29 Mart 2015 Pazar

pazartesi - çocukluk oyunum

Son zamanlarda kimsenin dünyayı ele geçirmeye çalışmaması ben de kaçınılmaz bir can sıkıntısına neden oldu pazartesi sütlimanları. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken aklıma küçükken oynadığım ve gelişimime çok faydası olan o oyun geldi. Hemen sözlüğü aldım ve rastgele bir sayfa açıp parmağımı koydum. Çıkan kelime duş’tu. Tekrar aynı şeyi yaptım bu sefer topuklu ayakkabı çıktı, bir kez daha denedim bu sefer de şarap çıktı. Artık bu üç kelimeyi tehlikeli bir şekilde birleştirmem gerekiyordu.

*Kamera şakası tehlikesine karşı her an tetikte olmalı.
*En küçük başarımı dahi konfeti patlatarak kutlamalı.
*Arabasının üstü açılabilmeli.
*Kazan değil kadeh kaldıran bir mizaca sahip olmalı.
*Dövme planları yaparken simetri prensibinden kopmamalı.
*Kendini çirkin hissettiği zamanlarda, kendini güzel hissedene kadar gözüme gözükmemeli.
*Köpeği en azından anlayacak kadar dilimizi bilmeli.


Birkaç galon şarap içtim önce, inceden çakır keyif oldum. Sonra da neden gardrobumda olduğunu bilmediği apartman topuklu ayakkabılarımı giydim ve duşa girdim, kısa bir duştan sonra çıktım; ayağım kaydı, sendeledim. Bir sağa, bir sola gidip geliyordum ve attığım her adım sanki yer altımdan kayıyordu. Son adımda artık kabullendim ve yüz üstü çakıldım. Dişim fayansı delmiş. Sonra da kalktım ve bu deneyimimin bana kattıkları hakkında bir tiyatro oyunu yazdım. 

22 Mart 2015 Pazar

pazartesi - bal mumu heykelim

Yapabileceğiniz her türlü kontrolsüz saygı gösterine tahammül edip; anne sütünü yeteri kadar almamanıza bağlayabiliyorum ama buna hiç hazırlıklı değildim pazartesi içevurumcuları. Cuma akşam haberlerinde kendimi öyle hareketsiz görünce elimde tetrisim var mı diye baktım; tetrisim de yok, hemen televizyonun sesini açtım. Sanatçı müsveddesinin biri benim bal mumu heykelimi yapmış, sergiliyor ve cidden tıpkımın aynısı olmuş.

*Sağlık sorunlarını paylaşmaktan hiç çekinmemeli.
*Arkadaşlarının arkadaşlarına kadar hakim olmalı.
*Ajanlarıyla çok yüz göz olmamalı; ama ajanlarına da küsmemeli.
*Turşu olayından çakmalı.
*Oyun oynarken dikkatini hiçbir şey bozmamalı.
*Ferdi hareketleri nevi şahsına münhasır olmalı.
*Anlattıklarını dinlemediğimi fark ettiğini bana fark ettirmemeli.


Hemen triportörüme atladığım gibi sergiyi bastım. Cıvık cıvık entelektüel bir ortam. İstediğin kadar kitap oku beni görünce çığlığı basıyorsun o ayrı. Hemen fitil getirin bana, dedim. İlk seferinde yanlış getirmişler, onu getirene taktım; ikincisini de bal mumu heykelimin kafasında aşağı kendim yerleştirdim ve yaktım. Mum gibi ince ince, ağır ağır eriyişimi izledim; farklı bir deneyim oldu. Benden damlayan bal mumlarını yaladı bazı enteller. Sanırım bu da onlar için farklı bir deneyim olmuş olmalı.

16 Mart 2015 Pazartesi

pazartesi - thanks giving

Muhitimin güvenliğini yumruklarımla sağlamak birincil önceliğimdir pazartesi muhittimleri. Dün gece bir şehir turu atayım; hem suçlularla savaşır, hem de gece jimlastiğimi yapmış olurum diye düşünerek boks eldivenlerimi ve şortumu çekip sokağa çıktım. Asimetrik yüz hatlarından dolayı şüpheli bulduğum birine kroşemi indirecektim ki “Teşekkür ederim” dedi. Sonra arkadan biri bağırdı “Teşekkürler”, camdan buruşmuş bir teyze sarktı “Teşekkür ederim” dedi…

*Filmlerin müziksiz izlemek istediği için, filmin ham hallerini bir şekilde edinmeli.
*Sokaktan korkmalı.
*Gerçekten aptal bir arkadaşı olmalı.
*Gazete okumamalı.
*Hava hakkında konuşmamalı.
*Kar yağınca heyecanlanmamalı.
*Yorulunca neşelenen insan modelinden olmamalı.


Bir anda çevrem bana teşekkür edenlerle doldu. Rica ederim demekten dilimde tüy bitti. Eve gidene kadar da böyle sürdü. Bir yumruk bile çıkartamamak canımı da sıkmadı değil. Gölge boksu yaparken televizyonda şükran günü özel programı gördüm. Ulan bizim burada şükran günü kutlamazdı ki! Bir yanlış anlaşılma ya da yanlış manipilasyon olduğu besbelli. Hindi lobisinden de şüphelenmiyor değilim.

12 Mart 2015 Perşembe

amerikan rüyası

Giriş:
Amerikan rüyasını memleketimde yaşamaya çalışan bir adamım. Orta düzey bir şirkette üst düzey bir yöneticiyim, araba kiralama işindeyiz, ikinci el ara alım satımı da yapıyoruz. Amerikan siding kaplamalı, Amerikan tarzı müstakil bir evim; evimin hemen yanında da kapalı garajım var ve eve garajdan da girebiliyorum. Alet takımlarım, televizyonum ve biralarım hep garajda, kendi biramı kendim yapıyorum. NBA maçlarını arkadaşlarla garajımda bira içerek izlemek istiyorum ama arkadaşlarım NBA'yi pek sevmiyor, saat farkından şikayet ediyorlar. Arabam elbette uzun şavrole; tüp taktırmıyorum. Karım çakma sarışın, ben istiyorum diye sarıya boyatıyor saçlarını; kahvaltılarda krep, akşamları da hamburger ya da pizza yiyoruz ama o hiç şişmanlamıyor. Hamburger çocuklarımı pek bir gürbüzleştirdi. Küçük oğlumun saçlarını Amerikan tıraşı yaptırıyoruz; şimdi sarışın, annesi de çocukken sarışınmış. Üç yaşından beri Amerikan İngilizcesi öğreniyor. Bazen CNN’i açıyorum; o çeviriyor, ben izliyorum. Ben de İngilizce biliyorum ama oğullarım kadar iyi değil. Her ne kadar ben de ders alsam da dil gençken öğreniliyor; konuşuyorum ama anlamıyorum. Büyük oğlum basketbolu değil, buz hokeyini seviyor. Üniversitede Amerikan futbolu oynayacak. Ülkede sporcu bursu olmadığından özel üniversiteye göndereceğim. İkisinin de eğitimleri için bankada hesapları hazır.

Bir pazar kiliseye giderken... Tamam tamam kiliseye gitmiyoruz ama olsa kesin arada giderdik, camiye de gitmiyoruz. Scientology ile agnostisizm arasında gidip gelen bir itikadımız var. Eşimin zil sesi REM'den Loosing My Religion, ben arayınca Afet El Roman'dam Macera Dolu Amerika çalıyor.

Gelişme:
Bir pazar sabahı büyük oğlum bahçedeki çimleri biçerken, küçük oğlum da eşimin yaptığı enfes limonataları günün dolar kuru olan 2.50 TL’den satarken, pat pat pat sesler duymaya başladım. Belli ki helikopterdi, mat siyah, küçük bir helikopter... Hızla bize doğru geldi ve alçalmaya başladı. Eşimin elbisesi rüzgardan uçuşurken çocuklarım bana doğru kaçmaya başladılar. Helikopter tepemizde duruyordu. Eve gitmeyi düşündü eşim ama ona "Gel buraya. Lanet helikopter eve çarparsa kızarmış pilice dönersin" diye bağırdım. Helikopterin sesinden ne kadarını duydu bilmiyorum, çünkü onun bana söylediklerinin hiçbirini ben duymadım. Koşarak o da arkama saklandı.

Tepemizdeki helikopter sabit durmasına rağmen sesin arttığını hissettim. Arkamı dönüp baktığımda başka bir helikopter daha geliyordu. Bu polis helikopteriydi. Üzerinde KÖPD yazıyordu. Bizim polis departmanın helikopteri olduğunu bilmiyordum. Tam evimizin üstünde iki helikopter sabit olarak duruyor bir şey yapmıyorlardı. Polis helikopterinden "Yeslim ol! Sessiz kalma hakkına sahipsin. Söyleyeceğin her şey mahkemede aleyhinde delil olarak kullanılabilir" anonsu geçti. Ailece kaçmaktansa olacakları izlemeyi tercih etmiştik. İşte o an keşke birbirlerine çarpsalar diye içimden geçirdim, istedim; hem de tüm kalbimle izledim. Bu kadar gürültüye büyük bir patlama olmalıydı. Siyah helikopter sessiz kalma hakkını kullanacakmış gibi başını öne eğdi ve polis helikopterine doğru hareketlendi. Polis helikopteri dönüp kaçmaya yeltendi ama tam evimin üstünde çarpıştılar. Siyah helikopter garajımın üstüne düştü ve yıktı, şavrolemin yanışını da izledim. Benzinler benzinlere karşıtı ve bir patlama oldu, hayal ettiğim kadar yüksek değildi ama iyi bir patlamaydı. Evim de helikopterlerle beraber yanmaya başladı. Evimizden taşan alevler yüzlerimizi ısıtırken itfaiyenin sirenlerini duyuyorduk.

Sonuç:
Uyandım.


Kırmızı Burun Palyaçoluk Okulu girişim

Kırmızı Burun Palyaçoluk Okulu

Büyükbabam anneannemi, babam da annemi en yakın arkadaşları ile aldatıp terk etmişti. Ne erkek ne kız; hiç arkadaşım olmamasını bence en iyi cümle özetliyor. Babaları ölünce maaşı onlara kalan annem ve anneannem ömürleri boyunca bir gün bile çalışmadılar. Küçük bir evde, hiç lüks tüketim vergisi ödeyecek harcama yapmadan; az yemek yiyip, suyu çeşmeden içerek yaşıyorduk. Bir de ne zaman eskilerden bahsedilse başlayan ağlama krizleri ile.
Lise bitmişti, üniversite hayalim olamayacak kadar az şey öğrenerek, kalma olmadığından mezun olmuştum ve okulun değerini bitince anlamıştım; seçme şansım olsa birkaç sene tekrarını hemen kabul ederdim. Ve o yaz fark etmiştim ki; bizim ev üçüncü bir deli için dardı.
Çalışma isteğim dünyadaki herkesin çok kötü ve güvenilmez olduğuyla başlayan ve kandırılıp kötü yola düşmemden tutun, tecavüz edilip öldürülmeme; üzerime paravan şirketler açılıp hapislerde çürümemden tutun, organ mafyasının böbreklerimi çalıp yetmezmiş gibi bacaklarımı da kesip beni dilendirmesine kadar uzayan kötü senaryolarla uzayıp durdu. Korkudan deliler gibi ayılıp bayılıp ağladık. Onlar diğer insanlardan korkuyordu, ben ise öz anne ve öz anneannemden.
O sabah kahvaltıda haşlanmış yumurta yedik. Vakit geçsin diye gazetenin her satırını okurdum ve iş ilanları sayfasında iki satır bir ilan gördüm “Kırmızı burunlar palyaço okulu, kayıtlar başlamıştır”
İlk gece beni göndermezseniz kendimi öldürürüm, dedim. Restimi gördüler ve öldür, dediler.
İkinci gece beni göndermezseniz sizi öldürürüm, dedim. Restimi gördüler ve öldür dediler.
Üçüncü gece beni göndermezseniz evden kaçarım, dedim. Bunu göze alamadılar.
Annem ve anneannemle beraber okula gittik. Merkezde, bir iş hanının ikinci katındaki birkaç dükkanın birleşimiydi okul dedikleri yer. Müdürün turkuaz kıvırcık saçları, bordo üstüne mavi puantiyeli saten bir elbisesi ve yaklaşık yüz numara sarı ayakkabıları vardı. “Bir palyaço konuşmayı sevmez” diyerek konuşmaya başladı. Ücret makuldü, iş garantisi yoktu. Annemle el sıkışınca; beyaz üstüne açık sarı puantiyeli bir elbise, beyaz bir pantolon askısı, yeşil bir kıvırcık peruk, küçük bir makyaj seti ve kırmızı bir burun hediye etti bana. “Okulumuza bu kıyafetlerle gidip geleceksun, palyaço kıyafetinden utanmaz, utacaksan heç başlama” dedi. Muhtemelen lazdı.


11 Mart 2015 Çarşamba

birinci gün.

Yoldan geçenlere saat sorup durdum. cevapları hatırlamıyorum rakamlar artık bana bir şey ifade etmiyor. taksi duraklarının içinde türk bayrakları ve koca kafalı bir adamın fotoğrafı var. durmakszın çay içiyorlar, müşteri olmadığıma karar verdikleri anda da suratına bakmıyorlar.

ikinci gün

duvarın dibinde bir kola kutusu buldum, elime aldığım anda boş olduğunu fark ettim. aldığım gibi yere koydum.

yıllar mıllar önceydi - yama

Benim hayatımın özetidir o bol telefon kulübeli sokakta geçen öğle üzeri. ne kaset ne de albüm çıkartabilmiş bir şarkıcıyım. çocukluk aşkım şimdi televizyonda sabah programı yapıyor. cumaları programına eski diyanet işleri başkanı katılıyor, o günler uzun etek giyiyor. onun uğruna sattığım en yakın arkadaşım iste internet gazetelerinde foto galerilerde, gözde bekarlar listesinde 12. sıradaki yerini yılardır koruyor.

9 Mart 2015 Pazartesi

pazartesi - erkek çocuklaşma projesi

Bir telefon uygulaması üzerinde çalışıyorum pazartesi aplikleri. Artık benden kendisine yar olmayacağını anlamış, kabullenmiş ve anaçlık dürtüsüne boyun eğip türün devamlılığına hizmet etmek isteyenleriniz abuk subuk evlilikler yapıyor; bununla da yetinmeyip çocuklar doğuruyorsunuz. 9 ay 10 gün siz çekiyorsunuz acısını, uykusuz geceler falan tamam da, eğer kızsa, ergenlik sonrası da bana musallat oluyor. Bunun için erkek çocuklaşma projesini başlatıyorum. İstediğiniz kadar doğurun ama erkek doğurun ve kara kıta Afrika'ya ya da kayıp kıta Mu'ya taşının, benden uzak tutun

*Nişanımızda 101 pare top attırmalı
*Muhatap olmamız insanların isimlerini ezbere bilmeli ve karşıma çıkmadan herkesin yaka kartını takmalı.
*Lens takmış birini beş yüz metreden tanıyıp beni uyarmalı.
*Projeleriyle kafa şişirmeli.
*İnsanların bilinçaltına bir virüs gibi işlemeli.
*Paraya dokunmak istemediğimden, harcamaları o yapmalı.
*Balkondan merakla bakan yaşlıları hareket çeke çeke yürümeli.



Önce dna örneğiniz alınacak sonra da telefonunuza bir aplikasyon indireceksiniz. Program size üremeniz halinde erkek çocuk olma ihtimali en yüksek olan donöre yönlendirecek. Hatta bu kısmı da oyunlaştırdım. Sizden akıllı ve sizden pahalı telefonlarınızın dokunmatik ekranında bir ok belirecek ve size gitmeniz gereken yönü gösterecek ama ne kadar mesafe kaldığını söylemeyecek. Öyle okun peşinden koşuşturun ve eşinizi bulun. Artık daha sonra ne yapacağınızı da ben söylemeyim.

8 Mart 2015 Pazar

yıllar mıllar önceydi

Yıllar Mıllar Önceydi

Dedem ruhunu yıllarca önce teslim etmiş olsa da vücudunu teslim etmemekte direniyordu. İçilmiş ama depozitolu bir kola şişesi gibiydi. Devlet hastanesine onu ziyarete her hafta sonu giderdik. Hastane ziyaretleri herkes için sıkıcı olsa da ben severdim. Amcalarım, halalarım ve hala amca çocuklarımla bir buluşma mekanıydı benim için. Şimdi sorduğumda hiçbiri kabul etmiyor ama bence dedemi hiçbiri pek sevmezlerdi. Bir gün bağlı olduğu makinanın fişine birinin ayağı takılacak diye beklemedik değil. Özellikle büyük amcamın, Bu şakayı küçük amcam her gittiğimizde yapardı ve babamlar kızaraktan gülerdi. Neyse dedem üç sene kadar öyle yaşadı, sonra vücudunu da teslim etti ve o günden sonra sülale bağlarımız da baya bir gevşedi.

Olay da senesini tam hatırlamasam da o hastane ziyaretlerinin birinden sonra gerçekleşti. Altı dokuz yaş aralığım. Büyük amcamın büyük kızı İlksen Abla dedemin hasta bakıcılarından biri ile işi pişirmişti. Adamı da hayal mayal hatırlıyorum, Koreli bir cenaze levazımatçısına benziyordu. İlksen Abla onunla olmasa da daha sonra başka bir meymenetsiz Koreli kılıklı ile evlenmiş ve kendi gibi çekik gözsüz bir kızı bir iki oğlu olmuştu; da bunun da konumuzla alakası yok.

Altı dokuz yaş aralığımdı, hastaneye gidiyor ya da hastaneden dönüyordu. Yanımda babam ve küçük Amcam Burhan vardı. Gece Burhan Amcam bizde kalmıştı ve videoda karate filmi izlemiştik. Beraber izlediğimiz filmi ona tekrar tekrar dövüş sahnelerini de canlandırmaya çalışarak - sağa sola tekme ve yumruk atarak- anlatıyordum, o da dinliyordu. Bir sürü telefon kulübesi yan yana dizilmiş, dar bir ara sokaktı. Süpermen!, demiştim de Burhan Amcam çok gülmüştü. Telefon kulübelerinde insanlar telefonla konuşuyordu, seyyar satıcılar da vardı ama sanırım bağırmıyordu. Jeton satan bir amca vardı onun yanında da kazı kazan oynatan başka bir amca.

Ben bir şey demedim; bir şey isteyen çocuklardan hiç olmadım ama babam bakışlarımdan oynamak istediğimi anladı gibi. Hadi çek bir kazı kazan, dedi. Çektim, küçük amcam cebinden bir bozuk para çıkarttı, Yanlış hatırlamıyorsam bozuk 50 liralıklardan olmalı, sarıydı onlar. Neyse nefessiz kazıdım, büyük ikramiye 100 milyardı ve benim kartımda iki tane vardı. bir tane daha olsa 100 milyar benimdi. Babam hadi bir tane daha çek, dedi; çektim yine aynısı, iki tane 100 milyar var üçüncüsü yok. Bir tane daha çektim. Bu da aynı. Babam yeter, dedi ama amcam kendini kaptırmıştı. Olacak abi, olacak abi, dediğini çok iyi hatırlıyorum; cebinden para çıkarttı, kazı kazancıya verdi ve hadi aslanım çek bir tane, daha dedi. Çektim yine iki tane 100 milyar çıktı, üçüncüsü yoktu.

Böyle belki on tane çektim. Hep iki tane yüz milyar çıktı, üçüncüsü yoktu. Amorti ya da küçük ikramiyelerden de hiçbiri denk gelmemişti. Bu da bizim gibi şansız olacak, demişti babam hiç unutmuyorum.
Benim hayatımın özetidir o bol telefon kulübeli sokakta geçen öğle üzeri. Ne kaset ne de albüm çıkartabilmiş bir şarkıcıyım, saçlarım dökülüyor. Çocukluk aşkım şimdi televizyonda sabah programı yapıyor. Cumaları programına eski diyanet işleri başkanı katılıyor, o günler uzun etek giyiyor. Onun uğruna sattığım en yakın arkadaşım ise internet gazetelerinde foto galerilerde, gözde bekarlar listesinde 12. sıradaki yerini yılardır koruyor.


Şimdi küçük amcam, dedem gibi makinaya bağlı şekilde ölmüyor. Cümbür cemaat hastanedeyiz, eski günlerdeki gibi. İlksen Ablamın kızı sevgilisi ile geldi. Annesini aşmış, Erasmusla gelmiş gerçek bir Koreli çocuk bulmuş, bebenin Türkçesi çok komik.

2 Mart 2015 Pazartesi

pazartesi - Dışafışkırılmsal 3D lav çalışmalarım

Her zaman daha fazlası vardır benim geçen haftaki mottomdu pazartesi momentocuları. Yaşadığım zirvedeki yalnızlığı pekiştirmek için Everest’in tepesine bir gökdelencik inşa ettirdim ve tatilimi orada geçirmeye karar verdim. Gerçekten de yalnızlığım pekişti, sabah sporu için çırılçıplak karaya ayak bastığımda bir sıcaklık hissettim.

*Canı anca çok sıkılırsa buna dile getirmeli.
*Gittiği mekanın kapanış saatini kendi belirlemeli.
*Zor durumda kalmış birine yardım etmeden önce bir an düşünmeli.
*Dolu yağdığında sokağa çıkıp meydan okumalı.
*Aynı cümleyi bir yılda iki kez kurmamalı.
*Erken kalkmasa da alarmını her zaman kurmalı.
*Kendinden uzun kişilere boyun kaldırmamalı


Az eşeledim lavlar hemen çıktı. Seçim dönemi olmadığı zamanlarda belediyelerin göbeklere diktiği fıskiyeler gibi zayıf şekilde akıyordu ve çabucak donuyordu. Hemen elimle şekil vermeye başladım. Oyun hamurunu keşfetmiş çocuk gibiydim. Yarım saat sonra Leonardo’nun “Son akşam yemeği” tablosu, bir saat sonra da Picasso’nun “Guernica” tablosunu kendi yorumumu da katarak üç boyutlu olarak yaptım. Birkaç özgün eser daha verdim ve sonra hevesim geçti.