27 Ocak 2014 Pazartesi

pazartesi - Nano-Plambik saldırı

Şıp, şıp, şıp, şıp bu hafta az daha deliriyordum pazartesi çekik gözlüleri. Nano-Plumbik bir saldırı altında olduğumu söyleyebilirim. Konu üzerinde birkaç salise düşünebildim ve bir evin tüm musluklarının aynı anda şıplamasının başka açıklaması olamayacağı kanısına vardım. Konu üzerinde şöyle sekiz on saniye yoğunlaşıp çözmek istiyordum ama damlama sesleri ona da izin vermiyordu. Çaresizlik içerisinde camdan kafamı çıkarttım ve bağırdım “Musluktan anlayan yok muuu?”

*Tüm köpeklere korku salmalı.
*Yirmi yaşından sonra uzamayı uzatmamalı.
*Karanlık odadaki fil olmalı.
*İtici enerjik olmamalı.
*Çocuklarla konuşurken ego koymamalı.
*Arada bir kaybolmalı.
*Eroto-Mitolojik bir roman yazmalı.


“Muuu?” dediğim gibi kapım çaldı. Sarışın, seks emekçisi gibi bir şey içeri girdi. Üzerindeki bir parça kumaş ve sağ elinde 14 16 anahtar vardı. Hemşire gibi işaret parmağını dudaklarına götürdü ve “Şşş!”, dedi ve tüm musluklara girişti. Eğildiğinde, kalktığında hatta her nefes aldığın da çatalları gözüküyor ve belirginleşebiliyordu. Yarım saat süren incelemelerim sonucunda bir kadın vücudunda on yedi tane çatal olabileceğini gözlemledim.

21 Ocak 2014 Salı

fal salonu ve karakter devam

Salon bir kere çok geniş. Tahta kısmı işlemeli, uzun bacaklı kırmızı döşemeli ve beyaz işlemeli yastıklarla çevrili bir salon takımı var. kırmızı tam kırmızı, cafcaflı bir şey. Aralarında sanki altından yapılmış iplerle işlenmiş desenler var. Ejderhanın burnundan çıkanalevler gibi.

Salondaki her şey takım sanki. takım değilse de Hatice Hanım çok güzel birbirine uydurmuş. Koltuların tahta döşemeleri ile yemek masasının ve zigonların tonu aynı. Parkeler ve televizyon sehpahasının tonundan bir ton daha koyu.

Yerdeki halılar ise dillere destan. Gül kurusu renkli bir İran halısı. Herkes Hatice Hanım'ın mobilyalarını çok beğenir ama halılarının yeri ayrıdır. Her şey zamanla eski ve solar ama Hatice Hanım'ın halıları asla solmaz hatta daha da parlaklaşır. Orginal İran halısıdır işte. belki de tek eksiği uçamaması.

Salonda dev ekren bir de televizyon var. Her sene değiştirirler televizyonlarını. O senenin son teknoloji televizyonu gelir her Ocakta. Beyaz eşyacının evi öyle olur tabi. Tüm apartman beyaz eşya alışverişini onlardan yapar. Komşuluk hakkı bilen insandır kocası, tüm komşularına iyi iskontalar yapar ama haliyle tüm komşularının senedi de elindedir. Paranın gücüyle ayrıcalıklıları da vardır apartmanda. Mesela berbat park eder ama kimse sesini çıkartmaz.

Mekandan çıkarımlar; esas kadın gözünden yaz:
Şubat ayının ortasına geldik ama hala yeni televizyon salonlarına gelmedi. Demek ki işleri eskisi kadar iyi değil. Gerçi bu ay sadece 45 metre küp doğal gaz yaktılar, geçen yıl bu ay 66 küptü. Maddi bir sıkışıklık olduğu besbelli. Geçen ay tam dört gece arabalarını garajda görmedim. Bu da dört gece kocası eve gelmedi demektir. Kollarına bakılırsa yeni iki yeni bilezik almış ama. Bu sıkışıklıkta hala mücevher alıyorsa, kocasına çok kızgın ve intikam alıyor demektir.

Koridordaki yapraklı takvim 16 Ocakta kalmış. Yani tam 45 gündür kopartılmamış. Bu sürede tam iki kez öğlen elektirik gitti. en azından namaz saatleri için takvime bakması gerekti. Belli ki namazı da bırakmış. Yaraklı takvimin yanındaki duvar saati de durmuş. Bu kadar tertipli, titiz bir kadının evinde durmuş bir saat olamaz. Belli ki Hatice Hanım ağır bir bunalımda. Ya oğluyla ilgili bir sorun olmalı ki, şapşal içeride oynuyor ve sağlıklı duruyor, ya kocasıyla. Kocası yine çapkınlığa başlamış belli ki

*0* Güzelim seni üzen bir şeyler var. Maddi sıkıntıların olabilir, ?? esmar olduğuna göre kocası sarışın bir kadına gitmiştir?? sarışın bir kadın var. ??bu şişmanladığına göre kocası zayıf birine gitmiştir?? incecik dal gibi... Bu merinos gibi olduğuna göre kocası düz saçlı birini seçmiştir--- Kısa ince telli saçları var... bu kadın evine ocağına göz dikmiş. O seni tanıyor ama sen onu tanımıyorsun.

Sen namazını ya bırakmışsın ya da aksatıyorsun ** takvlim yapra*ı---

20 Ocak 2014 Pazartesi

pazartesi - tapelerim

Psikolojisi çökmüş bir insanı bir deniz milinden bile tanırım pazartesi tayfası. Çünkü inkar da etseniz, kabullenseniz de hepiniz bunalımın ortasındasınız. Ama kapıma cumartesi öğleden sonra gelen bu adam kadar çökmüşüne çok az rastladım. NASA’yla irtibatı kesilmiş bir uzay aracı gibiydi. O kadar acıdım ki; eve alıp, ellerimle boza bile ikram ettim.

*Ayakkabı bağlarımı dahi ütülemeli.
*Sırf heyecan vermek için arada sırada geri sayım yapmalı.
*Doğum günü kutlamalarımda sevincinin dozunu iyi ayarlamalı.
*Zabıtaların korkulu rüyası olmalı.
*Organ bağışı konusunda makaleleri olmalı.
*Fakir edebiyatı yapanları 200 tl vererek susturmalı.
*Hemşirecilik yapmamalı.


Adam küresel bir devletin istihbarat teşkilatının dahi çocuğuymuş. Buna en kritik görev olan benim telefonları dinleme görevini vermişler. Bu da yıllardır bizim sokağın başındaki telefon kutusunu orada elinde ahize benim konuşmamı bekliyormuş. Adam işini hakkıyla yapmış ama. Haftada bir beyaz sarayı arayıp su sipariş ettiğimi, yine arada sırada Belçika’nın alan kodunun ardına bir numara uydurup tavuk döner sipariş ettiğimi biliyor. Cidden nasıl oluyor da her seferin on dakika içinde tavuk dönerim hazır oluyor?

16 Ocak 2014 Perşembe

Organ mafyası

                                -kurtardığın her hayatın geri kalan günlerinden sen sorumlusundur, bir japon atasözü-



Kalp: Kalbimi Türkiye’de özel görevde olan Trinidad&Tobacco’lu bir casusa nakletmişler. Adam sadece üç ay sonra görevine dönmüş ve dört Türk dahi çocuğu Trinidad&Tobacco  vatandaşı olmaya ikna etmiş. Geçen zamanla beraber bu dört çocuktan üçü orduda görev almış. Kişisel hırslarına yenilip önce darbe yapmışlar sonra da Chad’a deniz savaşı açmışlar.

Akciğer: Akciğerlerimi ise Yeşilay Tokat il başkanına nakletmişler. Meğersem adam gizli gizli sigara içermiş; hem de Yeni Harman, hem de filtresini kırıp da. Tabi sırrını kimse öğrenmemiş. Üzerideki tütün kokusunun nedeninin kahvehanelere gidip attığı nutuklar zamanında yapıştığını sanırlarmış. Sırrı sırlığını koruduğundan tüm Tokatlılar’ı bir tevekkül kaplamış. “İçenin de ciğerler gidiyor; içmeyenin de” deyip durmuşlar. Yeşilay Tokat’ta kapanmış. Sigara ile savaşmak isteyen Yeşilaylılar başka şehirlere göç etmişler.

Karaciğer: Karaciğerimi ise lise son sınıf öğrencisi, tüm notlar 100 olan, namazında niyazında bir kızcağıza vermişler. Ama hayatı kurtulunca kıza bir rehavet çökmüş. “Amaaann! Nasılsa ölmüyorum, tadını çıkartayım” havalarına girmiş. Namazı da, dersi de bırakmış. Gitmiş her yönden en dipteki bir pavyonda dansözlüğe başlamış. Ameliyat izi kızın göbek titretişlerine ve atışlarına apayrı bir hava katıyormuş. Mesleğinde hızla ilerlemiş; gazino kralları uğruna birbirlerini öldürmüş, mafyalar uğruna çatışmış da durmuş.

Sonra benim karaciğer de iflas etmiş. Nasılsa yenisi bulunur diye hiç umudunu kaybetmemiş, son nefesine kadar gerdan kırmaya devam etmiş.

Sağ Böbrek: Sağ böbreğimi mavi muhabbet kuşları ile yaşayan Manisalı orta yaşlı bir kadına nakletmişler. Kadının evinin her yeri saksıda Manisa laleleri çevriliymiş. Mavi muhabbet kuşları ve mavi laleler. Kadını herkes yadırgasa da hastadır, dermiş seslerini çıkartmazmışlar. Kadın kenaviş gözlüymüş. Özellikle sağlıklı insanları kıskanır ve enerjisini gönderip sağlığını bozarmış. Kimine göre bunu bilerek, kimine göre ise bilmeyerek yaparmış. 100 yaşında muhabbet kuşlarından bulaşan tropik bir hastalıktan ölene kadar sayısız kişinin sağlığı ile oynamış.


Sol Böbrek: Sol böbreğimi hani şu devasa havuzlar var ya hani binlerce çeşit balık yüzüyor; alışveriş merkezlerine müşteri çekmek için kuruyorlar, onlardan birinin genel müdürüne nakletmişler. Aslında adam eskiden sıradan evrak işleri ile uğraşan biriyken bir anda havuzun genel müdürü olmuş, işini laykıyla yapacak kalitede ya da kalibrede biri değilmiş. Patronu vicdan yapmış da atamış -ki devasa bir hapishane işletiyor elbette yapacak- Neyse ,iyişleşince işin yükü iyice omuzlarına binmiş ve beceremez olmuş.  Her geçen gün artan bir depresyon sonucu hala nasıl elde ettiği muamma olan bir bazuka ile akvaryumu bazukalamış. Tüm balıklar ve o ölmüş.

13 Ocak 2014 Pazartesi

pazartesi - günlerden gün

Pazar öğleden sonra kapının önünde; Hilary Clinton, Angela Merkel, Yıldız Tilbe ve II. Elizabeth’i görünce bir şey unuttuğumu hatırladım pazartesi dilemmaları. İçeri girdikten sonra çantalarından ev ayakkabılarını çıkarttıkları zaman bende jeton düştü. Bugün bizim günümüzdü. Ben bir şey hazırlamadım kızlar, dememe kalmadı hemen mutfağa girip bir şeyler hazırladılar.

*Bilime çok kafa yormamalı.
*Festival insanı olmalı.
*Dans ederken kendinden geçmeli.
*Cam silerken yere ağ germeli.
*Klavyemin tuşlarının arasını temizlemeli.
*Hayali arkadaşının ruhunun hep yanında gezdirdiği saksı çiçeğine geçtiğine inanmalı, inandırmalı.
*İlkokuldayken dağıtılan Kızılay yardım zarfına koyması için babasının verdiği parayı zimmetine geçirmiş olmalı.


Almanlar çok güzel mercimekli köfte yapıyor. Neyse yemeğimizi yedik, çayımızı içtik, dedikodumuzu yaptık; sonra Yıldız söyleme başladı, biz de oynamaya. Bir güzel kurtlarımız döktük. Bir baktım Merkel’le popo tokuşturuyorum. Neyse ben biraz sert tokuşturunca Merkel sen uç, popo üstü düş. Leğen kemiği kırılmış. Sağolsunlar diplomatik kriz olmasın diye kayak yaparken kırıldı diye haber uydurmuşlar.

10 Ocak 2014 Cuma

1 Ocak

Çingene Sokağı’nın, Karnaval Sokağı’nın tam ortasına saplandığı Elma Apartmanı’nın en üst katının en son dairesinde otururmuş Nezih.  Independenta tankerinin  İstanbul Boğazı’nın boğazını yaktığı dakikalarda * olay mahallinden tam 431 km güney batısında dünyaya gelmiş. Hakkında kimse fazla şey bilmez; bu sebepten herkes onu çok merak edermiş.

Kapıcının anlattığına göre gayet nazik bir adammış Nezih. Ondan hiçbir şey istemez, çöpünü kendi atarmış. Apartmanın yerlerini silmek için kapısını çaldığında yedi tane kilidin açılma sesini duyarmış ve Nezih güler yüzüyle ona iki kova su verirmiş. Çok sefer konuşmayı denediyse de olmamış. Futbol, siyaset, apartmanın sorunları gibi konulardan sohbet açmaya çalıştıysa da karşılaştığı hep gülümseme ve kısa cevaplar olmuş. Ne zaman karşılaşsalar selamın aleykümleşir, çocukların derslerini sorarmış. Bayramlarda ise hiç evde olmazmış.

Bakkalın anlattığına göre kendi halinde biriymiş Nezih. Ekmek, yumurta ve peynir alışverişini hep bakkaldan yaparmış. Başka bir şey de hiç almazmış. Her gün üç ekmek alırmış ama düzeni yokmuş. Bazen akşamları iki ekmek alır sabah gelmezmiş, bazen de öğlen iki ekmek alıp akşamları gelmezmiş. Bakkal Hep Nezih’e özel beyaz peynir ayırırmış. Hiç veresiye yazdırmazmış Nezih. Bazen kağıt 200 lira ile gelirmiş ve bozmak zor olurmuş ama bazen. Ayda bir falan.

Komşu kadının anlattığına göre biraz garibanmış Nezih. Bir kaç kere yemeğe çağırmış ama hiç icabet etmemiş. Kandillerde helva, muharrem aylarında aşure götürdüğü zaman çok utanırmış Nezih ve “Bir dakika lütfen” deyip içeri koşu tabağı yıkayıp geri verirmiş. Bir keresinde şaka ile karışık “Sana köydeki yeğenimi vericem” demiş de, Nezih utancından kıpkırmızı olmuş.

Başka bir komşu kadının anlattığına göre biraz çatlakmış Nezih. Kapısında yedi kilit olması – ki her kapıyı açıp kapattığında kilitlediğinden  ve kilitlerin çıkarttığı sesin apartman boşluğunda yankılanmasından herkes yedi kilidi olduğunu bilirmiş- kıyafetlerinin eski olması, kapı aralandığında bir kez gördüğü buzdolabının çok eski olması hep çatlaklığının emaresiymiş. Hiç çalışmıyor olması ve geleni gideni olmaması da cabasıymış.

Bambaşka bir komşu kadının anlattığına göre deliymiş Nezih. Anne babası öldükten sonra kardeşleri onlardan uzak dursun diye Nezih’e ev almışlar ve para gönderiyor olmalıymışlar. Konu hakkında diğer kadınlarla çok kafa yormuşlar ve akıllarına en çok yatan senaryo buymuş.

İlk komşu kadının asosyal oğlunun anlattığına göre bir şeyler çeviriyormuş Nezih. Muhtemelen ya psikopat ya sosyopat ya da seri katilmiş. Ajan ya da casus da olabilirmiş. Hiç yakalanmamasından çok zeki olduğu da belli oluyormuş. Bir şeyler gizlediği kesinmiş.

Sokaktaki uydu antencinin anlattığına göre gördüğü en acayip evde yaşıyormuş Nezih. İlk taşındığı zaman çağırmış evine. Salonda taa Abdulhamit’ten kalma bir kanepe varmış. Hani çekince bir çeşit çek yat olan, möbleli. Yerde ve kanepenin gözünde de yıllar önce Sabah Gazetesi’nin bir yıl kupon biriktirenlere verdiği yirmi dört ciltlik Meydan Larousse’lar duruyormuş. Nezih’in ansiklopedi okuduğundan eminmiş. Çünkü ilk kez sayfaları, kapakları yıpranmış ve aralarına kağıtlar konmuş bir ansiklopedi görüyormuş. Kanepenin karşısında son model plazma bir televizyon varmış ve zaten uyducuyu da son model bir uydu takması için çağırmış. Ödemeyi arkasında Yunus Emre’nin resmi olan kağıt 200 lira yapmış. Uyducu eve bir kez de uyduyu taktıktan birkaç ay sonra frekans ayarı için gelmiş. Bir daha da çağırmamış Nezih. Adamın dediğine göre salonun yarısı 1970’lerden kalma eski eşyalarla dolu olmasına rağmen o televizyon tüm düzeni bozuyormuş. Bir de aklında içi boş kuş kafesi kalmış.

Postacının anlattığına göre Nezih hakkında hiçbir şey bilmiyormuş. Ne bir mektup – mektup mu kaldı?- ne de bir fatura ya da kredi kartı ekstesi gelmiş Nezih’in adresine.

Sokağın delisinin anlattığına göre bonkör adammış Nezih. Yılda bir kez kağıt 200 lira verir sonra da gidermiş. Hiç konuşmazmış.

Yine bakkalın anlattığına göre olay 1 Ocak 2025 günü olmuş. Nezih bakkala yine ekmek ve yumurta almak için gitmiş. Cebinden para çıkartıp bakkala verince bakkal “Abi artık bu para geçmiyor” demiş. Nezih çıkmış evine gitmiş. Öğlen yine bakkala gitmiş ve cebinden bu sefer kağıt 200 lira çıkartmış. Bakkal aynı şeyi söyleyince dönmüş arkasını gitmiş.

Kapıcının anlattığına göre aynı gün apartmanın girişinde kendi kendine konuşmaya başlamış Nezih. Gülüyormuş da. Anormal anormal hareketler yapıyormuş, sanki oynuyor gibiymiş. Korkmuş, uzaktan izlemiş bir süre. Sonra da bakmış durmuyor polisi aramış.

Polisin dediğine göre konuşmaya çalışmış ama cevap vermemiş Nezih. Sanki göbek atıyor gibiymiş. İlginç ilginç hareketler yapıyormuş. Zar zor birkaç arkadaşı üzerine atlayıp karakola götürmüşler. Çok güçlüymüş Nezih. Sonra da komiser hastaneye götürün demiş.

Doktorlarının söylediğine göre bir şok geçiriyormuş Nezih. İlaçlamışlar, beklemişler ve sonunda ağzından birkaç kelime almışlar. “ Tam yedi yıl bekledim, sonunda lanet gitti” demiş Nezih. Bir sürü de garip bilgiler veriyormuş. Doktor tıp bilgisine şaşmış.

Çilingirin söylediğine göre yedi kilidi açmak yedi saatini almış. Kimi kilitleri açamayıp kırmak zorunda bile kalmış. Polis eve girince şaşmış. Evde hemen hiç eşya yokmuş; televizyon da, buzdolabı da çalışmıyormuş. Sonra mutfak dolabını açınca küçük dillerini yutmuşlar. Deste deste kağıt 200 liralar. Bir yedi saatte onu saymışlar, toplamı 80.000.000’a yakınmış, tam da 2019’nın yılbaşı büyük ikramiyesi kadar.

Nezih’in anlattığına göre anne babasını 28 Şubat’ta ** katalitik zehirlenmesinden kaybedince kimsesi kalmamış şu hayatta. Bir sucunun yanında taşıma işleri yaparmış. Sonra 2017’in son günlerinde milli piyango bileti almış ve hayatı kararmış. Harcamaya korkmuş, kötü insanlardan korkmuş, paranın kendisini bozmasından korkmuş, sahte arkadaş ve akrabalardan korkmuş, mafyadan kormuş, polisten korkmuş,... Korkmuş da korkmuş. Sonra bir ev alıp yaşayayım demiş; sessiz sedasız ve sefasız. Elma Apartmanındaki evi alıp yaşamaya devam etmiş. Türkiye’nin Avrupa Birliğine girdiğinden de, Euroya geçtiğinden de hiç haberi olmamış tabi. “Bir 1 Ocak’ta kararmıştı hayatım, başka bir 1 Ocak’ta özgürlüğe kavuştum”, diyormuş. 

Ha bir de, akıl hastanesindeki arkadaşı Gökhan’ın anlattığına göre Nezih odadayken radyo çekmezmiş.


*15 kasım 1979

**1997 

8 Ocak 2014 Çarşamba

1 Ocak -ham-

Çingene Sokağının, Karnaval Sokağının tam ortasına saplandığı Elma Aparmanın en üst katının en son dairesinde otururmuş Nezih.  Independenta tankerinin  İstanbul Boğazının boğazını yaktığı dakikalarda * olay mahallinden tam 431 km güney batısında dünyaya gelmiş. Hakkında kimse fazla şey bilmez; bu sebepten herkes onu çok merak edermiş.

Kapıcının anlattığına göre gayet nazik bir adammış Nezih. Ondan hiçbir şey istemez, çöpünü kendi atarmış. Apartmanın yerlerini silmek için kapısını çaldığında yedi tane kilidin açılma sesini duyarmış ve Nezih güler yüzüyle ona iki kova su verirmiş. Çok sefer konuşmayı denediyse de olmamış. Futbol, siyaset, apartmanın sorunları gibi konulardan sohbet açmaya çalıştıysa da karşılaştığı hep gülümseme ve kısa cevaplar olmuş. Ne zaman karşılaşsalar selamın aleykümleşir, çocukların derslerini sorarmış. Bayramlarda ise hiç evde olmazmış.

Bakkalın anlattığına göre kendi halinde biriymiş Nezih. Ekmek, yumurta ve peynir alışverişini hep bakkaldan yaparmış. Başka bir şey de hiç almazmış. Her gün üç ekmek alırmış ama düzeni yokmuş. Bazen akşamları iki ekmek alır sabah gelmezmiş, bazen de öğlen iki ekmek alıp akşamları gelmezmiş. Bakkal Hep Nezih’e özel beyaz peynir ayırırmış. Hiç veresiye yazdırmazmış Nezih. Bazen kağıt 200 lira ile gelirmiş ve bozmak zor olurmuş ama bazen. Ayda bir falan.

Komşu kadının anlattığına göre biraz garibanmış Nezih. Bir kaç kere yemeğe çağırmış ama hiç icabet etmemiş. Kandillerde helva, muharrem aylarında aşure götürdüğü zaman çok utanırmış Nezih ve “Bir dakika lütfen” deyip içeri koşu tabağı yıkayıp geri verirmiş. Bir keresinde şaka ile karışık “Sana köydeki yeğenimi vericem” demiş de, Nezih utancından kıpkırmızı olmuş.

Başka bir komşu kadının anlattığına göre biraz çatlakmış Nezih. Kapısında yedi kilit olması – ki her kapıyı açıp kapattığında kilitlediğinden  ve kilitlerin çıkarttığı sesin apartman boşluğunda yankılanmasından herkes yedi kilidi olduğunu bilirmiş- kıyafetlerinin eski olması, kapı aralandığında bir kez gördüğü buzdolabının çok eski olması hep çatlaklığının emaresiymiş. Hiç çalışmıyor olması ve geleni gideni olmaması da cabasıymış.

Bambaşka bir komşu kadının anlattığına göre deliymiş Nezih. Anne babası öldükten sonra kardeşleri onlardan uzak dursun diye Nezih’e ev almışlar ve para gönderiyor olmalıymışlar. Konu hakkında diğer kadınlarla çok kafa yormuşlar ve akıllarına en yatan senaryo buymuş.

İlk komşu kadının asosyal oğlunun anlattığına göre bir şeyler çeviriyormuş Nezih. Muhtemelen ya psikopat ya sosyopat ya da seri katilmiş. Ajan ya da casus da olabilirmiş. Hiç yakalanmamasından çok zeki olduğu da belli oluyormuş. Bir şeyler gizlediği kesinmiş.

Sokaktaki uydu antencinin anlattığına göre gördüğü en acayip evde yaşıyormuş Nezih. İlk taşındığı zaman çağırmış evine. Salonda taa Abdulhamit’ten kalma bir kanepe varmış. Hani çekince bir çeşit çek yat olan, möbleli. Yerde ve kanepenin gözünde de yıllar önce Sabah Gazetesi’nin bir yıl kupon biriktirenlere verdiği yirmi dört ciltlik Meydan Larousse’ler duruyormuş. Nezih’in ansiklopedi okuduğundan eminmiş. Çünkü ilk kez sayfaları, kapakları yıpranmış ve aralarına kağıtlar konmuş bir ansiklopedi görüyormuş. Kanepenin karşısında son model plazma bir televizyon varmış ve zaten uyducuyu da son model bir uydu takması için çağırmış. Ödemeyi arkasında Yunus Emre’nin resmi olan kağıt 200 lira yapmış. Uyducu eve bir kez de uyduyu taktıktan birkaç ay sonra frekans ayarı için gelmiş. Bir daha da çağırmamış Nezih. Adamın dediğine göre salonun yarısı 1970’lerden kalma eski eşyalarla dolu olmasına rağmen o televizyon tüm düzeni bozuyormuş. Bir de aklında içi boş kuş kafesi kalmış.

Postacının anlattığına göre Nezih hakkında hiçbir şey bilmiyormuş. Ne bir mektup – mektup mu kaldı?- ne de bir fatura ya da kredi kartı ekstesi gelmemiş Nezih’in adresine.

Sokağın delisinin anlattığına göre bokör adammış Nezih. Yılda bir kez kağıt 200lira verir sonra da gidermiş. Hiç konuşmazmış.

Yine bakkalın anlattığına göre olay 1 Ocak 2025 günü olmuş. Nezih bakkala yine ekmek ve yumurta almak için gitmiş. Cebinden para çıkartıp bakkala verince bakkal “Abi artık bu para geçmiyor” demiş. Nezih çıkmış evine gitmiş. Öğlen yine bakkala gitmiş ve cebinden bu sefer kağıt 200 lira çıkartmış. Bakkal aynı şeyi söyleyince dönmüş arkasını gitmiş.

Kapıcının anlattığına göre aynı gün apartmanın girişinde kendi kendine konuşmaya başlamış Nezih. Gülüyormuş da. Anormal anormal hareketler yapıyormuş, sanki oynuyor gibiymiş. Korkmuş, uzaktan izlemiş bir süre. Sonra da bakmış durmuyor polisi aramış.

Polisin dediğine göre konuşmaya çalışmış ama cevap vermemiş Nezih. Sanki göbek atıyor gibiymiş. İlginç ilginç hareketler yapıyormuş. Zar zor birkaç arkadaşı üzerine atlayıp karakola götürmüşler. Çok güçlüymüş Nezih. Sonra da komiser hastaneye götürün demiş.

Doktorlarının söylediğine göre bir şok geçiriyormuş Nezih. İlaçlamışlar, beklemişler ve sonunda ağzından birkaç kelime almışlar. “ Tam yedi yıl bekledim, sonunda lanet gitti” demiş Nezih. Bir sürü de garip bilgiler veriyormuş. Doktor tıp bilgisine şaşmış.

Çilingirin söylediğine göre yedi kilidi açmak yedi saatini almış. Kimi kilitleri açamayıp kırmak zorunda bile kalmış. Polis eve girince şaşmış. Evde hemen hiç eşya yokmuş; televizyon da, buzdolabı da çalışmıyormuş. Sonra mutfak dolabını açınca küçük dillerini yutmuşlar. Deste deste kağıt 200 liralar. Bir yedi saatte ponu saymışlar, toplamı 80.000.000 ya yakınmış tam 2019’nın yılbaşı büyük ikramiyesi kadar.

Nezih’in anlattığına göre anne babası 28 Şubat’ta ** kataritik zehirlenmesinden kaybedince kimsesi kalmamış şu hayatta. Bir sucunun yanında taşıma işleri yaparmış. Sonra 2017’in son günlerinde milli piyango bileti almış ve hayatı kararmış. Harcamaya korkmuş, kötü insanlardan korkmuş, paranın kendisini bozmasından korkmuş, sahte arkadaş ve akrabalardan korkmuş, mafyadan kormuş, polisten korkmuş,... Korkmuş da korkmuş. Sonra bir ev alıp yaşayım demiş; sessiz sedasız ve sefasız. Elma apartmanındaki evi alıp yaşamaya devam etmiş. Türkiye’nin Avrupa birliğine girdiğinden de, euroya geçtiğinden de hiç haberi olmamış tabi. “Bir 1 Ocak’ta kararmıştı hayatım, başka bir 1 Ocak’ta özgürlüğe kavuştum”, diyormuş.  

Akıl hastanesindeki arkadaşı Gökhan’ın anlattığına göre Nezih odadayken radyo çekmezmiş.


*15 kasım 1979

*1997 

1 ocak şahit listesi

Bakkal
Kapıcı
Komşu kadın
Başka komşu kadın
Bambaşka komşu kadın
Başka komşu kadının asosyal oğlu
Postacı
Berber
Mahallenin delisi
Uyducu
Polis
Doktorlar

Akıl hastanesindeki arkadaşı

6 Ocak 2014 Pazartesi

pazartesi - duygu farkındalığı

Duygularınızı esir almaya karar verdim pazartesi alkatraz kuşçuları. Diyeceksiniz ki “Zaten yıllardı zaten duygularımı esir almadın mı?”, “Bu nereden çıktı?” Yüzeysel bir şekilde, üstten üstten, sizin anlayacağınız şekilde açıklamaya çalışayım.

*Sesimi duymak için aramamalı.
*Yeniden yargılanmalı.
*Sessiz ve enfes nefes almalı.
*Bıçak geçirmez yeleğini dışarı çıkarken hep giymeli.
*Dolguları dişiyle aynı renkte olmalı.
*Facebook resim beğenicisi olmamalı.
*Kısa boylu insanları tehdit olarak görmemeli.


Duygu dediğimiz şey yetmiş altı tane ve bunları hakkıyla yaşayamıyorsunuz. Ne sevinmeyi, ne üzülmeyi ne de özlemi hakkıyla yaşıyorsunuz. Bir karışıklık bir karmaşa mevcut. Örneğin  ızdırabınızda da, sıkıntınızda da aynı hızla ağlıyorsunuz. Ne hissettiğinizi bilmiyorsunuz dahi. Bunun için artık her hafta sizlere bir duyguyu söyleyeceğim ve hafta boyu bunu yaşayıp, farkındalığı arttıracaksınız. Yetmiş altı haftalık bu kürümüzden sonra ne olacak ben de çok merak ediyorum. İlk haftaki duygunuz arzu. Hadi hayırlı olsun.

4 Ocak 2014 Cumartesi

Böğre Bıçak

Belime  ve böğrüme – böğür mü?-  birer bıçak saplanalı bir saati geçiyor. Belimdeki yara derin olmalı, bacaklarımı hissedemiyorum. Böğrümün varlığını ise bıçağı yediğim an hissettim. Daha önce kedini hissettirecek hiçbir şey yapmamış; ne ağrımış ne de sızlamıştı.

Alt tarafımda elektrikler kesik olduğu için hareket de edemiyorum. Kollarımla kendimi sürümeyi denediysem de olmuyor. Hayatım boyunca bir kez bile barfiks çekmemiş, spor yapmamış biri olarak tabi ki beceremiyorum. Kan kaybıyla zaten insanda hiç güç kalmıyor. Bilincimi hiç yitirmedim ama. Bağırıp çağırdıysam da sesimi duyan yok. Ses sistemine o kadar para bayılınca ister istemez ses yalıtımı da yaptırtmıştım. Cep telefonumu da giderken götürdü kadın, ev telefonu bağlatmamıştım zaten. Temel ilk yardım bildiğimi sanıyordum ama turnike yapılacak bir durumda da değilim. Sadece elimle yaralarıma baskı yapıyorum ama artık çok işe de yaramıyor. Kan ilk saniyelerdeki gibi tazyikle akmasa da, durmuş da değil. Rus çarlık ailesinde genetik olarak hemofili vardı. Şu an net bir şekilde ölüyorum ve bunları düşünüyorum.

Yarım saat kadar önce, ben ölünce üzülecek olanları düşündüm. Annem kadar üzülecek kimse yok. Öküz kardeşim kolay atlatır, ablam ise antidepresanlarını arttırır. Arkadaşlarım da üzülür ama bir nebze. Patronum sevinir ama belli etmez. Ulaş’ın bana Bayburt’taki ev için borcu vardı, o da çok üzülmez. Kör ölür badem gözlü olurmuş. Arkamdan ne güzel şeyler söyleyecekler ama hiçbiri umurumda değil.

İnsanın kendini öldüren hakkında fazla bir şey bilmemesi de son saniyeleri için büyük şans. Beni iyi tanıdığım biri bıçaklamış olsa, son nefesime kadar “Neden?” diye kendime sorup duracaktım. Ama şimdi ne güzel, serbest çağrışımdayım. Sanki çorba karıştıran bir kadın ya da şehirler arası tenha bir yolda araba süren adam dinginliğindeyim. Huzurlu bile sayılabilirim hatta bildiğin huzurluyum.

Klişe gibi olacak ama katilimin adını kanımla yazdım zaten. Hem de bıçaklanmamdan sadece üç dakika sonra. Çok havalı olay yeri inceleme fotoğraflarım olacak.

Tamam biraz önce huzurluyum derken biraz abarttım. Aklım hala annemde. Yalnız yaşamaya başladı başlayalı tek eğlencesi Facebook. Resim beğenip, oyun oynayıp duruyor. Annemle orada arkadaşız da – real hayatta asla arkadaş olamazsak da – Şimdi ben ölünce benim Facebook hesabım ölmeyecek. Ne zaman Facebook’u açsa beni görüp üzülecek, ölmüş oğlunu Facebook’ta arkadaşlıkta da çıkartmazsın. Zavallının hayatta başka eğlencesi de yok. Puff! Borcum harcım da yok, ölürken bırakacağım en kötü şey bu olacak. Tüm huzurum kaçtı.

Ama dur. Kağıt kalemim olmasa da kanım var. Katilimin adının altına yazayım. Şimdi düşünüyorum da mail adresim ve şifrem sadece iki kez buluştuğum bir kadın tarafından evimde öldürülmemi açıklıyor.

“Ulaş facemi kapa Karizma_boy_69@gmail.com şifrem:123456”