31 Temmuz 2011 Pazar

pazartesi - ramazan uyarılarım.

Ramazan yine geldi sizi gidi pazartesiciler. Her ramazan olduğu gibi bu ramazan da her şeyin süt liman olmasını istiyorum. Yıllardır tekrarladığım gibi yine tekrarlayacağım. Oruç süresini kısaltmak gibi bir yetkim yok. Bir bardak su içseniz bile orucunuz bozulur. Ben şehvetli şekilde düşünürseniz de orucunuz bozulur.

  • Kısa yalanlar söylemeli.
  • Otel adabı konusunda bilgili olmalı.
  • Sessizlikten benim kadar korkmamalı.
  • Ben iki bardak çay içtikten sonra bardağımı bana belli etmeden değiştirmeli.
  • Bir katili gözlerinden anlayacağını öne sürmeli

Haklısınız açlık ve susuzluğa direnmek kolay. Ama yine de sizden ricam beni düşünerek orucunuzu sakatlamayın. Konuyu düşündüm ben günaha falan girmem. Hatta ona ne oluyorsa; 16. Benedith de aynı doğrultuda görüş bildirdi. Çok çağırıyor beni sağolsun da araştırdım ortam sap kaynıyormuş, işim var, deyip sallıyorum.

28 Temmuz 2011 Perşembe

boş ev

Soluk sarı bir bina. Dört katlı, Korcanlar Apartmanı no: 17. Kapısının önünce boz beyaz sahipsiz yavru bir kedi var. İçeri girmeye çalışıyor ama izin vermiyorum. Kendim içeri giriyorum. Neden izin vermedim; şimdi bilemiyorum, belki sonra çıkamaz diye düşünmüşümdür. Her katta yedişerden, üç sıra, yirmi bir basamak var. Basamaklar kısa ve dik değil. Tırabzanlar demirden üstü ise tahtadandı. Hepsi turuncuya boyanmıştı. Apartmanın içi aydınlık. Yavaş yavaş dört kat çıktım ve elimdeki anahtarları teker teker deneyerek kapıyı açtım.

Kapı açılınca beni L şeklinde bir koridor karşıladı. Kısa koridor mutfağa açılıyordu. Eski model ahşap mutfak dolapları, eski beyaz bir mermer, koyu kahve bir balkon kapısı. Hemen kapıyı açıp balkona bakıyorum. Apartmanın yanına bakıyor, iki metrekare yok bile. İki kişi anca sığar.

Uzun koridor salona, salon bir odaya, o oda diğer odaya açılıyor. En dip odada gömme dolap var. Çirkin ve şekilsiz ama “ Bir boya çeksek daha güzel olur mu?” diye içimden geçiriyorum. Salonda iki balkon kapısı daha var, apartmanın önüne bakıyor. İki balkon da mutfak balkonu gibi küçücük. Her ne kadar evi şirin kılsa da işlevli olduğunu söylemem zor. Banyo ve tuvalet ise tam anlamı ile klasik. Beyaz fayanslar, duşa kabin.

Sokağa ilk girdiğim an aklıma geliyor. Hafif eğimli yoldan solumdaki ağaçların gölgelerine sığınarak yürürken bu “ Bu sokak çok güzel, asfaltı olmasa da çok güzel. Bu sokakta yaşamalıyım” demiştim. Evi gördükten sonra aynı hisleri hissetmiyorum. Hem asfaltı yok çok toz çıkar.

bir suçlu nasıl yakalanır?

  1. saç telinden
  2. kanından
  3. parmak izinden
  4. avuç izinden
  5. ayakkabısının izinden
  6. olay mahallinde nüfus cüzdanını unutmasından (türk filmi klasiği)
  7. görgü tanığından.
  8. güvenlik kamerasından.
  9. el yazısından.
  10. ip numarası ile internetten.
  11. tükürükten
  12. sidikten
  13. boktan.
  14. tırnaktan
  15. deriden.
  16. saçtaki kepekten bile diyorlar ama bana inandırıcı gelmiyor.
  17. izmaritten
  18. imzasından
  19. iplik parçasından
  20. salyasından
  21. sperminden
  22. arabasının lastik izinden
  23. arabasındaki gprs’ten
  24. ateş ettikten sonra eline bulaşan barut izinden
  25. alışveriş takibinden ( fiş- kredi kartı ekstresi)
  26. cep telefonunun sinyalinden
  27. elindeki yaralardan ( yumruk atarken ellerin yara olur)
  28. itirafçı arkadaştan
  29. uykusunda konuşmasından
  30. hatıra saklama alışkanlığından.
  31. özgüveninden
  32. dikkatsizliğinden
  33. yüksek egosundan
  34. ortağından
  35. şansızlığından
  36. telefon dinlemesinden
  37. başka bir hatasından ( banka soyar, yanlış yere park ettiği için aldığı trafik cezasından yakalanır )
  38. çocuğu ya da eşinden ( zaaflarından )
  39. nefesinden ( bir monk bölümünde şişme topu üflediği nefesten bir rock star içeri atılmıştı )
  40. hayatının anlamsızlaşmasından
  41. içeride göreceği bir hesap olmasından
  42. sesinden
  43. korkudan
  44. kemikten ( bones diye de dizi var )
  45. deri parçasından
  46. göz yaşından
  47. terinden

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yedi Buçuk

1.

Annem, “ Hadi bakalım siz kardeş kardeş oynayın, kavga etmek de yok tamam mı? Biz anneler içerideyiz” deyip onu odama getirdiği an aramızda bir bağ olduğunu hissetmiştim. Kısa ve soğuk bir sessizlikten sonra sordum.

“ Adın ne?”

“ Yasin” dedi. Aramızdaki hiyerarşi belli olsun diye, “ Kaç yaşındasın?” dedim. Gereksizce parmaklarıyla da göstererek “ Yedi” dedi. Ben de yedi yaşındaydım ama ipleri elime almak için “ Yedi buçuk” dedim. Hemen ardına da ekledim “ Ben senden büyüğüm”. Nüfus kağıdımı istemeden durumu kabullendi. Biraz daha dikkatli bakınca gözlerinin şiş şiş olduğunu gördüm. İyi uyuyamadığı belliydi, benim gibi. Benim onun gözlerine dikkatle bakmam, onun da benim gözerime dikkatle bakmasına neden oldu. Sekiz on saniye sessizce birbirimize baktık. Genelde bu sessiz bakışmalar meydan okuma olur ama bizimki tam tersi aynı kaderi paylaşan iki kişinin sarılması gibiydi. İkimiz de uyuyamıyorduk, ikimizin geceleri de korku içinde geçiyordu, ikimizin de gecelerine musallat olan öcüleri vardı.

Yere bağdaş kurup oturdum. Yasin’de hemen yanıma oturdu. Büyük olduğum için konuyu benim açmam gerekti. Keşke yedi buçuk demeseydim.

“ Sen de geceleri öcüler görüyorsun değil mi?” dedim.

Başını korku ile sallayarak,

“ Hı hı” dedi. Bu çocuk çok korkmuştu belliydi. Ben de çok korkuyordum ama aptal gibi yedi buçuk dediğim için ona cesaret vermek ablalık yapmak benim görevimdi. Hayat ne zordu.

“ Anlat Yasincim, ne görüyorsun?” dedim ablaca. Cesaret vermek için elimle omzuna da dokundum. Sözlerimden çok ellerim işe yaradı ve anlatmaya başladı.

“ Sarı, siyah kocaman bir böcek. Kanatları var ama uçamıyor. Gözleri kocaman. Antenleri var. Dolabımın aynasında yaşıyor ve annem odadan çıktığı zaman ortaya çıkıyor…”

Benim öcüme çok benzemiyordu anlattığı. Benimki mordu ve duvar kadar büyüktü. Kocaman elleri ve ayakları vardı, dişleri sivri sivriydi. Hem benimki sadece karanlıkta ortaya çıkıyordu ve nereden çıktığını bilemiyordum.

Hangimizin öcüsünün daha korkunç olduğu hakkında amansız bir tartışmaya başladık sonra. İkimizin de haklı olduğu yönler vardı. Antenler onun öcüsünü daha korkunç kılsa da benim öcüm daha büyüktü. Sarı mı yoksa mor mu daha korkunç konusunda ise uzlaşmamız imkânsızdı. Öcülerimiz hakkındaki tartışmamız bir sonuca ulaşmasa da bana bir fikir vermişti. İki öcü aynı odada olsa ne olur?

Yasin kendi öcüsünün dünyada ki en korkunç şey olduğundan öylesine emindi ki;

“ Benim öcüm senin öcünü yer”, dedi.

Gerçekten Yasin’in öcüsü benim öcümü yerse ben artık geceleri rahat rahat uyurdum.

“ Bir gece aynı odada uyumamız lazım Yasin” dedim. “Benim öcüm bana, senin öcün sana gelecek ve aynı odada karşılaşacaklar. İşte o zaman göreceğim hangimizin öcüsü daha korkunç.”

İki öcü ile aynı odada kalma fikri Yasin’e korkunç gelse de; odasında yalnız olmama fikri de o derece ona güven veriyordu. Bir iki mırın kırın ettiği zaman da omzuna ablaca dokunmam yetti. Ne kadar zavallı bir çocuktu bu ya? Annesi babası hiç sarılmıyor mu bu çocukcağıza?

Saat beş olmuştu, anneler şimdi kalkarlardı. Hemen ayağa kalktım ve oyuncaklar oynanmış gibi gözüksünler diye güzelce dağıttım. Şüphe çekmemek lazımdı. Giderlerken de Yasin’i ne kadar sevdiğimi annesine, gittikten sonra da anneme anlattım. Şansımıza annelerde kaynaşmıştı. Yasinlere oynamaya gitmem yakındı.

2.

Üç gün sonra Yasinlerdeydik. Evde çok sıkıldığım için, için için ağlamam da bunda etkili olmuştu. Yasin’in odasına geçtiğimizde odanın karanlığı beni ürpertmedi değil. Hemen dolabındaki aynaya baktım sonra da dolabı açıp aynanın arkasına. Ablalık bunu gerektiriyordu.

“ Dolabın arkasında değil, annem oraya baktı, aynanın içinden çıkıyor”, dedi Yasin. Haklı olmalıydı.

“ Şimdi bu gece burada kalmamamın bir yolunu bulmalıyız.” dedim. “Saatlerce bu odada durup oyun oynayacağız ve çok eğleneceğiz. Annemler beni götürmek istediğinde de ağlayıp zırlayacağız. Hatta kendini yere at. Bizimkilerde hep işe yarar. Anca bu sayede sizde kalabilirim.”

Yasin ile gerçekten de saatlerce oyun oynadık. Beni seviyor, bana güveniyordu. Ondan onunla oynamak çok kolaydı, hiç mırın kırın etmedi. Ben istedim diye oyuncak ayısının altını bile değiştirdi zavallım. Planımız kusursuzca devam etti. Annemler geldiğinde benim ağlayarak yere atlamam, sonra da yatağının altına sürünerek kaçma performansım sayesinde gece Yasinlerde kalabilme iznini de kopardık. Her şey planladığımız gibiydi ve akşam olduğunda ikimiz de korkudan ölebilirdik.

Annesi yatma vakti, dedi ve ılık sütümüzü içirip bizi yatırdı. Yasin’i bilmem ama benim dizlerim titriyordu. O sevemediğim soğuk kadın ışığı söndürüp çıktığı an duyduğum kalp atışları benim değil Yasin’inkilerdi. Zavallı sessizce,

“ Şimdi aynaya bak çıkacak oradan” dedi. Baktım, baktım, baktım… Çıkmadı.

“ Senin öcün nerede peki?” diye bana sordu. Benimkinden de ses seda yoktu. Sessizce öcülerimizi bekledik. Öyle saçma bir durumdu ki gelmemelerinden mutlu olsak da; gelmemeleri bizi yalancı durumuna düşürüyordu. Beklemekten yorgun düştük ve uyuduk. Yasin uyurken ıslık çalıyordu.

Diğer gün evlerimiz de ikimiz de öcülerimi tekrar gördük. Öğrendik ki öcüler yalnızken gelirmiş ve yine öğrendik ki öğrenecek daha çok şey varmış.

pazartesi - bunu da denemeliyim

Hayat öngöremeyeceğimiz sürprizlerle dolu pazartesimaniadan muzdaripler. İlk kez bir ülke savcılığı beni ifade vermeye çağırdı. Hem de o ülke Dominik Cumhuriyeti. Oradaki bir kapkaç vakasında şüpheliymişim.

  • Tekrarlıyorum! Bebek, çocuk taklidi yapmamalı
  • Kuzey ne taraf dediğim an anında bana göstermeli. Yön duygusu gelişmiş olmalı.
  • Nefesini en az bir buçuk dakika tutmalı.
  • Moonwalk yapabilmeli.
  • Yolda yürürken bebek falan görürse saldırıp, sevmemeli.

Bu yaşıma geldim daha önce kimse beni yargılamayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Hiç böyle bir duygu tatmamıştım, her şey insan için; bu da bana bir deneyim olur. Gidip Dominik Cumhuriyeti’ne teslim olacağım. Nasılsa beni içeri atamazlar. Atarlarsa da Dominik haritadan ve dünya tarihinden silmeniz altı saatinizi alır sanırım. Kansız bir devrim olsun diyorum ve yola çıkıyorum.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

amy fan klüp

Sahnelerin hanımefendi sanatçısı, kadife sesli diva, güzel insan, harika dost, derin kişilik Amy Winehouse’u kaybettik. Temsili cenaze namazı 25.07.2011 günü Cihangir Merkez Cami’inde kılınacaktır. Katılımcıların cünüp cenabet ve alkollü gelmemeleri; çelenk göndermemeleri, onun yerine Yeşilay’a bağış yapmaları rica olunur.

Amy Winwhouse fan klübü üyeleri

18 Temmuz 2011 Pazartesi

yanlış giriş

Annem, “ Hadi bakalım siz kardeş kardeş oynayın, kavga etmek de yok tamam mı? Biz anneler içerideyiz” deyip onu odama getirdiği an aramızda bir bağ olduğunu hissetmiştim. Kısa sessizlik bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı.

“ Adın ne?” dedim.

“ Yasin” dedi. Aramızdaki hiyerarşi belli olsun diye, “ Kaç yaşındasın?” dedim. Sağ elinin tamamen açtı ve “ Beş” dedi. Ben de beş yaşındaydım ama ipleri elime almak için “ Ben beş buçuk” dedim. Hemen ardına da ekledim “ Ben senden büyüğüm”. Nüfus kağıdımı istemeden durumu kabullendi. Biraz daha dikkatli bakınca gözlerinin şiş olduğunu gördüm. İyi uyuyamadığı belliydi, benim gibi. Benim onun gözlerine dikkatle bakmam onun da benim gözerime dikkatle bakmasına neden oldu

meral diye bir kız

Meral diye bir kız. Yanağının soluna sivilcelerden kalma izler var ve bu onu çok çekici yapıyor. Saçları açık kahve. Sonbaharlarda kızıla çalıyor ve en güzel dönemi o. Yani daha da güzelleşecek. Anne ve babası öldüğünde Bursa Çekirge'de bir ev kalacak ona. Düz bir zekası var, parıltılı değil ama duygularına hükmedebilir gerektiğinde.

Üç kuşak arkabalarında bir katil var ve hiç boşanan yok. Tutucu bir ailenin en yırtık üyesi ama motor demek de acımasızlık olur. Sicili temiz.

17 Temmuz 2011 Pazar

pazartesi - zaman donması

Bu hafta size bir anımı anlatmak istiyorum pazartesi için yaşayanlar. Sekiz sene önce bir cumartesi uyku tutmadı. Kültür sanat derken zaman nasıl aktı bilmiyorum bir Pazar öğlen uyuyakalmışım. Bir uyandım Salı. O hafta liste geç kaldı. Neyse ben listeyi Salı yayımladım. Nasıl yaptınız bilmiyorum herkes o Salı gününde pazartesi gibi davrandı. O haftadan sonra hayat öyle devam etti. O pazartesi dünya tarihinden silindi

  • Boya badanadan anlamalı.
  • Gözlerini kıstığı zaman sempatik bir görüntüsü olmalı.
  • Kırışıklıklarla savaşını bana yansıtmamalı.
  • Çıplaklar kampına gitmek için beni ikna etmeye çalışmamalı.
  • Yokluğumda çok kitap okumalı.

Bir nevi zaman donması yaşandı. Bana bunu yıllar sonra eceline susamış bir dallama söyledi. Aklı sıra durumu bir tek o fark etmiş. Dövmedim bile. Her yerine saat monte ettim. Ona zamanı soracağım anı bekliyor. Dallama ya.

12 Temmuz 2011 Salı

takip

*arkadaşınla siz yürürken senin solundan geçen güneş gözlüklü yeşil tişörtlü adam benim ajanımdı.

*oturduğunuz kafede tam arkadaki masada cep telefonu ile sesli sesli konuşan kırklı yaşlardaki askılı tişörtünden sütyen askısı gözüken kadın da benim ajanımdı.

*kafeden çıktığınızda yanınıza yaklaşan taksici de benim ajanımdı.

*siz yürürken size musallat olan dilenci çocuk ve onun annesi de benim ajanımdı.

*siz eve girerken sokaktan geçen beyaz pegout içerisinde yüksek sesle müzik dinleyen dallama da benim ajanımdı.


Sağ sağlim bir gün yaşamanı sağladıysam ne mutlu bana ama beni üzen arkadaşına benden hiç bahsetmemen. Neler konuştuğunuzu nerden mi biliyorum? Ben bilirim. Unutmadan arkadaşın haklı, sevgilisi onu aldatıyor.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

pazartesi - kadın ajanların hesaplaşması

Geçen hafta istihbarat örgütümü feshini açıklamamdan sonra işler iyice sarpa sardı pazartesimüdavimleri. Tüm dünyadaki kadın ajanlar diğer kadın ajanları rakip olarak görüyor ve avlıyor. Her sabah kapımın önünde kaçamayacak kadar sıkı bağlanmış kedi kadın kıyafetli ajanlar görüyorum; üzerlerinde de hangi istihbarat için çalıştığı ve nerede yakalandığı hakkında bir not. Aslında iyi oldu bu. Dünyadaki tüm kadın ajanlar birbirlerini avlasın. Son kalan benimle çalışır.

  • Vizyon darlığı yaşamamalı.
  • Farklı olucam diye her şeyi karıştırmamalı.
  • Çamaşır suyu kokusundan beni korumalı.
  • Mimarlar odasında tanıdığı olmalı.
  • Pişti oynarken hep o dağıtmalı.

Haliyle dünya istihbaratı şu an çökmüş durumda. İyi oldu, yeniden yapılansınlar. Emin değilim ama erkek ajan kullanan ülkeler varmış. Şaka gibi ya.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

fütursuzca ağladılar

1.

Bir tatil akşamüstüydü. Sahil yolunda amaçsız yürüyen yüzlerce kişiden ikisiydik. Ogün elimi tutmak zorunda olduğu için tutuyor gibiydi ki, genelde de o sebepten dolayı tutardı. Ben de onun eline yapışmıyordum; onun benim elimi tuttuğu gibi tutuyordum. Ufak bir meltem ellerimizi ayırırdı. Gerçi ilişkimiz boyunca birkaç kez ellerimiz ayrılacak gibi olsa da son anda parmakları ile ellerimi kenetlemiş ve kopuşu engellemişti. Öyledir Ogün; iş zora girmeden ondan bir şey beklemek hayalperestlikten başka bir şey olamaz. Ee ben de hayalperestin tekiyim, sonuç olarak üç yıldır evliyiz.

Yarım saat kadar yürüdükten sonra “ Bir yerlere oturalım mı?” dedim ve teklifim kabul gördü. Tatil akşamları yapılan bu yürüyüşleri ikimiz de olduk olası sevmedik ama yapacak daha iyi bir şeyimiz, daha parlak bir fikrimiz olmadığından tatilimizin altıncı gecesi altıncı yürüyüşümüzü nihayetlendirmek üzereydik ki Ogün durdu. Ben bir yerlere oturma amacı ile hızlandığımdan yanından geçtim ve ellerimiz ayrıldı. Şaşkınlıkla döndüm ve Ogün’e baktım. Sanki çakılmış gibi kalmıştı. Gözleri ileride bir noktaya odaklanmış, sanki hipnoz olmuş gibiydi. İster istemez Ogün’ün neye baktığına baktım ama olağan dışı bir şey göremedim. Bildiğin kuru, amaçsız kalabalıktan başka bir şey değildi gördüğüm.

“ Ogün neyin var?” dediysem de cevap alamadım. ‘ bir dur ses çıkarma’ dercesine bir hareket yaptı bana. Durdum ben de sonra Ogün’ün baktığı yöne tekrar baktım ve bu sefer Ogün gibi kalakalmış; sarışın, kıvırcık saçlı bir kadın gördüm. Kadınsı bir refleksle hemen yüzük parmağına baktım evliydi, yanındaki aynı benim beş saniye önceki halime düşmüş adam da kocası olmalıydı. Sahil yolunda amaçsız kalabalık akarken iki kişi için hayat durmuştu; Ogün ve o kadın. İki kişi ise şaşkınlık içerisinde birbirlerine ve çevresine bakıp anlamaya çalışıyordu; ben ve o adam.

Kadının kalakalmasının üzeriden belki bir beş saniye geçmişti ki, bana bir saat gibi gelen bir beş saniye, kadın ve Ogün birbirlerine doğru yürümeye başladılar. Sonra birbirlerinin ellerini sımsıkı tuttular ve ağlamaya başladılar. Ogün’ü ilk kez o kadar içten ağlarken görüyordum. Kadın da en az Ogün kadar içten ağlıyordu. Yüzleri sırılsıklam olmuştu. Sonra birbirlerine sarıldılar, sonra birbirlerinin gözlerinin içine bakıp tekrar ağlamaya başladılar. Şimdi herkes bize bakıyordu. Sahil yolunda herkes hıçkırıklarla ağlayan bu iki kişiye bakıyordu. Bir an “Neler oluyor?” diye Ogün’e seslenmek içimden geçse de sonra vazgeçtim. O cesareti bulamadım kendimde. Neler olduğunu bilme merakımı tüm damarlarımda dolansa da Ogün’ün hayatındaki şu anı bozmaya hakkım yoktu. Yine bana bir gün kadar uzun geçen bir dakika sonra, birbirlerinin gözyaşlarını parmakları ile sildiler ve akıllarına biz geldik. Önce kadın davrandı, kocasının elini tuttu ve “ Tanıştırayım, Hamza, eşim” dedi. Aynı şekilde Ogün de beni tanıttı. Birbirlerimizle el sıkıştık. Hamza karısının elini tekrar tuttu hemen aynı anda da Ogün de benim elimi tekrar tuttu ve görüşmek üzere deyip ayrıldık.

3 Temmuz 2011 Pazar

pazartesi - tehlike yaklaşıyor

Kişisel istihbarat örgütüm geçen çok acayip bir dosya ile yanıma geldi pazartesimania sahipleri. 17 şubat 2011 günü dünyanın her yerinde bir grup kafayı yemiş kadın gizli bir eylemde bulunmuş. Dosyayı okurken inanın kan beynime sıçradı. Neden engel olmadınız dediğim de ise “ olamadık, çoğu ajanımız da işin içinde” cevabını aldım. Hemen örgütü feshettim, bir Niğde gazozu açtım ve kendi kendime cesaret mi doğruluk mu oynayarak stres attım.
  • Saç, kaş renk uyumunu tutturmuş olmalı.
  • Geçmişinin acıları yüzüne yansımamalı.
  • Sevdiği kasetleri atmamalı, arada kasetçalardan kaset dinlemeli.
  • Organizasyon yeteneği gelişmiş olmalı.
  • İç çamaşırlarımızı farklı çekmecelere koymalı
Eylem şu, kafayı yemiş kadınlar topluca hamile kalmış. 17 şubatta temeli atılan çocuklar benim doğum günümde doğacak pazartesikolikler. Buradan dünya sağlık örgütünü uyarıyorum. Her ülke önlemini alsın. Hızlandırılmış ebelik okulları açılsın. Hastaneler, doğum evleri kurulsun, kan stokları arttırılsın. Dünyayı zor günler bekliyor. Bir de bu bebeler topluca ergenliğe girecek... 

2 Temmuz 2011 Cumartesi

çardak

Apartman arkalarındaki çardaklardan şimdiye kadar gördüğüm, açık ara en güzeli buydu. Bahçenin tam köşesine yaslanmış, artık manasız olan kömürlüklerin üzerine kurulmuştu, ciddi anlamda başarılı bir mimarlık ürünüydü. Ne kadar güvenilir bir fikrim yok, çünkü kömürlüklerin ömrü en azından otuz yıl olmalı ve ciddi ciddi kömürlüğe çıkılmış kaçak kat gibi duruyor ama ben mangala bakarım o ayrı.

On on beş basamaktan oluşan basamakları çıkınca çardağa ulaştım. Gayet geniş bir masa ve dört tarafını çevrelemiş banklar duruyordu. Oturduğum bankın sırtında Keçiören belediyesi yazıyordu. Sonra diğer banklara baktım. Karşımdakinin sırtında ziraat bankası diğer ikisinde de Altındağ belediyesi yazıyordu. Ne kadar iyi belediyeler ve bankalar var, çardağa sponsor olmuşlar diye düşünmedim. Devletten çalmanın hırsızlık sayılmamasını da yargılamadım. Ben mangala bakarım.

Mangala iki metre kadar baca yapmışlar. İçimden bir his mangalın tüple çalıştığını söylese de yanıldım. Kömür ve odunla çalışıyormuş, gördüm, yedim. Biraz doyunca etrafı biraz daha inceledim. Açken bana dikdörtgen gibi gelen çardağın L şeklinde olduğunu fark ettim.çardağın fark etmediğim tarafının çatısı asma yaprakları ile kaplıydı. Daha da sıklaşacak, vakti gelmedi henüz gibilerinden bir ses duydum. Bir daha buraya gelir miyim çok düşünmedim. Açken doymayı, tokken ise hiçbir şeyi düşünüyorum bazen.

Insan çıplakken giyinik olduğu kadar çok yalan söylemiyor.

1. nüdizm

2. çıplaklar kampı

3. çıplaklar kampında ilkokul öğretmenine rastlamak ......

Bu kısmı hızlı geçiyorum. okullar bitti, ticarete atıldım. Biraz kanunsuz da olsa çok para kazandım. Sonra çok güzel bir kız sevdim, çok sevdim ve evlendim. Mutsuz bir evliliğim oldu, tek olumlu yanı çocuğumuzun olmamasıydı. Kavga dövüş boşandım. Şakaklarımda beyaz saçlar belirdi. Para kazanmaya devam ettim. Paramı bir kısmını fahişelerle yedim. Sonra bunalıma girdim. Sonra....

bir şey

Kurtuluşu olan çiçeği afrikadan getirtti ama meyve alamadı. Tek başına olmaz….