24 Şubat 2014 Pazartesi

pazartesi - ihtiras heyeti

Seçim, demokrasi, sandık gibi kavramlarla aramın pek iyi olmadığı bilirsiniz pazartesi pür iradelileri. Mesela yıllardır benim mahallemde muhtar sandıkta seçilmez. Mahallelim yıllardır aday olmadığım halde beni muhtarı seçerler; tıpkı vatandaşı olmadığım halde her seçimde Belçika’nın beni ezeli ve ebedi lideri seçmesi gibi. Neyse sonra benim seçtiğim kişi muhtar olur.

*Ek iş olarak başarısız bir palyaço olup çocukların eğlence anlayışını değiştirmeli.
*Aynı şeyi söyleyip durmamalı.
*Hemşerisiz olmalı.
*Genel ve mangal kültürü gelişmiş olmalı.
*Mübaşirler sendikası onursal başkanı olmalı.
*Gözlüklerimi gazete ile silmeli.
*Mankenleri aşağılamamalı.


Malum seçime az bir zaman kaldı. Muhtar adaylarım apartmanın penceremin önünde muhtarlığı ne kadar istediklerini sanatsal olarak ifade ediyorlar. Resim yapanlar mı desem, modern dans edenler mi desem, günlerdir yemek yemeyenler mi desem, ne yaptığı hakkında bir fikrim olmamasına rağmen sanatsal bir şey olduğunu umduklarım mı desem. Neyse kazanan muhtar olacak. Diğerlerini de ihtiras heyetine seçeceğim.

21 Şubat 2014 Cuma

bir şeylerle ilgili liste girişimi

***Çitleri boya.
---Kümesi süpür
***Tavukları yemle
---Tavukları sula
***Köpeği biraz sal, gezsin.
***Köpek gelşince tüylerini tara
***Çitleri kontrol et.
---Kaç kırık çit olduğunu say
**Saydığın çitlerin yerine çit bul
***Bulduğun çitleri dik.
***Diktiğin çitleri boya.
***Yemek için patates soy
***Patatesleri pişir
***Patatesleri ez, pire yap
***Silahını doldur

***Uyu

18 Şubat 2014 Salı

Gün

                                                                                            -Arthur Ignatius Conan Doyle’a-

Bugün günlerden gün ve her gün birbirine benzer. Apartmanın ülke ekonomisine yük olan tüm kadınları toplandık; kısırlar, mercimekli köfteler, peynirli poğaçalar, mozaik pastalar, kurabiyeler, kekler ve tabiki yaprak sarmaları... Hatice Hanım’ın –hatçanımın- evindeyiz. Giriş bir küçük altın, çay sınırsız. Baş köşedeki tekli koltukların birine ben, ötekine ise hiç hazetmediğim Saniye Hanım oturuyor. Bir saattir o Yasin okuyor, biz dinliyorduk; anca bitti. Her gün iki temel üzerine inşa edilir. Önce Allah, sonra yallah!

Allah?! kısmı bittiği gibi dedikoduya başlandı. Güne gelmeyen ya da güne kabul edilmeyenler hakkında salladık durduk. Tam karşı apartmandaki Leman Hanım’ın kızının gidişinin gidiş olmadığına karar verdik ki; Saniye Hanım gitti. Gittiği gibi de kahveler kondu ve fal muhabbet açıldı. Sahne sırası bana geldi.

“Şeniz gel kızım senle başlayalım. Yanakları olduğundan daha pembe, bir heyecan var bunda belli.
“Geldim abla.”

“İki saattir telefonu hiç elinden düşmedi. Sekiz on dakika aralıklarla mesajlaşıyor ve telefonu her eline aldığında mahcupça sırıtıyor. Belli ki biri yeni girmiş hayatına. Daha önce ezik bir assubay vardı, demek ki ondan kurtuldu. Bu salakta üniforma zaaf, hep baba figürünün güçsüzlüğünden, muhtemelen bir polis bulmuştur.

Sana bir aşk gözüküyor gözüküyor kızım. polis mi de desem asker mi desem bilemedim. Saçındaki fön iki günlük. Belli ki dün adamla buluşmuş. Sen bu adamla tanışmışsın ve ondan elektrik almışsın. Hiç zorunlu kankası Fazilet’in yanına gitmedi ama. Aslında böyle bir şey olduğunda ilk ona yetiştirirdi. Özellikle kızdan uzak durmaya çalışıyor gibi. Biraz önce yanındaki sandalyeye oturabilirdi ama üçlü koltuğun ucuna sığıştı. Fazilet’ten gizlediğine göre adam Fazilet’in eski sevgili olmalı. Zaten bu tür zorunlu kankalıklarda taraflardan birinin ötekine sağlam kazık atması gelenek gibidir. Senin bu ilişkinin karşısında büyük engeller var ama aşkın yenemeyeceği hiçbir şey yoktur. Adam da seni çok seviyor ve daha çok sevecek. Bu aptalın cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Hem Fazilet’le birbirlerine girsinler de bize de dedikodu malzemesi çıksın. Asla bir engel tanımayın. Mutlu günler sizi bekliyor.

Sıradaki!

“Evet Fazilet. Senin arkandan büyük işler çeviriliyor ve senin hiçbir şeyden haberin yok. Hayatının ihanetine uğruyorsun. Hem de hiç beklemediğin bir yerden.  Şeniz kızardı, güzel. Demek ki tahminim doğru. Sen hep iyi niyetinden kaybediyorsun. Fazilet’in de eli telefonuna gitse de Şeniz'in aksine baktığında mesaj olmadığı için somurtuyor. Bir süre hayatından erkekleri çıkart. Şu ana kadar tanıdığın hiçbir erkek sana yar olmayacak. Yeni birini tanımana da daha zaman var. Ön dişlerinde sararma var. Kahve ve sigarayı abartmış. Bu aptalda astım da var. Gözaltları morarmış çok uykusuz. Uyuyamıyorsun sen.”

"Valla bildin abla"

"Bunu bilmek de ne varsa. Sigara içme.

"İçmiyorum abla"

"Hadi hadi..."

Sıradaki!

İnsanlar değişir Yıldız. Bunun da gözaltları mor mor, geldi geleli dört kez çok derin esnedi. Durmadan o çok zeki oğlu Onurhan'u anlatır dururdu, bugünlerde sesi çıkmıyor. Sağ el işaret parmağının içinde kalem izi var. Demek ki Onurhan sonunda yaşıtlarından iki sene geç de olsa ergenliğe girdi ve isyan bayrağını açtı, sabaha kadar oğlunun ödevini yapmış olmalı. Zaten su faturalarında da üç aydır artış var. Demek bizin yeni ergen artık duşta da daha uzun kalıyor. Onurhan’ı zor günler bekliyor. Çocuğun üzerine gitme ergen o. Bak burada bir tane kurbağa var görüyor musun?

“Görüyorum abla"

"Bok görüyorsun. Bu kurbağa murad demek. Sembol uydurmaya bayılıyorum ya. Senin Onurhan bir kurbağa gibi zıplayıp uçacak. Şimdiki durumu zıplamadan önceki çökme durumu. Ben bunun kocasını çok severim. Tam düz adamdır. İşten eve, evden işe. Ona da bir jest yapayım. Kocana da biraz ilgi göster. Bak burada bir zincir var iki halkalı. Bu halkalardan biri ev, öteki ise iş demektir. Bu adam evinde mutlu olursa işi de artar, işi artarsa çok para kazanırsınız. Bunun Gana first laydisine benzeyen, anadolu zencisi bir kaynanası vardı, en son bir yıl önce memleketten gelmişti, gelir yakında nasılsa. Sana bir misafir gelecek ve bir süre kalacak.

"Kaynanam haftaya gelecek abla. Nasıl bildin?"

“Ne bilmesi atıyorum işte muhabbet olsun diye.”

Sıradaki!

“Gel Hatice gel”
“Yok abla ne falı ya”
“Gel kız. Hem fincanını ters çevirşmişsin, hem de ne falı diyorsun”
“Alışkanlık abla”
"Bunun canı pek bir sıkkın, besbelli. Yoksa yana yana kahvesini ilk içip, elinde fincanla çoktan yanıma oturmuştu. Şunu bir tatile göndereyim de keyfi  yerine gelsin. Sana iki yol var, kısa mı desem, uzun mu desem? Biri kısa, biri uzun."

"Yok be abla. Bu vakitten sonra bana sadece tek yol var"

"Tiksinç Saniye Yasin okurken de içli içli çok ağladıydı bu.  Kocası on beş yaşındaki öğrencisi ile kaçtığında bile bu kadar içli ağlamamıştı. Bugün 20 Ekim. Kaddafi'nin ölüm yıldönümü. Polislerin evini bastığı günde 20 Ekim'di. Hatta ana haberlerde Kaddafi'ye yapılan işkence görüntüleri biraz sansürlenip verildikten sonra kocasının haberini vermişlerdi, gözünde siyah bant ile. Zavallım  o günden beri toparlayamadı da, tam iki yıl olmuş. Ev pek bir temiz, intihar öncesi hareketlerden biridir bu ama misafir de ağırladı, buradan yola çıkamam. Geçen günde  Serpil'le çok büyük kavga etmiş, yedi ceddine sövmüştü. Sabah ilk iş kapısına gidip özür dilemiş ve zorla da güne getirdi. İki de bir sarılıp, özür dileyip, helallik isteyip duruyordu. Bak işte bu bir ipucu. Bugün ki lafından biri de 'Hakkınızı helal edin'di. Bana da önce hiç sarılmadığı kadar sıkı da sarıldı.

Koridordaki takvim yaprağı 6 Eylül'ü gösteriyor. Demek ki, namazları bırakmış. Ezan sesini dinleyerek kılıyor olabilirdi ama aradan geçen 44 günde üç kez yedişer saatlik elektrik kesintisi oldu. Arada muhakkak takvime bakmalıydı. Zaten yaprağı kopartılmayan takvim bile başlı başına yüksek depresyona delalettir. Fırının üzerindeki elektronik saat yanlış ve salondaki saat de durmuş. Bunun iyice zamanı şaşmış.

"Canım ben çok çay içmişim, bir lavaboya kalkayım, dönünce devam ederiz"

"Tamam abla"

Lavaboda bir dakika durup elimi yıkadıktan sonra etrafı kolaçan ettim. Her şey o kadar aleniydi ki. Banyoda lavabonun altında altı şişe tuz ruhu vardı. Kim altı şişe tuz ruhu alır ki? Bu kadar tuz ruhu ile tüm sokağın fayanslarını silersin. Tuz ruhunun ucuzluğu ya da kampanyası olmayacağına göre durum açık. Bu gece tuz ruhunu içip intihar edecek.

Bir insan ölmeye karar verdiyse onun seçimidir. Zayıflık olarak görsem de tercih onun tercihi. Dertli insana saygı duyarım ama güçsüz insana tahammülüm yok. Zaten yaşamasının bana bir faydası da yok.


“Canım bakıyorum bakıyorum bir şey göremiyorum senin fincanında ya...”

Daft Punk Grammy performansı

Sol arkada baterist duruyor ve her baterist sahnede olup, sahnede değil. Önündeki rasta saçlı gitarcının gölgesinde bile kalamıyor. Adam sanki yok. Kamera açı değiştirdikten bir süre sonra az biraz gözlüyor. Saçları yok; tercihi mi yoksa kaderi mi bilemiyorum. Başında da bir kulaklıklar var, büyük olanlardan. Ne işe yaradığını elbetteki bilmiyorum. Sahnedeki herkeste olan gülümseme onun da yüzünde. Vişne çürüğü gibi bir trikosu var. Bateri çalarken çok eğleniyor gibi duruyor ki; bence eğleniyor. Omuzlarıyla başıyla kendi tuttuğu ritme, ritim tutuyor.

Önündeki iki gitaristen soldaki ise sanki hem gitarist hem de badigard gibi. Beyaz bas gitarıyla gerektiği durumlarda kafa göz yaracağının mesajını verir gibi. Boğazlı trikosunun üstünde zinciri ve güneş gözlükleriyle sahnede verilen vintıç havanın görünmeyen kahramanı bile diyebilirim. Tabiki o da gülümsüyor ve bir yandan gitarını çalarken, bir yanda da tatlı tatlı dans ediyor. Silik kalmasının ana nedeni sağda rasta saçlı gitarist. Ona da birazdan değineceğim.

Yazıyı yazmaya başlamadan önce hiç fark etmediğim bir gitarist  de Stevie Wonder’in korgunun arkasında duruyor. En ezik oymuş da haberim olmamış. Dikkat çeken tek yanı gitarının kordonun simli olması o kadar. Bir arada kollarını kaldırıyor o kadar. Muhtemelen onun orada olduğunu sadece ailesi ve eski sevgilileri dikkat etmiştir.

Sahnede iki üç tane tuşlu müzik aleti var. İkisi Wonder’ın biri de en sağdaki piyanistin. Beatles tarzı saçları ve kocaman güneş gözlükleri ile ne yazık ki hiç de havalı değil. Şansızlığı sahnenin o tarafında Wonder var. Dikkat çekmemesi doğal. Havai gömleği ise güzel.

Sırada sahnenin daha göze batanları. İlk olarak rasta saçlı gitarist. Beyaz takım elbisesi ile cidden adam havalı.  Dişlerini beyazlığı ile takım elbisesi tam uymuş. Yüzündeki gülümseme sabit ve ön dişleri ayrık. Bir de adamda on kilo saç var belli. Başındaki mavi bere benzeri şey saçların bir kısmını tutabiliyor. İspanyol paça pantolonu da apayrı. Eğer herkes kendi kıyafetini seçmişse kesinlikle en doğru tercihi o yapmış.

Bir de solist var tabi. Sahnenin en çömezi. Tatlı bir eleman. Başında şapkası, kısa pantolon ya da uzun kapri olarak adlandırılabilecek altlığı ve çorapsız giydiği ayakkabıları ile sevdim elemanı. Şarkının girişinde biraz nağme yaptıysa da geri kalanda öyle öne çıkma çabası pek olmadı.

Stevie Wonder ise hep aynı, hep havalı. Önce sahnenin ortasında bir alet çaldı. Küçük bir klavye olmalı. Sonra hemen sağındaki korgunun başına gitti ve hem çaldı hem söyledi. Şarkıyı söyleyişinin şarkının orjinaliyle alakası yoktu ama o Stevie Wonder’dı. Zaten seyirciyi ateşleyen kısım onun şarkı söylemeye başlamasıydı. Siyah parıltılı takım elbisesiyle Türk düğünlerine gelen şişko teyzelere benziyordu. Hani şişkoluklarından siyah giyerler ve dikkat çeksin diye o pırıltılı şeyler üzerilerindedir.


Bir de tabi ürün sahipleri var. Daft Punk’ı oluşturan iki eleman. Havalarını sevdim. Kasklar süper. Yüzlerini göstermek istememe durumları, gizem akıllıca şeyler. Gerçi ikisinden biri biraz Brad Pitt’e benzese durum farklı olurdu o ayrı. Çok alakasız olacak belki ama çıkmayan güneş gözlükleriyle bizdeki ‘Ayna’ grubunu da andırmıyor değillerdi. Boru mu, onlar Grammy aldıysa Ayna’da yıllarca ‘Kral Tv Müzik Ödülü’ aldı.

17 Şubat 2014 Pazartesi

pazartesi - sipiratüel şekerlemelerim

Sevgililer gününü daha atlattınız pazartesi sevgilisizleri. Bir kısmınız en azıdan dürüsttü, onlara lafım yok, sap sap takıldınız. Diğer kısmınız ise sanki birbirinizi seviyormuş gibi davranıp; yalanlar söyleyip, yalanlar dinlediniz. Benimse üstümde bir ağırlık vardı. Şöminemin karşısında yeni dünya düzenini düşünürken şekerleyivermişim. Şekerlememe Aziz Valetin girdi. Adamcağız bir yandan ağlıyor bir yandan da “Çevir beni” diyordu.

*Pilleri akmamalı.
*Çat pat İspanyolca bilmeli.
*Fotoğraf çektirirken yanındakilere gereksiz bir samimiyet göstermemeli.
*Seçim şarkıları diline dolanmamalı.
*İnternet sitesinden sert açıklamalar yayınlamalı.
*Benden başka bir alışkanlığı olmamalı.
*Dedesinin smokini olmalı.


Uyandığım gibi triportörüme atlayıp gaza bastım. Bu gibi durumlarda triportörüm her zaman beni istediğim yere götürmüştür. Durduğum yeri kazdım ve Aziz Valentin’in mezarını buldum. Şekerlemelerim bir kez daha beni yanıltmamıştı. Merhum mezarında ters dönmüş ondan bana “Çevir beni” demiş. Ben de  tabi çevirdim ve mezarını suladım. Sonra tripotörüme atladığım gibi Santa Clara’ya gittim. Tahmin ettiğim gibi Che de mezarında ters dönmüş.

16 Şubat 2014 Pazar

gün - giriş ve birileri

BUGÜN GÜNLERDEN GÜN ve her gün birbirine benzer. Apartmanın ülke ekonomisine yük olan tüm kadınları toplandık; kısırlar, mercimekli köfteler, peynirli poğaçalar, mozaik pastalar, kurabiyeler, kekler ve tabiki yaprak sarmaları... Hatice Hanım’ın –hatçanımın- evindeyiz. Giriş bir küçük altın, çay sınırsız. Baş köşedeki tekli koltukların birine ben, ötekine ise hiç hazetmediğim Saniye Hanım oturuyor. Bir saattir o yasin okuyor, biz dinliyorduk; anca bitti. Her gün iki temel üzerine inşa edilir. Önce Allah, sonra yallah!

Allah?! kısmı bittiği gibi dedikoduya başlandı. Güne gelmeyen ya da güne kabul edilmeyenler hakkında salladık durduk. Tam karşı apartmadaki Leman Hanım’ın kızının gidişinin gidiş olmadığına karar verdik ki; Saniye Hanım gitti. Gittiği gibi de kahveler kondu ve fal muhabbet açıldı. Sahne sırası bana geldi.

“Şeniz gel kızım senle başlayalım. Yanakları olduğundan daha pembe, bir heyecan var bunda belli.
“Geldim abla.”


Sarışın kadın:  sağ el işaret parmağında kalem izi. Demek ki çocuklarının ödevlerini yapıyor. Geldi geleli üç kez çok derin esnedi, ödev uzun sürmüş olmalı. Her zaman durmadan oğlunun okuldaki salak saçma başarılarından, aldığı yüzlerden bahsederdi; sustuğuna göre çocuk ergenliğin ikinci evresinde girdi, isyan bayrağını açtı ve duşta daha uzun kalmaya başladı.

Başka kız: fönü iki günlük, demek ki dün de biriyle buluşmuş. Ayakkabısının arkası vurmuş, bu da dün dışarı çıktığını gösterir. Yeni makyaj malzemeleri almış. Cep telefonu hep yanında ve arada mesajlaşıyor ve her mesaj geldiğinde gülümsüyor. Bu da dünkü buluşmanın iyi gittiğini gösterir. Zorunlu yakın arkadaşı Saniye’nin ise yanında mutfakda değil, burada dikiliyor. Demek bulduğu kişisi zorunlu yakın arkadaşı Saniye’den gizlemek zorunda.

Aldatan: ayakkasının tabanı kırmızı ve sütyeni lila. Kesinlikle odadaki birine meydan okuyor. Senden daha güzelim, senden daha seksiyim, senden daha çekiciyim ve ondan kocanı ben hakediyorum dercesine.

Parfüm: aldatılan ise parfümünü değiştirmiş. Daha kışkrıtıcı bir koku. Eskiden emekli tarih öğretmeni gibi kokuyordu, şimdi ise yeni atanmış tarih öğretmeni gibi.

Biri: üzerinde her zaman olduğu gibi beyaz kedi tüyü var. Malum bekar ve o itici, iğrenç ankara kedisi ike beraber yaşıyor. Ama bu sefer üzerinde başka bir kedinin tüyü daha var. Bu iğrenç sarı badisinde çok belli oluyor. Siyah bir kedi. Ya bir kedi daha aldı ya da kedisine çiftleştirmek için siyah bir kedi buldu. Yavruların kırma olmasını istemeyeceğine göre siyah kedinin sahibi dul bir adam. Muhtemelen emekli asker olmalı. Çünkü babası da askerdi.

Evden ev sahibinin prfili: koridordaki yaprak diyanet takvimi 24 gündür kopartılmamış. Muhtemelen namazı bıraktı. Çünkü son 24 günde iki kez altışar saatlik elektrik kesintileri oldu ve camilerden ezan sesi gelmedi.


Maddi durum ilişkisi: sahte altın bırakan biri. Bunu adilik olsun diye değil, parasızlığından yapıyor. Çünkü kilotlu çorabı kaçık, - iki kilotlu çorap ayı yarden kaçmaz, aynı yere iki kez yıldırım düşmeyueceği gibi- ojeleri son üç gündür aynı. Acaba sahte altını nereden alıyor. Lazım olabilir.

14 Şubat 2014 Cuma

gün - final başlangıç

......
"Bunun canı pek bir sıkkın, besbelli. Yoksa yana yana kahvesini ilk içip, elinde fincanla çoktan yanıma oturmuştu. Şunu bir tatile göndereyim de keyfi  yerine gelsin. Sana iki yol var, kısa mı desem, uzun mu desem?"
"Yok be abla. Bu vakitten sonra bana sadece bir yol var"
"Tiksinç Saniye yasin okurken de içli içli çok ağladıydı bu.  Kocası 15 yaşındaki öğrencisi ile kaçtığında bile bu kadar içli ağlamamıştı. Bugün 20 Ekim. Kaddafi'nin ölüm yıldönümü. Polislerin evini bastığı günde 20 Ekim'di. Hatta ana haberlerde Kaddafi'ye yapılan işkence görüntüleri biraz sansürlenip verildikten sonra kocasının haberini vermişlerdi. Zavallım  o günden beri toparlayamadı da, tam iki yıl olmuş. Ev pek bir temiz, intihar öncesi haraketlerden biridir bu ama misafir de ağırladı, buradan yola çıkamam. Geçen günde  Serpil'le çok büyük kavga etmiş, yedi ceddine sövmüştü. Sabah ilk iş kapısına gidip özür dilemiş ve zorla da güne getirdi. İki de bir sarılıp, özür dileyip, helallik isteyip duruyordu. Bak işte bu bir ipucu. Bugün ki lafından biri de 'Hakkınızı helal edin'di. Bana da önce hiç sarılmadığı kadar sıkı da sarıldı.

Koridordaki takvim yaprağı 6 Eylül'ü gösteriyordu. Demek ki, namazları bırakmış. Ezan sesini dinleyerek kılıyor olabilirdi ama aradan geçen 44 günde üç kez yedişer saatlik elektrik kesintisi oldu. Arada muhakkak takvime bakmalıydı. Zaten yaprağı kopartılmayan takvim bile başlı başına yüksek depresyona delalettir. Fırının üzerindeki elektronik saat yanlış ve salondaki saat de durmuş. Bunun iyice zamanı şaşmış.

"Canım ben çok çay içmişim, bir lavaboya kalkayım, dönünce devam ederiz"
"Tamam abla"

Lavoboda bir dakika durup elimi yıkadıktan sonra etrafı kolacan ettim. ilaç devam ecza dolabı....

10 Şubat 2014 Pazartesi

pazartesi - şansızlığın stres üzerine etkileri

Bu aralar üzerimde karabulutlar dolanıyor pazartesi cümbür cenabetleri. Mesela hayran mektuplarımı getiren dayağını yeyip geri götüren postacımın bu hafta ayak tarak kemiğini yanlışlıkla kırdım. Sonra kağıt uçak yapıp camdan atasım geldi; bir fırlattım, KGB ajanının gözüne geldi, retinası çizilmiş. Meyve suyu içmiştim, çocukluğumda olduğu gibi şişirip yere koyup üzerine basıp patlattım. Alt katımdaki starbaksta dört kişinin üzengi kemiği zedelenmiş.

*Kahverengi hiçbir kıyafeti olmamalı, kahverengine savaş açmış olmalı.
*Ne olur ne olmaz diye bir el bombasını yanında bulundurmalı.
*Seracılığıa temkinli yaklaşmalı.
*Patencilerin kabusu olmalı.
*Buzdolabını süslerinden ifrit olmalı.
*Doğum günümde üzerine resmim basılmış pasta yaptırtmamalı.
*Hiçbir bankaya kredi vermemeli.

Tabi tüm bunlar bende strese de sebep oldu. Yıllar önce gazetenini verdiği stres bileziğim vardı. Onu aradım taradım bulamadım. Şansızlığın stres üzerinde etkileri diye dört perdelik bir tiyatro oyununun ikinci perdesini yazıyordum ki; stres bileziğimi nereye koyduğumu hatırladım. Taktım bileziğimi... Ohhhh!

8 Şubat 2014 Cumartesi

GÜN - ortadan karakterler

İki kız Şeniz ve Mürvet. Zorunlu kankalar. Hiçbirbilerini sevdiklerini düşünmedim.

İki saattir telefonu hiç elinden düşmedi. Sekiz on dakika aralıklarla mesajlaşıyor ve telefonu her eline aldığında mahçupca sırıtıyor. Belli ki biri yeni girmiş hayatına. Daha önce ezik bir assubay vardı, demek ki ondan kurtuldu. bu salakta üniforma zaaf, muhtemelen bir polis bulmuştur.

Sana bir aşk gözüküyor gözüküyor kızım. polis mi de desem asker mi desem bilemedim. saçındaki fön iki günlük. belli ki dün adamla buluşmuş. Sen bu adamla tanışmışsın ve ondan elektrik almışsın. Hiç zorunlu kankası Mürüvvet'in yanına gitmedi ama. Aslında böyle bir şey olduğunda ilk ona yetiştirirdi. Özellikle kızdan uzak durmaya çalışıyor gibi. Biraz önce yanındaki sandalyeye oturabilirdi ama üçlü koltuğun ucuna oturdu. Mürüvvet'ten gizlediğine göre adam Mürüvvet'in eski sevgili olmalı. zaten bu tür zorunlu kankalıklarda taraflardan birinin ötekine sağlam kazık atması gelenek gibidir.. Senin bu ilişkinin karşısında büyük engeller var ama aşkın yenemeyeceği hiçbir şey yoktur. Adam da seni çok seviyor ve daha çok sevecek. Bu aptalın cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Hem Mürüvvetle birbirlerine girsinler de bize de dedikodu malzemesi çıksın. Asla bir engel tanımayın. mutlu günler sizi bekliyor.

sıradaki

Evet Mürüvvet. Senin arkandan büyük işler çeviriliyor ve senin hiçbir şeyden haberin yok. Hayatının ihanetine uğruyorsun. Hem de hiç beklemediğin bir yerden.  Şeniz kızardı, güzel. Demekki tahminim doğru. Sen hep iyi niyetinden kaybediyorsun. Mürüvvet'in de eli telefonuna gitse de Şeniz'in aksine bakıtığında mesaj olmadığı için somurtuyor. Bir süre hayatından erkekleri çıkart. Şu ana kadar tanıdığın hiçbir erkek sana yar olmayacak. Yeni birini tanımana da daha zaman var. Ön dişlerinde sararma var. Kahve ve sigarayı abartmış. Bu aptalda astım da var. Gözaltları morarmış çok uykusuz. Uyuyamıyorsun sen.
"valla bildin abl a"
"Bunu bilmek de ne varsa. Sigara içme.
"İçmiyorum abla"
"Hadi hadi..."

sıradaki.

İnsanlar değişir Yıldız. Bunun da gözaltları mor mor. Durmadan o çok zeki oğlu Onur'u anlatır dururdu, bugünlerde sesi çıkmıyor. Sağ el işaret parmağının içinde kalem izi var. Demek ki Onurcan sonunda yaşıtlarından iki sene geç de olsa ergenliğe girdi ve isyan bayrağını açtı. Onur'u zor günler bekliyor. Çocuğun üzerinene gitme ergen o. Bak burada bir tane kurbağa var görüyor musun?
*Görüyorum abla"
"Bok görüyorsun. Bu kurbağa murad demek. Sembol uydurmaya bayılıyorum ya. Senin Onur bir kurbağa gibi zıplayıp uçacak. Şimdiki durumu zıplamadan önceki çökme durumu. Ben bunun kocasını çok severim. Tam düz adamdır.İşten eve, evden işe. Ona da bir jest yapayım. Kocana da biraz ilgi göster. Bak burada bir üzüm salkımı var. Üzüm demek ev demektir. Bu adam evinde mutlu olursa işi de artar, işi artarsa çok para kazanırsınız. Bunun Gana first laydisine benzeyen, anadolu zencisi bir kaynanası vardı, en son bir yıl önce memleketten gelmişti. Sana bir misafir gelecek ve bir süre kalacak.
"Kaynanam haftaya gelecek abla"

sıradaki

3 Şubat 2014 Pazartesi

pazartesi - satranç

pazartesi - satranç

Her zaman derim, satranç kralların oyunudur pazartesi piyonları. Şarkköy İmparatoru 3.Neida geçenlerde bana elçisini gönderdi ve satranç maçı teklif etti. Uzun zamandır oynamıyordum ama bir diktatör karşımda ne yapabilir diye düşünüp kabul ettim. “Nesine?”, dedim, “Kazanırsan kızımı alırsın”, dedi. “Kaybedersem kızını alırım, kazanırsam imparatorluğu lağvedersin” dedim ve kabul etti.

*Motorlu taşıt  vergilerini aksatmamalı.
*Beynimi yıkamalı.
*Kara para aklamamalı.
*Banyoya bone ile girmemeli.
*Grafititesi yüksek olmalı.
*Uyuz uyuz konuşmamalı.
*Kendi kamuoyu yoklamasını kendi yapmalı.

Maç sabahı II. Elizabeth’i aradım ve “Üç ikiz, sekiz muhafız bir de bir de kralı temsilen Elton John’u alıp gel”, dedim. Sağolsun geldi. Sokağı kapattık, tebeşirle 8x8 çizdik ve 3.Neida ile maça başladım. İki hamle ile vezirin önünü açtım ve sadece vezirle oynadım. Malumunuz satrançtaki vezirin karşılığı Queen’dir. II. Elizabeth “e3”diyorum koşuyor, “g8” diyorum koşuyor. Çok yoruldu ama oyunu kazandığımız için de bir o kadar sevindi yavrucak. Sonuç olarak artık Şarkköy İmp. diye bir yer yok. İnternetten, ders kitaplarında ve haritadan sildim.