haberi yok... İstihbarat şefim olan çakma sarışını çağırdım. Eskiden cümlem bitmeden gelen kadın şimdi yok.

*Büyük gözleri olmalı.
*Çocukken şirin, ergenken tiksinç, şimdi seksi, yaşlanınca yok olmalı.
*Yüksek sesle müzik dinleyip kafa şişirmemeli.
*Müsait bir yerde inmeli.
*Devlet onur nişanı olmalı.

İstihbarat şefimin kedi kadın kıyafetini av köpeklerime koklattım, bağlı oldukları kızağa bindim ve takibe başladık. İçimden bir his çakma sarışını bulursam sorunu çözerim diyordu. Üç gün boyunca toz toprak içinde kızakla gezdim durdum. İstanbul’da gezmediğimiz yer kalmadı. Kime sorsam “Az önce buradaydı haşmetlim” dedi. Sonra eve döndüm. Aramalara kar yağınca devam edicem. Kuru havada kızak olmuyor