30 Nisan 2010 Cuma

İşin aslı

Roman yazımı ile ilgili bir fikir:

İşin aslı.. herkesin kendini anlattığı bir roman ve herkes üçkağıtçı, alçak ve haliyle yalacı. Herkesin kendini anlattığı bölümün sonunda "işin aslı" diye bir başlık ve karakterin söylediği yalanlar. Güzel kurgulayabilirsem inanılmaz olur.

kısa kısa 4-5

"Bunu daha önce de konuştuk. Bazı konularda mutakabata varmayabiliriz. Bu durumlarda tartışmaktan asla çekinmiyorum. Hatta gerekirse tartışmanın dozunu kaçırıp birbirimize bağırıp çağırabiliriz. En üst nokta olarak evdeki bazı eşyaları da kırabiliriz.

Hepsine tahammülüm var. Ama asla bana babamın yanında karşı gelme!", dedi.

Kadın ise ağzından salyaları fışkırırcasına bağırdı. "Baban hep bizimle beraber ama."

Baba yatalaktı ve onlarla kalıyordu.

29 Nisan 2010 Perşembe

Kripto fikri

Eksik harflerin oluşturduğu bulmaca.

Bir hikaye ya da başka bir şey yazacağım... İçinde bazı harfleri bilerek yazmayacağım. Yazmadığım harfleri sırayla okuyunca bir cümle yazacak. Bir çeşit kripto, şifre. Dikkatsizce üstün körü okuyan biri eksik harfleri görmez bile. Dikkatli biri görür ama o da ilişkilendiremez. Hapishaneye gönderilen bir mesaj olabilir bu. Mektuplar okunduğu için bu şekilde gizli haberleşilebilir.

Bir hikaye çıkar mı? Çıkabilir ama belki de romanın bir öğesi olsa daha şık olur.


örn:

OSMANI ÖLDÜRELİM Mİ?

Hapishaneye gönderilmiş bir mektup. Çocuktan babasına gönderilmiş gibi. Ama aslı kripto.

Mektup bu

Bu gün okul çk güzeldi baba. Öğretmen ödevlerimi kontol etti ve bana kocaman bir yıldız verdi. Öyle çok sevindim ki göreydin keşke. Kitaplarıı annem mavi kaplıklarla kapladı. Defterleri mi de mvi kaplıklarla kapladık.

Arkadaşlarım Kena, Serdar ve Tolga ile futbol oynuyoruz. Scaklardan dolayı çok terliyoruz. Annem attığım golleri öyle şaşıyor ki gzlerine inanamıyor. Kaeci olmayı hiç sevmiyorum. Annen aımlarını ne kadar büyük atarsan o kadar hızlı koşarsın diyor. Annem üzlmesin diye öyle koşuyoum.

Bana gönderdiğin ayakkabıları giyiyorum hp. Annem okua giderken giyme diyor ama ben dnleiyorum. En çok o ayakkabıları seviyoru. Sen gelene kadar hep o ayakkabıları giyeceğİm baba. Beni hep rüyanda gör tamam mı baba
---

Bu gün okul çOk güzeldi baba. Öğretmen ödevlerimi kontol etti ve bana kocaman bir yıldız verdi. Öyle çok sevindim ki görSeydin keşke. KitaplarıMı annem mavi kaplıklarla kapladı. Defterleri mi de mAvi kaplıklarla kapladık.

Arkadaşlarım KenaN, Serdar ve Tolga ile futbol oynuyoruz. SIcaklardan dolayı çok terliyoruz. Annem attığım golleri öyle şaşıyor ki gÖzlerine inanamıyor. KaLeci olmayı hiç sevmiyorum. Annen aDımlarını ne kadar büyük atarsan o kadar hızlı koşarsın diyor. Annem üzÜlmesin diye öyle koşuyoRum.

Bana gönderdiğin ayakkabıları giyiyorum hEp. Annem okuLa giderken giyme diyor ama ben dİnleMiyorum. En çok o ayakkabıları seviyoruM. Sen gelene kadar hep o ayakkabıları giyeceğİm baba. Beni hep rüyanda gör tamam mı baba?

hamiş: Büyük harflerle yazılan harfler eksik olanlar. Kirpto

28 Nisan 2010 Çarşamba

İyiki doğdun, nice mutlu yıllara, iyiki varsın, falan fistan...

İyiki doğdun, nice mutlu yıllara, iyiki varsın, falan fistan...

Bu doğum günü sorunsalına bu kez de tersten bakalım. Ya doğmasaydın? Hemen her insan gibi, bu fikir sana da çok korkunç gelmemiş olsa gerek. Yaşam sorumluluklar ve yükleriyle beraber biniyor insanın sırtına. Acaba seçme hakkımız olsa kaç kişi doğmak isterdi? Cevabı muamma bir soru daha.

Tüm egoizmim ile ki, her insan egosittir, doğmamış olma ihtimaline kendi penceremden bakacağım. Sen doğmasan ben nasıl oldurdum? Cevabını asla bilemesem de yazmaya değer.

Piskopat ablan ve seninle aynı servise binmezdim. Nurgül'ün korumacı tutumunun yansıması olan bizlere çemkirişlerini dinlememek muhtelen ruh sağlığımın ve özgüvenimin daha yerinde bir birey olmama yok açabilirdi. Servis yolculukları boyunca senle dalga geçmelerimi düşününce ise bu da benim korumacı tutumumun yansımasıydı. Sana, salak salak "Alex" demelerim ve senin bunlara hiçbir zaman çok kızmadan dinlemelerin aklımda. Arada sırada da "Abla karışma, ben kızmıyorum." demelerin.

Hayatıma en çok müdahil olduğun zamanlar ise kuşkusuz tm'yi seçmemizin yollarımızı kesiştirmesi. Bu iki yıllık süreyi anılar üzerinden devam ettirirsem hem çok uzar, hem de konudan saparım. İkimizinde gereksiz ayrıntıları dün gibi hatırladığımızı ele alırsak bu gerçekten de korkunç sonuçlara yol açabilir.

Lise zamanı biz hiç küstük mü? Ben hatırlamıyorum. Birbirimizin ders çalışmasına engel olduk mu? Bu soruya da asla evet diyemem. Her ne kadar tüm sınıf ders çalışırken ben senin söylediğin şarkıları dinlesemde bu tamamen benim tercihimdi, zorlama yoktu. Sen olmasan radyo dinlerdim. Mavi radyo bizim dönemimizde kaç ergenin hayatını mahvetmiştir kimbillir? Benim hala müzik dinlemememden etkisi çok büyük.

Sen olmasan öss'de derece falan yapmazdım. Şu an hala okuduğuma yakın bir okulu kazanırdım sanırım.

Dersane çıkışları beni almalarını ele alalım. Acaba çok güzel bir kız beni uzaktan deliler gibi seviyordu da sen mi kısmetime mani oldun? Kıvırcık saçlı tıknaz bir kız vardı, kimbilir? Bu sorununda cevabını bilemeyeceğiz. Eğer öylese cehenemde yan.

Sen olmasan sorunsalımıza lise sonrası dönemi ele alalım. Tekrar takılmaya başladığımız dönemleri düşününce ikimiz de hayatlarımızın ağzına, farklı biçimlerde de olsa çoktan sıçmıştık. Tutunamayan hallerimizden birbirimizi sorumlu tutamayız.

Bana kaç kez elveda dedin? Bir daha görüşmeyelim dedin? Sayısı sanırım beş ya da altı. Bunu da beceremedik açıkcası. Birbirimiz kaç kez derinden yaraladık. Ben seni kaç kez yaraladım bilemiyorum - ki birden çok olduğunu düşünüyorum- ama sen beni bir kez çok acıttın. Kapı 7'nin bahçesindeki "Bana böyle bakma Barış." diyen seni düşündükçe hala senden nefret ediyorum.

Nefretlerimiz geçici ikimizinde. Beni takma o konuda. Bir ararsın hiçbir şey olmamış gibi konuşuruz. Beni, hemen hep sen ararsın.

Açıköğretim sınavından çıkışta bize gelip temizlik yaptığını anımsadım. Kapıyı uykulu gözlerle açtığımda "Beni temizlik şirketinden gönderdiler." demiştin. O halin daha çok aklımda.

Sen olmasan hayatım nasıl mı olurdu? Muamma.

İyiki doğdun, nice mutlu yıllara, iyiki varsın, falan fistan...

27 Nisan 2010 Salı

Risk Analizi

Annemi, babamı ve abimi seviyorum. Hepsi iyi insanlar. Mükemmel bir aile olmasak da gayet iyi ve mutlu bir aileyiz. En zor sorudur, anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun? Hiçbir zaman bu soruya gerçek cevabı vermem. Hemen hemen kimse vermez. Liberal bir tutumla, "İkisini de", derler. Bende öyle derim. Ama gerçek farklıdır.

Ben en çok annemi seviyorum, sonra babamı, en az abimi. Nedenini sormayın. Vereceğim cevaplar ne sizi, ne de başka kimseyi tatmin etmeyebilir. Kendi cevaplarım beni de her zaman tatmin etmiyor ne yazik ki. Çelişkilerimin tek cevabı bu aralar sadece "Ergenlik" kelimesinde saklı.

Babam memur, biz memur ailesiyiz. Arabamızda memur arabası. Ne demek memur arabası? Memur arabaları küçük olur, konforsuz olur, kliması olmaz, hava yastığı bir tek şöför koltuğunda olur, az yakar. Tüm bu özellikleri içeren araba, bizim arabamız ve sabahlayin tatile gideceğiz.

Beş yıldızlı bir otele değil tabiki. Küçük bir pansiyona. Sahibi babamın arkadaşının arkadaşı olan, sahile uzaklığı iki kilometre olan bir pansiyona. Gitmek istemediğimi net şekilde ifade ettim ama babama işlemedi bile. "Seni evde tek bırakamam, para verip tek başına tatile gönderecek kadar da param olmadığına göre benimle beraber tatile gideceksin." dedi. İtiraz edecek hiçbir şey bulamadığım için, "Ama baba..." dedim sadece. "Ama baba...", demem ise hiçbir işe yaramadı.

Gece bavulları hazırladık, sabah ise yola çıkacaktık. Benim ise içimde tatsız bir his vardı. Manasını bilemediğim ve "Ergenlik" diyerek kendime izah ettiğim bu saçma durumun yansımasıydı belki de. İçimdeki his "Kaza yapacaksınız." diyordu. Sabah yola çıkmadan anneme içimdeki hissi söyledim. "Saçmala, hiçbir şey olmayacak, sen gitmek istemediğin için böyle düşünüyorsun." dedi ve ekledi "Sakın babana bunu söyleme. Stres olur adam sonra kaza yapar senin yüzünden."

İhalenin bana kalmaması için sustum. İçimdeki his arabaya binme diyordu ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Eğer araba kaza yaparsa nasıl hayatta kalırım? Bunu düşünmeye başladım. Aramızda bir tek babamın ehliyeti vardı ve sadece onun koltuğunda hava yastığı vardı. Öne oturmak ise bence en tehlikelisiydi. Abim öne oturmak isteyecekti. İçimdeki his olmasa bende isterdim ama en iyisi bu sefer ön koltuğu abime bırakmaktı.

En çok annemi sevdiğim gibi, en az da onun ölmesini istiyordum. Arka koltukta beraber oturacaktık ama ehliyet kemerini takacak mıydı? Ben ne kadar ısrar etsem de kocaman göbeğiyle onu rahatsız edeceği için takmazdı. Zaten menepozluydu, sıkıntıya gelemiyordu. 

Arabanın arka sağında oturmak mı daha güvenliydi, yoksa arka solunda oturmak mı? Kazalar genelde sollama yaparken oluyor. Karşıdan gelen arabaya uzak kalacak kısım arkada sağ. Gerçi kaza bu. Nereden geleceği belli olmaz ama ben en iyisi arka sağda oturayım.

Annemi seviyorum. Baba mı da, abimi de. Ama en çok kendimi seviyorum ve hızlıca hareket edip arabanın arka sağında yerimi alıp ehliyet kemerimi takıyorum.

İzmir cinayetlerinin katil profili

Değerli polis teşkilatı. Malum her hareketimi izliyorsunuz, bu mesajı da okuyacaksınızdır. Size yardımcı olmak isterim.

Bir seri katile mekan ile ilgil isim vermek yanlıştır. İzmir ya da Balçova katili gibi isimler takmayın. Belki adam Adana'da ya da Trabzon'da da cinayetler işledi. Sizin isim kaynaklı yönlendirmeniz soruştumamızı olumsuz etkileyebilir.

Katil muhtemelen 25 - 35 yaşlarında ve beyaz. -zenci çıkarsa feci göt olurum-.

Cinayetlere hırsızlık havası süsü vermeye çalışsa da asıl amacı farklı. İkinci cinayetinden sonra 50tl düşürmesi de bunu gösteriyor.

Silah kullanırken çok yaklaşması silah eğitiminin olmadığını gösteriyor. Asker ya da polis değil.

Planlı ve kontrollü biri. sokak ortasında üç kişi öldürüp yakalanmamasından da bu belli ama konrolünü kaybediyor.

Aynı sokakta iki kez cinayet işlemesi tesadüf olamaz. Bu sokağın onun için anlamı olmalı. Bu sokakta olan tüm adli olayların dökümünü istiyorum. 30 yıl geriye gidin.

Kısa zaman önce tetikleyici olan bir travma yaşamış olmalı. Annesinin ya da kız kardeşinin ölümü olabilir.

Son travesti cinayeti işlemesi küçükken maruz kaldığı cinsel saldırıların yansıması bence. Muhtemelen anne tacizine uğramış bir adamdan bahsediyoruz. Annesi ölünce kontrolünü kaybetti.

Cinayetler sıklaştı ve unutmayın ki yakalanana kadar devam edecek.

Sıkıştırdığınız zaman etrafında kadın polis olmasın. İlk kadın polise ateş edecektir.

26 Nisan 2010 Pazartesi

politik bir pazartesi

Gün geçmiyor ki bir siyasi parti lideri sabah elinde simit ile kapımı çalmasın pazartesi sevdalıları. Amaçları malum; beni partilerine dahil edip sizlerin oylarını almak. Hem sadece Türkiye'den de değil. Geçen sabah bir baktım Berluconi elinde iki simit, yanında tercüman olarak Fatih terim. "Gel İtalya'da kadından ve sexten sorunlu bakan ol" diyor. "Terimciğim dedim. sorunlu mu diyor, sorumlu mu? adam gibi çevir türkçeye" neyse iyi bildiğiniz gibi sabahları agresif uyanıyorum. elimden zor aldılar dallamaları. dış politika ile daha fazla kafa ütülemeden listemize geçelim.

* avcı olmalı. bana keklik, bıldırcın, yaban kazı ,kirpi, gibi hayvanlar avlayıp; pişirmeli.
*ölmüş sonra hayata dönmüş olmalı. bana öteki hayat hakkında bilgiler vermeli.
*yarışmacı bir karaktere sahip olmalı.
*dış politika ile ilgilenmemeli.
*iç politika ile ilgilenmemeli
*politik bir duruşu olmalı.
*ilk yardım bilmemeli. ben kıskanç adamım.

Politika her geçen gün beni sıkıştırıyor değerli pazartesi sevdalıları. Ama korkmayın, beni ele geçiremezler.

25 Nisan 2010 Pazar

halk oyunlar ve gizli cinsellik

dans hadisesi içinde cinselliği her zaman muhteva eder. Tangoda çok net bir ön sevişme havası vardır. Vals, falan, fistan da hep bu havayı yakalayabiliriz. Lambada konusunu hiç açmıyorum bile.

Bizim halk oyunlarımızda aslında bu var. Halayı ele alalım. Yanındaki kızın elini belki on dakika tutuyorsun. Hatta şanslıysa iki elinde iki ayrı kızın eli.

Tehlikeli konular bunlar.

23 Nisan 2010 Cuma

Manav

Kahramanımız ne mi demiştir manava? Üç yıllık komşuluklarının getirdiği samimiyetlerine dayanarak, " Eğer bir ay içerisinde gelmezsem evdeki eşyaları satıp ev sahibine olan iki aylık kira borcumu öde abi. Artanla da bakkala olan borcumu ödersin. Kalanla da sana olan borcumu alırsın.".

"Tamam, ben hallederim" demişti manav Nuri. "Korkma, sen öğrencisin. Hiçbir şey olmaz; gider, gelirsin." Nuri Abi'nin bu sözleri her ne kadar kahramanımızı cesaretlendirmese de, korkusunu bir nebze azaltmıştı.

Kahramanımız İranlı bir üniversite öğrencisiydi. Türkiye, İran'daki üniversitelere denklik verdiği haberini alır almaz Türkiye'ye geçiş için başvurmuş ve kabul edilmişti.

İran'daki baskı ortamından kaçmak için bundan daha güzel bir fırsat olamazdı. Azeri kökenli olduğu için Türkçe'yi öğrenmeye yatkındı. Bir hafta da işlemlerini halletti ve kaçar gibi Türkiye'ye geldi. Türkiye'de altı yıldır iktisat okuyordu. İstese okul dört yılda bitirebilirdi mamafih; ülkesine dönememek için uzatıp duruyordu. En son ise üç yıl önce İran'a gitmişti.

Ülkesinden gelen haberler iç karartıcıydı. Rejim değişmişti ve zaten çok özgür olmayan İran, değişiklik ile daha da yaşanması zor bir ülke haline gelmişti. Abisinin siyaset yüzünden hapse atıldığını öğrenmese dönmezdi ülkesine ama artık yalnız kalan annesinin yanına gitmesi gerektiğini de biliyordu.

Türkiye'de okuyan bazı İranlı arkadaşlarının ülkelerinde başına gelenlerin haberini almış ve korkuyordu. İran'da da zorunlu askerlik vardı ve kimi arkadaşları ülkesine girer girmez silah altına alınmıştı. Orası İrandı ve kanunlar yazıldığı gibi okunmazdı. Mevcut İran rejimine mualif İranlı öğrenci gençler, Türkiye de gizli gizli toplanıyor ve neler yapabilecekleri hakkıda konuşuyorlardı. Bu gençlerden bir kısmı da ülkelerine girer girmez ya hapse gönderildi ya da gayrı resmi şekilde idam edildi. Kahramanımız bu tür oluşumlarda da bulunmamıştı ama korkuyordu. Korkmakta da haksız değildi.

Acaba tekrar buralara dönebilecek miyim diye düşünerek üç yıldır oturduğu evinin bulunduğu sokağın sonundan sola döndü.

Ülkesine ayak bastığında ise hiçbir şey korkutuğu gibi olmadı. Sorunsuz bir şekilde ülkesine giriş yaptı ve annesinin yanına gitti. Abisi hapisten yeni çıkmıştı. İşkence gördüğü belliydi. Çok zayıflamış, hırpalanmış hatta yaşlanmıştı ama şükürler olsun ki iyiydi.

"Ben bu ülke için dayak yedim, işkence gördüm. Biraz iyileşeyim yine uğraşıma devam edeceğim. Ben korkak değilim!" dedi abisi. Yıllardır görmediği kardeşine "Sen korkaksın, kaçtın!" dememişti belki ama bunu ima etmekten de hiç çekinmemişti. Annesi de soğuktu kahramanımıza karşı. Bunu elbette söylemiyordu ama hareketleriyle, tutumlarıyla ister istemez dışa vuruyordu. Yıllardır oğlunu görmeyen bir anne sıcaklığı yoktu gözlerinde.

Bir gün abisinin arkadaşları hem "geçmiş olsuna"; hemde "bu ülke nasıl kurtulura" geldi. Annesi, abisinin arkadaşlarının etrafında pervane olmuş gibiydi. Çok sevdiği kahveli keki bile kahramanımız geldiğinde değil onlar geldiğinde yapmıştı. İşte o an anladı kahramanımız. Artık bu eve ait değildi.

Bir ay sonra Türkiye'ye dönmesi gerekiyordu ama ikinci haftanın sonunda bunalmıştı İran'dan. Kimi günler yatağından bile çıkmadan geçirdi. Annesiyle de, abisiyle de çok az konuştu. Kendi ülkesinde, ailesinin yanında, kendini hapis gibi hissediyordu. Can sıkıntısı ve iç acıması ile geçen dört haftanın sonunda, "Dönmem gerek." dedi. "Peki." dedi annesi. "Allah'a emanet ol."

Döndü Türkiye'ye kahramanımız. Sınırdan geçtiği an kendini sanki doğduğu, ait olduğu topraklara gelmiş gibi hissetti. "Bir daha İran'a gitmem", dedi kendi kendine. Dönmem değil, gitmem demişti. Artık İran defterini kapatmıştı kalbinde.

Koşar adım sokağına girdi. Yüzü gülüyordu. Hızla evine yaklaştı. Manav Nuri Abi'nin dükkanına baktı. Bomboştu dükkan. Sonra koşarak evine gitti. Evinden başka birileri oturuyordu. İki hafta önce kiralamışlardı evi.

20 Nisan 2010 Salı

kısa kısa 4-4

Saçma sapan bir pazar öğleden sonrasıydı. Evde pinekliyor, televizyona bakıyorduk; derken onun telefonu çaldı. Yatak odasına gitti ve telefonla fısır fısır bir şeyler konuştu. Sonra da bana bakıp, "Hazırlan hadi, biraz hava alalım." dedi. Canım hiç evden çıkmak istemese de ona uydum.

Arabaya bindiğimizde nereye gittiğimizden haberim bile yoktu. Radyoyu açtık ve yok boyunca hiç konuşmadık. Pek gitmediğimiz semtte, salaş bir cafeye oturduk.

"Beni neden bu yere getirdin?" dedin.

"Kötü anılar mekanlara yapışırlar. Şimdi sana söyleyeceklerim sana hayatının en kötü anlarından birini yaşatacak ve bunu evimizde yaşamanı istemedim" dedi. Sonra da derin bir nefes aldı ve "Baban ölmüş." dedi.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Ahh be İsabel!

Buldun gül gibi çocuğu bokunu çıkartıyorsun. Adam senin hayatını kitap yaptı be. Düşün, düşün başkasının değil senin hayatını. Senin o sıkıcı rutin hayatını. Sen ne yaptın? Sadece kapris.

Tamam çok yakışıklı olmasa da kültürlü çocuk. Proust'la da biraz kafayı bozmuş. Biraz fazla soru soruyor da olabilir. Ama sende bulunmaz hint kumaşı değilsin ki be kızım.

Annen de, baban da tımarhanelik tipler. Kardeşlerin desen örnek insanlar sayılmazlar. Sen ise nerede çalışıyorsun sorusuna cevap vermekten nefret eden, iki de bir imza değiştiren; tutarsız ve sıkılgan bir tipsin. Nesini beğenmedin sen bu adamın?

Eski sevgililerinin hepsinden iyi bir kere. Sana elini kaldırdı mı bu adam? Hep nazik oldu sana karşı. Seni yargıladığını da söyleyemezsin. Başka kim senin dinlediğin albümlerle bu kadar ilgilendi onu söyle. Her kadın konuşacak adam arar, bu adamın tek derdi seninle konuşmaktı. Çok yanlış yaptın İsabel. Sen bu adamı çok arayacaksın ama iş işten geçmiş olacak.

Acaba sen kel diye mi taktın bu adama? Senin babanda kel. Bunun için yazar adam bırakılır mı? Senin naz olarak yaptığın tüm saçmalıkları bu adam ilginçlik olarak değerlendirdi ve yazdı.

Adam yakışıklı olmasa da zeki İsabel. Hem de gayet zeki. Kitapları bilmem kaç dile çevrilmiş. Parası da vardır, şöhreti de. Hem seni aldatmayı bırak, kıskandırmadı bir kez bile. Sen ona eski sevgililerini, hayatına giren tüm erkekleri anlatırken bir kez bile kıskançlık tepkisi göstermedi. Kimle seviştin, kimle öpüştün adam listesini yaptı.

Tamam sen kıskanmamasına taktın değil mi? Kıskanılmak istedin. Ama bunu kendine itiraf edemiyorsun. Adam yazar İsabel. Elbette biraz fazlasıyla uygar, biraz marjinal olacak. Manasız hareketleri olacak. Senle olan ilişkisine bakıyorum da; sanki sen ünlü yazarsın, o işinin ne olduğundan bile bahsetmek istemeyen bir adam.

Geçmiş olsun İsabel. Geçti Bor'un pazarı, sür eşşeği Niğde'ye.

hamiş: öp ve anlattaki İsabel'e sevgilerimle.

Sigara içmek için aralanan kapı

Bugün tam bir yıl oldu sigarayı bırakalı. Kırk iki yaşındayım ve en zor yılım bu yıldı. Başım günlerce ağrıdı, kilo aldım, sinirlendim, iki kez arabadan inip kavga etmeye niyetlendim, bir kez dayak yedim, uykusuzluktan öldüm, deli gibi çay içtim, birkaç kez hırsımdan ağladım...

Birinci yıl şerefine bir karar veriyorum. Sigara içmek için hayatın bana bir kapı açmasını sağlıyorum.

Her ölüm haberinde bir sigara yakacağım. Her gün yüzlerce kişi ölüyor. Hesabım bunun üzerine değil. Tanıdığım, yüz yüze görüştüğüm her kişi için geçerli. Her tanıdığım öldüğünde bir sigara yakacağım. Sadece bir tane.

Facebook'umda iki yüz kırkı üç kişi var. Telefon rehberimde ise yüz otuz sekiz.


Güzel rakam.

Yara Bandı

"Anne gelirken yara bandı alır mısın?"

"Tabiki alırım canımın içi. Sen odana geç hadi. Anneannen çorbanı ısıtıyor. Benim şimdi çıkmam, işe gitmem, para kazanmam gerekli. Sen çorbanı iç, uslu dur tamam mı?"

"Peki anne."


Anne her sabah işe gidiyordu. Baba ise yoktu. Küçük Boğaç'ın kafasında zaten baba diye bir fikir yoktu. Anneannesi ve annesinden başka kimse girmemişti henüz hayatına.


Anneanne çobasını getirdi ve her kaşığı ayrı ayrı üfleyerek, yavaş yavaş, çorbasını içirdi Boğaç'a. Sonra da televizyonda çizgi film açtı ve "Uslu uslu izle çizgi filmini bebeğim tamam mı? Ben mutfaktayım." dedi. Boğaç hiç yerinden kalkmadan üç saat çizgi film izledi.


Anneanne üç saatin sonunda tekrar Boğaç'ın yanına gelip "Hadi biraz resim yap bebeğim. Uslu uslu, taşırmadan, etrafı kirletmeden tamam mı?" dedi ve mutfağa gitti. Boğaç iki saat boyunca, odasından hiç çıkmadan, biraz resim yaptı, biraz televizyon izledi.


Anneanne tekrar odaya geldi ve Boğaç'ın resimlerine göz ucuyla baktıktan sonra "Hadi biraz uyu bebeğim. Uyumazsan büyüyemezsin." dedi. Televizyonu kapattı, Boğaç'ı yatırıp üstünü örtü ve odadan çıktı. Boğaç biraz uyuyarak, biraz da saatin tik takını dinleyerek üç saat yatağından kalkmadı.


Anneanne üç saatin sonunda tekrar geldi ve yatakta gözleri açık tavanı izleyen Boğaç'a "Acıkmadın mı sen bebeğim? Bak sana yumurta kırdım." dedi ve her lokmasını üfleyerek soğuttuğu yumurtayı yavaş yavaş yedirdi.


Boğaç biraz daha çizgi film izledi, derken annesi yorgun argın eve geldi. Anne gelince, anneanne çantasını aldı ve gitti.


Anne üstünü değiştirmeden Boğaç'ın yanaklarını okşayarak "Çok üzmedin değil mi anneanneyi?" dedi. Sonra elini çantasına sokup; "Bak sana ne aldım?" dedi ve kağıt helva çıkarttı. Boğaç ise sitemkar bir bakışla,

"Hani yara bandı alacaktın?" dedi.

"Seni gidi yaramaz. Ne yapacaksın ki yara bandını? Bak ne güzel kağıt helva. Hem de çıtır çıtır."

"Teşekkür ederim anne." dedi Boğaç. Sonra da odasına gitti ve televizyonun karşına geçip kağıt helvasını yedi.


Sabah oldu. Anne yine işe gidecek iken Boğaç odasının kapısından seslendi. "Anne gelirken yara bandı alır mısın?"


Geç kalkmış olan anne telaşla evden çıkarken "Tamam, tamam. Sakın anneanneyi üzme." dedi ve evden çıktı. Anneanne yine dün sabahki gibi, hatta Boğaç'ın kısa hayatının her sabahındaki gibi, elinde çorba kasesi ile Boğaç'ın odasına doğru yürüdü ve üfleye üfleye çorbasını içirdi.


Gün bitti, anne işten geldi. Kapı önünde anneanne ile fısır fısır bir şeyler konuştuktan sonra Boğaç'ın saçların okşayıp "Uslu durdun değil mi? Bak sana ne aldım?" dedi ve çantasından bir elma şekeri çıkarttı.


"Hani yara bandı alacaktın?" dedi bu sefer ağlamaklı bir sesle. Anne ise elma şekerinin kağıdını çıkartıp Boğaç'a verdi ve "Bak ne güzel elma şekeri. Ne yapacaksın sen bakalım yara bandıyla?" dedi. Boğaç ise mahçup mahçup yere baktı ve hiçbir şey söylemedi.


Uyudular, uyandılar. Anne evden çıkmadan Boğaç'a bakıp, "Uslu ol ve çorbanı iç tamam mı yavrucum, akşama istediğini alacağım meraklanma." dedi.


Boğaç'da anneannesiyle çorbasını içip çizgi filminin başına geçti.


Annesinin gelmesini o gün, her günden daha bir heyecana bekledi. Öyle uykusunda bir saniye bile uyuyamadı. Kapı çalınca koşarak kapının önüne geldi ve arkasından gelen anneannenin kapıyı açmasını bekledi.


Annesi kapıda bekleyen Boğaç'a sevgilye baktı ve ayakkabısını bile çıkartmadan "Al bakalım ufaklık. Sana bir sürü yara bandı, hemde renk renk. Artık ne yapacaksan?" dedi.


Boğaç kocaman bir gülümseme ile annesine sarıldı. "Canım annem." dedi. İkisi de birbirlerine öyle sarıldılar ki; anneannenin kıskanç bakışlarını ve evden çıkışını görmediler bile.


Gece oldu ve uyudular. Boğaç hiç adeti olmamasına rağmen gece annesinin yanına geldi. Anne oğul birbirlerine sarıldılar ve harika bir uyku çektiler. Öyle güzel uyumuşlardı ki, uyanamadılar. Anneannenin kapıyı yumruklamaları uyandırdı onları. Boğaç yataktan kalktı ve kapının önüne koştu. Anne de, kendine kızarak oğlunun arkasından koştu ve kapıyı açtı. Anneanne somurtgan şekilde onlara bakıp;


"Bu haliniz ne soytarılar!" dedi. Anne gözlerini ovuşturarak Boğaç'a baktı. Yüzünde kollarında yara bantları yapıştırılmıştı. Sonra kapının yanındaki aynaya baktı ve kendi yüzünü gördü. Alnında, yanaklarında yarabantları vardı. Kollarına baktı, kollarında da yara bandları yapıştırılmıştı. Annesinden yediği azara, sabah mahmurluğu eklenince Boğaç'a baktı ve sert bir şekilde; "Ne yaptığını sanıyorsun sen?", dedi.


Boğaç ise yere bakarak cevap verdi. "Yara bandı anne bu, iyileştirir."

Yumruk yumuğa

Bir süre sessizliği dinledim. Zamanın çok yavaş aktığını hissediyordun. Elimde silahım saklandığım yerden çıktım. Kan ve barut kokusu birbirine karışmıştı ve bu koku midemi kaldırmıştı. Etrafıma baktığımda altı adamımım da yerde yattığını gördüm. Son umut yanlarına gittim ama nafile; ölmüşlerdi.

" Hepsi öldü komutan, sadece ikisin ben öldürdüm" dedi düşmanım. Elindeki keleşi bana doğrultmuş bakıyordu. " Sakın davranma vururum."
" Seninkiler nerede?" dedim. Sesim buz gibiydi. duygularımı gizlemeye çalışmış ve başarmıştım.
" Onlarda öldü. Bir tek ben kaldım. Sen ve ben kaldık."
" Pusuya düştük ve sen hariç tüm adamlarını öldürdük. Biz kazandık sayılır"
" Bende seni öldürmüş olacağım ve biz kazanmış olacağız."
" At silahını dövüşelim. Ölümüne dövüşelim. Yumruk yumruğa. Asıl kazananı anca böyle bulabiliriz." dedim ve zaten namlusu yere bakan silahımı yere attım. Yüzüme baktı. Gözlerini gözlerime dikerek. Bakışlarından korkmadım ama gözlerimi gözlerinden kaçırarak korktuğum izlenimi vermeye çalıştım. Amacım onu cesaretlendirmekti. Adrenalin insanı aptallaştırır. Bir insan şu durumdan daha çok heyecanlanmaz adrenalin pompalayamazdı.

"Yumruk yumruğa komutan" dedi. Keleşini sağına attı.

İkimizde kavgaya hazırlanamaya başladık. Ben kollarımı sıvarken o üstünü çıkartmıştı. Boynunu kütürdetirkenki bakışları bu sefer beni gerçekten ürpertmişti.

Eğildim ve paçalarımı botlarımın içine sokar gibi yaparak botumun içine sakladığım küçük silahımı çıkarttım ve onu sağ elmacık kemiğinden vurdum.

18 Nisan 2010 Pazar

Pazartesizlik ihtimali üzerine...

Bazen kendi kendime diyorum ki; "Bu hafta listeyi yayınlamayayım. Bakalım neler olacak? Petrolün varili ne kadar artacak, kaç hükümet devireceğim, borsalar ne hale gelecek, kaç savaşa sebep olacağım". Sonra da yüzümde mağrur bir gülümseme ile bilgisayarın başına geçiyorum ve yazmaya başlıyorum. Korkarım ki iyi bir insanım.

*dilencilere para vermeyip, "bunun kesin 5 tane evi vardır" demeli.
*yirmi beş çeşit çorba bilmeli.
*işkence ilgi alanı olmalı. şöminenin önünde ayı postunun üzerinde oturduğumuzda bana hayalindeki işkence yöntemlerini anlatmalı.
*para sevmeli. parayı çok sevmeli. hemde beni sevdiğinden daha çok sevmeli. " beni mi parayı mı seviyorsun?", dediğimde; "seni" demeli.
*benden hiçbir zaman şifrelerimi istememeli.
*sırtı beli tutulmamalı.
*bana, "yağmur yağıyor yürüyelim mi?", "kar yağıyor yürüyelim mi?" gibi saçma yürüme tekliflerinde bulunmamalı.

belki bir hafta listeyi yayınlayamam. o zaman size tek tavsiyem evlerinizden çıkmayın. Varsa sığınağınız, gidiniz ve sığınınız.

Futbolcu kampı projesi

Her erkeğin çocukluğunu futbolcu olma düşü süsler. Tuttuğu takımın formasıyla çıktığı bir maçta atacağı gölün hayali ile yaşar. Ne yazıkki çok az çocuk bu hayalini gerçekleştirebilir.

Projenin amacı hayallerini gerçekleştirememiş olan büyüklere bu tadı yaşatmak. Birkaç günlüğüne de olsa kendilerini profosyonel futbolcu gibi hissetmelerini sağlamak.

Projenin katılımcılara sağlayacağı imkanlar şunlar:

*Sabah ve akşam olmak üzere profosyonel antronerler eşliğinden antreman.

*Frikik ve penaltı çalışmaları.

*İki gün sonunda gece oynanacak bir maç. Bu maçın kaydedilmesi ve maç sonunda katılımcılara verilmesi.

16 Nisan 2010 Cuma

Çokluk - bokluk

" Ne kadar zekisin?"
" Karşımda toplam on iki kişisiniz ve ben hepinizin toplamından daha zekiyim"
" Nasıl olur bu? Bu nasıl bir kendini beğenmişlik?"
" Şöyle olur. İnsan zekidir. Her birinizde zeki insanlarsınız. Mamafih kalabalıklaştıkça aptallaşırsınız. Çoğunluğun olduğu yerde aklın değil, çoğunluğun dediği olur."

15 Nisan 2010 Perşembe

kurnaz - kahin

Kurnaz adamdı eski futbolcu. Gençliğinde iyi futbol oynardı. Futbol hayatı bitince ise, ticarete atılmış ve güzel para kazanmıştı mamafih şöhreti özlüyordu. İnsanlar eskisi gibi onu tanımıyordu. Hele genç nesil onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Para, ona huzur ve mutluluk getirmemişti. Attığı golleri görürdü rüyalarında ya da seviştiği güzel kadınları. Şimdi de güzel kadınlarla sevişiyordu ama eski tadı alamıyordu. Sebebini ise artık ünlü olmamasına bağlıyordu. Eskiden kadınlar ünlü futbolcu ile sevişmek istiyorlardı, şimdi ise sadece para karşılığı sevişiyorlardı onunla.

Eskiden gazeteciler görüşme yapmak için kapısında yatarlardır. Bir tek kelimesini yazmak için karda kışta gece klüplerinin önünde beklerlerdi. Geçenler bir gazeteci çocuk onunla görüşmek isteyince heyecanlandı. En güzel kıyafetlerini giyip gazeteciyi bekledi. Gazeteci ise bir saat geç kaldıktan sonra umursamaz bir tavırla eline bir kağıt tutuşturdu ve "Soracağım sorular bunlar. Lütfen biraz acele edelim" dedi.

Dediği gibi acele de etti çocuk. Görüşme on beş dakika sürdü ve gitti. Diğer gün gazetede ise kendini, kendisi gibi eski birkaç futbolcu arkadaşı ile yapılmış röportajın içinde birkaç satırda buldu. Hey gidi günler dedi içinde. Neydik ne olduk?

Şöhreti özlüyordu. Hatta hissettiği sadec özlem değildi. Çok daha yoğun bir duyguydu. Şöhretsiz yaşamam ben dedi kendine. Bir yolunu bulmalı ve tekrar tanınır olmalıyım.

Eski arkadaşlarına baktı. Daha doğrusu eski arkadaşlarından ünlü olanlara baktı. Ya teknik direktörlük yapıyorlardı ya da yorumculuk. Teknik direktörlük bana göre değil dedi kendine. Çekemem ben o stresi. Hem yıllardır uzağım futboldan. Şimdi gidip ikinci ligde mi uğraşacağım. Ben en iyisi yorumcu olayım. Bir gazeteye de yazı yazarım olur biter.

Bir arkadaşına isteğini anlattı. O arkadaşı da, başka bir arkadaşına. Bir başka arkadaşı da, bir tanıdığına... Sonunda bir televizyonun genel yayın yönetmeni olan Ahmen Bey ile bir akşam yemeği ayarladı.

" Benim zengin adamım Ahmet Bey. Bu işi istiyorsam para için değil futbolu sevdiğim içindir."

Ahmet zeki adamdı. Karşısındakinin ne söylediğinden çok, ne demek istediğinine bakıyordu. Karşısında bir futbolcu eskisi vardı, zengin bir adam vardı, söylediklerini ezberlediği belli bir adam vardı, ses tonu ve hitabeti fena olmayan bir adam vardı, yakışıklı olmasa da bakımlı bir adam vardı, giyinişine önem veren bir adam vardı.

"Bizim işimiz sadece futbol değil. Bunu iyi biliyorsunuz. Bizim işimiz şov, gösteri, gösteriş, kavga, heyecan... Bunları yapabilir misin? Kurnaz bir adamsın biliyorum. Kurnaz biri her zaman işime yarar. Eğer futbol oynadığın zamanlardaki gibi kurnaz olursan bu işte çok ilerlersin.

Bir sürü eski futbolcu televizyonlarda, gazetelerde. Çoğu bağıra çağıra tartıştığı ve tuttuğu takıma hala bağlılıklarını gösterdikleri için oradalar. Sen çok transfer yapmış bir adamsın. Farklı bir şeyler ortaya koy bende seni medyanın göbeğine koyayım. Beni ara ve güzel bir fikirle gel."

Yemek bittiğinde eski futbolcu hem umut, hem de umutsuzluk doluydu. Ahmet Bey'in söylediği açıktı. Farklı bir şeyler bulamazsa ona bu dünyada yer yoktu.

Futbol ile ilgili farklı bir fikir bulması için eskisi kadar futbolla iç içe olmalıydı. Gidebildiği tüm maçlara gidiyordu, eski futbolcu arkadaşları ile eskisinden katbekat daha çok görüşüyordui sabahlara kadar futbol tartışma progrmları izliyordu, yine arkadaşları ile halı saha maçları bile yapmaya başlamıştı. Futbolla geçen günlerinde futbolu çok özlemediği kanısına vardı. O şöhreti özlüyordu.

Öğlen vakti oynanan bir futbol maçına gitmişti yine tek başına. Taraftarı pek olmayan iki takımın sıkıcı maçıydı. Maçı yayınlayan kanal da oynanan futbolda yayınlayacak pek bir şey bulamamış olmalı ki kameralar tarafları gösterirken ona yakın çekim yaptı. Maçı anlatan adamda eski futbolcuyu tanıdı ve ondan bahsetmeye başladı.

Bir anda eski futbolcunun telefonu çaldı arayan eski bir arkadaşıydı.

"Abi naber nasılsın?"
"İyilik aslanım senden naber?"
"Benden de iyilik abicim maçı izliyordumda seni gördüm. Spiker kaç dakikadır senden bahsediyor."

Şaşırmış ve mutlu olmuştu eski futbolcu. Hem spiker onu tanımıştı; hemde canlı yayında ondan bahsetmişti. İçinin kıpır kıpır olduğunu hissetti ve tam o anda gol oldu.

"Golü gördün mü?" dedi telefondaki arkadaşına.
"Yok abi ne golü, korner kullanıyorlar" dedi arkadaşı ve o anda korner gol oldu.

"Abi televizyona görüntü biraz geç geliyor. Sen tabi canlı izlediğinden golü bizden önce görüyorsun. Bizde sözde canlı yayında maç izliyoruz" dedi.

Eski futbolcu kocaman bir kahkaha patlattı. Arkadaşına " Sağolasın aradığın için, görüşürüz arkadaşım." dedi ve telefonu kapattı.

Gülüyordu eski futbolcu. Hemde bir çocuk gibi. Sonunda aklına bir fikir gelmişti. Sonunda eskisi gibi ünlü olabilecekti. Hatta eskisinden de ünlü olacaktı. Hemen Ahmet Bey'i aradı.

"Harika bir fikrim var Ahmet Bey. İddialıyım tüm basını sarsacağız."
"Buna çok sevindim. Söyle bakalım nedir planın?"
"Telefonda olmaz Ahmet Bey. Dinleniyorsunuzdur. Akşam yemeğinde anlatırım size herşeyi"

Akşam oldu

14 Nisan 2010 Çarşamba

dayak ve adrenalin

"Kaçan kovalanır..Adamın seni dövesi yoksa bile kovalar.. Kovaladıkça yorulur ve adrenalini artar. Yoruldukça aptallaşır. Adrenalini attırkça da aptallaşır. İki kat aptallaşan bir aptaldan daha tehlikelisi yoktur."
"Ne yapayım ölü taklidi mi yapayım?"
"Oda bir ihtimal"
"Dayak kaçınılmazsa yenir mi diyorsun?"
"Korkarım ki."

anasına sor kızını al

Evlenilecek kızın annesine sorulmasını gerekli sorular


*Akrabalarınızın ölüm sebepleri nelerdir?
*Ailede süre gelen bir hastalık var mı?
*Menepoza ne zaman girdiniz?
*Kızının en nefret ettiğiniz özelliği nedir?
*Eşiniz ölünce bizimle mi yaşamayı planlıyorsun?
*Kaç yaşınınızdayken çirkinleştiğinizi hissetmeye başladınız?
*Cinsellikten ilk sıkılıdığınızda kaç yaşındaydınız?
*Kızınız ateşli bir hastalık geçirdi mi?
*Kızınız sizi mi yoksa babasını mı daha çok sever?
*Kızınız garip haraketler yapmaya başlarsa ne yapmalıyım?
*Ölümü nasıl karşılar?
*Kontorülünü kaybeder mi? ya da neler kızınıza kontrolünü kaybettirir?
*Sakinleştirmek için neler yapmalıyım?

Ayrılmış çift.

Ayrılmış çift. babanın, kızına anneyi şikayeti:

-Öyle şanslıyız ki. Özellikle sen. Hayatın pis yüzünü çok erken öğreneceksin... Ve şunu asla unutma yavrum hayat seni kimlerle karşılaştırırsa karşılaştırsın; kimse annen kadar kötü olamaz.

Terk edemeyenler

"Hayatım boyunca hep terk edildim."
"Bende. Hiç terk eden taraf olmadım."
"Bazen terk etmek istedim bile; ama beceremedim"
"Bende beceremedim."
"Biz sevgili olursak hiç ayrılamayızo zaman. İkimizde terk etmesini bilmiyoruz ya da beceremiyoruz. Çok uzun bir ilişkimiz olur. Hatta belki bizi sadece ölüm ayırır. Uzun ve histerik bir ilişkinin arifesindeyiz. Ne dersin?"

13 Nisan 2010 Salı

savruk....

önce kendimi ,sonra seni öldürürüm.
nasıl?
onu

,,,

çok kötü bir insandım ama

ölüler günah işlemez...

seni öldüreceğim ve günaha girmeyeceğim.. çünkü önce ben öleceğim...

--
tente project..
--
risk analizi..

4 kişilik aile. trafik kazası korkusu.
--

twit: carıye: 4=car yek=1

----
T.E.S

perec ve paganini hakkında bilgili olmalı



--


--------

Futbol günlüğüm


---
kısa kısa öykü..

maç bitmeden staddan çıkan çıcouk

,,,


----

maç sonrası dizi yayınlayacak tv müdürü.. maçın uzaması durumunun oluşturduğu kaygı.. milli takım son dakikada gol yiyince sevinmesi.


----

Satranç bilmeyen benim satranç turnuvasına katılma durumu

zaman: lise

sebep: arkadaşlara hava olsun, çok çakalım havaları.

Maç: Süresini son ana kadar kullansın, rakibi ile aynı haraketleri yapsın

Sonuç: Bir anda kalk ve git. Sessiz ve sedasız. Beklediğin kadar eğleneme. mahçubiyetini yanına al.
--
perecvari küfürler


--

Zehir

Her şeyin fazlası zehirdir. Bir insanı sadece su içirterek bile öldürebilirsin.

Beni, senin fazla sevgin öldürdü. Hep sevdin beni. Hiç durmaksınızın ara vermeksizin. Kötülükler yaptım, kötü insan oldum; yine sevdin beni. Kötülükleri sana yaptım, hemde durmaksızın, yine sevdin beni. Öyle sevdin ki öldürdün beni. Yavaş, yavaş... Beni sevgin öldürdü. Beni sen öldürdün...

Düşünen adam heykeli ne düşünüyor?

-Amma çok hasta varmış ha.
-Şu akıl hastanesi işinde para var.
-Ne güzel hemşireler var burada

Öykücük;)

Therapist, TheRapist, Rapist

Therapist, TheRapist, Rapist

--

trampa, travma, tranvay

Serseri Mayınlar

İki erkek kardeş ve ikisi de eşcinsel. Bunu ilk kez yemekteyizde görmüştüm. Hem o programdaki kardeşler ikizdilerde. Şaşırmıştım. Nedendir bilinmez ikiz eşcinsel kardeşler fikri daha önce aklıma gelmemişti. Görüntü çok çirkindi.

Serseri mayınlar; gerilimsiz, neşeli bir film. Yönetmenin cinsel tercihi filmi içseleştirmesine büyük katkıda bulunmuş. Bu sayede seyirciye güzel geçmiş bir film ortaya çıkmış. Kendi babasına söyleyemediği - itiraf etmediği demiyorum- eşcinselliğini açıklama kısmı filmin merkezinde.

Ailesine, özellikle babasına açıklama yapacağı akşam yemeği sahnesi beni çok etkiledi. Harika bir film başlangıcıydı. Abisinin açıklamasından hemen sonra babasının işi şakaya vurma çabası, sonra delirmesi en son yemek masasını yıkması ve tam masa yıkılırken alkolik halanın hızla şarap bardağını kurtarmasını etkileyiciydi. Acaba kaç seferde çektiler bu sahneyi.

Baba karakterini oynayan italyan aktöre bayıldım. Filmin trajedi ve mizah yükünü çekenlerin başındaydı. Her ne kadar eski kafalı bir adam da olsa büyük oğlunu kovduktan sonra eşine söylediği " Beni çalışma odasında beklesin" sözü bence filmin anahtarlarından biriydi. Anne ise oğluna bunu söylemedi ve gitmesini sağladı. Kadınlar, erkeklerden daha mı acımasız?

Hızlı araba kullanan kadın karaker ise harikaydı. Nicole Grimaudo. Nedendir bilinmez çok beğendim. Çok çekici buldum. Hırslı ve nevrotik bir karakterdi. Sevdiği adamın eşcinselliğini fark ettiği an ki hüzünlü ama hüznünü bastıran bakışları çok güzeldi. Yeşil bikinisi ile de göz alıcıydı. Eve gelip hızla google da aradım ve kısa saç daha çok yakışıyor söymemek gerek.

Alkolik hala'nın gece "Hırsız var" bağırışları. Akıl sağlığı bozulmuş biriyle yaşamaya alışmak kimbilir ne zordur. Ama insan güçlüdür ve gücünü aldığı temellerden biride uyumudur. Tüm aile halaya alışmıştı.

Babanne'nin intiharı ise yıllar önce bir Yabancı Damat isimli dizide baklava ustasının intihar girişiminin benzeri. Belki o benzerliği yakalamam o sahnenin bendeki etkisini diğer izleyicilere göre azalttı mamafih sabah başrol oyuncumuzu uyandırması ve ölüsününü bulunma sahnesi şaşırtıcıydı.

Sezen Aksu ile bitmesi ne güzeldi. Bir İtalyan filminde böyle bir süprizle karşılaşmak beni ayrı mutlu etti. şarkı eşliğindeki cenaze ve düğün sahnesi ise filme yakışan güzellikte bir sondu.

Fragmanını filmi izledikten sonra izledim ve açıkcası çok beğenmedim. Eşcinsel arkadaşlara çok vurgu vardı. Bence filmin etkileyici sahnelerinden biri olan babanın kahkalar altındaki baskı sahnesini koymaları ise güzel olmuş.

İzlediğim yabancı filmler genelde İngilizce. Ondan belki İtalyanca bir film izlemek ilk anlarda zor oldu. Yine de birkaç dakika sonra alıştım. Melodisi güzel bir dil İtalyanca.

Güzel bir filmdi. Eve gelir gelmez önce Nicole Grimaudo' yu araştırdım sonra da aynı hızla bir başka Ferzan Özpetek filmi olan Mükemmel Bir Günü indirdim...

12 Nisan 2010 Pazartesi

sahildeki çirkin kadın terörleri

güzelce yüzmüşümdür.. elimde kitabım sereserpe şezlongta yatıp kitap okursun.. hayat güzeldir, kitap güzeldir, bronzlaşmış tenim güzeldir..

derken bir kadın denize nazır yürümeye başlar. kadın dediysem kazulet. bir anda istemsiz şekilde kadına bakarsın.. berbat bacaklarına, iğrenç memelerine.. bakmamaya çalışırken iğrenirsin kendinden, erkek olmaktan..

kitaptan koparsın, ortamdan koparsın.. berbattır...

11 Nisan 2010 Pazar

pazartesi günleri, gevşer gönül yaylari

Kuzey yarım küredeki pazartesi hayranları; biliyorum ki ilkbahar geldi. Havalar ısınıyor ve hormonel hareketlenemeler yaşıyorsunuz. Beni düşünürken; önce yanaklarınızı, sonra da tüm vücudunuzu sıcak basıyor. Ateşleniyorsunuz ve bundan da beni sorumlu tutuyorsunuz. Haklısınız... Size daha çok ateş basmadan listeme geçip, yüreğinize su serpeyim.

*odasında atatürk resmi olmamalı.
*akrabaları arasında ünlü birileri olmalı. Ben ikide bir o ünlü akrabasına ziyarete giderek içimde olan o ünlü merakını bastırabilmeliyim.
*Kral tv video müzik ödülleri için bana bilet bulabilmeli.
*esnaf ona aşık olmalı. manav, bakkal, kasap aşklarından dolayı; sebzenin, meyvenin, etin en tazesini ve en nadidesini ona hemde iskontolu olarak satmalı. haliyle ben de yemeliyim.
*masaj eğitimi almalı ve eğitiminin meyvelerini sadece benim nadide vucüdumda göstermeli
*ben şakacıyım diye kendinde de şaka yapma zorunluluğu hissetmemeli. gülsün ve takdir etsin kafi.

Güney yarım küredeki pazartesi hayranları; biliyorum ki sonbahar geldi. Havalar soğuyor ve üzerinize ölü toprağı atılmış gibi hissediyorsunuz. Beni düşünürken önce ayaklarınız, sonra da tüm vücudunuzu soğuk basıyor. Üşüyorsunuz ve bundan da beni sorumlu tutuyorsunuz. Haklısınız.. Listeyi okudunuz, biraz kalbiniz ısınmış olmalı


9 Nisan 2010 Cuma

manav - kaba özet

Bir önceki gece manava söyledikleri: Eğer bir ay içerisinde gelmezsem evdeki eşyaları sat ve ev sahibine olan iki aylık kira borcumu öde. Artan ile de sana ve manava olan boçlarımı ödersin.

Kahraman: O İranlı bir üniversite öğrencisiydi. Türkiye denklik verdiği için ülkesindeki baskı ortamından da kaçmak için Türkiye'ye gelmişti. Aslı Azeri olduğu için için Türkçe'yi de öğrenmekte sorun yaşamamıştı. İktisat okuyordu.

Dönememe ihtimalinin sebepleri: İran'daki rejim değişikliği. Zaten çok özgür olmayan İran, değişiklik ile daha da yalanması zor bir ülke haline gelmişti. Abisinin siyaset yüzünden hapse atıldığu ahberini almıştı ve yalnız yaşayan annesine destek olmak için dönüyordu.

İran'da da zorunlu askerlik vardı. Üniversite öğrencilerini, öğrenimleri devam ettiği için askere almıyorlardı ama orası İran'dı; kanunlar yazıldığı gibi okunmazdı.

Türrkiye'de mevcut İran rejimine mualif öğrencilerin oluşturdukları oluşumlar vardı. Kahramanımız biliyordu ki bu oluşumlara katıldığı bilinen İranlı öğrencilerin ülkelerine döndükleri zamanki akibetleri karanlıktı. Ya hapse gönderiliyorlar ya da gayri resmi bir şekilde idam ediliyorlardı. Kahramanımızın bu oluşumlarla da bir ilişkisi yoktu ama biliyordu ki; orası İran'dı.


manav gelişme: Kahramanımız İran'a gider. Korktuğu hiçbir şey başına gelmez. Sınırdan rahat geçer, ülkesinde korktuğu kadar büyük bir gerilim görmeden evine gider. Abisi hapisten çıkmıştır. Biraz hırpalanmış, biraz zayıflamıştır ama şükürler olsun ki abisi iyidir. Annesi kırgındır kahramanıza. Gitmeden önceki gibi sıcak değildir ona karşı. Abisi de kırgındır ona. "Korkaksın sen" der. "Ben ülkem için işkence gördüm, dayak yedim. Sen ise kaçtın." Anneside abisi gibi düşünmektedir ama bunu söyleyemez. Söylemese de tavırları bunu hep belli eder. Ne abisi eski abisidir; ne de annesi eski annesi.

Sıkılır ülkesinden. Türkiye'de yaşadığı yabancılığın daha yoğununu ve daha kekremsisini doğduğu ülkede yaşamaktadır. Hemen kaçıp Türkiye'ye dönmeyi de kendine yediremez. Çoğu günler evinden hatta odasından bile çıkmaz. Annesiyle de abisiyle de mümkün olduğunca az konuşur. Abisinin arkadaşları evlerine geldiğinde ise annesinin onlarla olan muhabbettini çılgınca ile kıskanır.

Eşyalarını toplar ve "Dönmem gerek" der. Kimse ona dönme demez.

Türkiye'ye döndüğünde koşarak evine gider. Bir bakar manav Nuri kapalıdır. Evine gider. Ev sahibi başkasına kiraya vermiştir.

7 Nisan 2010 Çarşamba

kısa kısa 4-3

Vasat bir sevişme sonrasıydı. İkimizde çok keyif almamıştık. Bir sigara yaktım. Orgazm sigarasından ziyade, efkar sigarasıydı. Elimden sigaramı aldı, derin bir nefes çekti ve bana verdi. Sinirlenmiştim.

"Birbirimizin genital bölgelerini yalamış olmamız, aynı sigarayı paylaşacağımız manasına gelmez." dedim.

Giyindim ve gittim.

Hayal kırıklığı - kısa kısa 4-2

En büyük hayalimdi ressam bir sevgili. İnanılır gibi değildi ama olmuştu sonunda. Hem işinde harikaydı, hem de rüya gibi güzeldi.

Bir gece beni atölyesine davet etti. Kırmızı şarap içtik ve seviştik.

İkimiz yatakta çırılçıplak yatarken, bir anda kalktı sevgilim. Paletine boyalar sıkıp şövalenin önüne geçti.Hızla resim yapmaya başladı. Sanki hipnoz olmuş gibiydi. O akıl almaz bir konstantrasyonla resimini yaparken ben yataktan seslendim.

"Sevgilim, mutluluğun resmini mi yapıyorsun?"
"Hayır" dedi. "Hayal kırıklığının resmini yapıyorum."

6 Nisan 2010 Salı

Nasıl bilirdiniz?

Rahmetliyi nasıl bilirdiniz sorusu üzerine karikatür ya da resim üzerine balon koyarak yapılabilecek şaka.


Resimde tabutun başında cenaze namazı klan kalabalık

imam:Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?

cemaatten tek tek konuşma balonları:

-kim dedi?

-Kimse kimseyi bilemez...

-İyi kötünün türevidir.

-Umarım mezarlık uzak değildir.


Beni kovuşların

Beni her evden atışında aslında eve dönmemi istiyordun..Sen benden ziyade, benim dönüşlerimi seviyordun.

memen koluma değdi sorunsalı üzerine irfan benzeri yaklaşım denemesi

azizim bir sorunum var ve bana sizden başka kimse yardım edemez. ben bu soruyu senden başka kimseye soramam..

gerekli merakı oluşturduktan sonra; sorunum şu:

kızımızın orta boy göğüsleri var - ki ben meme demeyi tercih ederim-. neyse biz henüz elele tutuşmuyoruz. arada birbirimizn omuzlarına falan dokunuyoruz. ve sadece buluşma anlarında ve vedalarda yanaktan öpüşüyoruz ki buna öpüşme de denmez, yanak dokundurma diyelim...

kızımız orta boy memeleri koluma falan çok dokundumakta. kulağıma bir şey söyüyor, dokunduruyor; sakalında tüğ var diyor dokunduruyor; gömlek cebimdeki kalemi almak isiyor dokunduyor...

yardımınıza muhtacım aziz dostum....

5 Nisan 2010 Pazartesi

Macellan

Mecalim yok Macellan!
Kır kıçını, otur oturduğun yere,
Sövdürtme yuvarlak dünyana da
Kendine de...

kısa kısa 4-1

Cesedi kıyıya vurduğunda öleli belki bir ay olmuştu. Gözleri oyuktu, parmakları ise kesik. Kim olduğu hakkında kimsenin fikri yoktu.

Otopsi masasına yatırıldığında sağ ayağındaki dövmeler dikkat çekti. Alt alta beş kelime yazıyordu.  

Jilet
Bodrum
Çok Sesli Yalnızlık
Adiyetsiz
Uçarı Uçurtmacı

Doktor kelimelerden bir mana çıkartamadı. Google'a hepsini yazdı.

Kelimeler aynı yazarın kitaplarının ismiydi. Yazar ise bir aydır kayıp.

Penaltı

Maçın son dakikalarıydı. Hakem lehimize penaltı verdi. Çok sevindik. Yerde sakatlanmış, acı içerisinde yatan arkadaşımıza bile üzülmedik. Gol atmaya çok yakındık. Golü atarak maçı kazanacaktık. Duyarsız sevincimiz yaklaşık bir dakika sürdü.

Penaltıcımızı hoca değiştirmişti. İkinci penaltıcımız ise kadro dışıydı. Üçüncü penaltıcımız ise penaltıyı yaptıran, şimdi sedye ile dışarı çıkan takımdaşımızdı. O an düşündüm. Bizim sadece üç tane penaltıcımız vardı.

Tüm takım benimle aynı anda aynı şeyi düşünmüş olacak ki sevincimiz kusağımızda kaldı. Sessizlikle birbirimize baktık. Kimse topa doğru haraket etmedi. Sonra korkarak hocaya baktık. Hoca her zamanki gibi ağzından salyaları fışkırarak, bizim stopere " Hadi sen kullan aslanım." dedi. O an rahatladım. Bizim stoper ise hocaya sağ ayağını göstererek, "Ayağım haşat hocam, kullanamam." dedi.

Şaşkınlıkla bizim stopere bakıyordum. Ne yaptı da ayağı haşat? Sakatlanacağı bir pozisyon bile yaşamadı ki maçta. Alçak korktu ve yalan söylüyor. Hoca da yalan söylediğini anladı ama çaresiz " İyi, tamam." dedi ve bana dönüp " Sen kullan oğlum." dedi.

Bir an sustum, sonra da başımı öne eğip,"Tamam hocam." dedim.

Yirmi yedi yaşındayım; üç yıldır bu takımdayım ve ilk kez penaltı kullandırılıyorum. Hem hoca bana güvense ilk bana derdi, "Git kullan." diye. Hem geçen sene penaltılarla elendiğimiz kupa maçında hoca bana penaltı kullandırtmamıştı. Şimdi ne oldu da bana güvenesi geldi? Hem bana hiç penaltı antremanı da yaptırtmadı ki.

Bunları düşünürken kendimi ceza sahasının önü de buldum. Elimde top, kaleciye kaçamak bir bakış attım. Gol atmaya, maçı kazandırmaya ve kahraman olmaya bu kadar yaklaşmışken; bu gerginliğim anlaşılmazdı.

Topu beyaz noktaya koydum ve derin bir nefes aldım. İyi penaltıcı kalecinin ayak bileklerina bakarak atar ama ben hiç bu olaya niyet etmedim. Doğruca kalenin ortasına vurmaya karar verdim. Nasılsa kaleci bir tarafa atlar ve gol olur.

Yedi, sekiz adım gerildim ve topa sertçe vurdum. Kaleci umduğum gibi uçmadı ve yerinde sabit kaldı. Topa sert vurduğum için tutamadı da ve topu tekrar bana doğru gönderdi. Panikle topa tekrar vurdum. Yine kalecinin üzerine geldi ve sekip önüme düştü. Etrafımı rakip oyuncularla doldu bu sefer daha sert vurdum. Üst direkten havalanan top yine hizama geldi. Rakip oyuncularla beraber zıpladım ve benim dengemi bozmalarına rağmen kafayı vurdum...

Bu sefer top dışarı çıktı. Dizlerimin üzerinde kaldım.Dünyanın en yalnız adamıydım...

Kara pazartesi

kara haber tez yayılıyor sevgili pazartesi sedalıları. dünyanın her yanında, mutsuz kadın sayısının korkunç bir hızla arttığı haberlerini alıyorum. ağlamaktan şişmiş gözlerinizi gizlemek için kapkara güneş gözlükleri takıyormuşsunuz. üzülmeyin sadece sinemaya gidiyoruz. henüz duygusal ya da cinsel bir şey yok...

*üç yeşilden uzak durmalı. yeşil fasulye, bamya, bakla.
*her yıl evlilik yıldönümümüzde kendinine sunduğum sözleşmeyi imzalamalı. şartlarda anlaşamazsak seksi iç çamaşılarını alıp evi terk etmeli.
*vücudunda bikini izi olmamalı, bronz bir teni olmalı, çıplak güneşlenmemeli, solaryuma gitmemeli ve bu denklemi bir şekilde yerine getirmeli.
*hem eşim hem de dış siyaset danışmanım olmalı. tüm ülkelerin başbakanlarının ve dış işleri bakanlarının isimlerini bilmeli.

metanetli olmalısınız. nasılsa yakında beni terk eder.

4 Nisan 2010 Pazar

iş görüşmesi - lens

- gözünün rengi ile sorunu olan kişi ile çalışılmaz

3 Nisan 2010 Cumartesi

tutarlılık üzerine ahkam

tutarlılık felsefi sistemler için vazgeçilmez bir özellik olabilir mamafi insan için rutinliği ve değişimden korkmayı ifade eder. akan zamanın insanı her gün savurduğu bu zamanda, kişi tutarlı olmaktan ziyade uyum göstermelidir