30 Mayıs 2013 Perşembe

hafız süleymanoğlu

Hafız Süleymanoğlu

*Soyadı baskısı
*Rakipler
*Daha önce kaldırdığı ağırlık
*Antrönerlerle dudum.
*Kız arkadaş, sevgili sorunu
*Kazanılacak para
*Şan ve de şöhret


‘Gong!’ sesiyle irkildim. Her zaman daha kötüsünü düşünür ve şükrederdim. O an daha kötüsünü düşünemedim.

Şevki Türkyılmaz

Şevki Türkyılmaz: Ortalama bir tip. Kadınlarla arası genelde iyi. Efendi görüntüsü ve sessiz, mahcup gülüşü ile işi götürüyor. Aslında düşük profilli bir vampir. Kanı seviyor; tanıdı da, kokusunu da. Sadece kadın kanı seviyor. Sert sevişiyor. Muhtaç olduğu kanı kadınlarından elde ediyor. Hijyenik yollarla.

28 Mayıs 2013 Salı

müzik kutusu - mekan

Mekan son derece aydınlık. Belki de en aydınlık ve ferah gece klüplerinden birisidir. İnsanlar bu tür mekanlarda loş ışık isterler. Çünkü doğru ışıkta tüm erkekler yakışıklı, tüm kızlar güzeldi. Doğru ışık tüm ayıpları ve hataları örter.

Sol tarafta bir bar var. Barın sahibi genelde barmenle beraber barın arkasında takılmayı seviyor. Mekanın müşterileri genel de mekanın müdavimleri. Yeni gelen kişi sayısı çok az. Ondan içki isteyenler barın sahibinden değil, barmenden istiyorlar. Bar sahibinin profili ise garip. Herkes inceden çekiniyor ondan ama çekinilecek bir durum yokmuş gibi davranıyorlar. Arada içki ısmarlıyor. Havadan sudan muhabbetler ediyor. Herkes onu dinliyor ve önemsiyor. Yaptığı işe, işletti mekana saygıları var.

Tam ortada eski model bir müzik kutusu var. Ortamda hiç müzik grubu falan çalmıyor. Mekanın müzik ihtiyacını o eski müzik kutusu sağlıyor. Asıl kalabalık o müzik kutusunun etrafında toparlanmış. İp gibi olmasa da bir sıra var. İnsanlar sırada olduğu gibi dikilmiyorlar. Dans ediyorlar, dans eder gibi yapıyorlar, sallanıyorlar ve sıralarının gelip istedikleri şarkının çalmasını bekliyorlar.

Sağda ise iki tana üç top bilardo masası var. Genelde boş orası. Oynayanlar ise on dakikadan fazla oynamıyorlar. Sadece renk olsun diye konulmuş gibi. Bazen mekan sahibi kendi kendine oynuyor ve onu izliyorlar. Adam gerçekten yetenekli. Muhtemelen kendi oynamak için alıp koymuş masaları.

İçki ucuz mekanda. Çok az bir kar payı ile satılıyor. Şişe ya da cam bardak yok. Onun yerine havalı kalın kağıtttan bardaklar kullanılıyor.. Bilardo masaları da beleş. Müzik kutusu ise 1 demir lira ile çalışıyor. Koca mekanı beş kişi çeviriyorlar. İki güvenlik içeri silah sokmuyor, bir barmen var, mekan kapanınca gelip temizliği halleden yaşlı bir teyze ve her işe biraz yardım eden mekan sahibi o kadar. Aşçı olmadığı için yemek de yok. Çok acil durumlarda pizza söylüyorlar ve hiç kar koymadan müşteriye veriyorlar.

26 Mayıs 2013 Pazar

pazartesi - süper fikir

Bir varoluş ilkesi demek ikircikli kişiselleştirme filhaka demekmiş pazartesi yüksek potansiyelleri. Bu günden sonra her pazartesi kelime hazinenize on on beş kelime katmaya  karar verdim. Bu sayede on sene sonra tartışma ve düşünme dağarcığınız gelişecek hatta beraber yeni kelimeler ve terimler türeteceğiz. Rüyalarımız renklenecek, anılarımız daha bir mücipleşecek.

*Vandallara fikri destekte bulunmalı.
*Saçları açıkken kulakları aradan çıkmamalı.
*Diploması odasının duvarını süslemeli.
*Motorsiklet kaskı ile karşı konulmaz bir sempatikliği olmalı.
*Kan ağlamamalı, kan kusmamalı, kan sıçmamalı.

Muhteşem günler çok yakın müstesna tebam! Neden daha önce bunu düşünmedim ki diye ne kadar hayıflansam azdır. Bu haftalık bu kadar kelime yeter. Şimdi herkes eve gidip kelimeleri beşer kez defterine yazsın ve hafta içinde en az elli kere konuşmalarına serpiştirsin. Kelimeleri filolojik olarak da araştırın. En sonunda da vücutlarınıza dövme yaptırın. İstikbalimizin parıltılı güneşinin yanıklarını şakaklarımda hissedebiliyorum.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

müzik kutusu 3. paragraf

Mutluluğun 77 sırrının 53.’sü yeni insanlarla tanışmak için tek başına bir gece klübüne gitmekti. Kitaba teslim olmuş durumdaydım ve teslimiyetin daha önce tatmadığım bir hazzı vardı. Googledan gece klüplerine baktım ve 'Klapyetmişyedi' diye bir yer gördüm. Bu bir işaret olmalıydı. En havalı kıyafetlerimi giydim ve uçarak mekana gittim. Damsız da girilebiliyordu. Bu tür yerlere damsız girilmez sanırdım. Mutluluğun 77 sırrının 2.'sinden öğrendiğim gibi kendimden emin ve sıcak bir gülümseme takındım. İçeri girer girmez benim gibi gülümseyen kırmızı deri ceketli çelimsiz bir adam "Dostum neredesin sen ya? Kaç zamandır boşladın buraları" dedi. Buraya ilk kez geliyordum ve çok emindim ki bu adamı ilk kez görüyordum ama biriyle karıştırılmış olmak tanışmanın yükünü almıştı omuzlarımdan. Bana daha önce hiçbir erkekle sarılmadığım kadar samimice sarıldı. Adamla havadan sudan konuştuk durduk. Anladığım kadarı ile mekanın sahibiydi. Samimiyetinin altında yatan sebep bu mu diye düşünmedim değil ama öyle sıcak konuşuyorduk ki; telefonunu alırsam rehbere 'kenke' diye kaydedecek durumdaydım.

24 Mayıs 2013 Cuma

sevgililikle ilgili on benzetme


*Eski sevgili kokusu gibisin. Beni zamandan  ve mekandan kopartabiliyorsun.
*Sevgilimin belalı abileri gibisin. Şimdi düşmanız yarın kurbana ortak gireriz.
*Hafta dönümlerini kutlayan çiftler gibiydik, kıbrıs barış harekatının yıldönümlerinde bile balkondan bayrak sarkıtırdık.
*Aradığında meşgul olan olan sevgili hattı kadar işkillendiricisin.
*İlk kez elele tutuşan sevgililer kadar çekingensin.
*Sırf yazı yalnız geçirmemek için sevgili olmuş bir çift gibiydik. Ben masrafları çekiyordum, o egomu tatmin edip, paramı yiyordu.
*Eski sevgilileri çift olduğu için sevgili olmuş bir çift gibiydik. İki insanı en yakınlaştıracak duygu intikamdır.
*Kız gibi terk ederdi, her zaman açık bir kapı bırakırdı.
*Mal bölünmesin diye evlendirilen kuzenlerin oynadığı sevgililik oyunu gibiydi yaşadıklarım. Zevk almaya çalışıyordum o kadar.
*Annesine benzeyen kızlarla çıkan kızlarla çıkan adamlar gibiydim. Babama benzeyen herkese acı çektiriyordum.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

müzik kutusu düzeltilmiş giriş ( mekan sahibi çalış )


Mutluluğun 77 sırrının 27.’sini okumuştum ve  kitabı okumaya başladığım andan bu yana üçte bir bile mutlu değildim. (daha güzel bir giriş). Kitabı kenara koydum ve üç parmağımı alnımda ve şakaklarımda gezdirerek üç parmak masajı yapmaya başladım. Genelde hiçbir doktorun çözemediği ve ‘piskolojik’ diyerek başarısızlıklarını kamufle ettikleri baş ağrıma bir nebze iyi gelirdi ama bu sefer hiçbir işe yaramadı. Hemen youtube’dan üç parmak mesajının nasıl yapılacağını tekrar izledim ve uyguladım olmadı. Tekrar izledim, tekrar denedim; tekrar izledim, tekrar denedim; bir daha, bir daha... Olmuyordu. Küfrettim. Hem de uzunca bir küfür. Kendi sesimi duydum ve gülmeye başladım. İyi küfreden insanlar hep daha mutluydu.

Mutluluğun 77 sırrının 35.’sini okurken aklıma üç parmak masajınının yaratıcısına mektup yazmak geldi. Çünkü Mutluluğun 77 sırrının 35.’si mektup yazmaktı. Doktorun kişisel internet sitesinden muayenhanesinin adresini buldum ve bir mektup yazdım. Önce ingilizce yazmayı denedim ama ingilizcem yetmedi, ingilizcemi zorladım; bu da beni daha mutsuz etti. En iyisi türkçe yazmaktı. Hem belki uğraşır çözerdi ya da tanıdığı bir türk vardı. Denemeye değerdi. Sabah postaneye gidip mektubu gönderdim. Mutluluğun 77 sırrının 36.’sının dediği gibi çalışana önce günaydın dedim, sonra da gününü nasıl geçtiğini sordum. Cevap vermedi

Mutluluğun 77 sırrının 53.’sü yeni insanlarla tanışmak için tek başına bir gece klübüne gitmekti. Kitaba teslim olmuş durumdaydım. Googledan gece klüplerine baktım ve 'Klapyetmişyedi' diye bir yer gördüm. Bu bir işaret olmalıydı. En havalı kıyafetlerimi giydim ve uçarak mekana gittim. Damsız da girilebiliyordu. Bu tür yerlere damsız girilmez sanırdım. Mutluluğun 77 sırrının 2.'sinden öğrendiğim gibi kendimden emin ve sıcak bir gülümseme takındım. İçeri girer girmez benim gibi gülümseyen kırmızı deri ceketli bir adam "Dostum neredesin sen ya? Kaç zamandır boşladın buraları" dedi.

21 Mayıs 2013 Salı

müzik kutusu giriş (üzerine git.)


Mutluluğun 77 sırrının 27.’sini okumuştum ve  kitabı okumaya başladığım andan bu yana üçte bir bile mutlu değildim. (daha güzel bir giriş). Kitabı kenara koydum ve üç parmağımı alnımda ve şakaklarımda gezdirerek üç parmak masajı yapmaya başladım. Genelde hiçbir doktorun çözemediği ve ‘piskolojik’ diyerek başarısızlıklarını kamufle ettikleri baş ağrıma bir nebze iyi gelirdi ama bu sefer hiçbir işe yaramadı. Hemen youtube’dan üç parmak mesajının nasıl yapılacağını tekrar izledim ve uyguladım almadı. Tekrar izledim, tekrar denedim; tekrar izledim, tekrar denedim; bir daha, bir daha... Olmuyordu. Küfrettim. Hem de uzunca bir küfür. Kendi sesimi duydum ve gülmeye başladım. Üç parmak masajının yaratıcısının mail adresini buldum ve mail attım.

Mutluluğun 77 sırrının 35.’sini okurken aklıma üç parmak masajınının yaratıcısına geçen hafta attığım mesaj geldi. Mail kutuma baktım boştu. Mutluluğun 77 sırrının 35.’si mektup yazmaktı. Doktorun kişisel internet sitesinden adresini buldum ve bir mektup yazdım. Önce ingilizce yazmayı denedim ama ingilizcem yetmedi, ingilizcemi zorladım; bu da beni daha mutsuz yaptı. En iyisi türkçe yazmaktı. Hem belki uğraşır çözerdi ya da tanıdığı bir türk vardı. Denemeye değerdi. Sabah postaneye gidip mektubu gönderdim. Mutluluğun 77 sırrının 34.’sünün dediği gibi çalışana önce günaydın dedim, sonra da gününü nasıl geçtiğini sordum.

Mutluluğun 77 sırrının 53.’sü yeni insanlarla tanışmak için tek başına bir gece klübüne gitmekti. Kitaba teslim olmuş durumdaydım. Googledan gece klüplerine baktım ve klub77 diye bir yer gördüm. Bu bir işaret olmalıydı.a

20 Mayıs 2013 Pazartesi

ölüm diyalog "bir ara yazmışım"


“Dişim ağrıyor”
“Ama hiç fırçalamıyorsun”
“Pufff”
“Gidelim mi dişçiye?”
“Önce ağrı kesici ve antibiyotik sonra ağrı kesici alayım. Hem geçer belki.”
“Geçer, ama sonra yine ağrır lafa bak antibiyotik. Biyotik olmayan.”
“Ölüyorum.”
“Ölüyoruz”

19 Mayıs 2013 Pazar

Akis


Aksinin aksi bakışları (paramparça)

İlk kez aynadaki aksimden korktum bu gece. Eskiden acır gözlerle, biraz da sempati ile baktığım o adam şimdi serseri mayın gibi. Küçük gözleri daha bir donuk, yüzü daha bir kızarık. Ne yapacağını daha önce de bilemez, kestiremezdim ama bu sefer geç kalmaktan çekiniyorum.
Yatağını yine toplamamış, nevresimi kirden kuru çamur rengini almış. Yerde, baş ucunda, sehpada dolu küllükler. Kokunun sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. Annesi ağlayarak  “Emanet edecek kimsem de yok” demiş ve ölmüştü, ne kadar acı bir son söz. Annem iyi olmasa da kalbi temiz bir insandı.
Kalktım, küllükleri döktüm, nevresimleri makineye attım, camları açıp odayı havalandırdım; korkarak tekrar aynaya baktım, ifadesizce beni izlemeye devam etmesiyle ürperdim. Kötü de olsa arkadaşları vardı eskiden, şimdi yapayalnız ve artık eminim ki; kötü arkadaşlar, yalnızlıktan iyiydi. En azından bizim için.
Sağa sola çaresizce bakınırken banyoda diş fırçasını gördüm. Pas tutmuş dişlerine, çürük kokan ağzına baktım; canım yandı, içim acıdı. Eğer bir son kullanma tarihi varsa; geçiş yıl dönümü birkaç kez sessizce kutlanmış macunu fırçaya sürdüm ve dişlerini zımparalamaya başladım. Midesi kalktı, kusmaya çalıştı, günlerdir açtı, kusamadı. Sonra aynadan bana, ergenliğinden beri bu kadar safını görmediğim bir öfke ile baktı. Bakışlarımı kaçırmaya çalıştım, başaramadım. Kapana kısılmak böyle bir şey olmalıydı.
Bana bakmadığı bir an sessizce cep telefonunu karıştırmaya başladım. Mesaj kısmı bomboştu, Son aranan numaralarda ise alt sokaktaki tavuk dönerci ve ev sahibesi Sevim Hanım vardı. Cevapsızlarda ise rehbere kayıtlı olmayan bir numara beş gün önce aramıştı. Gözüme tanıdık geldi o numara, anımsayamadım; her an yakalanabilirdim, şükür yakalanmadım.
Kalktı ve ışığı söndürdü, muhtemelen beni görmemek için. Sevindim, bu gecenin onunla göz göze gelmek için doğru zaman olmadığı aşikardı. Karanlıkta birkaç sigara içti. Çakmağı alevinden ve çektiği derin nefeslerde sigaranın alevinden, karanlığı delen duygusuz bakışlarını görebiliyordum. Kaçacak bir yerim olsa o gece kaçardım.
Gün ışımaya yüz tuttuğunda ikimizde uyumamıştık. O bir an dalar gibi olunca ben nefesimi tutup, parmak uçlarımda yürüyerek yine telefonu aldım. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanın cesareti ile o cevapsız numarayı aradım. Telefonun ilk üç çalışında kalbim yerinden çıkacak gibiydi, dört ve beşte daha sakindim. Altından sonra ise bir karamsarlık ruhumu sardı. Telefonu kimse açmadı. Bir daha aradım, bir sigara içtim, bir daha aradım; en son kez bir daha aradım. Sonra makinaya attığım nevresimleri sabah güneşine astım. Cüzdanımı açtım, az param vardı. Kahvaltılık bir şeyler almaya çıktım. Nevresimleri emanet ettiğim sabah güneşi beni de ısıttı, güzelce bir çay demlemenin hayali ile anahtarı kapıya takıp çevirdim.
İçerideki manzara her şeyi özetliyordu. Ayna paramparça ve yerdeydi. Dört parçaya bölünmüş cep telefonu da ayna parçacıkları ile beraber yatıyordu. Gittim çay koydum, çayımdan ilk yudumu alana kadar hiçbir şey düşünmedim, ilk yudum boğazımı ısıtınca da kendimi daha iyi hissettiğimi fark ettim. Aksimin aksi bakışlarını üzerimde hissetmemek güzeldi.
7 kasım kastamonu

pazartesi - silikon vadisi


Her meslek grubundan insan dövmeyi severim ama her zaman için dövümü en hafif olanlar bilim adamlarıdır pazartesi fan etikleri. Salıyı perşembeye bağlayan gece elli altı tanesi beyaz önlükleri ile sokağa girince acaba kasaplar mı diye inceden tırssam da; hantal vücutlarından bilimci olduklarını görüp, kalbim sevinçle doldu. Röpdaşambırımın kollarını sıvayarak dertlerini dinlemeye başladım.

*Topuğu hiç kırılmamalı
*Saçam sapak fotoşoplu resimler yapıp sosyal paylaşımda bulunmamalı
*Benim ciddiye aldığım şeyleri ciddiye almamalı.
*Kaybetmeyi kabullenir gibi yapabilmeli.
*Youtube’da araba kazası videoları izlememeli

Bazılarını gözüm ısırıyordu. Bazılarında ise eski attığım dayakların izlerini görebiliyordum; mesela adamın birinin alnına tetrisimin tuş takımının izi çıkmış. Bunlar dayak arsızı oldu diye düşünürken biri söze girdi. Silikon vadisi için desteklerinizi bekliyoruz, dedi tırsa korka. Hiroşimaya atom bombası atıldığını öğrendiğim günden beri hiç bu kadar sinirlenmemiştim. “Benim hayatım destekli sütyenler ve silikonla savaşla geçti ulan!” dediğim gibi kendimden geçmişim. Neler yapabiliyorum bazen, ben bile kestiremiyorum.

17 Mayıs 2013 Cuma

müzik kutusu, diyalog deneme.


“”Bir nevi Fight Clup burası. Benim Fight Club’ım.””

“Bak buraya. Şu gördüğün müzik kutusundan sadece burada, benim cafemde var. Ben icat ettim. Sadece elli kuruş atarak listedeki bin şarkıdan istediğini dinleyebilirsin. Bir lira aratak da o an çalan şarkıyı durdurup, istediğin şarkıyı çalabilirsin, iki lira atarak da değişen şarkıyı değiştirebilirsin. Şarkı bitene kadar kimse para atmazsa yeni şarkı yine elli kuruş. Her kestiğin şarkıda ücret ikiye katlar”

“Neden böyle bir makina icat eder ki bir insan?”

“Kargaşayı seviyorum; çatışmayı, çarpışmayı... İnsanlar  bir şarkıya olası gerektiğinden daha fazla önem veriyorlar. Kiminin sevgilisi ile dans ettiği şarkı, bir başkasının terk edilirken dinlediği şarkı. Bazı şarkı sağcıların, bazıları solcuların. Metalciler var asla arabesk dinletemezsin, arabeskçiler var asla elektrikli gitara tahammül edemez. Ankara oyun havası çalarsa muhakkak ortam karışır... .

Ben  genelde bir kız uğruna ya da güç uğruna insanların kavga etmelerini seviyorum. Birbirileri iterek tartmalarını, ilk yumruğu atanın gözünün dönmüşlüğünü, gemileri yakmışlığını; ilk yumruğu yiyenin anlık şaşkınlığını seviyorum. Kavganın kaçınılmaz olduğu anlarda daha önce hiç kavga etmemiş birinin ilk yumruğunu çıkartışını izlemeyi seviyorum. Sadece kavga edenleri değil, kavga edenlerin arkadaşlarının hallerini, ayırmaya çalışmaları, ‘Bırakın lan beni’ diyenlerin bırakılmaktan korkmalarını seviyorum. Bir nevi Fight Clup burası. Benim Fight Club’ım.”

“İyi de kavga çıkınca dükkanın mahvolur”

“Her şeyin bir bedeli var. Kimse kimseyi öldürmesin diye ortalıkta hiç cam yok. Çatal kaşıklar plastik. Masa ve sandalyeler kırılır bazen ki, o kadar güçlü bir nesil yok karşımda. Çoğunun yumruğu fos, kimse kafa atmasını bilmiyor. Kavganın ruhu başkadır. Döven çoğunlukla masraflarımı karşılar. İşin raconu böyledir. Şu kasanın altındaki eski kasetçalarlara benzeyen aleti görüyor musun. Adını duymuşsundur ‘jammer” Tam yirmi beş bin euro ateşledim bu alete. Başbakan falan yoldan geçerken telefonlar çekmez ya. Bu da o işe yarıyor. Ortalık karıştı mı şu sarı tuşa dokunuyorum ve kimsenin telefonu çekmiyor.

m.m (s)AINT


Eğer kıyametin kopacaksa bugün zerre umurumda değil
Çünkü beni davet eden olmadı
Benim çizdiğim kalple şöhreti tattın
Ben sanatçı değilim
Böyle sanatın içine tükürürüm

Bende sessiz harfler var yapayalnız
Araya sen girince küfür olan

Hep kusursuzu aradın ve şimdi kusursuzsun sanıyorsun?
Seninle kıyaslanınca asıl kusursuz olan benim
Senin karanlık dünyandaki sırıtık bir kar tanesiydim
Asla mükemmelliğim yanından bile geçemeyeceksin

Adım ne ha? Söyle adım ne?
Ah, ah-ah, ah-ah
A’yı karıştırma ben bir aziz değilim.
Adım ne ha? Söyle adım ne?
Ah, ah-ah, ah-ah
A’yı karıştırma ben bir aziz değilim.

Ah, ah-ah, ah-ah
Ah, ah-ah, ah-ah

Parçalı bir kırığım ben,  kazığa dikilmiş bir kuru kafa
Sen bulaştın bana
Elmasları sen, bokları ben aldım
Son kullanma tarihin geçmiş olmasına rağmen satıldın
Ben ızdırap içindeki bir dahi
Sen ucuz bir seks sembolü

16 Mayıs 2013 Perşembe

Evcil hayvanlarımız


1.
On dört yaşında, yeşilin üç tonunu kanatlarında bulunduran, gri gagalı çirkin sayılabilecek bir papağanım; adım Sevinç ve ben kimse ile tanıştığıma memnun olmam. Sevmem insanları, bana hep aptal ve acınası gelirler. Bana ev sahipliği yaparak, önüme çekirdek koyarak; hem günahlarından arınmayı, hem de mutlu olmayı umarlar. Bu kadar sorumluluk bir papağan için çok fazladır.

Müzeyyen ve Şadi çifti beni kızları Nur'u evlatlıktan reddettikleri hafta aldılar. Müzeyyen Teyze'nin sabahın köründe, elinde şarap şişesi ile fotoğraf albümünden kızının fotoğraflarını çıkarttığında, ben camın kenarında çekirdek çitliyor ve bir sorti ile şaraptan bir yudum almanın hayalini kuruyordum. Sonra Şadi Amca, Müzeyyen Teyze'nin yanına oturdu ve "Anılar silmemiz daha uzun zaman alacak ama sileceğiz Müzeyyen" dedi ve şarabı fondipledi. İşte o an kalbim cız etti. Çünkü evde başka şarap yoktu.

Her ne kadar dışarıdan bakıldığından iyi insanlarmış gibi gözüken ev sahiplerim -ki muhtemelen cehennemde yanacaklardır- hayatlarının geri kalanını bana adadılar. Mesela kızlarının odasının tamamını bana kafes yaptılar. Salak saçma oyuncaklar aldılar. En pahalısından kuş yemleriyle, susamlı krikkraklarla hatta cevizle, fındıkla beslediler. Tüm ilgilerini bana gösterdiler. Çok sıkıldım, çok bunaldım ama kaçacak yerim yoktu. Erzurum'da papağan olmak, ayda astronot olmaya benzer; mekikten çıktığın an kıçına pamuğu sokarlar.

Şatafatlı hapishanemde yıllar geçirdim. Hatta manyakların gönlü olsun diye "Şadi" demeyi bile öğrendim. Aşk ve cinsellik dışında büyük problemlerim olmadı.

Ve Müzeyyen Teyze öldü. Kalp yetmezliğinden. Zaten kalbi ne Şadi'ye, ne kızına, ne de bana yetmişti.

Şadi Amca ile baş başa kaldık. Adam bu sefer üzerinden haçlı ordusu geçmiş gibi olmuştu. Yemiyor, içmiyor - ki zerre umurumda değil - yedirmiyor, içirmiyordu. Lale devrim, kraliçenin ölümü ile bitmişti.

Sonra bir sabah...

2.
Ben dört yaşında beyaz tüylü, pembe patili, cins olmayan ama gayet cins bir dişi kediyim. Adım Kasap, insanlar bana Linda diyor. “Linda! Gel pisi pisi” falan dedikleri zaman bana dediklerini biliyorum ama dönüp bakmıyorum bile. Mevlüt ve Ferhan denilen iki adamla beraber, hemen hemen doğduğumdan beri, kaç katlı olduğunu bilmediğim bir apartmanın 6. katındaki bir dairesinde nefes alıp veriyorum. Yaşıyorum demiyorum, yaşamak daha farklı bir şey olsa gerek. Nasıl insanlar bebekliğini anımsamaz, ben de anımsamıyorum ve bu eve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Henüz ayağım toprağa basmadı ve kendimden başka bir kedi görmedim. Hatta kendimden başka gördüğüm tek hayvan mutfakta çıkan hamamböcekleri, o kadar. Onları öldürmek için delirsem de kendimi tutuyorum ve dokunmuyorum. Maksat Mevlüt ve Ferhan'a cinslik olsun. Velinimetim, ev sahibim hatta onlara göre sahibim olsalar da bu iki tipi de hiç sevmiyorum.

Kısa, kıvırcık saçlı olanın adı Mevlüt. Diğerine göre çok daha dışa dönük bir karakter. Bazen sabahlara kadar çok neşeli telefon görüşmeleri yapıyor. Yemimi de o veriyor. Arada sırada unutuyor ama ben hatırlatmasını biliyorum. Çok güzel kıyafetleri var. Takım elbise yakışıyor, gününün önemli bir kısmını kişisel bakımına harcıyor. Evde birileri varsa namazını aksatmıyor.

Uzun, kıvırcık saçlı olanın adı ise Ferhan. Birçok yönden Mevlüt’ün tersi. Tamamen içine kapalı bir karakter. Benimle bile konuşmuyor. Sanki konuşsa dinlerim, hah! Kumumu o temizliyor ve hiç aksatmıyor. Sırf pislik olsun diye dışarıya pislediğim zamanlarda beni gazete ile dövüyor o kadar. İki tane takım elbisesi var, solmuş kahverengi ve silik yeşil; birkaç tane de gömlek o kadar. Giydiği hiçbir şey zerre yakışmıyor. Mevlüt hariç herkese ‘siz’ diye hitap ediyor. Odasında takkeli, sert çehreli adamın siyah beyaz bir resmi var. Babası sanırım.

Erzurum'da bir devlet dairesinde çalışıyor bu ikisi ve ikisi de rüzgar gibi terfi alıyor. Evimize arada sırada birçok adam geliyor ve bana "Müezza"diyen genç bir çocuktan din dersleri alıyorlar. Onlar geldiği zaman beni Ferhan’ın yatak odasına kilitliyorlar ve ben de elimden geldiğince odanın canına okuyorum. Bir keresinde biriktirdiği mavi kapakları dağıttım ve babasının resminin olduğu çerçeveyi kırdım. O da bana bir tekme atıp kaburgamı kırdı. Kötü bir şakayla; sekiz canım kaldı.

Nüfuz cüzdanım ya da en azından bir aşı karnem olsaydı inanç kısmına kesin satanist yazdırırdım. Tüm dinleri tanıma şansım olmasa da müslüman olmadığımı biliyorum. Mevlüt, Ferhan ve arkadaşlarının hepsi yani tanıdığım tüm insanlar müslüman. Bu kadar kanıt kafi bence.

Satanistliğim eski değil, tekme yediğim gün düşünmeye başladım bazı şeyleri ve yediğim tekmenin kırdığı kemiğim tam iyileştiği gün karar verdim satanist olmaya. Ferhan ile Mevlüt’ün misafirleri geldiği zaman izlettiği bir filmde duymuştum şeytana tapanlar olduğunu ve  bakire kurban verdikleri. Madem şeytana tapıyordum ve bakireydim; yapmam gereken basitti, intihar edecektim. Nefes alıp verişlerimin kesilme ihtimali bir an bile korkutmadı beni.

2,5

Gönül isterdi ki; 13. Cuma olsaydı. Saat gece yarısını geçmek üzere olsaydı. Yere bir pentagram çizseydim. Pentagramın her köşesine birer mum yakabilseydim. Arkada Marliyn Manson'dan, (s)Aint çalsaydı. Sihirli kelimeleri söyleseydim. Sonra da bir bıçak ile kendimi Şeytan’a kurban edebilseydim.

Onun yerine bir ramazan gecesiydi. Ev çok havasız olduğu için Mevlüt ceyran yapsın diye tüm camları açmıştı. Ferhan da sahurluk yumurta haşlıyordu. Televizyonda Samanyolu Tv açıktı. Münib Engin Noyan ağır ağır orucun insanları nasıl sakinleştirdiğini, dinginleştirdiğini anlatıyordu. Koridordan salona doğru hızla koştum; kanepeye, masaya hızla bastım ve tüm gücümle kendimi açık camdan aşağı fırlattım. Yere çakılırken “Maaaauuuvvvv”(1) diye bağırdım. Aklımda ise tek bir şey vardı. Ölüm bir yanılsamadır.

3.
Yaşıyordum. Ve üşüyordum. Her zerrem ıslaktı ve dört bir yanım yumuşak beyaz bir soğukluk kaplamıştı. Karla tanışmış ve tanışır tanışmaz nefret etmiştim. Bir metrelik kardan kurtulup  hurda bir WV minibüsün altına sığınmam yarım saatimi aldı. Ölecekmişim gibi titriyor ve üşüyordum. En çok Ferhan’ın kırdığı kaburgam acıyordu ama şu an Ferhan’ın beni kurtarması için neler yapmazdım. Yanlış anlaşılma olmasın, durumun bir dua değil, temenni içeriyordu. O kadar!

Minibüsün altında şoku atlattıktan sonra koşmaya başladım. Kontrolsüzce, bilinçsizce, delice; ölüce, ölümüne, ölesiye koşuyordum.

4.
Yine bir evde uyandım. Ölemiyordum. Kendimi Şeytan’a kurban edemediğim için mutsuz olsam da; içimden çok cılız bir ses belli belirsiz bir şekilde ölemememi kutluyordu. Önümde tavuk kemikleri vardı, bir de kemikleri koyan benden daha kötü görünüşlü bir adam. Şadi. Saçları kirpi gibiydi. Daha önce hiç duymadığım berbat bir kokusu vardı. Seyrek beyaz sakallarının arasından kırmızı yanakları parlıyordu. Evin her yanı boş şarap şişesiydi.

Az da olsa yaşadığım, gözlemlediğim sokak tecrübeme göre; bu evin sokaktan tek farkı sıcak olmasıydı. Bir evin bu kadar dağınık olabileceğini hiç düşünmemiştim. Camdan baktım. 6. kattan atlayıp ölemediğime göre buradan atlasam hiçbir şey olmazdı. Ev öyle havasızdı ki; camı açmasını aylarca bekleyebilirdim. Huzursuz huzursuz etrafı izledim. Bardağın dolu tarafı. Şadi beni kucağına alıp okşamıyordu.

Salona açılan iki kapıdan, solda olanından garip bir koku ve “Şadi! Şadi!” diye sesler geliyordu. Karısı ya da çocuğudur diye düşündüm ve içeride ne varsa, onun için üzüldüm. Burası cehennemim beşinci katmanı gibiydi. Kaloriferin altına geçtim ve kıvrılıp uyudum.

Birkaç saat sonra Şadi’nin bana yaklaştığını hissettim ama uyur gibi yapmaya devam ettim. Sonra beni ensemden tuttuğu gibi o seslerin geldiği odaya attı. Oda bomboştu; sadece Şadi, ben ve “Şadi! Şadi!” diye bağıran yeşil çirkin bir kuş vardı. Ben hemen köşeye sindim. Şadi taburesi ile diğer köşeye geçti. Elinde şarap şişesi yüzünde tanımlayamadığım donuk bir ifade vardı. Salak kuş benden korkmuş, kendini cama vuruyordu. İçimden bir ses ise, kulak zarımı yırtarcasına “Öldür!” diye bağırıyordu. Salak kuş konacak yeri kalmadığı için birkaç dakika sonra yorgunluktan yere kondu. Yavaş yavaş sürünmeye başladım. Daha önce hiç böyle davranmamıştım ama sanki doğduğum günden beri bunu yapıyor gibiydim. Kuş, Şadi’ye; Şadi de bana bakarken arka ayaklarımdan gücü aldığım gibi atladım ve kuşu yakaladım. HAM.

Artık kuşun odasında ben kalıyorum; Şeytan’a her gün daha çok inanıyorum.

not:(1) Maaaauuuvvvv: Annnnneeeee

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Aldous Huxley




                                                                  -Huxley'e-

ne demiş değerli dostum Aldous Huxley?
"bu dünya belki de başka bir gezegenin cehennemidir"
bu sabah çok eminim ki adam haklı
mutsuzluğum çıplak gözle bile seçilebiliyor

uykusuzum;
sanki daha önce hiç uyumamış gibi
sağ baldırım huzursuz
tenimin üstü sanki katran ve pas
her saniye çürüdüğümü biliyordum,
şimdi bildiğimi hissediyorum
bilmekle hissetmek arasında dünyalar değil, bildiğin dünya var
mutsuzluk saçıyorum.

bulaştırıyorum mutsuzuğu her bir yanımdan
havayla, suyla, falan ve de filanla
hatta dikkatli baksam birine o bile kafi
dünyanın üstünde dolaşan bir uçağın kuyruğuna beni taksan
ya da şehir şebekesine beni bağlasan
her zerremi en kalabalık şehirlerin ortasına atsan
merkez bankalarındaki altınları yalasam
akşama sabaha kopar kıyamet

Aldous Huxley ile dost değiliz unutmadan.
mutsuzluktan ölmemek için kendimi avutuyorum.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

pazartesi - gölge


Geçen çarşamba bir yandan yalnızlık için yerine bir keline türetmeye çalışırken, bir yandan da işaret parmağım ile dizime vurarak tempo tutuyordum pazartesi polifonikleri. “Dın, dın dın dın; dın dın dın, dın dın dın”. Evet bildiniz ‘Eye of the tiger”

*Kelime oyunları temelli bir mizahı olmamalı
*Yabancı kadınlarla öpüşmemi diyalog çabası olarak görmeli
*Polis radyosu ve polis telsizi dinlemeli.
*Kız arkadaşları ağladığında geç teselli etmeli ki; ağlama süresi artsın.
*Beni garsonlarla muhatap etmemeli.

O streoid bağımlısı kas yığınından nasıl böyle güzel film çıkar hep kafamı karıştırmıştır. Gözlerimi kapattım ve filmi baştan sona birkaç kez hatırladım. O merdivenlerden yukarı koştuğu sahneyi dört tekrar geçtim. Hiç olmaz, içimden koşmak geldi. Gri eşofmanlarımı çektiğim gibi koşmaya başladım. Tabi ben koşunca tüm kadınlar koşmaya başladı. Arkamdan hızla gelen bir kadının gölgesine bastığımı fark ettim. Sonra kendi gölgeme baktım, yoktu. Hava kararana kadar öyle kalakalmışım.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

lunaparkla ilgili benzetme


-çarpışan araba
-dönme dolap
-işveren mafya
-çalışan üçkağıtçı
-parlak ışıklar
-korku tüneli
-sihirli aynalar
-rolır kostır

*Terk edilmiş bir lunapark kadar  ürkütücüsün
*Çarpışan otoların arasında sıkışıp kalmış gibiyim. Benim altımda bira araba yok ve bana çarpanlar hep arkadaşlarım.
*Lunapark işleten mafya gibisin. İnsanlara mutluluk vermen kadar büyük tezat yok.
*Lunapark çalışanı kadar güvenilmezsin. Sabit bir evi olmayan birine kim, nasıl güvenebilir?
*Sirk ışıkları gibiydi gözleri. Yılda bir kez şehrimize uğrardı.
*Seninle geçer her an korku tünelinde yürümek gibiydi. Korkulacak bir şey olmadığını bilsem de, parasını verdiğim için korkuyordum.
*Seninle beraber fotoğraf çektirmek, zayıf gösteren sihirli aynalara bakmak gibi keyif verici.
*Adını bilemediğin lunapark oyuncaklarında eğlenmek gibiydi bizimkisi. Mutluluğumuz için kime teşekkür edebileceğimizi bilemiyorduk.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Satanist kedi liste


- İsim manson’ın çetesinden birinin adı ya da  soyadı olsun. (KASAP)
- Dişi beyaz bir kedi
- Güzel bir evden kaşış ya da başarısız intihar yaz
- BAŞARISIZ İNTİHAR
- Karakterlere Çalış.
- Özellikle Şadi’nin delirmesini vurgula
- Camdan bakma vurgusu olabilir
- Kedinin evde mavi kapaklarla oynamasının sorun olması
- Evdeki tek fotoğraf takkeli, sert bakışlı bir adamın  siyah beyaz fotoğrafı
- Volkswagen minibüsten bahset, hatta yeşil olsun. 
- Son sahne “HAM”

5 Mayıs 2013 Pazar

pazartesi - bir siyah beyaz film


Bu sabah yine her zamanki gibi uyanmadım pazartesi göz altı morlukları. Gözlerimi açtım, ovuşturdum, kaşıdım; kafama vurdum, kafamı duvara vurdum, kafamı tavana vurdum; olmuyor. Sanki her şey siyah beyaz bir film gibi. Renkler yok. Uyum mu sağlayayım, doktora mı gideyim, birine söyleyeyim mi diye düşünürken uyumuşum. Bir rüya gördüm, rengarenk. O zaman beynimle ilgili bir sorun olmadığı kanısına vardım.

*Mahremiyet konusuna uzun uzun kafa yormalı.
*Star Wars’u abartmadan sevmeli.
*Dilini ne kadar çıkartırsa çıkartsın iğrenç gözükmemeli.
*Acil durum fıkraları olmalı.
*Zorlama muhabbetleri çok zorlamamalı.

Acil durum scooter’ıma atladığım gibi hemen aile hekimime koştum. Sağlık ocağına girmemle beraber, yıllardır yürüyemeyen bir teyze koşmaya başladı ve iki aylık bir kız çocuğu konuştu. Sıramı beklemek istediysem de bu kadar mucize yeter diye düşünüp hekimimin odasına girdim. Kadıncağızı ayılttıktan sonra siyah beyaz film tadındaki durumumu anlattım. Gözlerime baktı ve “Size güneş gözlüklü lens takmışlar” dedikten sonra lensi çıkarttı. Kim yaptıysa söylesin. Valla kızmayacağım.

pazartesi - şişe çevirmece 2


Camdan sarkmış tükürüyor ve Venüs’ün dünyamıza bu kadar yaklaşmasının yer çekimine bir etkisi olup olmadığını ölçüyorken şişe şeklinde bir araba sokağıma girdi pazartesi akşamdan kalmaları. Venüs’ün bu kadar yaklaşmasının beynime bir etkisi mi oldu derken içinden şişe gibi giyinmiş bira adam çıktı ve kapıyı çaldı. Açmaktan başka şansım yoktu. Gördüklerim gerçek mi değil mi test etmek için cep telefonumun kamerasını açtım ve büfemin üstüne koydum.

*Bir Fransız bir de Alman arkadaşıyla gezip gerçek hayatta fıkra var mı onu denemeli.
*Kafası ve elleri kopuk bir şekilde cesedi bulunursa kimliğini teşhis edebileceğim bir izi olmalı.
*Küçükken albino bir midillisi olmalı.
*Pire için değil yorgan, gerekirse mahalleyi mahallelilerle birlikte yakmalı.
*Diğer insanlar sanki bizimle eşitmiş gibi davranabilmeli

Şişe adam nazikçe kapağını çıkarttı ve dini bir referansla beni karşıladıktan sonra karşıma oturdu. Badem bıyıklı, gayet açık alınlı ve ince telli saçlarını sağa taramıştı. Arada sırada beni ziyaret eden bir siyasi lidere benziyordu ama çıkartamadım. Hal hatır sorup beynimi ütüledikten sonra konuya girdi. Şişe çevirme federasyonu başkanıymış. Tüm dünyada bu oyun oynanırken biri “Cesaret” dediği zaman benimle ilgili bir şey söyleniyor ve oyun kilitleniyormuş. “Konuyla ilgileneceğim” dedikten sonra adamı postaladım. Sonra telefona baktım, adam gerçekmiş. Konuyla ilgilenmeyeceğim.

3 Mayıs 2013 Cuma

satanist kedi giriş deneme


Ben dört yaşında beyaz tüylü, pembe patili ama cins olmayan ama gayet cins ve gıcık bir kediyim Ümit ve Mevlüt denilen iki adamla beraber hemen hemen doğduğumdan beri bu 6. kattaki apartman dairesinde ikame ediyorum. Nasıl insanlar bebekliğini anımsamaz, ben de anımsamıyorum ve bu eve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Henüz ayağım toprağa basmadı ve kendimden başka bir kedi görmedim. Hatta kendimden başka gördüğüm tek hayvan mutfakta çıkan hamamböcekleri o kadar; onları öldürmek için delirsem de kendimi tutuyorum ve dokunmuyorum. Maksat Ümit ve Mevlüt'e cinslik olsun. Velinimetim, ev sahibim hatta onlara göre sahibim olsalar da bu iki tipi de hiç sevmiyorum.

Erzurum'da bir devlet dairesinde çalışıyor ikisi de. İkisi rüzgar gibi terfi alıyorlar. Evimize arada sırada birçok adam geliyor ve bana "Müezza"diyen genç bir çocuktan din dersleri alıyorlar. Onlar geldiği zaman beni Mevlüt'ün yatak odasına kilitliyorlar ve ben de elimden geldiğince odanın canına okuyorum.

Cimcime diyorlar bana ama ben kendime Manson denmesini tercih ederim. Elbetteki Charles Manson'un Manson'ı. Fırsat bulduğum her an televizyon izliyorum. Bizim evde televizyon pek açık olmuyor.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Seri katil tiplemeleri


1.Girdiği evin içerisindeki tüm saatleri aynı saate getirip durduran seri katil. 9:05'e getirip Atatürk'ün ölmediğini ya da  onu seçtiğine inanan ve Atatürkçü olmayanları cezalandıran bir katil olabilir.

2.Öldürdüğü herkese zorla son akşam yemeği yedirten seri katil. İsa'nın son akşam yemeğine gönderme olarak ekmek ve şarap da olabilir; ya da ölüm cezasına çarptırılmış birinin son yemeğinin aynısı olabilir.

3.Katil en sevdiği şarkıyı maktullere zorla söyletip bunu kaydetmesi. Daha sonra da bu kayıtlardan bir tanesini kendisine saklarken diğerini polise göndermesi ya da sosyal paylaşım sitelerinden paylaşması. Katil maktulleri şarkıcılardan ya da karaoke klüplerinden seçiyor olabilir.

4.Facebookta profilleri gezip, kendi beğendikleri ile en fazla ortak beğenileri olan kişileri seçip öldüren seri katil. İçinde bir nevi kendine katlanamama durumu içerebilir. İmza olarak da maktulün bilgisayarında ya da cep telefonunda facebookun açık olması.

5.Psikiyatristleri öldüren seri katil; ki bundan daha doğal bir şey olamaz. Maktulleri ofislerinde öldürüyor. Her seferinde de masanın üstüne Rorschach mürekkep testinin kartlarından leğen kemiğine benzeyenini koyuyor. O kart ona öldürmeyi anımsatıyor.

6.Her maktulün evinde hemen hemen tüm soruları çözülmüş bir bulmaca bırakan seri katil. O boş bıraktığı sorular sıradaki maktul hakkında bilgi veriyor. Örneğin boş olan soru “Bir Ankara ilçesi”, cevap “Çankaya”; soru “Şan”, cevap “Şeref”; soru “Bir uzak doğu sporu”, cevap “Tekvando”. İpuçları birleşince Çankayadaki Şeref Apartamanındaki Tekvandocu

7.Maktullerinin evine bir kaplumbağa bırakan katil. Kaplumbağalı katil diye anılır. Kaplumbağa katilin totemi olabilir. Onun gibi uzun ömürlüyüm, evim sırtımda, dayanıklıyım, sabırlıyım gibi...

8.Maktullerin evindeki kitaplığa bir kitap ekleyen katil. Kötü bir şairin tek şiir kitabı da olabilir ki; dikkat çeksin. Katil o şair de olabilir. Ya da okuyup yanlış anlam yüklediği, kitaptan emir aldığını sandığı bir roman da olabilir.

9.Maktulü öldürdükten sonra üzerine ceset böceklerinden koymak. Ceset henüz çürümeye başlamadan hatta soğumadan. Amaç çürümeyi hızlandırmak değil. Amaç polise cesede rahatlıkla ulaşabildiğini ya da elinde başka cesetler olduğunu da göstermek.

10.Maktulün cebine bol miktarda para koyan, eğer cinayeti evde işlediyse yatak odasındaki komidinin cebine yine bol miktarda para bırakan katil. Hem bu işi zevk için yaptığını gösteren bir işaret, hem de kalanlara destek olmak.

seri katil tipleme 10 da 5


1. Girdiği evin içerisindeki tüm saatleri aynı saate getirip durduran seri katil. 9:05'e getirip Atatürk'ün ölmediğini ve onu seçtiğe inanan ve Atatürkçü olmayanları cezalandıran bir katil olabilir.

2.Öldürdüğü herkese zorla son akşam yemeği yedirten seri katil. İsa'nın son akşam yemeğine gönderme olarak ekmek ve şarap da olabilir; ya da ölüm cezasına çarptırılmış birinin son yemeğinin aynısı olabilir.

3.Katil en sevdiği şarkıyı maktüllere zorla söyletip bunu kaydetmesi. Daha sonra da bu kayıtlardan bir tanesini kendisine saklarken diğerini polise göndermesi ya da sosyal paylaşım sitelerinden paylaşması. Katil maktülleri şarkcılardan ya da karaoke klüplerinden seçiyor olabilir.

4.Facebookta profilleri gezip, kendi beğendikleri ile en fazla ortak beğenileri olan kişileri seçip öldüren seri katil. İçinde bir nevi kendine katlanamama durumu içerebilir. İmza olarak da maktulün bilgisayarında ya da cep telefonunda facebookun açık olması.

5.Psikiyatristleri öldüren seri katil; ki bundan daha doğal bir şey olamaz. Maktülleri ofislerinde öldürüyor. Her seferinde de masanın üstüne Rorschach mürekkep testinin kartlarından leğen kemiğine benzeyenini koyuyor. O kart ona öldürmeyi anımsatıyor.

6.