30 Eylül 2012 Pazar

pazartesi - bir masum mor menekşe


Salı sabahı uyandığımda penceremde masum bir menekşe yaprağı gördüm pazartesi yeşilcileri. İçgüdüsel olarak bir çaybardağına su koydum ve yaprağı bardağa bıraktım. Akabinde kendime yazdığım orotoryomu mırıldanmaya başladım; üç saat ya geçti ya geçmedi, menekşe yaprağı kök vermeye başlamıştı. Bahçeden biraz toprak aldım ve menekşe yaprağını saksıya diktim.

*Çadır kurmasını bilmeli.
*Kumalık değil, ablalık yapabilmeli.
*Ağlarken burnunda baloncuk olmamalı.
*Yenilmeyi bilmemeli.
*Asla konuşurken ağzından tükrük çıkmamalı.

O gece beni yine uyku tutmadı. Sabaha kadar, sarı rengi nasıl gökkuşağından silebileceğimi, erke dönengecini, kurban bayramının hafta sonuyla birleşip birleşmediğini, saatleri bu sene geri alıp almamayı, muhteşem kadını, takip edilmenin haz verip vermeyeceğini ve konserve barbunyanın nasıl bu kadar lezzetli olduğunu sesli olarak düşündüm. Tam güneş doğarken bir şey kafamı itmeye başladı. Geri zekalı menekşe onunla konuşuyorum sanıp büyümüştü. Sonra aldım ekmek bıçağını; yer misin yemez misin?

23 Eylül 2012 Pazar

pazartesi - akbaba

Perşembe gecesi rüyamda küstah bir akbaba görünce hemen rüyamı yorumladım ve soluğu hayvanat bahçesinde aldım pazartesi panterleri. İçeri girmemle beraber herkes bana bakmaya başladığından hayvanlar rahat nefes aldı. Ben akbaba nerde diye sinirli gergin yürürken dikkat ettim tüm hayvanları kafeslerine yapışmış beni izliyor, hatta maymun olacak primatlar üzerime kuruyemiş atıyordu.


*Ayak tenisi oynamayı sevmeli.
*Her altılıda iki bankosu olmalı.
*Uyandığımda kahvaltım yatağımda olmalı.
*Kız arkadaşları ile bizim evde pijama partileri düzenlemeli.
*Hayatı hayra yormalı.


Sonunda zoonun dibinde akbabayı buldum. Kocaman bir kafeste tek başına duruyor. Aynı küstah bakışlar. Kafesin kilidini kırdığım gibi kafese girdim ve akbabaya kafa göz daldım. Ben midesine kroşeler indiriyorum, o kafamı gagalıyor; ben çenesine apargat atıyorum, o ayaklarını mideme geçiriyor. İki saat kadar sonra bayıldı mahlukat. Sonra maymunlara da sıra dayağı çekip eve döndüm.

17 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - maliye baskını

Ne zaman bir helikopter sesi duysam, anlıyorum ki aksiyon başlıyor pazartesi vertigoları. Helikopter yaklaştıkça ben de tuvalet pompamı elime aldım; ne tür bir sürprizle karşılaşacağımı beklemeye başladım. Camdan içeri robokop gibi adamlar girdiğinde refleks olarak birkaçının ağzını kırdım.

*Sapkınlıklarımı marjinalliğime yormalı.
*Eski sevgililerim derneğine hiç gitmemeli.
*Sakatat sevmeli.
*Pırıl pırıl kıyafetler giymemeli.
*Her çay istediğimde yeni bardakta getirmeli.

Sonra takım elbiseli bir adam helikopterden atladı ve " Bu bir maliye baskınıdır, hiç vergi vermiyormuşsunuz" dedi. Bir yandan robokop dövüp diğer yandan cevap verdim, " Ben para kazanmadığım gibi para harcamıyorum da. Ne vergisi lan!". Sonra biraz daha adam dövdüm, kırılan camları taktırdım ve faturayı maliye bakanına gönderdim.

14 Eylül 2012 Cuma

Zaman

-Marquez'e-

Bizim köyümüzde zamanı köyümüzün kurucusu ve ebedi belediye genel sekreterini olan Maşim Bey'in elleri ile yıllarca uğraşarak inşa ettiği kum saatinden biliriz. O kum saati tam bir saatte devinimini tamamlar. Yedi insan boyundaki dev kum saati belediye binasının önünde durur ve o gün saatten kim sorumluysa; tam vaktinde kanca kolu sayesinde saati çevirir. Maşim Bey'in kum saati o kadar muhtemeşemdir ki, insanlar ondan gözünü asla alamazlar. Sadece saati izlemeye ve zamanı sormaya köyümüze gelenler olur. Tüm evlerimiz kum saatimize bakar ve kimse köyümüzün gerçek adını bilmez. Nerelisin sorusunu hep Zaman'lıyım deriz.

Maşim Bey muhteşem zekasının yanında biraz da garip adamdır. Birlik, beraberlik, eşitlik gibi kavramlara biraz takıktır. Köy olarak her şeye ortak karar verilmesi gerektiğini söyler durur. Biz zamanlılar o kadar çok oy veriririz ki şaşarsınız. Seçim boyaları parmaklarımızdan hiç silinmez. Bir keresinde herkesin on parmağıda boyalıydı ama Maşim Bey reankarnasyon var mı yok mu diye seçim yapmaya karar verdi. El mecbur sandıklara koştuk. Oyumuzu verdik, sandık çıkışında seçim görevlisi birden fazla oy kullanmamaızı engellemek için parmağımızı boyamaya kalktığında tüm parmaklarımızın boyalı olduğu gördüğü için o boyayı burnumuza sürdü. Tüm halk burnu boyalı olarak gezdik ve reankarnasonun olmadığına karar verdik. Ben var diye oy verdim ama sonra halkımız olmadığı kanısına vardığı için durumu kabullendim.

Neyse, kum saatini inşa ettikten üç gün sonra, saati tam yetmiş iki kez çevirmiş olmaktan bitap ve uykusuz düşen, iflah olmaz eşitlikçi Maşim Bey bu onurun kime verileceği konusunda hemen bir seçim düzenledi. "Herkes istediği kişiye oy verebilir", dediysede hepimiz şaşmaz bir sadakat duygusu ile Maşim Bey'e oy verdik. Sonuçlardan memnun olmayan Maşim Bey; "Bu büyük onuru bana verdiğiniz için hepinize sonsuz ve dipsiz şükranlarımı sunuyorum", diye başlayan kırk dakikalık konuşmasını, "Bu onur hepimizin, hepimiz sırayla kum saatimizden sorumlu olacağız", diyerek, göz yaşları ile bitirdi. O ağladı, biz ağladık... Tam bir duygu seli, akıl almaz bir durumdu.

Çok ama çok yaşlıları, delileri ve sakatları çıkarttık ve kura ile sıralamayı belirledik. Bir kişiye bu onur ömrü boyunca en fazla iki ya da üç kez geliyordu. Ölümcül hastalığı olanlar ve Maşim Bey'in konukları dışında da bu sıra bozulmazdı. Bir garip heyecanla ben de sıranın bana geleceği günü bekledim durdum. Bir yıl kaldığını duyduğumda içim sıkıldı, altı ay kaldığını hesaplayınca takmamak için o gece sağlam içtim, üç ay kaldığında " Ooo daha yüz gün var", diyerek kendimi avuttum. Son bir ay ise bildiğin asabım bozuktu, tanıdığım herkesle saçma sapan sebeplerden dolayı kavga ettim. iki hafta kala karım çocukları da alıp annesine gitti, son bir hafta hemen hiç uyumadım, üç gün kala kaynanamın evine gidip karımı ve veletleri aldım, son iki gün çok güzel beslendim, son gün kum saatini kullanmış tüm tanıdıkları dinledim ve sıram geldiğinde hazır gibiydim.

En güzel kıyafetlerimi giymiştim, hayatımda ikinci kez kravat takıyordum ve çocuklarımın bacaklarımın titrediğini görmelerinden çekiniyordum. Meydana gittiğimde halk herkesi olduğu gibi beni de alkışlarla karşıladı. Yükselen alkışları görevini layığı ile yerine getirmiş olan genç bir nalbantla paylaştığımın bilincinde olsam da insan o sinerjide bunu düşünemiyor ve her şeyi kendinin sanıyor. Kancalı kolu çevirmem için hemen hemen bir saatim vardı ve zaman akıyordu.

Yıllardır her gün akışını izlediğim kum saati bugün bir ayrı hızda akıyor, akan her kum tanesi sanki yemek borumdan mideme doğru oturuyordu. Keşke bir terslik olsa, bir ülke bize savaş açsa ya da üç insanlık ömür yaşamış olan Maşim Bey ölse diye içimden geçirirken vakit geldi.

Son kum tanesi düştüğü anda koşarak kancalı kolun başına geçtim ve kolu çevirmeye başladım, ben kolu hızla çevirirken meydanda duran yüz iki yüz kişi beni alkışlıyordu. Tam saati yarım çevirmiştim ki 'Çat' diye bir ses duydum ve kum saatinin camı kırıldı. Tam altında olduğum için de tüm kumlar ve cam kırıkları tepemden aşağı döküldü.

Ne kadar sürdüğünü elbette bilemiyorum ama bir şekilde üzerimdeki tonlarca topraktan sürüne sürüne, tırmalaya tırmalaya çıktım. Belki de tüm kemiklerim kırılmıştı ama meydandaki kalabalıktan kimse bana yardım etmedi. Herkes yerde yatan Maşim Bey'e bakıyor ve öldüğüne inanamıyordu.

10 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - rüya

Rüyalarımı pek anlatmam ama bu sefer çok acayipti pazartesi hayra yoranları. Hatta gördüklerime rüya demeye çekiniyorum; sanki bir mesaj, bir çağrıydı. Hayatımda ilk kez korkuyla uyandım mesela. Ve dünyevi hayatla ilgili sadece iki merakım kaldı; sevinçten ağlamak ve orgazm.

*Fönlü saçlarla uyanmalı
*Tüm plaka ve alan kodlarını bilmeli.
*Şeker gibi abileri olmalı
*DNA dizilişini bahane olarak kullanmamalı.
*Daha önce sevinçten ağlamama ve orgazm olmamalı.

Rüyamdan bahsediyordum, kendimden tam dört tane gördüm Biri saçı sakal karışmış, mağara adamı gibiydi; bir diğeri Moğol imparatoru gibiydi, ötekisi bildiğin zenci halimdi, berikisi ise sarışın renkli gözlü halimdi. Beni sorgular gibi araya almışlardı ve bir ağzıdan aynı şeyi söyleyip duruyorlardı " Bokunu çıkartma!", "Bokunu çıkartma"

3 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - MJ


Acılarla aram her zaman iyi olmuştur pazartesi mazoşistleri. Hayatın bana sunduğu hiçbir şeyi; iyi ya da kötü olarak algılamam ve kabullenirim. İyinin kötüsü de, kötünün iyisi de aynıdır benim için. Hatta her şey birdir. Ne diyordum, ha evet dostlar önemlidir; geçen cuma erken kalktım ve yıllardır beni evine davet eden, acayip dostum Michael Jackson’un evine, Neverland’a sürpriz bir ziyarette bulundum.

*Definecilik geçmişi olmalı.
*Bazı insanlar ahlaklı, bazı insanlar ahlaksız olduğunu düşünmeli.
*Hiç kaşınmamalı.
*Rekabet hobisi olmalı.
*Deneyim bağımlısı olmalı.
*Kendinde bir keramet olduğunu düşünmeli.

Kapıdan girdiğim gibi içim titredi, ne lan öyle perili köşk gibi. Yoldan geçen çakma bir sarışına sordum, ne buraların hali diye, ağlayarak anlatmaya başladı. Bizim Micheal ölmüş, hatta öldürülmüş ya la. Kimse de bana söylemedi de. Hayır neden böyle bir şeyi benden gizliyorsunuz? Diğer aklıma takılan noktada, benim son doğum günümde moonwalk yaparak göbek atan kimdi?