12 Temmuz 2017 Çarşamba

3.Yağsız Sebze Çorbası

Yağsız Sebze Çorbası

“Dostlarım size bu sabah ne anlatırsam anlatayım boş!” dedi adam. “Bir kısmınız sadece arasından sadece duymak istediklerini duyacak, diğer kısmınız ise ihtiyacı olanları. Yaradan mucizesini bu sabah bir kere daha gösterecek halelüyah!” Çevresindeki insanlardan iyi giyimli olanları cılız biz sesle tekrar etti “Halelüyah” Elinde bir kitab-ı mukaddes sabahın köründe insanlara vaaz verirken; saçları dökük, simsiyah gömlek üstüne kar beyazı kravat ve alakasız kırmızı spor ayakkabılı, son derece iyi kıyım bir adam da gayet büyük –eker ayran kutusundan bile- bardaklarda çorba dağıtıyordu. Aksanında ve gülümsemesinde devasa bir Amerikalılık vardı. “Dostlarım…” diyordu cümlelere başlarken. Dişleri diş macunu reklamında oynayabilecek kadar beyaz ve muntazamdı. Ve tüm bunları belirli bir uzaklıktan tek ve aç başına izliyordu İzzet. İki gündür, günde bir simitle duruyordu ve üç simitlik bütçesi kalmıştı. O üzerinde dumanlar tüten çorba şu an ona dünyanın en güzel besini gibi geliyordu. Ama bir yandan da korkuyordu İzzet. Kendini aç ve kapana kısılmış hissediyordu.
Çorbayı dağıtan adam İzzet’in başını duymadığı bir diyaloğun sonunda “… tekkeyi bekleyen, çorbayı içer” dedi ve tam anlamı ile şöyle güldü “Haaa ha ha ha ha ha!” Kahkahalardan cesaret alan İzzet kalabalığa doğru yaklaşırken, kalabalıktan çok iyi giyimli ve bakımlı biri başka bir şey söyledi “Bizim çorba Adıyamanlıların üstten eklemeli çorbası gibi değil ama, bitiyor” dedi. Kalabalık yine çok gülünce liderleri olduğu belli olan adam “Arkadaşlar biraz sakin lütfen” dedi ve herkes anlayışla sustu.
Kalabalığı inceliyordu İzzet. Grubu yöneten adamla göz teması kurmaya çalışıyordu. Yok, asla böyle bir kalabalığın içine giremez ve çorba isteyemezdi. Lider karakter bir an için gözünü etrafını sarmış insanlardan arasına doğrulttu ve İzzet’i gördü. Birkaç saniyelik bakışmanın ardından İzzet mahcupça başını öne eğip gözünü kaçırdığı anda adam “Dostum bakar mısın?” dedi, “Lütfen bize katılıp Yaradan’ın bize nasip ettiği çorbayı bizimle paylaşmaz mısın?”
İzzet bir an korku ve çekingenlikten adım atamayınca hızlı ve kendinden emin adımlarla hemen yanına geldi ve elini omzuna atıp ona çorbaya kadar eşlik etti. “Dostum, adın ne?” dedi. İzzet zaten haddinden fazla heyecanlı günler geçiriyordu. İki katlı bir bi’milyoncuda tezgahtarlık yaparak geçinen bir adam için son birkaç günde yaşadıkları cidden aşırı fazlaydı. “İzzet” dedi sesi kısık başı öne eğikçe. Sonra başını kaldırdığında sarışın bir kadının onu telefonu ile kaydettiğini gördü ve tedirgin oldu. “Dostum telaşlanma” dedi adam. “Bu bir periskop yayını ve kaydedilmiyor. Çeşitli nedenlerle kilisemizin sabah çorbasına katılamayan dostlarımız için bu yayını yapıyoruz,  özel bir yayın bu, söyle bakalım ne çorbası istersin? Yağsız sebze çorbası mı yoksa acılı domates çorbası mı?” Seçeneklerde tarhana olmamasını hayatın ona asla istediği tercihleri sunmaması bağladıysa da yağsız kelimesinin negatifliğine takılıpDomates çorbası, lütfen” dedi İzzet.
Çorbadan bir yudum aldı, bir yudum daha aldı ve bir yudum daha aldı. İzzet öylesine açtı ki, çorba bir dakikadan kısa bir süre içerisinde bitti. Bittiğini gören lider karakter çorbayı koyan adama “Dostumuz çorbana bayıldı. Lütfen bir tane daha doldurur musun?” dedi. Çorba gelirken de kalabalıktan birkaç adım uzağa çektiği İzzet ile konuşmaya başladı. Gözleri İzzet’in gözlerinin üzerindeydi.
“Dostum biliyorum! Dostum görüyorum! Dostum hissediyorum! Canının sıkıntısını, seni boğan dertleri hissedebiliyorum. Farkındayım ki hayatının zor bir evresindesin. Hiç üzülme. Yaradan bizleri bu zor yollara bazen gittiğimiz yönü beğenmediği zamanlarda sokar. Söyler misin bana bu kötü günlerinden kurtulmak istemez misin? Ben Amerika’dan geldiğimde inan senin gibiydim. Param hiç yoktu. Sokaklarda yatıyordum; Cihangir’de, Beşiktaş’ta, Moda’da… Oralardaki o metruk boş binalardan geceler geçirdim ben. Soğuk kış gecelerinde uyuşturucu kullanan insanlarla koyun koyuna yattım; sadece donmamak için. Bacağıma sarılmış sokak çocukları tiner çekerlerdi, evsiz kalmış çocukların gözyaşları ile uykum bölünürdü. Bak şu an çorbayı dağıtan arkadaşımı görüyor musun? İste o benim o zor günlerden kalma bir arkadaşım, o benden de dipteydi. Sonra Yaradan bana bir kapı açtı. Yine böyle bir eylül günü dostum Pastör Erdinç ile tanıştım. Bana bugün benim sana yaklaştığım gibi davrandı. O zaman bu kadar kalabalık da değildik. Beni bir çorbacıya götürdü ve karnımı doyurduktan sonra seni akşam yemeğine bekliyorum deyip elime bir adres verdi. Ben de aynı şeyleri sana söylüyorum dostum. Seni akşam yemeğine bekliyorum. Yaratan ve Rabb İsa sayesinde tüm dertlerinden kurtulabilirsin”
İzzet anlatılanların sadece bir kısmını duydu, aklında ise ekmek istemek vardı, çünkü o da ekmek olmadan doymayan karakterlerdendi ama ekmek istemeye de utandı. Adam elinde bir kartvizit ona uzatıyorken arkadaşına bağırdı “Dostum bence senin eşsiz yağsız sebze çorbanı da tatmalı…”
İzzet teşekkür etti, adam İzzet’e teşekkür etti. İzzet arkadaşını dönüp kalabalıktan küçük ama seri adımlarla uzaklaşmaya başladı, açlıktandı belki ama çorba ona leziz gelmişti.
İzzet samimi bir Müslümandı. İbadet yüzdesi gayet yüksekti. Belirli aralıklarla vakit sayılarında düşüş yaşasa da yıllardır alnının secdeye değmediği bir gün dahi yoktu, ta ki birkaç güne kadar. İşlediği günahın büyüklüğünü ve affedilmezliğini bilse de Allah’ın affediciliğinin sonsuzluğuna güveniyor; bir yandan da işlediği günahı kalabalık işlemiş olmalarına güvenerek kendine düşen payın azlığından umut buluyordu.
Sokak arası bir camiye kadar tövbe ederek yürüdü. Şadırvanda abdestini aldı ve sabah namazının kazasını kıldı. Ki İzzet namazın kazasının olmayacağını düşünenlerdendi. Sonra biraz daha nafile ibadet yaptı. Öğleni cemaatle beraber eda etti. Abdestini tazeleyip biraz daha Allah’a yalvardıktan sonra ikindi namazını cemaatle kıldı. Sonra bol bol tesbihat yaptı. Tesbihatten sonra abdestini tazeleyip akşamı kıldı. Akşam namazı bittikten sonra imamın kendisine şüpheli gözlerle baktığını gördüyse de umursamadı. Arada biraz daha dua etti ve abdestini tazeleyip yatsıyı kıldıktan sonra camiden ayrıldı.
Elindeki kartvizite baktı. Yürüyerek on dakikalık yoldaydı. Ayakları diretse de yürümeye devam etti. Gün içinde Allah’a hep şöyle yalvarmıştı “Allah’ım günahlarımı bağışla. Biliyorum ki büyük bir günah işledim. Sen affedensin. Benim de günahlarımı affedersin. Akşam o kiliseye gidip o cemaatin içine karışmaya çalışacağım ama şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki; hazreti Muhammet Allah’ın kulu ve elçisidir. Yıllar önce televizyonda izlemiştim. Kiliselere polisler giremiyor. Allah’ım kiliseye girmemin tek sebebi hapishaneye girmekten korkmam. Beni affet Ya Rabbim!” derken kiliseni olduğu apartmana geldi. Apartmanın kapısı açıktı ve daire numarası olarak 2 yazıyor, girişteki dairenin kapısının üstünde ise 15 yazıyordu. Girişten dört kat daha aşağı indiğinde onu sabah tanıştığı adam karşıladı “Dostum!” dedi ve İzzet’e sarıldı “Geleceğini biliyordum. Sırf gel diye Yaradan’a hep dua ettim. Aramıza hoş geldin!”. Devasa mimik ve gülümsemeleri ile İzzet’i bir sıraya oturttuktan sonra kendisi de sahneye çıkıp elindeki kitabı mukaddesten bir sayfa açıp anlatmaya başlayalı birkaç dakika olmuştu ki; kapı sertçe çalmaya başladı “Açın kapıyı açın! Polis!”

Kapıyı sabah çorbaları dağıtan iri kıyım adam açtı. Polise arama emri olup olmadığını ve tüm evraklarının hazır olduğunu söylerken sesini biraz yükseltince ortam gerildi ve polis adamı yere yatırıp arkasından kelepçeledi. Sonra da içerideki yaklaşık on beş kişiye dikkatlice baktıktan sonra İzzet’in gözlerine bakıp “Hadi İzzet hadi! Bizimle merkeze geliyorsun” dedi. İzzet yavaşça sırasından kalkarken vaaz veren kişiye bakıp “Ben buraya polis giremez diye duymuştum” dedi. Pastör ise gülümsemesini bozmadan “Dostum” dedi “Burası Türkiye!”