31 Mayıs 2011 Salı

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

Program 14


Bir kalbin en savunmasız olduğu an yaralı olduğu andır. Bu programımıza ilk olarak müstakbel eşinizin kalbini yaralayarak başlayacağız. Kız tavlama konusunda doğuştan gelen yeteneklerini, özenli bir çalışma programı ile geliştirmiş olan uzman çapkın arkadaşımız kız arkadaşınızı tavlayacaktır. Bu süreç en fazla bir haftasını alır. Tava gelmiş, tavlanmış olan kız arkadaşınız uzman çapkın arkadaşımız ile bir süre sevgili olacaktır.

Profesyonel çapkın arkadaşımız o süre içerisinde müstakbel eşinizin; etinden, sütünden faydalanacak; eş adayınıza dünyayı zindan edecektir. Acı dolu geçen bu sevgililik süreci uzman çapkın arkadaşımızın, potansiyel eşinizi hiç beklemediği bir anda kaba saba bir şekilde terk etmesi ile son bulacaktır.

İşte bu anda oyuna sizi dâhil edeceğiz. Sevgilinizin ihtiyacı olan şefkati göstereceksiniz ve profesyonel çapkın arkadaşımızdan aldığınız doneler eşliğinde o zavallı kanayan kalbi iyileştireceksiniz. Sizin bu şifa veren, onaran hallerinize hiçbir kadın hayır diyemeyecektir.

Artık size düşen bir tektaş alıp evlilik teklif etmek. Eğer unutulmaz bir evlilik teklifi istiyorsanız muhteşem sürprizlerle şirket olarak bunu da sizlere sağlıyoruz.

benzetme

· Hiçbir ülkede yabancı sanılmayacak kadar düz bir tipsin.

· İşe yeni başlamış süper kahraman kadar mağrursun

· Sniper olacak kadar yüksek konsantrasyonlusun.

· İnternet hızıyla övünecek kadar asosyalsin.

· Yalan söylüyorsun, obez adrenalin bağımlısı olmaz.

· Yalan söylüyorsun, obez hiperaktif olmaz.

· Bankaların önünden geçerken gülümseyen tiplerdendi, bilirdi ki güvenlim kameraları onu çekerdi.

· Biz kurbanın üstüne çıkıp keserken o kuyruğuna basmakla yetiniyordu; istersen sen çalış ama ben biliyorum ki, tüm iş bana kalacak.

· Aramızdaki bağ öyle gevşek ki koptuğumuzu ikimiz de hissetmedik.

· Hamilelik kitapları okuyan bir travesti kadar hayalperestsin.

· UFO görünce jandarmayı arayacak kadar temiz kalplisin.

· Yağmur yağdığından hüzünlenen bir Trabzonlu gibisin.

· Gülüşüne güvenilmeyecek insanlardansın.

· Biblolarla dolu salondaki en küçük ve düz biblo gibisin. Kırıldığını da, kaybolduğunu da kimse fark etmez.

· Arabası ile uyumlu kravat takan bir adamdan korkarım.

Merhaba Didem, çok güzelsin

“ Merhaba Didem, çok güzelsin”

“ Siz kimsiniz? Tanıyamadım.”

“ Bağımsız bir araştırma ve tespit şirketim var Didem. Güzel kızları tespit ediyor ve araştırıyorum. Adını soyadını da araştırmalarım sonucunda buldum. Lisedeki küs olduğun arkadaşın Kübra’yı döverek sırlarını aldım, ilk cinsel deneyimini de, ilk ot çekişini de biliyorum. İlkokuldaki en yakın arkadaşın Meryem’i de dövdüm ama konuşturamadım, çok bir şey anımsamadığına ikna olduğum için şiddeti durdurdum, özel bir hastaneye yatırdım ve ücretini ödedim.

Babanın alkolik arkadaşı Mahmut’a gecelerce içki ısmarladım; rus hayat kadınlarına ve masajlara götürdüm. Sırf biraz daha bilgi almak için annenin dul arkadaşı Feride Hanımı becerdim. Yıllığına ulaşmak için dört arkadaşının evine gizlice girdim. Çocukluk fotoğraflarını bulmak için eski fotoğrafları yaptırdığınız fotoğrafçının çocuğunu rehin aldım. Bilgisayarını bozdum, servise görevlisine para vererek bilgisayarınla on gün geçirdim, şifrelerini aldım, resimlerine baktım, sohbet günlüklerini kaydettim. Parasız kaldığın zaman eski kot çantanda 250 dolar bulmuştun anımsar mısın? O parayı ben koydum. Senin bana kattıklarının yanında 250 doların lafı mı olur?

Arada umutsuzluğa da kapıldım Didem. Dershanedeki sevgilin hakkında çok kötü konuştu. Dövdüm, dövdüm fikrini değiştiremedim. ‘Yoksa sadece dışı güzel, içi çirkin mi bu kızın’ dedim, üzüldüm. Diğer sevgililerin daha olumlu konuştu, sevindim. Sevgililerin çok konuşkan Didem, dikkat etmelisin. Eski sevgilileri hakkında çok konuşan adamlardan hayır gelmez, derler doğruymuş, bak sana da gelmemiş.

Elimde araştırma sonuçların var Didem, sanırım görmek istersin. Gerçekten de güzelsin. İçin de dışında güzel; kalbinde güzel, kaportan da. Gerçi ilerde göğüslerini toplatman gerekebilir, selülitlerin ise yaşına göre gayet az. Bunları nerden mi biliyorum, ben bilirim Didem.

Unutmadan, Didem. Şimdi başka bir kız var. Güzel bir kız. Hazırlanacak raporlar beni bekliyor, elveda. Seni tanıdığıma çok memnun oldum.”

Nasıl hep böyle şaşırdın?

O kadar güzel, o kadar içten şaşırıyordun ki; ömrüm sana sürpriz yapmakla geçti. Her seferinde gözlerinde aynı ışıltıyı gördüm. Seni şaşırtmak için neler yapmadım ki…

Sihirbazlık numaraları öğrendim; hediyeler aldım; arkadaşlarımızı, akrabalarımızı sürprizlerde kullandım; havai fişekler patlattım; oyuncu ajanslarını kullandım… Kendimi övmeyi severim ama daha anlatmayım…

Her seferinde şaşırdın sen de. Doğum gününde sürpriz yapacağımı adın gibi bildiğin halde şaşırdın. Sevgili olduğumuz günü, her sene olduğu gibi, o tanıştığımız kafede kutlayacağımızı bildiğin halde oraya gittiğimizde şaşırdın.

Nasıl hep böyle şaşırdın?

uçak düştü

Olmayacak iş oldu ve hemen yan sokağımıza bir uçak düştü. Yere çakılmadı uçak, yavaş yavaş süzüle süzüle düştü. Tamam o kadar da yavaş değil ama çakılmadı işte, dibi sürte sürte düştü. Tam da kocamla kavga ediyorduk... Onun bağırışlarını anca bir uçak sesi bastırabilir diye düşünürdüm ve haklıymışım. Kavga etmeyi bıraktık ve balkondan sesi sese baktık. Tüm sokak dışarıdaydı.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Kendimi kötü hissediyorum.

Kendimi kötü hissediyorum.

Eski ben değilim sanki,

Kalbim kötülüğe akıyor.

Kötülükler prensi olmak istemiyorum.

Siyah pelerin falan,

Hatta boynuz…

Yok yok kesin istemiyorum.



Kötülüğü kalbimde hissediyorum.

Kendimi kötü hissediyorum.

yara izi kitabı

İzi olan her yaranın anısı da vardı. Kitap izlerin güzel foto çekimleri ve anıları ile olacak. Basit.

sevişme sonrası şakalaşması

- Çocuğumuzun adı ne olsun?

- Japon olursa Miyagi, Hintli olursa İndumuki, Kızılderili olursa Sempatik Boğa,

- Ne bu?

- Sevişme sonrası salaklaşması

- Hep olur mu bu sana?

- İstisnasız

- Peki, biz sizi ararız.

pazartesi - ben de şaka yapmak istiyorum

Ben yağmurlu havaları sevmiyorum çaresiz pazartesi müdavimleri. Ne öyle sular akıyor, kafamız ıslanıyor falan. Bunu duyan yaşlı başlı saçları dağınık birkaç amca ziyaretime geldiler sağolsun. “Ne ayak lan bu tip, tipitipler?” şakam ortamda kısa bir soğukluk yaşatmış olsa korkularını yavşak kahkahalarına sakladılar. Bana bir yol haritası çıkartmışlar. Bu plana göre hareket edersem hiç yağmura yakalanmazmışım. Meteorologmuş bunlar.

*verip göstermemeli.

*arabasına uygun kıyafetleri giymeye özen göstermeli

*her sabah ağzında farklı bir şarkı ile uyanmalı.

*istek almamalı

*uyarılmayı sevmeli.

“Benim daha iyi bir fikrim var tipitipler” dedim. “Bir ay boyunda elinizde kocaman şemsiyelerle benim kapımın önünde dikileceksiniz. Dışarı çıktığımda da beni koruyacaksınız. Bir damla gelsin bacağınıza sıçarım”. Adamlar 5 gündür kapının önünde, şaka da yaptım diyemiyorum. Neden kimse benden mizah, şaka beklemiyor?

22 Mayıs 2011 Pazar

pazartesi - tuvalet pompası

Biraz önce, iç dünyama yaptığım varış kaygısız ve yeni deneyimler dolu yolculuklarımdan birinden, korna sesleri ve insan böğürtüleri ile uyandım pazartesi müdavimleri. Yerimden sıçrayıp, telaşla pompalı tüfeğimi dolduruyordum ki; elimdekinin mizahi bir görüntüsü olduğu için aldığım tuvalet pompası olduğunu görüp kendi kendime güldüm. Camdan aşağıya baktım ve üstü açık iki katlı bir otobüs ve bir grup aynı eşofmanları giymiş adam gördüm. İçlerindeki tek takım elbiseli adam ‘r’’leri söyleyemeyerek “ Bize kupamızı takdim eder misiniz?” dedi.

*tövbekâr bir şarap eksperi olmalı

*eşanlamlı kelimelerin aslında asla eşanlamlı olmadığını düşünmeli.

*acil çözüm planı olmalı.

*bir şey anlatacaksa hiçbir engele aldıramadan devam etmeli.

*matkaplı şakalar yapmamalı



Adamın şansızlığı elimde hala tuvalet pompası olmasıydı pazartesimanyakları. Camdan fırlattığım gibi adamın kafasına lönk diye oturdu. On on beş dakika uğraştılar çıkmadı. Sonra ben iç dünyama geri döndüm. Çıkmıştır umarım

18 Mayıs 2011 Çarşamba

okur röportajları

İmza günleri için tüm Türkiye’yi gezip, gezdiği her şehirde birkaç okuyucu ile yapılmış röportajlardan oluşacak bir kitap. Kitap olmasa bile blog. Öncelikle okuyucuyu edilgenlikten etkenliğe çekeceği için, okuyucunun hoşuna gidecektir. Röportajı yazar kendi yapacak ve soruları birinci ağızdan soracak ve bu yakın iletişim yine okuyucuyu mutlu edecektir.

Sorulacak sorular yazarın kitaplarındaki karakterler hakkında olduğu kadar okuyucunun iç dünyası ile ilgili, okuyucunun edebiyatla ilişkisi ile ilgili olmalı. Hatta okuyucunun beğendiği yazarlar sorularak yazarın kompleksiz ve kendine güvenli bir insan olduğu mesajı verilmeli.

17 Mayıs 2011 Salı

Cumali'nin salonu

L şeklindeki koltuk takımlarını her zaman modern bulsam da, oturduğumda hep rahatsız olmuşumdur. Cumali’nin salonda kocaman bir L koltuk takımı vardı. Koltuk takımı, boz mavi üzerine soluk yeşil oryantalist işlemeleri olan bir kumaşla kaplıydı. Belki ilk alındığında renklerin parlaklığının albenisine kapılarak almışlardı ama şu an görüntü hiç de güzel değildi. Sanki Sibirya buzullarında kıvrılarak ilerleyen, yeşil zayıf yılanları anımsatıyordu.

Salonun tabanında beyaz ve yeşilin direk göze dokunduğu, yeni olmayan bir halı vardı. İki tarafında saçaklar olan, simetrik desenlerin hâkim olduğu, etrafı çerçeveli bir halı. Hemen herkesin evinde olan. Cumali koltuklar takımlarındaki isyankâr tutumunu halı seçiminde göstermemişti.

Her sobalı düşünülerek yapılmış daire gibi salonun ortasına açılan iki kapısı vardı evin. Odalar çocukların olmalıydı. Biliyordum ki iki kızı ya da iki oğlu olsa Cumali’nin hanımı, onları aynı odada kalmak zorunda bırakır ve diğer odayı oturma odası yapardı. Bir kızı bir oğlu olduğu için seçme şansı olmamıştı. Kapıların ikisi de kapalı olduğu için hangi odanın kızının, hangi odanın Cumali’nin minyatürü olan oğlunun olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Birbirinin aynı iki kapıydı işte. Üzerine hiçbir şey yapıştırılmamış, hiçbir ipucu vermeyen üst kısmı buzlu cam olan, koyu krem rengi iki kapı. Kimse de girip çıkmadı ki göz ucuyla bakabileyim.

Salonda 55 ekran bir televizyon vardı Telefunken marka. İki tane güzelce naylonlanmış kumanda. Neden iki tane olduğunu anlamadım da, soramadım da. Odada kumandayla çalışacak başka bir alet yoktu oysaki. Kumanda naylonlamanın kimin fikri olduğunu hakkında da fikir yürütemiyordum. Cumali de olabilir, eşi de.

Kadınların bardak, çanak dizerek süslediği ahşap rafları olan o gereksiz yer kaplayan mobilya Cumalilerin salonunda da yer kaplamaya devam ediyordu. İlk rafta kalaylanmış küçük çanaklar, orta rafta camdan işlemeli kristal küçük likör bardakları, en üstte rafta ise ciltlerinden dinle ilgili olduğunu düşündüğün birkaç kitap vardı. Dizilmiş kitapların en üstünde de Kuranı Kerim duruyordu.

Gözlerimi salonda gezdirirken duvarların boyasının geldiğini fark ettim. Krem rengi, gösterişsiz duvarların bazı yerlerinde kararmalar, bazı yerlerinde ise sararmalar başlamıştı. Dikkatli bakmayan bir göz durumu fark edemez, belki bir kış daha badanasız idare edebilirdi. Tavana baktığımda sararmanın daha da çok belli olduğunu gördüm. Elbette ki beyaz sararmayı kremden daha çok gösteriyordu. Refleks olarak sararma var mı diye perdelere baktıysam da göremedim, perdeler bembeyaza yakın bir beyazlıktaydı. Cumali çok sigara içiyor olmalıydı. Dişlerinden de bunu tahlil edebilirdim ama böyle de gayet zevkliydi.

Bir de o avizeyi kim aldı merak ettim. Tüm ampulleri taksalar sanırım on beş ampullük yer vardı üzerinde. Sadece salonu değil tüm sokağı aydınladır böyle bir avize.

Emekli bürokrat

Eski bir bürokrat, emekli olmuş ve yalnızlığın acı tadını hissetmeye başlamış. Emekli olduktan kısa süre sonra karısı ölmüş ki buna çok da üzülmemiş çünkü son aylarda aynı evde tüm gün geçirmek ikisinin de sinirlerine dokunuyormuş. Büyüdüğüne şahit olamadığı kızı ise evlenmiş ve uçakla bile bir günden uzun sürede ulaşabileceği bir yerde; tasvip etmediği bir adam ile tasvip etmediği bir hayat sürüyor ( yolculuk edenleri uğradığı bir cafe işletiyor )
Arkadaşlarıyla ilişkilerini ayakta tutan bağın iş olduğunu da emekli olunca fark etmiş emekli bürokrat. Dilini bilmediği ülkenin huzur evinde hissediyordu kendini onların yanında. Hızla da koptu ilişkileri. Aradaki bağ öyle gevşekti ki; kopuşu kimse hissetmedi.
Evde kitap okumaktan ve ülkeyi yöneten siyasetçilere ve bürokratlara kızmaktan bunalan emekli bürokrat, yalnızlığına çareyi yıllarını verdiği mesleğinde buldu. O bir emekli bürokrattı, yüksek risk grubundaydı. Sabah ilk iş kendisine bir tehdit mektubu yazdı ve polisi çağırdı.
Bir süre koruması oldu emekli bürokratın. İstediklerini emirden ziyade saygıdan yerine getiren iki koruma. Sonra koruma sayısı bire düştü. Baktı tek korumadan sıkıldı, kendini biraz daha tehdit etti ve koruma sayısı tekrar ikiye çıktı. Sayı daha sonra bire düştü ve sonra koruma kalmadı.
Yalnızlığıyla tekrar baş başa kaldı. Baktı olmuyor eve bir hizmetçi aldı.

Öylesine bir manyak

Aslında korkak. Hiçbir bok yapacağı yok. Kalbi kötü icraat sıfır. Hobi olarak tehdit mektupları yazıyor; insanları, polisi tehdit ediyor.

Sonra tehditlerinin işe yarayıp yaramadığını merak ettiği için kendine tehdit mektupları yazıp, polise şikayette bulunuyor. Amacı polisin bu ve benzeri durumlardaki tavrını öğrenmek. Bakıyor ki polis mektupları çok umursamıyor, kendisine yaptığı tehditleri abartıyor. Gece kendi evinin camlarını kırdırtıyor, evinin kilitlerini zorluyor… En sonunda kendi evinin duvarlarına hayvan kanlarından tehditler yazıyor.

Öyle bir manyak işte…

15 Mayıs 2011 Pazar

pazartesi - daha da Belçika'ya gitmem

Sağır, dilsiz, cüce, anaroksiya bir noter arıyorum pazartesi sevdalıları. Geçen haftaki sırf macera olsun diye gittiğim Belçika ziyaretimden sonra böyle bir önlem almak zorundayım. Belçika’da sadece iki gün kaldım ve ülkeme döner dönmez Belçika’dan tam 12.437 tane velayet davası açıldı. Tam 12.437 kadın onları hamile bıraktığımı iddia ediyor. Eğer açılan davalar doğru ise Belçika’da geçirdiğim her 13.8 saniyede bir kadını hamile bırakmışım.

  • Renkli bir kişiliği olmalı.
  • Renkli bir dişiliği olmalı
  • Hıristiyanlık mezhepleri hakkında bilgili olmalı.
  • Kutlama yapacak bahane aramalı.
  • Yayılmacı bir politika izlemeli.

Bu noter bir an olsun kıçımdan ayrılmayacak ve gerektiği anlarda şahitlik edecek. Sizin bu anlaşılmaz takıntılarınız yüzünden özel hayatım da kalmadı ulan. Rahat rahat tuvalete de gidemeyeceğim. Unutmadan tekrarlayım, dokunulmazlık istemiyorum.

yalancı ilk sayfa

İlk sayfa önemli. Aslında giriş önemli. Mizahi bir yaklaşım ile çok hareketli, heyecanlı bir ilk sayfa yazılabilir. Okuyucunun ilgisini çekecek, bol bol merak uyandıracak bir ilk sayfa güzel olur.

Şu oldu, ardından dünya büyük bir tehlike altına girdi. İnsanlar dünyanın yaşadığı bu tehlikenin ardından içe dönüşler, kendini sorgulamalar yaşadı. Bu içe dönüşler, derin ve acımasız sorgulamalar insanları hiç olmadığı kadar güçlü ve acımasız kıldı.

Ne insan eski insandı artık ne de tehlike, eski tehlike. İnsan yeni yüzüne, yüzsüzlüğüne yaraşır bir hızla alıştı. Fare artık kedi oldu.

İnsanın son evriminden rahatsız olan bir grup evrimleşmeyi reddetmiş insan, tehlike ile ortak olup insanın yeni yüzüne karşı savaşmaya başladı. Savaşı müttefik kuvvetler çok zayiat ile kazandı. Hatta kazandı da denmez aslında.

Sonra tehlike tekrar insanlara karşı tehlike ve tehdit olma zorunluluğa büründü. Ne yapsın doğası buydu ve ne kadar dirense de doğasına yenik düşüyordu. İnsan yine evrimleşmek istemese de evrimleşti.

gibi

13 Mayıs 2011 Cuma

Asansör

Apartmanın önüne geldiğimde ortam ne kadar karanlık diye düşündüm. Sokağım tüm lambaları yandığı halde bizim apartmanın önündeki sokak lambası yanmıyordu. Apartmanın girişine doğru yürüdüğümde kapının üstündeki lamba tüm misafirperverliği ile yandı. Aslında lamba harekete duyarlı bir Çin ürünüydü ve misafirperverliği benim hüsnükabulümdü.

Apartmanın içine girip asansörün tek tuşuna basıp, gelmesini bekledim. İlk taşındığımda kıpkırmızı olan asansör kapısı şimdi vişneçürüğünün de çürüğü olmuştu. Benim bu daireyi kiralamamda ne kadar çok etkisi vardı oysaki. Asansör geldi, kapıyı açıp içeri girdim ve 9. kat tuşuna sağ el işaret parmağım ile bastım. Bir iki mekanik ses çıktı ve yükselmeye başladık. Ortam bana loş gelmişti, tam üçüncü katı tırmanırken kafamı yukarı kaldırmamla asansörün durması bir oldu. Ani fren yapmış bir arabada hissettim kendimi. Daha önce de asansörde birkaç kez kaldığım sakinliğimi korudum. Genelde asansörde kaldığımda ışıklar sönerdi ama bu sefer öyle bir şey olmadı. Tepemde yanması gereken iki florasan lambadan sadece biri yanıyordu ve bu sorun ben asansöre bindiğimden beri vardı.

Refleks olarak kapıyı itip kaktım. İki kat arasında kaldığımı asansör kapısının ortasındaki buğulu camdan görebiliyordum. İçimden bağırıp çağırmak, kapıyı tekmelemek, apartman görevlisini çağırmak; hatta cep telefonumla kimseyi aramak gelmedi. Asansörde kalmış olmaktan gayet mutluydum.

Havasız kalırım korkusuna kapılmadan bir sigara yaktım. Hem kim havasızlıktan ölmüş ki asansörde? Pakete baktım, üç sigaram daha vardı. Aynadaki loş görüntüme bakarak sigaramı yavaşça içtim. Zihnim boşalmış gibiydi. Hiçbir şey düşünmüyor anı yaşıyordum. Sigaram bitince, izmariti yere atıp ezdim. Ortamın ısısı yükseliyor gibiydi. Öce ceketimi çıkarttım. Baktım olmuyor gömleğimi pantolonumun üstüne çıkarttım. Şartlar zorlaşsa da hala içimden yardım istemek gelmiyordu. Bir sigara daha yaktım…

Asansörün içi de kırmızıydı. Hatta kapısından daha kırmızı. Muhtemelen anahtarlıkla birçok yeri çizilmişti. ‘M kalp C’ diye bir şey gördüm. Böyle bir şey kazındığında kazıyan M mi C mi oluyor diye düşündüm. Ben daha önce hiç böyle bir şey kazımamıştım ki bileyim. Öylesine çizilmiş çizgilere baktım sonra. Kesin bir öfkenin dışavurumuydu. Ben öfkemi hiç böyle de dışavurmamıştım. Sigaram bitti, izmariti ezdim. İçerisi iyice sıcak oldu, aynada kendimi görmeye daha çok dayanamadım ve aynanın altına oturdum. Sonra ayakkabılarımı çıkarttım.

Ortam sonunda beni basmaya başlamıştı. Cep telefonumu çıkarttım ve apartman görevlisini aradım. Telefon çaldı, çaldı, çaldı, çaldı, çaldı, çaldı… Adam telefonu açmadı ve bu benim hiç umurumda olmadı.
Düşüncelerim baharda havada uçuşan kavak pamukları gibi savruktu. Annemi, kedileri, kuzuları, bayramları, dans etmeyi, kadınları, Feride’yi ve salıncağı düşündüğümü hatırlıyorum ama sıralamasından bile emin değilim. Oturduğum yerden asansörün tuşlarının en altında acil durum numarası olduğunu gördüm. Durum o kadar da acil değildi. Çıldıracak gibi olursam ararım diye içimden geçirdim. Alnımdan bir damla ter yanağıma düştü sonra, gözlerim ağlamasa da vücudum ağlıyordu. Hem ağlasındı; ağlasın ağlasın açılırdı.

Üçüncü sigaramı da yaktım. Ateş oksijeni yakardı, çakmağı yanık tutarak ortamdaki tüm oksijeni yakarak kendimi öldürebilir miyim acaba diye düşündüydüsem de ölesim hiç yoktu. Sadece tutsak kalasım vardı ve tutsak duruyordum.

Son sigaramın son nefeslerine birkaç nefes kala apartman görevlisi beni aradı;
“Abi beni aramışsın” dedi
“Asansörde kaldım.” dedim. Sesim herhangi bir sipariş verirken olduğu kadar sakindi.
“Hemen geliyorum” dedi ve dediği gibi hemen geldi.
“Hemen kurtarıyorum seni abi” dedi ve yine dediği gibi beni hemen kurtardı.

Asansör en alt kata indiğinde apartman görevlisi; işe yeni başlamış bir süper kahraman mağrurluğunda beni bekliyordu.

“Eyvallah” dedim.
“Abi içerde sigara mı içtin?”, dedi.
Son sigaramı yaktım ve
“Evet içtim” deyip basamaklara doğru yürüdüm.

12 Mayıs 2011 Perşembe

benzetme

  • Bir korku filminde ilk ölecek tiplerdensin.

  • Bayramda herkese aynı mesajı gönderen tiplerdendir, ondan nezaket beklemek hayal olur.

  • Süt veren ineğini tasma ile gezdirmek seninkisi. Olmaz o iş.

  • Hoca bana taktı diyen çocuklardandın değil mi küçükken, hep başkalarının kurbanı olduğunu düşündün.

  • Sokaktaki arabaların lastiklerini patlatan lastikçi gibisin.

  • Yollara cam kırıkları serpen bisiklet tamircisi gibisin.

  • Bisiklet tamircisi gibisin, yılda üç ay çalışıyorsun.

  • Dört yaşındaki bebekler bile senden iyidir; on saniyeden fazla hiçbir şeye dikkatini veremiyorsun.

  • Rock konserine gitmiş, dolmuş şoförü gibisin.

  • İntikam yemini etmiş Budist rahipten korkulmaz.

  • Yalan söylerken sağ ayağını kaldıracak kadar saf olmasını bekleyemezsin kimseden.

  • Yükseklik korkusu olan bir dağcı gibiyim ve korkumun farkına vardığımda zirvedeydim.

  • O kadar şanslısın ki; artık plan yapmayı sadece zaman kaybı olarak görüyorsun.

  • Uyuşturucu satıcısı kadar zayıfsın.

  • Aklına gelen her fikri dahice sanacak kadar aptalsın.

  • Büyük cümleler kuran her adam gibi ufacıksın.

  • Yüzünde şarap kırmızılığı olan kapalı bir teyze gibisin.

  • Babasından dövmelerini saklamak için evde tişört giyemeyen ergen gibisin. Bu gizlenmeden haz duyuyorsun.

  • Saçları dökülmeye başlayınca tesettüre giren bir kadın kadar samimiyetsizsin.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Düğünleri terörize eden çocuklara karşı önlem

Girişte bir palyaço olacak ve elinde çucuklu şekerlerle bekleyecek. Elindeki şekerleri sadece çocuklara verecek. Hiçbir yan etkisi olmayan uyutucu özelliği olan bir kimyasalla birlikte yapılmış şekerleri yalayan çocuklar uyuyacak ya da uyumak üzere olacak. Böylelikle düğün boyunca sağda solda koşup insanların ayaklarına dolanıp düğün mahvetmeyecekler.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Hiperaktifler yarışıyor. "3T"

Deli deliyi görünce sopasını saklarmış, hiperaktif hiperaktifi görünce ne yapar? Surviver ya da bbg evi tarzı bir eve sadece hiperkatifleri doldurucaz. Kesinlikle heyecanlı olacaktır. Seyirci hareket ister ve hareketi en çok hiperaktifler sağlar. Güzel olur güzel.

8 Mayıs 2011 Pazar

pazartesi - karbon salınımım

Bu çevreciler neden hep salaş ve kıllı oluyor anlayamıyorum pazartesiseverler. Benim bıyığım kadar kalın kaşları olan bir kız benzeri ürün ile birkaç adam uzun cümleler kurarak onları dinlemem için beni ikna ettiler. Yaptıkları hesaba göre tüm dünya kadınları benimle ilgili uğraşları sebebiyle, bir yılda bilmem kaç trilyon küp karbon salınıma sebep oluyorlarmış. Bu da bir nükleer santralin yıllık üretimiymiş.

  • Anneme anne, babama baba, dayıma dayı, kendi kendine “ne kadar şanslıyım”, demeli.
  • Çeyizinde leoparlı çarşaflar olmalı.
  • Beşiktaş hangi takımla saat kaçta oynayacak bilmeli.
  • Kalabalığa baktığında kimlerin sivil polis olduğunu fark etmeli.
  • Tehditlere boyun eğmemeli

“Ee”, dedim “Ne yapıcaz?” bıyık kaşlı kız ağlamaya başladı, adamlarda, “ daha yeşil bir dünya, gelecek nesiller, duyarlı olmalıyız” gibi bir şeyler geveledi. “İyi”, dedim “ bir nükleer santral dikerim olur biter”. İyi demiş miyim pazartesiduyarlıları?

4 Mayıs 2011 Çarşamba

zula

Evde para nereye saklanır


1. yatağın altı
2. buzdolabı
3. buzluk
4. gazetelerin arası, gazetelik.
5. kitapların arası.
6. yatağın altı.
7. yastık kılıfı.
8. kıyafetlerin cebi
9. halının altı
10. kasa
11. televizyonun içi
12. radyonun içi
13. camdan sarkıtılan sepetin içi
14. bakliyatların bulunduğu kavanoz, bakliyatların arası
15. şekerliğin içi.
16. evdeki Kuran-ı Kerim’in arası.
17. kaloriferin arası.
18. sandığın içi.
19. ayakkabılık.
20. en eski ayakkabının içi.
21. çocuk ayakkabısının içi.
22. soba borusu için açılan deliğin içi.
23. kuş kafesinin altı.
24. akvaryumun içi.
25. kumbara.
26. iç çamaşırı çekmecesi.
27. koltukların içi.
28. tuvalet kağıtlarının arası
29. banyo kovasının altı
30. fotoğraf albümündeki fotoğrafların altı.
31. çamaşır makinesinin içi.
32. bulaşık makinesinin içi
33. kirli çamaşırların arası.
34. eski kasetlerin arası.
35. plastik bir poşete sarıldıktan sonra saksının içi.
36. dvd dplayer’in dvd girişi.
37. çöp için biriktirilen poşetlerden birinin içi.
38.

çakma x-men

Hani süper kahraman hikâyeleri vardır. Kimi uçar, kimi gözünden lazer gönder, bir diğer örümcek gibidir, bir başkası istediğinin şeklini alır, beriki her şeyi duyar, öteki zihin okur...

Benim şöyle bir özelliğim olsun isterdim. Gördüğüm bir kişinin hayatının nasıl devam edeceği gözlerimin önünden film şeridi gibi geçsin. Mesela bakkalın çırağının ömründen kareler görsem. Düğününü, gelecekte çalışacağı işi, çocuklarını ve herhangi bir başka kareyi… Her ayrıntısını bilmek istemem. Otobüste yanıma oturan sarışın kıza bakınca; yemek yaparken bir kare, tatilinden bir kare, uyurken bir kare görüp geçsem.

Dahilik ve inci çizgi

“ Dahilikle embesillik arasında ince bir çizgi vardır.”
“ O embesillik değil, delilik”
“ Tamam delilikle de dahilik arasında ince bir çizgi var, embesillikle de. Dahilik ortada.

Dur sana görsel olarak açıklayayım:

delilik
-----
dahilik
------
embesillik.


aslında üç boyutlu düşündüğümüzde dahilikle arasında ince çizgi bulunan birçok şey daha bulabiliriz.”

parmak izi alma numarası

Polis olası şüpheli ile konuşur ve sıradan sorular sorduktan sonra kartını çıkartıp uzatır, “ İsterseniz bana bu numaradan ulaşabilirsiniz.” Şüpheli karşı başparmağı ve işaret parmağıyla tuttuğu anda polis;

“ Kusura bakmayın yanlış kartı vermişim” der ve kartı şüphelinden alıp başka bir kart uzatır. Polisin amacı şüphelinin parmak izini almaktır ve yanlışlıkla uzatmış gibi yaptığı kartta artık şüphelinin sağ el işaret ve başparmağının izleri vardır.

Ama şüpheli eski bir suçludur ve polisin amacının parmak izi almak olduğunu ve kart numarası ile parmak izini verdiğini anlayınca polisinin gözlerine bakıp;

“ Parmak izi almak için güzel numara ama benden isteseniz direk verirdim” der ve ellerini polisin ceketinin kollarına sürerek “ Alın size istemediğiniz kadar parmak izi. Kolay gelsin” deyip uzaklaşır.

1 Mayıs 2011 Pazar

pazartesi - ilk sinema filmim

Benim başrolde ve tabiki tek rolde oynadığım bir sinema filmi olduğunu biliyor muydunuz pazartesi müptelaları? Ben de bilmiyordum ta ki her hafta bana gönderilerin dvdlere şöylemesine bakarken – bazen içinden deneysel striptiz performanslarınız çıkıyor da- rastlayana kadar. Zarfın içinden çıkan mektupta da filmin haklarını yüz milyon dolara sattığını ve hiçbir şekilde hak iddia edemeyeceğim yazıyordu.

* reklam müziklerini sevmeli ve arada söylemeli.
* alkışlarken kendinden geçmemeli, asil bir alkışlayışı olmalı.
* bıyığımı sevmeli.
* fiş istemeli vermeyen esnafın canına okumalı.
* gözlerine sürme yakışmalı.

Kadın benim güvenlik kameraları tarafın çekilen görüntülerimi art arda eklemiş, altına da türk filmlerinde çalan müziği dayamış. görüntülerin çoğu siyah beyaz ve sadece benim yürümem. Yüz milyon dolara, az gitmiş ama olsun, akıllı dişimiş.