30 Nisan 2012 Pazartesi

pazartesi - biyolojik saldırı


Biyolojik saldırı altındayım pazartesimaniacılar. Göz kapaklarım şişti ve net göremiyorum. Kontrolüm altında olmayan bir göz sulanması var. Saatlerdir hapşırıyorum ve hapşırmaktan yorgun düşmüş durumdayım. Kollarım, omuzlarım ve bileklerim ağrıyor. Midem taş gibi.

*Özel tarifleri olmalı.
*Uykusu gerektiğinde çok ağır, gerektiğinde çok hafif olmalı.
*Çeyizinde bir çift gaz maskesi olmalı.
*Çatallarını kimse görmemeli
*ttnetten nefret etmeki.

Malumunuz sağlığımdaki bozukluk birinci dereceden afet alarmına neden olduğu için kapımda 24 saat bekleyen doktorum hemen geldi ve “polen alerjisi” teşhisi koydu. Adamı elimden zor aldılar. Neymiş çok doğal ortama çıkmamalıymış. Ben zaten metropol insanıyım! Ama korkmayın! Biraz çorba içer kendime gelirim. Sizden ricam pasifloranızı ve prozağınızı muhakak alın. Çok derin düşüncelere dalmayın ve bol bol uyuyun. Ben haftaya kadar bana olan saldırıyı çözerin nasılsa!

28 Nisan 2012 Cumartesi

Özer - eğlenmeyi bilen adam tecavüzcü olamaz


Sayın savcım;

Cezaevimizde şu an benimle beraber cezasını doldurmaktan olan Kenan Ş. isimli sahıs tahkikatlarım sonucunda öğrendiğim kadarı ile 43 yaşındaki hayat kadını  Ümran S. ‘ye cinsel saldırı ve gasp suçlarından dolayı içeride yatmaktadır. Elime dava dosyası geçmediği için ve olay gazete ve televizyona yansımadığı için olayı tek yönlü incelemek zorunda kalıyorum. İçerideki gözlemlerim ise olayın daha farklı şekilde olduğunu ve adaletin terazisinin yanlış tarttığını söylüyor.

Kenan Ş ile ortak zaman geçirdiğimiz ve kendisini izleme fırsatı bulduğum havalandırma zamanlarımızda şunu fark ettim ki; kendisi hayatına giren kadınlarla olan ilişkilerini en ufak ayrıntısına kadar anlatmayı çok seviyor. Üslubunun akıcılığı ve olaya mizah katmasından dolayı etrafı her zaman kalabalık. İnsanlar onu ve onun hikayelerini tekrar tekrar dinlemeyi seviyorlar. Ortaokulda ilk öpüştüğü kızdan, lise de istiklal marşı esnasında sıkıştırdığı kıza; ilk geneleve gidişinden, ilk gerçek çapkınlığına kadar aramızda bu hikayeleri bilmeyen kimse yok. Sevişmeleri hakkında detayları aramızdaki statü farkından ve daha önceki mektuplarıma cevap vermediğiniz için bir türlü oluşmayan samimiyetten dolayı yazamıyorum. Kısaca şu kadar söyleyeyim, kendinizi sanki oradaymışsınız gibi hissediyorsunuz.

Kenan Ş’nin anlattığı hikayelerin hiçbirinde aşırı sert tutumlardan bahsedemeyiz. Cinsellik içi küçük sertliklerde bulunsa da bu hareketler hemen her erkeğin yapmaktan keyif aldığı ve kadınların çok itiraz etmeyeceği hareketler. Asla ve asla cinsel saldırı içermeyen hareketler. Bunlara küçük aşırılıklar diyebiliriz sanırım.

Kenan Ş. pavyonları, genelevleri ve hayat kadınlarını seven bir adam. Kazandığı legal ya da illegal paranın hemen hepsini bu üçlü içerisinde eriyip gitmiş. Özgür günlerimde gittiğim payvonun deynekçisi arkadaşım Özkan Ö. mektuplaşmalarımız sonunda Kenan Ş’nin, Özkan Ö’nün çalıştığı pavyona düzenli gittiğini öğrendim. (Konu ile ilgili mektuplaşmalarımızın birer kopyası ekte bulunmaktadır.) Özkan Ö., Kenan Ş’yi, eğlenmeyi bilen, ağzı ile içen ve iyi bahşiş bırakan iyi bir müşteri olarak tanımlıyor. Bence hakkındaki eğlenmeyi bilen ibaresi bile cinsel saldırı suçlamasının yanlışlığını göz önüne koyuyor.

Gözlemlerin sonucunda şunu söyleyebilirim Kenan Ş’nin yolu muhakkak Ümran S. ile kesişmiştir. Aralarındaki alışverişten kaynaklı bir tartışma yaşanmış ve bu tartışma mahkemelerimize yanlış aksettirilmiştir. Kenan Ş. elbette masum değildir ama mahkemenin isnat ettiği suçları da işlememiştir.


Saygılarımla
Özer

26 Nisan 2012 Perşembe

Eller Kirlendi ve Bir Devir Bitti


İktidarımızın on dördüncü yılıydı, ülkemizde işsiz yoktu, sağlık ve hukuk tıkır tıkırdı, paramız çoktu, uçağımız tankımız ganiydi; kendimizi bırakmış, artık dünyaya huzur ve güven sağlıyorduk. Düşmanımız yoktu, hiçbir ülkede o cesaret yoktu. Bize karşı olan tüm terör örgütlerini satın almıştık. Nüfusumuzun on katı vatandaşlık başvurumuz vardı. Öyle sorunsuzduk ki; bakanlar kurulunda on dakika hal hatır soruyor, sonra üç saat dolana kadar serbest zaman geçiriyorduk. Artık çok çalışmamıza gerek yoktu ama insanların bunu bilmesine de hiç gerek yoktu.

Son bakanlar kurulunun ortalarıydı; Maliye Bakanı ile amiral battı oynarmaktan sıkılan İçişleri Bakanı, benim Tarım Bakanıyla yaptığım bozuk para maçının kırılma anlarından birinde yanıma gelerek “ Başbakanım eğer bir milyon kişi daha vatandaşlığa kabul edersek, kimlik numaralarını yenilememez gerekecek, aksi takdirde algometrik bir saldırı tehditiyle başbaşa kalabiliriz” dedi.Bir anda çok mutlu oldum. Çünkü artık bir problemimiz vardı. Daha da iyisi problem için aklıma süper bir çözüm de beraberinde gelmişti. Maçı bıraktım ve bakanlarıma dönüp “Arkadaşlar herkes yerine geçsin, aklıma güzel bir fikir geldi, sayın Sağlık Bakanı kravatınızı alnınızdan çıkartıp boynunuza bağlayınız lütfen”, dedim.

Tüm kabinem heyecanla yerlerine oturdu ve meraklı gözlerini bana çevirdi, bir tek Stabilizasyon Bakanı, Elektrik Elektronik Bakanı ile sos oynamaya devam etmek istedi ama yüz bulamayınca o da döndü.

“İnsanlarımıza zenginlik, ferah, refah verdik. Onurlu bir hayat, umutlu bir gelecek verdik, bizbizeyken kendimizi övmeye gerek yok. Neyse şimdi ise onlara hiçbir sistemin vermediği, veremediği bir şeyi vermeliyiz. Özel olmak. İçişleri Bakanım, hıza yükselen nüfusumuza kimlik numara sistemimizin cevap veremediğini ve tüm numaraların yenilenmesini gerektiğini söyledi. Ben diyorum ki tüm numaraları kaldıralım. Her sülaleye yeni soyadı, aynı sülalede aynı isimde olanlara yeni isim verelim. Böylelikle kimse bir numara olmasın. Herkeste, sadece kendinde bulunacak bir ad soyad kombinasyonu olsun. Konu hakkında fikir beyan etmek isteyen var mı?”

Hiçbir şey demediler. Bana itimatları sonsuzdu. Zaman, onlara her zaman benim haklı olduğumu göstermişti. O gece bakanlar kurulu on saat sürdü ve tüm olayı netleştirdik. Eski günlerdeki gibiydi...

1.Aynı soyadına sahip sülaleler arasında kura çekilecektir. Kazanan sülale soyadını kullamaya devam edecek, kaybedenler kendilerine daha önce kimsenin kullanmadığı bir soyadı seçeceklerdir.
2.Aynı sülalede aynı isme sahip bireyler arasında en büyük olan adını koruyacak, diğer fertler kendilerine yeni isim ya da bir ek isim alacaklardır.
3.İsteyen kişi ya da aileler, sülalaerinden farklı olarak yeni bir soyadı alabileceklerdir.
4.Düzenleme için öngörülen süre üç aydır. Üç ay içinde başvuru yapmayan aile ve fertlere devlet kendisi ad soyad atayacaktır.


İlk ay durum çokta kötü değildi ama sonra işler kızıştı. İnsanların soyadlarına bu kadar bağlı olduklarını tahmin edememiştik. Kuralarda kavgalar çıktı, sülaleler hem birbirlerine, hem de kura çeken devlet görevlilerine saldırdı. Uzun zamandır ortamın süt liman olmasından rehavete düşmüş olan kolluk kuvvetleri büyük hezimetler yaşadı. Kan davaları başladı, intikam yeminleri edildi. Aile içi sorunlar daha beterdi. Akrabaların birbirlerini asla sevmedikleri gerçeğini de unutmuştum. İsim konusu üstü örtülmüş bir çok problemi yeniden ortaya çıkardı. Suç patladı, kan aktı, eller kirlendi ve daha da kötüsü suçu atacak kimse de yoktu...

Ve bir devir bitti, devrildik...

25 Nisan 2012 Çarşamba

havuz


Sarı mermeri sevmiyorum. Kapalı yüzme havuzunda ise havuzu hariç her yer onlarla kaplı. Desen olsun diye bazı yerlere biraz daha koyu sarı mermer döşemişler ama sonuç desenli bir çirkimlikten başka bir şey olmamış. Daha büyük bir yer hayal ediyordum. Gerçeklerin hayallerimden daha küçük olmasına ergenliğim bittiği günlerden beri alışkındım oysa. Olaylara Polyana kadar olmasa da olumlu yönden baktım. Benden başka kimse yoktu, su temiz duruyordu, mekan temizdi ve en önemlisi yüzmeyi sevişmek kadar çok özlemiştim; hatta biraz daha fazla.

Dikdörtgen şeklindeki havuzun kısa kenarlarının önleri beyaz şezlonglarla örülüydü. İki şezlon bir küçük sehpa şeklinde dizmişlerdi, aralıkları sıkı değil, gayet rahattı. En uzak ve en köşedeki şezlonga çantamı bıraktım ve kimse olmamasından faydalanıp duş almamazlık etmedim. Gittim efendi efendi duşumu aldım. Karanlıkta esnerken bile eliyle ağzını kapatan bir laydi gibi zariftim.

Havuzun dibi ve kenarları gördüğüm her havuzda olduğu gibi açık mavi karolarla kaplıydı. Su devinimi alttaki üç delik sağlıyordu.Havuza girmek için iki tane merdiven vardı ama tabiki hiç kullanmadım. Ayak parmaklarımın uçlarını sokup, suyun ılık olduğunu gördükten sonra suya atladım. Yorulana kadar yüzdüm durdum. Havuz küçük olduğu gibi derin de değildi. Her yerinde yükseklik yüz altmış santimetreydi. Balıklama atlamaya cesaret edemedim, bir iki kez atladım ama ben balıklama atlarsam suya dik girmeyi severim, onu yapamadım.

Mekana sonradan eklenmi bir çocuk havuzu da vardı. Beyaz kocaman bir küvet gibiydi ve kesinlikle güvenli durmuyordu.

laklak



24 Nisan 2012 Salı

barkod liste


  1. Barkodun ilk üç üç hanesine bakarak alışveriş yapan adam. “ yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”
  2. Barkod dövme modası.
  3. Hitmen.
  4. Numaralarındırılma. Kişinin adının, soyadının, kişiliğinin yok sayılması ve bir numara verilmesi.
  5. Sokaklara numara verilmesine gönderme olabilir. Neden çiçek ya da şair, yazar isimleri verilmiyor da numara veriliyor...
  6. Herkese farklı isimler verilsin soyadı aileye ait olsun.. böylelikle kimlik numaralarına gerek kalmaz.
  7. Kulaklarına numara basılmış koyunlardan farkımız yok. Onlar da bir numara, bir de.
  8. Okul numarası, tc kimlik numarası, sosyal güvenlik numarası.
  9. Padişahlar dahi numaralandırılmış.
  10. Barkottan fal bakmak
  11. Kimlik no kaldırma operasyonu

22 Nisan 2012 Pazar

pazartesi - bugün 23 nisanmış


İstiklal marşı ile uyanmak kadar beni çıldırtan bir başka hadise yoktur Pazartesi saygıda kusur etmezleri. Asla yataktan hemen kalmayı sevmedim. Uyandıktan sonraki o bir saat benim için çok değerlidir. Çarşaftaki kendi kokum, kendi sıcaklığım, yüzümdeki yastık izi... Yataktan zıpladığım gibi camdan baktım. İstiklal marşı biter bitmez; on, on beş yaşındaki çocuklar folklör oynamaya başladı. Daha sonra vali ve emliyet müdürü benim kapıma çelenk bıraktı, üstüne bir de saygı duruşu.

*Bonservisi elinde olmalı.
*Kalemlerinin üstünü ıssırmalı.
*Kalabalığı yara yara yürüyebilmeli.
*Belirli aralıklarla ilişkiye cinsellik pompalamalı.
*Düşmanının, yedi ceddine düşman olmalı.

Sonra löbdoşambır giymiş, saçları dağınık, güzelce bir fular bağlanmış, sekiz on yaşındaki erkek çocukları anneleri ile birlikta kapımda sıra oldular. Ulan acaba yine ne oluyor diye düşünüyordum ki arkadan gelen şiir durumu aydınlattı. Bügun 23 Nisanmış ve hep neşeyle doluyor insanmış. Kapımdaki çocuklar da yerime bir günlük geçmek isteyen çocuklarmış. Bu iş o kadar kolay mı ha? Ben sorumluluklarımı on dakika bir çocuğa yüklesem sübyan manyak olur.

20 Nisan 2012 Cuma

azkaldı projet


konun şu: salonda olmak isteyen ama yatak odasına konulan bir halının dramı. 

19 Nisan 2012 Perşembe

özgeçmişim hayatıma giren kadınlardır.

özgeçmişim hayatıma giren kadınlardır.

Falan fistan...bıla bıla... şöyle böyle.. Dersande iki tane kız vardı. İsimlerini anımsamıyorum. Çok güzellerdi. Sonra sokaktan geçen bir kız vardı işte o çok acayipti... İşte sonra esra vardı... Zaten yedi yıl boyunca başrolde o vardı... Sonra arada içimin gittiği pınar vardı. Pınar başkası ile sevgili oldu, sonra gitti, iyi oldu...Ezgi varsa başka kadın yoktu. İşte arada esra da vardı... Hedefleri küçüklttüğüm zaman zeynep vardı. Onla ilgili farklı düşlerim vardı... Sonra yine dersane vardı. Almula vardı... Çok güzeldi, renkli gözleri vardı, esranın renkli gözlüsü gibiydi, onun gibi büyük büyük cümleler kurardı. Sonra tuğçe vardı, bana çok iyi davranırdı... Esra var diye reddetmiştim onu ki zaten ergenliğimin diğer adı gerzekliğimdi. Gülçin vardı, aliye vardı, onlarla tanımsız önsevişmelerimiz vardı. Bir de funda vardı, fundanın kalçası yoktu ve bana biraz meyli vardı, mavi eşofmanları vardı.Tuğba vardı, hala uykusuz gecelerimin başrolünde o var, boşluğu dolmadı. Sonra deniz oldu, bildğim her şeyi karıştırttı, kübranın olmasına ve olmamasına neden oldu, kübra tam bir hayal ve kırıklığıydı... ha bir de arada seval oldu, kulağına yanlışlıkla tuğba diye fısıldadım ve bok oldu. En vicdansızları bence oydu ve bu tabiki onu çok çekici yapıyordu, zaten başka da çekici bir yanı yoktu... Derken melek oldu, bir garip oldu, dengesiz oldu, hem de yayılmacı bir dengesiz oldu; zar zor duran tüm temellerimi sarstı, yıkılmadım ama yıkılmamam şans oldu, nasılsa unuturum dedim ve unuttum, tam oldu... Sonra o oldu. Adı esma, esra ya da zehraydı. İnşallah esra değildir dedim ve yırttım esra değil zehraydı, sonra o da bir anda yok oldu. O yok olunca ben kötü oldum ve sınırları açık ilk ülkeye iltica ettim. Ev sahibim selin oldu, bir süre baktı bana dinledi sonra sınırdışı etti. Zaten mültecilik zordu.

18 Nisan 2012 Çarşamba

ellerimde kan var (bir türlü başlayamadığım öykü notu)

Ellerimde kan var. Parmaklarımın arasından ılık sıcak kan damlıyor. Bir şeyin değerini yitişine şahit olurken anlayan adamlardanım. Kollarımda karım ölüyor ve şu an hayata hiç olmadığım kadar bağlanıyorum.

Final: Radyoyu açıyorum, spiker; “Sıradaki şarkı Duman’dan geliyor, Helal Olsun”

16 Nisan 2012 Pazartesi

10

Ezgi dersanesine gittiğim, anadolu liseline hazırlandığım dönemler. Dersanenin en çalışkan öğrenciydi. Tüm denemelerde hep o birinci olurdu. Sınıflarımız aynı değildi; ek ders, etüd gibi zımbırtılarda görürdük onu. Burnu kalktıktı ama çok da değildi. İnceden bir kıskançlık ile hayranlık arası duygularım vardı. Mesela o dönemden sadece onun ve Arda’nın adını hatırlıyorum.

Sonra bir etütte ağlamaya başladı. İkinci olduğunu sanmıyorum, daha düşük netlerle birinci olmuş olmalı. Zırıl zırıl ağlıyordu. Mavi okul üniforması, sarı kumral saçları var aklımda bir de ağlarken kıpkırmızı olduğu. Öğretmen yanına oturup teselliye girişmişti sanırım. Ona karşı duygularım o zaman da karışmıştı. Hem üzülmüş, bir yandan da içimin yağları erimişti.

9

Tanımaz, etmedim... Anneannesi mi, babaannesi mi ne yan apartmanda otururdu ve sömestir ve yaz tatillerinin uzun zamanını burada geçirirdi. Anne babası Kenan’ı neden buraya salarlardı ve haftalarca bırakırlardı bilemem, sadece ayrı olmadıklarını hatırlıyorum. Küçükken bunu sorgulamak hiç aklıma gelmezdi.

Hepimizden yakışıklıydı Kenan ve yakışıklılık da Kenan’dan sonra gelen arkadaşımızın kulağı yoktu. Kahverengi saçları, güzel kıyafetleri vardı; hepimizden biraz uzundu – Son gördüğüm zaman onun boyuna yetişmiş olabilirim – neşeliydi, keyifliydi ve futboldan çok anlamazdı. Zaten futboldan da onlasa doğal olarak liderimiz olurdu. Karakteri uyumlu olduğu için kaleye geçmeyi sorun etmezdi ve Serdar’la kanka oldukları aynı takımda olurlar ve bizi hep yenerlerdi.

Yine bizden farklı olarak Kenan’ın kızlarla arası iyiydi. Hepsiyle konuşurdu, sıcaktı, rahattı. Kızlar en çok onu ve Serdar’ı severdi. Onlar bir bankta kızlarlar konuşurken ben kapıcının oğlu Yalçın’ı kaleye sokar, şut çalışırdım.

15 Nisan 2012 Pazar

pazartesi - yine yeni yeniden belçika

Şu Belçika nasıl batmıyor inanın aklım almıyor pazartesi Belçikasızları. İşin ilginci demokrasi de var. Gerçi ülkeyi başkanları değil, förstleydileri yönetiyor ama bu onların ailevi sorunları, burnumuzu sokmamız doğru olmaz. Salı Salı,Kral Tv’deki altyazıları okuyum diye televizyonu açtım ve yine bir Beçika haberi ile görüp şaşırıp kaldım.

*Kartviziti olmalı.

*Öpüşürken ağzını şapırdatmamalı.

*Ölü yıkamış olmalı.

*Salatada kullanacağı malzemeleri daha önce buzdolabından çıkatmalı ki salata soğuk olmasın.

Hatırlarsınız geçen yıl bir gaflete uğrayıp gezmeye Belçika’ya gitmiştim. Takma sakal takmış, kafama beyzbol şapkası geçirmiş, yakın ve gönüllü korumalarım ile sokaklarda söyle bir dolaşmıştım. Habere göre benim gezdiğim her yerde, attığım her adımı altına boyamışlar ve halkın oradan geçmesi yasakmış. Ayak izime basmak 10 yıldan başlıyormuş. Tamam Belçika’ya yakışır saçmalıkta bir işlem ama Belçika başkanın aylardır çekyatta yazması ne alaka?

8

“Ben aslında patronun şoförüyüm, servisçi arkadaş uykusuz olduğu için yardım ediyorum”, demişti. Ben patron olsam altımda A8 olsa dişleri bu kadar çarpık bir adamı yanımda çalıştırmam.

Onun dışında güleryüzlü bir adamdı. Bmw’si olduğunda, servise bizden başka kimseyi almayıp sigara içerek bir yolculuk yapmayı planladığından falan bahsetti. Otel çok iyi ama şimdi mevsimi değil, yazları çok daha güzel olur, aramızda kalsın, dedi. Hep arkadan iş çeviren, çaktırmadan bir şeyler yapan, saman altından su yürüten bir yanı var gibiydi. İnice el sıkıştık sanırım.

14 Nisan 2012 Cumartesi

ellerimde kan var... ile ilgili.

Avucumu yarasına batırıyorum kan avucumu itiyor. ani akan çeşmenin ucunu parmağınızla kapatmaya çalışırsınız da olmaz ya; öyle bir his, öle bir baskı.

Pes etmemem gerekir biliyorum ama pes etmemem onun hayatını kurtarmayacak, onu da biliyorum.

Bilincini kaybetmiyor bir türlü. Ağzından gelen kanlar dişlerinin arasını doldurmuş. "Lütfen" diyor, "Ölmek istemiyorum".

Hayatım boyunca alan söylediğim karıma bir kez daha yalan söylemek, son sözlerimin biryalan olmasını istemiyorum. " Üzgünüm ki öleceksin elimden, elimizden hiçbir şey gelmez."

12 Nisan 2012 Perşembe

7

Kimse ile göz temasına girmiyordu. Bir garip havası vardı; sanki tüm gözlükler onundu ve bize ödünç veriyor gibiydi. O olmasa filmden hiçbir şey anlayamazdık ve ona muhtaçtık.

Film bitti, bizde ona gözlükleri aynı havayla verdik. “ Al gözlüklerini,artık ihtiyacımız yok!Seninle işimiz bitti”.

6

Kimbilir nereden geliyordu? Kahverebgi kahve rengi giyinmiş balık etli bir kadındı. Sivri topuklu bir ayakkabı giyiyordu. Yürürken zorlandığı belliydi, belki canı bile yanıyordu. Elinde bej çantası sürüklenirken bir anda durdu. Duyduğu an baktığım belli olmasın diye bakışlarımı üzerinden çektim. Paçasındaki tozu eli ile çırptı. Çırpışlarında bir öfke vardı. Sert sert vuruyordu paçasına. Sonra yürümeye devam etti, birkaç saniye daha baktım.

10 Nisan 2012 Salı

5

Hemen her emekli polis gibi esnaflığa flaş bir geçiş yapanlardan ve Türk bayrağını dükkanına asan adamlardan nefret ediyorum. Bu adamın dükkanında kocaman bir Türk bayrağı yıllardır duruyor. Sanki emlakçılardan sadece o Türk, geri kalan Türk değil; vatanını sadece o seviyor, geri kalanlar haymatlaos! Onun dışında iş falan da yaptığı yok. Eski, cansız kahverengi takım elbisesini giyiyor ve dükkanında oturuyor. Kapısının önünde kendinden daha temiz olan arabası duruyor. Güneşe göre ya arabanın şemsiyesinin yerini değiştiriyor ya da arabanın yerini değiştiriyor. İki kelime etmişliğimiz olmasa da kaba saba bir adammış gibi geliyor. Hatta kesin mhp’lidir. Kesin konu kürtler olunca acımasız laflar etmekten çekinmiyordur.

8 Nisan 2012 Pazar

pazartesi - manasız mutluluğum

Bu hafta pek bir garibim Pazartesi melankolikleri. Üzerimde manasız bir mutluluk var. Mesela bu hafta kimseyi kapımdan kovmadım, azamarladım, kızmadım, rencide etmedim, doğduğuna pişman etmedim. Belçika förstlaydisi tam dört gece salonda kanepede yattı ve bana kahvaltıda kavurmalı omlet yaptı ve sanırım dört kez sağ, üç kez de sol yanağımdan makas aldı.

*Asperger sendromunun bazı septomlarını göstermeli.

*Boyundan büyük laflar etmeli.

*Arada sırada tek başına kamp yapmaya gitmeli.

*Omuz başları güzel olmalı.

*Huzursuz olmalı.

Bir baktım, aynaya bakıp gülümsüyorum, içimde manansız bir yaşama sevinci; huzurluyum, mutluyum; bildiğiniz salağım. Farkında değilim açmışım kral tv’yi dans ediyorum. Bir listem var, evlere şenlik.

“* nefes alsın yeter’ler

*kalbi temiz olsun’lar...”

Sonra mutluluk mutsuzluk yaptı da yırttım. Sözlerimi bir türk atasözü ile bitirmek istiyorum. “ keyif eşekte olur”. Eşek olmayın.

4

Ahmet abinin çilesi. Acayip hızlı ve çok konuşuyor. Hatta çok çok çok konuşuyor ve hiç dinlemiyor. Kendini beğenmişliği en üst düzeyde. Konuşurken sözünün kesilmesinden, göz temasının kaçırılmasından çok rahatsız oluyor. Dikkat tekrar üstüne toplamak için eliyle dürtmekten de hiç çekinmiyor.

Yaşayacağı zamanın, yaşadığından az olduğunun farkında. Ondandır ki hazır para var, gezeyim anasını satayım; tavrında. Gezdiği yerleri, yaptığı yolculukları uzun uzun anlatıyor. Yirmi sene önce birkaç saat kaldığı Afyon bile onun için unutulmaz bir anı.

Çocuklarından ve torunlarından bahsederken gözleri parlıyor. Gelin almadık, kız aldık diyor. Ne kadar muhteşem bir kaynana olduğundan ve oğlunun evliliği esnasında yaşanan kriz anlarında ne kadar yerinde müdahaleler yaptığından övünç ile bahsediyor.

Kural tanımaz bir yanı da var, insanlarla konuşmaktan hiç çekinmiyor. Eşi ile tatlı sert bir havaları. Kimseye mutlu denmez ama mutluymuş gibiyi iyi oynuyorlar.

3

Görmüş geçirmiş altmışına dayanmış. Ölümü kabullenmiş ya da hazırlıklı bir hali kesinlikle yok. 15 sene önceki Rusya seyahatini anlatacak yer arıyor. Eşi Müjgan’dan daral gelmiş. “Neyim varsa yoksa oğullarım, torunlarım için” deyip duruyor. Paraya önem vermem havasında olsa da tam tersi, konu para olunca babasını tanımaz. Konuşma sesi, üslubu çok güzel; yılların getirdiği esnaflıktan yadigar olsa gerek.

İçki ve itibarlı dostlarından bahsedip duruyor, bir de eti ve mangalı çok sevdiğinden. Sivas’dan kalfalarımı getirdim, artık çocuklarım gibi oldular diyor ve bana samimi de geliyor. İşi gücü zaten onlara devrettiği aşikar. Bir ilacı bilemediğini fark ettim. Yine yaşlılarda olan bir şeyi birkaç kez, sanki ilk kez söylüyormuş gibi söyleme. İyi adam sayılır. Bir de hamamda gördüm de bildiğin ayı.

6 Nisan 2012 Cuma

biraz aradan sonra benzetme

*Folklörü halka sevdirmek için işin içine cinsellik olmasını düşünerek ve kıyafetlere göğüs dekoltesi konması konusunda ısrar edecek kadar ülkenden bihabersin.

*Bir magazin muhabiri kadar utanmazsın.

*İnzivaya çekilmek için kuzey kutbunu seçen bir Mısırlı kadar bilgesin.

*Evsiz bir alkolikten hayatın anlamını bekleyecek kadar çaresizsin.

*Tartışma programları izleyip sinirlecek kadar yaşlısın.

*Define avcılarını takip edip, çıkarttıklarını gasp edecek kadar zeki ve tembel ve günahkarsın.

*Boş zamanlarında ansiklopedi, otübüste sözlük okuyacak kadar garipsin. Muhtemelen arkadaşın falan da yoktur.

*Piknik yapmayaçöle gidecek ve bunu herkese ‘çok ilginç bir adamımdır ben’ diye anlatacak kadar saçma sapansın.

*Çocukken modacı olmayı hayali kuran bir adamdan generel olmasını bekleyemezsin.

*Saat takmayan biri zamana asla saat takan biri kadar değer vermez.

*Anana, bacına küfretmedi diye bir adama saygı duyamazsın, herif geri kalan herkesi laciverte boyadı.

*İyi arkadaş son sigarasını sana verendir.

*Bakkal çırakları nasıl bakkallar için tehdit değilse, sen de benim için bir tehdit değilsin.

*Sen kasabanın en güzel kızısın. Burası ise metrepol.

*Kolleksiyonerin iyisi olmaz, ama iyi arkadaşları olur.

*Dilenciye bono verilmez, çek kesilmez.

*Sen abla modeli bir kızsın. Ondan hiç erkek arkadaşın yok ve bol bol kankan var.

*Yabancı kelimelere dili dönmeyen animatör olmaz, turizmci olmaz; sen şansını başka yerlerde dene.

*Eski karımın, yeni kocasının, eski karısına sarkacak kadar intikam ateşi ile yanıyorum.

*Her zaman en önde oturan öğrenciler gibisin. Biraz insana karış.

2

Otuz beş yaşlarında mutsuz bir kadın. Yüzüğünü çıkartmamış ama çok da evli gibi bir havası yok. Psikologlar, rehber öğretmenler gibi konuşuyor. Kesin birkaç tane nlp kitabı parçalamış ve muhtemelen workshoplara gitmiş. Bir ara elini omzuma attığında bir ilaç öneriyordu ve kendine biçtiği şifacı rolünü hemen hemen içtenlikle oynuyordu. Makyaj yapmamak, saçlarına çok özen göstermemek, spor giyinmek ve o ses tonu – ki beni çok gerer- tamamen kendisine çizdiği o rolün gerekliliği.

Doktorların çaresiz kaldığı zamanlar kendisine yöneldiğinden ve çare bulduğundan bahsetti iki kez. Konsept eczaneymiş kendisininki. Bitkisel tedavi ve bitki takviyeleri falan fistan. Kesinlikle sıkıcı.

5 Nisan 2012 Perşembe

Yaaalaaan.

Annem ne zaman yalan söylese gülümser, babam cümlenin sonun getiremez yuvarlar, ablamın sesi ise içine kaçardı. Bizim evde annem sürekli gülümser, babam tüm cümlelerinin sonunu yuvarlar, ablamın ne dediğini ise bizden başka kimse anlamazdı.

Yemek masası benim için poker masasından farklısızdı. Her aile gibi bir yandan yemek yerken, bir yandan da sıradan, öylesine konuşmalar yapardık. Annem “ Komşumuz Müzeyyen Hanım ölmüş” dediğinde Müzeyyen Hanım ölmediğini bildiğimiz için hiçbirimiz üzülmez ama annem üzülmesin diye üzülmüş gibi yapardık.

Babam terfi aldığını söylediğinde de durum farklı değildi, ablamın okulda amigo kız seçildiğini duyduğumuzda da.


Bu oyundan elbette sıkıldım ve ilk fırsatta evi terk etmeye karar verdim.

Ve vakit geldiğinde bavulum elimde dış kapıdan çıkarken “ Sizi özleyeceğim” dedim. Tek bir ağızdan “ Biz seni hiç özlemeyeceğiz” dediler. Babam gülümsüyor, annem ve ablam kahkahalar atıyordu.

abi konu neydi?

“Abi konu neydi?”

“Konu çok derindi. Çok ama çok derindi, yukarından bakınca dibini görebilirdin ama ne kadar dalarsan dal dibinden kum çıkartamazdın, işte o kadar derindi. İşin garibi dalabildiğin kadar dal vurgun da yemezdin. Bir garip derindi...”

“Abi konu neydi?”

“Konu kadındı. Zaten konu her zaman bir kadındır. Bazen bunu kabul etmiyoruz ama dolaylı olarak her zaman kadını konuşuyoruz. Etrafımızdaki her şeyin topraktan geldiği gerçeği gibi...”

“Abi konu neydi?”

“Konu paraydı. Hem de büyük paraydı. Bizim olan ya da da bizim olma ihtimali olan bir para değildi. Genel olarak paraydı. Olgu olarak da düşünme, bildiğin gerçek paraydı. Züğürdün çenesini yoran türden de değildi. Zaten hepimiz zengin çocuklarıydık...”

“Abi konu neydi?”

“Konu romandı. Asla yazamayacağımız romanlardı. Kıç kıça eklediğimiz hikayeler miydi roman? Keşke öyle olsaydı. Lanet olsun ki, anası kötü yola düşsün ki, değildi. Tarihi romanları gerçek zannedenler ya aptallığa ya da mutluluğa mahkumdu...”

“Abi konu neydi?”

“Konu zamandı. Zaman çarpışmasıydı. Kurban bayramının ilk gününe denk gelen yılbaşı gecesiydi, sevgililer gününe denk gelen kandildi ya da tam istiklal marşı okunurken okunan ezandı. Verilmesi gereken karardı. Mahalle baskısıydı, yaftalanma korkusuydu...”

“Abi konu neydi?”

“Konu çocukluğumuzdu. Bir türlü kurtulamadığımız çocukluk anılarımızdı. Psikiyristlere, fahişelere verdiğimiz çuvallar dolusu para ve kaybedilmiş anlarımızdı. Mutlu çocukluk diye bir şey yoktu, tıpkı alkolsüz biranın olmayacağı gibi...”

“Abi konu neydi?”

“Konu kandı. Ama öyle alyuvar, akyuvar falan değildi; sıcak kandı. Parmaklarının arasından akarken insana yaşadığını hissettiren kandı. Diline değdiği zaman tatlılığı genzini yakan kandı, biraz yutunca bizi kustura kandı...”

“Abi konu neydi?”

“Konu diyalektikti. Marx’dı, Kant’dı, Sokrat’dı, Neitzche’di ama en çok da Hegel’di. Siyahtı, beyazdı; karanlıktı, aydınlıktı; mematdı, hayattı; kıştı, yazdı; ayazdı, sıcaktı; hüzündü, sevinçti; filandı, falandı...”

“Abi konu neydi?”

“Konu sınırlardı. Neye, ne kadar dayanabileceğimizdi. Kaç gün aç, kaç gün susuz kalabileceğimizdi. Dırdırcı bir kaynanaya, şeref yoksunu bir arkadaşa, ırz düşmanı bir komşuya, açık kalmış flash tv’ye...”

“Abi konu neydi?”

“Konu pislik insanlardı. Yankesiciler, hırsızlar değil; tamamen pislik insanlardı insanlardı. Ağzı keskin çürük, teri sinik pas kokan; kanı her daim koyu akanlardı. Karısını satana, vatanını satana, ruhunu satana bir şekilde tahammülümüz vardı...”

“Abi konu neydi?"

“Konu matematikti. Çarpma, bölme, çıkarma, değildi; içler dışlar çarpımı, fonkisyon polinom hiç değildi. Faktoriyelle, maktoriyelle zaten işimiz hiç olmadı. Mesele toplamaydı. Bilen bilirdi, işin aslı zaten toplamaydı, geri kalan teferruattı...”

“Abi konu neydi?”

“Konu aidiyetti. Aidiyetsizlikti. Olmak ya da olmamak; olmak ya da sahip olmaktı. Bir şeye ya da bir kimseye sahip olunup olunamayacağıydı. Tabi sonra biraz konu dağıldı. Hristiyanlar mezarlara çiçek bırakıyorlar; biz çiçek dikiyoruz..."

1

Elinde KPSS kitabı ile gördüğümü anımsıyorum onu. KPSS testi çözdüğüne göre en azından lise mezunu olduğu aşikardı ama içimden bir his Ankara’nın doğusundaki bir üniversitede iki yıllık bir şeyler bitirmiş olduğunu söylüyor. Dışarısı soğuktu, dergilerin arasundaki sandalyesine oturmuş, KPSS test kitabının ilk sayfasına bakıyordu. Yanina biri geldi, bir iki kelime ettiler, umutsuzca gülümsedi.

Git gel tanıştık sayılır. Birbirimize “Naber” falan diyoruz. Mesela üzerinde tükenmez kalemle ‘1TL’ yazan fanzini bana bedava verdi.

1 Nisan 2012 Pazar

pazartesi - sorma neden

Geçen perşembeye sabahı yine erkenden kalktım ve karete kıyafetlerimi giyerek güne başladım Pazartesi heyecanlarıları. Kafama kırmızı kafa bandımı, belime siyah kuşağımı çektiğim gibi balkondan aşağıya atladım. Koşarak motorsikletime zıpladım ve ön tekeri kaldırarak gaza kökledim. Yaklaşık olarak iki saat kadar yol aldıktan sonra tali bir yola girdim ve on beş dakika gittikten sonra karşıma çıkan çiftliğe gözlerimi diktim. Motorun üzerinde ayağa kalktım ve çitlere geldiğim an kendimi çitlerin üzerinden çiftliğin bahçesine attım.

*Şalvar ve şort etek giymemeli.

*Sindirim sistemi sessiz çalışmalı.

*Çok bilmiş bir göz kısışı olmalı.

*Şu an Amerika’da saat kaç bilmeli.

*Eşantiyonlardan uzak durmalı.

*Aradığımda cep telefonu melodisi rafet el roman'dan 'sorma neden' olmalı.

İzbandut gibi olan güvenlik görevlilerini silahlarına davranamadan etkisiz hale getirdim. Daha sonra pencereden içeri atladım ve içerideki adamları uçan tekme manyağı ettim. Yerler ayak bileğime kadar kan oldu. Daha sonra kaçmaya çalışan adamları da motorsikletime atlayıp yakaladım ve sakat bırakma sınırına kadar dövdüm. Siz şimdi bunları neden yaptığımı soracaksınız. Kusura bakmayın her şey anlatılmaz.