31 Ağustos 2016 Çarşamba

Reenkarnasyon

Reenkarnasyon

1.seansın sonları
“Evet görüyorum. Mezarlıkta iki sarhoş oturuyorlar. Olay nerden baksan iki yüz yıl öncesinde gerçekleşiyor. Ortam sarı ve son derece bozkır. Türkçe konuşuyorlar. Muhtemelen İç Anadolu bölgesi. K’lerin çoğu o zaman da G. Üstler başlar çok eski. İki adamın da cildini güneş kıpkırmızı, kaskavruk yapmış. Şaraplar testide, bardak yok, kafalarına dikiyorlar. Ağır içiyorlar ama aceleleri yok. Kokusu dahi alabiliyorum. Sirke gibi keskin kokuyor. Özellikle bir mezarın başında içiyorlar. Neden o mezar özellikle anlayamıyorum. Biri sağında mezar taşının öteki solunda. Arapça yazıyor bir şeyler ama Arapça bilmiyorum. Biri mezar taşına sarılıyor bazen. Yalnız güneşin altında iyi zom olmuşlar. Bazen gülüyorlar, bazense ağlıyorlar. Yanlarına doğru yaklaşmaya çalışıyorum ama mezarlık ya, çok ruh var izin vermiyorlar dostum. Çok yoruldum; diğer seans devam ederiz.”
2.seansın sonları
“Mezarı başına doğru yaklaşıyorum. Bu sefer ruhlar izin veriyorlar gelmeme. İkisi de çok mutsuz adamların. Üç arkadaşlarmış eskiden; ta ki sen ölene kadar. Birbirlerine kardeşim diyorlar ama kardeş değiller. Senin de kardeşin değiller. Kardeşliğin enerjisi çok farklıdır. Kardeş olsalar anlardım bir de anneliğin enerjisi farklıdır, neyse... ‘Gittin be, bizi bıraktın ve sensiz çok yalnızız’ diyorlar. Bu sefer daha yakındayım ya mezar taşını daha iyi görebiliyorum. Bak şöyle bir şey yazıyor –Arapça gibi bir şeyler karaladı-, bilmiyorum ne demek. Sorarız birine. Hem adının değil, hikayenin önemi var. Önceki hayatında nasıl biriydin? Kimler sevdi, kimler sevmedi? Bazı ruhlar takip etti mi seni? Uykusuzluğunun altında bunun yattığından şüpheleniyorum ve senin hayatların arasında yolculuk yapmak çok zor. İlk kez bir dostumun hayatlarını incelerken bu kadar yoruluyorum, haftaya aynı gün ve aynı saatte…”
3.seansın sonları
“Evet! Evet sonunda konuşmaya başladılar senden. Her ayın ikinci cuması, ikindiden sonra geliyorlar mezarına. Hep ellerinde hep iki testi şarap ve derin bir hüzün. Bazen senden konuşuyorlar bazen hiç konuşmuyorlar. Bu sefer senden konuşmaya başladılar. Evet, hem arkadaş hem de meslektaşmışsınız. Üçünüz de hiç evlenmemişsiniz. Adamlardan biri ‘Zaten bizimle kim evlenir ki?’ diyor. Öteki de ‘Boşver! Biz vatanımız için yaşadık!’ diyor, sonra da mezarını gösterip ‘İnşallah vatanımız için de öleceğiz!” Önceki hayatında asker olma ihtimalin çok yüksek ama burası şehit mezarlığı değil. Şehit mezarlıklarının enerjisi yemyeşildir. Dana önce bir dostum önceki hayatında Çanakkale gazisiymiş, onun hayatına yaptığımız serüvenlerin birinde Çanakkale Şehitler Mezarlığına yolumuz düşmüştü, burası normal bir mezarlık. Ve mezarlıklar çok yoruyor beni. Baksana sapsarı oldum. Müsaadenle bu seansı burada sonlandırmak istiyorum…”
“Çok sevinirim, zaten öğlen tatili bitmek üzere, önemli bir toplantım var üstadım”
4.seansın sonları
“İşte bu! Sonunda tık daha derine indim… Yaşıyorsun. Arkadaşların da yaşıyor. Berabersiniz ve yürüyorsunuz. Aynı çizgi üstünde ama aralarınızda onar metre mesafe var. Arada birbirinizi kolaçan ediyorsunuz. Ellerinizde kılıçlar var ama daha kısa, bıçaktan da daha uzun. Ortam berbat kokuyor. Kan kokusu gibi. İnsanlar inliyorlar. Tanrım nasıl bir yer burası. Hayatıma ilk kez böyle bir serüvene yelken açtım. İnanılır gibi değil. Toprağın üstü bile kan. O kadar çok kan var ki; toprak artık çekemiyor. Çok çok çok kötü oldum. Lütfen bana bir on beş dakika müsaade, lütfen”
Yirmi dakika sonra…
“Çok güzel, harika! Bıraktığımız yerden görmeye devam ediyorum.  Ve bu sefer yüzün çok daha net. Şimdiki gibi esmersin. Boyun posun da hemen hemen aynı. Gözleriniz kahverengi ama çok daha koyu, yüz hatların daha sert. Uzun bir çenen var ve buz gibi bir ifaden. Yerde yatan birini görüyorsun ve çevirip bakıyorsun. Sonra… Hayır! Hayır! Kılıcını kalbine sapladın ve yürümeye devam ettin. Biraz daha yürüyorsun. Yine yerde biri yatıyor. Kılıcını onun da kalbine sapladın. Devam ediyorsun; kanlara, ölü bedenlere basa basa yürüyorsun ve birini daha gördüm. Yine tek harekette kılıcını kalbine saplayıp devam ettin.  Makine gibisin. Yüzünde hiçbir mimik yok. Yerde yatan birini gördün. Gözleri açık, seni tanıdı. Sen de onu tanıdın. Eğildin, elinle yaralarına baktın, göğsünde ve karnında iki kesik var ‘Yaşıyor! Koşun yaşıyor! Yaraları derin değil’ diye bağırdın. Başkaları yaralının yanına koştu, sen devam ettin. Biraz uzaklaştın ve bu sefer yerde bir başkasını gördün. Onu da tanıdın onunda gözleri açık ama iyi bakmıyor, o da seni tanıdı; burası bir savaş meydanı şimdi daha iyi anlıyorum. Yerdeki adam da sizin taraftan. Yarası çok derindi, bağırsakları gözüküyordu. Çok kısık sesle ‘Yardım et’ diyebildi. Ama kılıcını onun da kalbine sapladın.
Üzgünüm burada bıçak gibi kesildi. Başka bir şey göremiyorum.”
5.seansın sonları
“Üzgünüm dostum o hayatınla ilgili başka hiçbir şey göremiyorum. Hep aynı sahneler. Ama biraz önce çok başka bir sahne gördüm.  Başka bir hayatınla alakalı olmalı, dinlemek ister misin?”
“Çok isterdim ama önemli bir toplantım var; bir sonraki seansta görüşmek üzere”
6.seansın henüz başları
“Dostum inanılmaz hayatlar yaşamışsın. Bir önceki serüvenden sonra bu serüven de çok ilginç duruyor. Bir ormanda bir arkadaşınla beraber yürüyorsunuz… Yanınızda bir adam var muhtemelen yardımcınız üzerinizde ise…”
Cep telefonu çalar
“Özür dilerim hemen açmam gerekli
‘Evet efendim, dinliyorum… Evet… Hemen geliyorum efendim’
Yeni işe aldığımız işçilerle ile ilgili çok büyük bir adaptasyon sorunu yaşıyoruz da, benim gitmem gerekli daha sonra devam ederiz üstadım, müsaadenizle”
“Müsaade sizin değerli dostum”
7. seansın sonları
“Elinizde bir file var değerli dostum. Arkadaşının adı Benjamin. Aksanlı bir İngilizcesi var. Muhtemelen geç öğrenmiş ve tam öğrenememiş. Benim de İngilizcem çok içler açıcı ve akıcı olmadığından Benjamin’in dediklerini daha iyi anlıyorum. Koşuşturup duruyorsunuz. Bu sefer yaşlısınız, en az yetmiş yaşında olmalısınız. Çok emin değilim ama sanki Hindistan burası. Sizin bir İngiliz asilzadesi olduğunuzdan ve Benjamin’in ise size hizmet etmekle görevli bir Hintli olduğundan neredeyse eminim. Yağmur başlıyor ansızın. Benjamin arkanıza geçti ve hızla şemsiyeyi açtı; ıslanmamanız için size tutuyor. Benjamin ıslanıyor ama size bir damla dahi değmiyor. Siz Önde, Benjamin arkada yürüyorsunuz. Büyük bir çiftliğe geldiniz. Bahçesinde kriket sopaları var, yere atılmış. Muhtemelen bir maç esnasında yağmur basınca bırakmışlar. İçeri sinirle giriyorsunuz. Sizi gören herkes esas duruşa geçiyor. İçerideki insanlar kabaca ikiye ayrılabilir: Sizin gibi soluk İngiliz beyazı renginde olanlar ve Benjamin gibi kavruk Hindistan esmerliğinde olanlar. Kriket sopalarının dışarda olmasına olan kızgınlığınızla bağırıyorsunuz. Kimsenin sesi çıkmıyor ve hemen gidip sopaları alıyorlar.
Odanıza geçiyorsunuz ve çizmelerinizi Benjamin çıkartıyor ve masanıza ayağınızı uzatıp düşüncelere dalıyorsunuz. Duvarlarınız her yeri çerçevelerle dolu. Ama çerçevelerin içerisinde resim yok, kelebekler var. Elinizde fileden anlamam gerekleydi, siz bir kelebek avcısısınız…
Başka bir görüntü canlanmıyor bu gün için dostum ama çok büyük bir aşama gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum.”
8.Seansın sonları
“Hindistan’a barış getirmişsiniz. Günleriniz genelde işle geçiyor, bol bol evrak işleri. Hint kabileleri süreklif çatışma halindeler ama sizin gittiğiniz her yerde sükunet hakim oluyor. Çok yoğun çalışıyorsunuz ve tek bir hobiniz var; o da kelebek avlamak. Benjamin çok sadık ve yetenekli bir yardımcı. Ama onu yanınızda neden gezdirdiğinizi de anlamıyorum. Kelebekleri siz avlıyorsunuz. Benjamin sadece taşıma işini yapıyor. Zebra gibi kanatları olan hemen hemen avcunuzun yarısı büyüklüğünde bir kelebek görüyorsunuz. Benjamin’e net bir komutla ‘Takip et!’ diyorsunuz ve elinizdeki, uzunca bir tenis raketine benzeyen filenizle fişek gibi koşmaya başlıyorsunuz. Beni çok şaşırttınız dostum, dediğim gibi yaşlı bir adamsınız, bu kadar hızlı ve seri hareket edebileceğinizi hiç tahmin etmemiştim. Siz kovalıyorsunuz, kelebek kaçıyor; siz kovalıyorsunuz, kelebek kaçıyor ve en sonra bir kayaya basıp zıplıyor ve filenizle kelebeği yakalıyorsunuz. Benjamin hemen yanınıza bitiyor ve kelebeği ağdan çıkartıp size gösteriyor. Bakıyorsunuz ve “Beş para etmez Benjamin, baksana zebra çizgileri simetrik değil diyorsunuz ve yere çalıp eziyorsunuz kelebeği.”
“O zaman da çok titizmişim farkında mısınız üstadım”
“Kesinlikle birer kahve içmeliyiz, benim başım döndü”
“Elbette”
Birer kahveden sonra
“Bu sefer yine bir avdasınız, kelebek avında. Kılık kıyafetinizden ve Benjamin’den bunu çok rahat anlayabiliyorum. Yine bir zebra kanatlı kelebek gördünüz. Yine koşmaya başladınız. Siz önde, Benjamin arkada, kelebek en önde. Kelebek çok yüksekten uçuyor ve çok büyük, en az avcunuz kadar büyük, belki bir tık daha fazla. Zıplasanız dahi yakalama ihtimaliniz yok gibi. Koşuyorsunuz. İnatçı, tuttuğunu koparan bir karaktersiniz dostum. Eski hayatlarınızla şimdiki hayatınızın en ortak özelliği o. Hep iyi ekipler kurmuş ve iyi çalışmışsınız; çalışma arkadaşlarınız tarafından da hem sevgi, hem de saygı görmüşsünüz.”
“Teşekkür ederim, hep öyle derler”
“Kelebek bir ağacın üstünde duruyor. Siz de ağacın altında. Yüksek bir ağaç ve altında dalları yok. Benjamin gelince eğiliyor. Benjamin’in sırtına basıp bir dala tutunuyorsunuz. Sonra kendinizi çekip bir dala basıyorsunuz, bir dal daha derken artık kelebeği görebiliyorsunuz. Çok sessizsiniz dostum. Tam bir avcı hassasiyetindesiniz. Yavaşça elinizdeki ağı kelebeğe doğru uzatıp bir anda üstüne indiriyorsunuz. Ve o anda bastığınız dal kırılıyor… şey neyse daha fazla göremiyorum. Bir sonraki seansa artık dostum. Bir de sizden bir ricam olacak. Siz Coca Cola’nın insan kaynakları departmanında mı çalışıyordunuz?”
“İnsan kaynakları departmanının başındayım üstadım”

“Benim bir yeğenim var, gıda mühendisi. Daha önceki hayatlarının birinde de sizin mezarınızın yanında şarap içip ağlayan arkadaşlarından biriydi, diğer hayatınızda da sizin emrinizde çalışan İngilizlerden biri olduğuna neredeyse eminim. Bakın bu da CV’si. İlgilenirseniz çok sevinirim. Bazı dostluklar bir hayatla kalmaz ve iyi iş arkadaşları kolay kolay bulunmaz…”

29 Ağustos 2016 Pazartesi

pazartesi - nihilist direniş


Direnişçilere direniş yöntemlerine göre muamele yapmak huyumdur pazartesi karşılıklıları. Şiddet kullanana direnişçileri temiz döverim, siyasi direnişçilere hem doktrin uygular öyle döverim, pasif direnişçilere aktivist hayranlarıma havale ederim ama ilk kez nihilist bir direnişle karşı karşıya kaldım.

*On altı farklı gülümsemesi olmalı.
*Temizlikten anladığı şey hizmetçiye temizleyeceği yerleri işaret parmağı ile göstermek olmalı.
*Güneş hakkında fazla detaylı bilgileri olmalı.
*Kavgası geldi mi kendini tutmamalı.
*Nefret ettiğini günün her saati evinden kovabilmeli
*Birinin yüzüne bağırdı mı ses dalgaları bağırılanın saçlarını dalgalandırmalı.
*Yumuşacık elleri olmalı.

Bir grup deli İsviçre dağlarında bir kasabada yaşıyorlar. Kadınlara varlığımı ispat edemiyorum, inanılır gibi değiller. Dans ettim, şiir okudum, dev ekranda tetris oynadım; sırf ikna olsunlar diye yok. En son silah olarak - . (az daha söylüyordum) Neyse şimdi hepsi normale döndü. Bana aşıklar ve birbirlerinden nefret ediyorlar. Şimdi aldığım bir habere göre sarışın uzun boylu olan sinsi esmer olanı sabahın beşinde uçurumdan atmış.

22 Ağustos 2016 Pazartesi

pazartesi - hostesleri çok seviyorum

Salı sabahı çişe kalktığımda düşündüm de; bugüne kadar her meslek grubunun şikayetlerini dinledim ama hiç hostesler bana şikayete gelmedi pazartesi yarasaları. Sifonu çekerken de “Onlar bana gelmezse ben onlara giderim” dedim ve camdan bağırdım “Yarın tüm hostes temsilcileri ile 14 saatlik bir uçuş gerçekleştireceğim! Obama’ya söyleyin air force one’ı göndersin!”

*Hostes olmalı.
*Annesini sadece anneler gününde hatırlamamalı.
*Tatilciliğin kitabını yazmış olmalı.
*Fırtınadan tahrik olmalı.
*Saçlarından bıyık yapmamalı.
*Her muayen gününün bitişine açılış töreni düzenlememeli.
*Dans ederek herkese derdini anlatabilmeli.


Sağolsun gönderdi uçağı ve her ırktan hostes hanımlarla muhteşem bir yolculuk yaptık. Şarkılar mı söylemedik, fıkralar mı anlatmadık, taklitler mi yapmadık, oyunlar mı oynamadık. Hostesler dünyanın hem en güzeli hem de en tatlı insanları kesinlikle. Yolculuk bitti, tam inecektik ama öyle keyifliyiz ki, dünyanın çevresinde bir tur daha attık. Bence her kadın en az bir ay hosteslik yapmalı.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

pazartesi - genetics

Beklenmedik gelişmeler oluyor genetik aleminde pazartesi nRNA’lıları. Hormonlu domatesten bu güne adamlar çok geliştirdiler kendilerini ve çalışmalarını göstermek için de benim salonu temizledikten sonra ufak bir sunum yaptılar. Fena da değildi, durun bir anlatayım size

*Her türlü rejimin muhalifi olmalı
*Beni ziyarete gelen heyetleri hediyelerine göre sıralamamalı.
*Şakasına gülmeyenden intikamını, şakasına gülmeyerek almamalı.
*Garsonlara bahşiş yerine aferin vermeli
*Fedakarlık kelimesinin anlamını güçlendirecek yaşanmışlıkları olmalı.
*Konuşurken rakam vermekten çekinmeli.
*Gölge oyunu geleneğini yaşatmalı.


Öncelikle artık üzüm gibi salkımdan kavun yiyebileceğiz; kabuğu da çok ince. Mesela köpek zihniyetli kedi yapmışlar. Gel dedin mi geliyor, nankörlük sıfır bunu da çok beğendim. Beni telaşlandıran tek şey bekçi sivrisinekler oldu. Kapıda duruyor ve izinsiz geleni sokuyor. Denemek için kapının önüne konuçlandırdım, sonuçları belki bildiririm.

11 Ağustos 2016 Perşembe

pazartesi - siyasi sığınma hakkı

İnsanlar benden hep bir şey talep ederler ama ilk kez böyle bir taleple karşılaştım pazartesi ateşlileri. Anne, baba ve iki çocuktan oluşan bir çekirdek aile. İnanılmaz sıradan insanlar; orta boyda, orta güzellikte, orta kiloda ama ortalamanın üstünde bir zekada. Sözü kadın aldı ve tam sevdiğim gibi kısa ve net konuştu.

*Çoğunluk ve azınlık arasında tercih yapması gerekirse koşmayı tercih etmeli.
*Çok sıkıldığında çok sıkıcı olmalı.
*Halkını küçümsediğini çok belli etmemeli.
*Saksıda çim yetiştirmeli.
*Saatinin saniyesine bakıp hayallere dalmamalı.
*Diğer insanların da düşünebildiği unutmamalı.
*Her dört şakama bir sosyojik gözlemle cevap vermeli.


“Siyasi sığınma talep ediyoruz” Neden diye soramadım, çünkü saçma olurdu. Tekme tokat dalamadım, ebeveynleri çocuklar varken dövmemek gibi prensiplerim vardır; evet diyemedim, ne yapacağım salonda mı ağırlayacağım; hayır diyemedim, çok zekice yaklaştılar. Hemen bir kağıt aldım ve Gobi çölünden üç artı bir gömme balkonluk bir arsayı hediye ettim. Gidin kendi cumhuriyetinizi kurun, dedim. İsteyen de gidip komşu olabilir.