28 Şubat 2012 Salı

rüya - hikaye ihtimali

nusret kaya diye bir sıyırık amcam var. "herkes rüyalarının çıktığını söyler ama yazılan hiçbir rüya çıkmaz" demişti. bu bir kalabalığa deney olarak yaptırtmış falan. çıkacak rüyaların gerçekleşmesi rüyanın yazılması ile engellenebilir. gördüğümüz kabusları yazarak başımıza gelmesini engelleyebiliriz. belki.

peki bundan bir hikaye çıkar mı? belki.

24 Şubat 2012 Cuma

pazartesi - ilk ve son ve tek röportajım

-Neden pazartesi?
*Lütfen herkesin cevabını bildiği soruları sormayın.
-Basın hakkındaki görüşleriniz neler?
*Hep yalan yalnış şeyler yazıyorlar. Daha geçenlerde okudum dünya nüfusunun %49.8'i erkekmiş. Buna kim inanır? Ben sadece 2009 da 7 erkek gördüm. Hep yalan, hep masabaşı haberler.
-Belçika hakkındaki görüşleriniz neler?
*Biliyorsunuz first laydsi tam iki hafta benim evimde banyoda saklandı. O kadar çok abuk sabuklukları var ki; iç işlerine müdahale etmemek için kendimi zor tutuyorum.
-Peki aşk hayatınız?
*Ben bir arayıştayım. Her haftada aradıklarımı yazıyorum. Biliyorum ki listede yazdıklarıma uygun bir kadın muhakkak var.
-Belirli bir yaşa geldiniz, çocuk düşünmüyor musunuz?
*Bu da önceki soru ile ilintili. Listedeki özelliklere uygun o kadını bulduğum gün üremeyi düşünebilirim de; belirli yaş derken!?
-Ya o kadını bulamazsanız?
*Bu benim kadar insanlığında sorunu. O kadar kadından bu özelliklere uygun biri çıkmıyorsa kadınlık kendini yargılamalı, sorgulamalı.
-Biraz da sizin hakkınızdaki efsanelere gelelim.
*Gelmeyin.
-Peki efendim. Hiçbir korkunuz var mı?
*Elbette var ama düşmanlarımın bunu bilmesini istemem.
-Eviniz muhteşem ama neden hiç evcil hayvan yok?
*Var ama siz göremiyorsunuz.
-Yaşadığımız yüzyıla yön veriyorsunuz. Omuzlarınızdaki bu ağır yükü nasıl taşıyorsunuz?
*Bir şey insana sonradan eklenirse yük olur. Ben böyle doğdum. Ondan dolayı hissettiğim yük değil. Sorumluluk.
-Sizi en çok ne kızdırır?
*Büyük dedemin mezarının başındaki ağaca kadınların iç çamaşırlarını bağlayarak dilek tutması. Bir türlü önleyemiyoruz. Bir gün iç çamaşırını yasaklayacağım tam olacak.
-Ölümsüz müsünüz?
*Şu ana kadar aksini gösteren hiçbir durumla karşılaşmadım.
-Peki insanların gözünün içine bakarak içlerini okuduğunuz doğru mu?
*Elbette. Melesa geldiğin üçüncü dakikadan beri beni elimde kırbaçla seni kovalarken hayal ediyorsunuz. Onun dışında gazetecilikle uzaktan yakından alakan yok. Defol git evimden kocaman elleri olan çakma sarışın tur çalışanı! Defol!

Türkonot

Fahrettin süper bir adamdır. Hızlı öğrenir, hızlı düşünür, müthiş çözüm üretir, cesurdur, duracağı yeri de bilir. Mesela astronomi konusunda otoritedir ve sadece yirmi altı yaşındadır. Evinde simülasyon kullanarak uçak kullanmayı öğrenmiştir. Makine mühendisidir, elektronik mühendisidir; Fahrettin bildiğin süperdir.

Türkiye aya çıkmaya karar verdiği an sorumluluğun dağıtıldığı ekibin de; en genç ve en şişmanıdır. Önemli ayrıntıyı es geçmemek gerek, Fahrettin toparlaktır. Hayır esnektir, güçlüdür ama kalındır. Asla gömleğinin üst düğmesini ilikleyemez. Gıdısını kamufle etsin diye sakalla gezer. Bir metre yetmiş santimdir ama kilosu yüz ondur, adamın bu sebepten askerliği bile tecillidir ve zaten Fahrettin militarizme karşıdır.

Konu uzay olunca, Fahrettin dört koldan sarılır işine. Önce kendi sorumluluğunu yerine getirir, yetmez, iş hızlansın diye diğer arkadaşlarına da destek olur. Çabaları karşılıksız kalmaz ve Türkiye bir yılda aya çıkmaya hazır olur. Fahrettin mekiğin lideridir. Dört arkadaşı ile mekiğe binerler ve geri sayım başlar; dört, üç, iki, bir... Ateş!

Atmosferi delerler ve önce fezada biraz takılıp kendilerini ayda bulurlar. Kalın ve ağır olduğu için yer çekimi en az Fahrettin'i etkilemektedir. Ayda seke seke Türk bayrağını diktiği an bir çok kişi gözyaşlarına boğulur. - Ana habere konu olurlar falan, Türk aya çıksa ne yapar geyiğine hiç girmiyorum-

Biraz taş topladıktan sonra dönüş vakti gelir. Atlarlar mekiğe, salarlar kendilerini dünyaya doğru. Dünyadan çıkış kolay olsa da, dönüş o kadar kolay değildir; havaalanına inmeyi planlasalarda kendilerini bir burçak tarlasının ortasında bulurlar. Önce heyecanlanılır, sonra jandarma tarafından bulundukları ve durumlarının iyi olduğu haberi verilir. Ölü ya da yaralı olmadığı için olayın üstünde çok durulmaz. Jandarma ekipleri ister istemez kimlikleri sorgular ve Fahrettin'in yoklama kaçağı olduğu ortaya çıkar. Gider yoklarlar, Fahrettin'in boyu bir metre yetmiş yedi santimdir ve kilosu yüz üçtür. Yer çekimsiz ortamdan yedi santim uzayan Fahrettin, yedi de kilo vermiştir.

Sonra vatani görevini yapması için Ankara Etimesgut'a sevk edilir. Kanal kanal gezen arkadaşlarının uzay anılarını Fahrettin askeri gazinoda çay içerek ve eti burçak yiyerek izler. 

22 Şubat 2012 Çarşamba

benzetme

*Fular gibisin; yanındaki her adamı biraz entelektüel, bayağı da komik gösteriyorsun.
*Babanın ölümünde konuşma yapacak kadar ülke gerçeğinden uzaksın.
*Rüzgarda sigaranı bile yakamazsın, bana tutkudan bahsetme.
*Filmlerin kaç yaş sınırın izleyeceğini belirleyen adam kadar sevimsizsin.
*Yeni tanıştığı kişilere dinini sorarak tanıyabileceğini sanacak kadar insanlardan bihaber ve tabi ki yapayalnızsın.
*Ne mikroskopla teleskobun, ne de hipermetropla miyobun farkını biliyorsun. Ayrıntılara takılmasan da zaman akıyor.
*Eurovisiyona Hintçe şarkı ile katılıp kazanmayı umar gibisin, vizyonun dar ve marjinal sayılmazsın.
*Tarot destesi ile poker oynamaya çalışıyorun. Sen takıl.
*Tarot destesi ile kahvedeki arkadaşlarınla king atıyorsunuz. Bu kadar saçma sapan insan nasıl bir araya geldiniz?
*Umumi tuvaletlerdeki el kurutma makinaları gibisin. Çok ses çıkartıyorsun ama hiçbir işe yaramıyorsun.
*İki çocuğu da katil olmuş bir anne gibisin ama nasıl mışıl mışıl uyuyabiliyorsun?
*Obez bir popstar gibisin, alınterinin kutsallığından bahsedecek son adam sensin.
*Yurt dışına çıkma yasağı olan bir uzun yol kaptanı gibisin. Kanunlara uymak imkansız.
*Papyon gibisin, uzak ve komik.
*Tatil için karavan almış B sınıf ehliyet sahibisin; plansız ve heyecanlı.
*Cadıların bacaklarının arasına sıkıştırdıkları zaman uçuran süpürge gibisin. Daha fazla üzerine gitmeyeceğim.
*O adam yeşilçamın tüm oyuncularının ad soyadlarını bilir, figürasyon dahil. O adam demek vefa demektir.
*Siyah tişörtlü stand-up'çılardan birisin, bence artık sen de herkes gibisin.

21 Şubat 2012 Salı

Karavandaki Papağan - Erzurum'da Yaşayan Yeşil Papağan

On dört yaşında, yeşilin üç tonunu kanatlarında bulunduran, gri gagalı çirkin sayılabilecek bir papağanım; adım Sevinç ve ben kimse ile tanıştığıma memnun olmam. Sevmem insanları, bana hep aptal ve acınası gelirler. Bana ev sahipliği yaparak, önüme çekirdek koyarak; hem günahlarından arınmayı, hem de mutlu olmayı umarlar. Bu kadar sorumluluk bir papağan için çok fazladır.

Müzeyyen ve Şadi çifti beni kızları Nur'u evlatlıktan reddettikleri hafta aldılar. Müzeyyen Teyze'nin sabahın köründe, elinde şarap şişesi ile fotoğraf albümünden kızının fotoğraflarını çıkarttığında, ben camın kenarında çekirdek çitliyor ve bir sorti ile şaraptan bir yudum almanın hayalini kuruyordum. Sonra Şadi Amca, Müzeyyen Teyze'nin yanına oturdu ve "Anılar silmemiz daha uzun zaman alıcak ama sileceğiz Müzeyyen" dedi ve şarabı fondipledi. İşte o an kalbim cız etti. Çünkü evde başka şarap yoktu.

Her ne kadar dışarıdan bakıldığından iyi insanlarmış gibi gözüken ev sahiplerim -ki muhtemelen cehennemde yanacaklardır- hayatlarının geri kalanını bana adadılar. Mesela kızlarının odasının tamamını bana kafes yaptılar. Salak saçma oyuncaklar aldılar. En pahalısından kuş yemleri hatta cevizle, fındıkla beslediler. Tüm ilgilerini bana gösterdiler. Çok sıkıldım, çok bunaldım ama kaçacak yerim yoktu. Erzurum'da papağan olmak, ayda astronot olmaya benzer; mekikten çıktığın an kıçına pamuğu sokarlar.

Şatafatlı hapishanemde yıllar geçirdim. Hatta manyakların gönlü olsun diye "Şadi" demeyi bile öğrendim. Aşk ve cinsellik dışında büyük problemlerim olmadı.

Ve Müzeyyen Teyze öldü. Kalp yetmezliğinden. Zaten kalbi ne Şadi'ye, ne kızına, ne de bana yetmişti.

Şadi Amca ile baş başa kaldık. Adam bu sefer üzerinden haçlı ordusu geçmiş gibi olmuştu. Yemiyor, içmiyor - ki zerre umurumda değil - yedirmiyor, içirmiyordu. Lale devrim, kraliçenin ölümü ile bitmişti.

20 Şubat 2012 Pazartesi

pazartesi - çekik gözlüler

Ne zaman kapım çalsa akabinde hep bir macera başlıyor pazartsikronikleri. Yine istemsizce kapıyı açtığımda karşıma ikisi kadın, dört erkek çekik gözlü çıktı. Kapıyı suratlarına kapattım, hemen siyah kuşağımı belime bağladım ve tekrar kapıyı açıp çekik gözlülere daldım. Kadınları etkisiz hale getirdim ama erkekleri tertemiz dövdüm.

*Horlamamalı ya da hortlamamalı.
*Çektiği tüm fotoğraflarımı hemen birkaç tane dvdye basmalı.
*Kement atabilmeli.
*Sivrisineklere karşı kesin çözümü olmalı
*İndiana Jones izledikten sonra kamçı falan canımı sıkmamalı.

Sonra pansuman yaparken anlattılar. Bulunduğum hiçbir yerde deprem olmuyormuş. Japonya'da yaşamam karşılığında her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarımı karşılayacaklarmış. Pansumanı bitirdim ve çekik gözlüleri biraz daha hırpaladım.

17 Şubat 2012 Cuma

nikah - önce komik geldi ama kağıtta öldü

Herkes yerlerini almış ve kıyım işlemi başlamıştı. Nikah memuru her gün asgari on kez söylediği, herkesin biraz bildiği ama tamamını sadece kendi bildiği tekerlemeyi söylemeye başladı;

"Belediye başkanımızın bana verdiği yetkiyle... İyi günde kötü günde, hastalık da sağlıkta, şurada burada, falan fistan...." bittikten sonra; damada döndü ve;

"Siz Şaduman oğlu Ayhan Bey; Bülent kızı Selvi Hanım'ı karılığa kabul ediyor musunuz?"
Damat nikah memuruna döndü ve;
"Öncelikle belediye başkanının size verdiği yetkiyi görebilir miyim?"
-- İnsanlar şaşkınlıkla karışık gülerler--
Damat kahkahalardan cesaret aldı ve devam etti;
"Korsan nikah memuru olmasın mazallah"
-- Kahkahalar devam eder --
Nikah memuru da neşeli ortamı kaprisle bozmadı ve
"Gelin hanım size 'Evet' dedikten sonra korkmayın." deyip ve damada tekrar sordu;
".... kabul ediyor musunuz?"
Damat
"Da! Eski alışkanlık kusura bakmayın. Evet, kabul ediyorum"
Kalabalık gibi gelin de güldü ama hafif bir sıkıntı da basmadı değil.
Nikah memuru bu sefer geline döndü ve sordu;
" .... kabul ediyor musunuz?"
Gelin;
"Ne diyeyim ki ben şimdi. Evet kabul ediyorum"
Evet'i duyan damat seviçle geline döndü ve kolunu kaldırıp;
"Çak!" dedi.
Gelin beşliği çaktı ve zaten yumuşamış, hamburger ekmeği kıvamına gelmiş olan kalabalık gülmeye devam etti.

Takı merasiminde damadın arkadaşları hala gülüyordu ve
"Olum sakat mısın?", "Youtube'a koyacam bunu", "Deli misin nesin?" gibilerinden bir şeyler söylüyorlardı. Çok komik olmayan bu merasim de bitti, düğün istemeyen çift eve gidip, küçük altınları sayıp, sevişip, bir daha küçük altınları saydılar.

16 Şubat 2012 Perşembe

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 26.

Dedikodu yapmak her ne kadar kadınlar kabul etmeseler de en büyük tutkularından biridir. Bu programımızda eş namzedinizi bu damardan yakalayacak ve size esir edeceğiz.

Her kadının bir can düşmanı vardır. Prefesyonel dedetif ve paparazzi arkadaşlarımız ile birlikte sevgilinizin can düşmanını adım adım takip ediyor ve zaaflarını ortaya çıkartıyoruz. Sonra beraber geçirdiğiniz anların birinde sevgiliniz ile birlikte, can düşmanınızın dedikodusunu yapıyorsunuz. Öyle şeyler anlatacaksınız ki potansiyel eşiniz kulaklarına inanamayacak ve sizden bir ayrı hoşlanacaktır.

Programımızın ikinci ayağında aynı uzman dedektif ve paparazzi arkadaşlarımız ile birlikte potansityel hayat arkadaşınızın en yakın arkadaşını takip ediyoruz. Her insan gibi onunda muhakkak zaafları, gizlediği bir şeyler vardır. Bu gizli bilgileri size anlatıyor, siz de müstakbel eşinize anlatıyorsunuz.

Son aşamada ise sevgilinizin gizliden ve inceden gıcık olduğu bir ünlüyü merceğimiz altına alıyoruz. Onunda gizemlerini ve sırlarını size söylüyoruz, siz de sevgilinize yetiştiriyorsunuz.

Sizdeki gün yüzü görmemiş dedikodular, eş adayınızı etkilemenize hatta büyülemenize yol açacaktır. Öyle ki sizsiz bir an, düşünemez hale gelecektir.

Bu dakikadan sonra size düşen tektaş yüzük ve çiçek eşliğinde romantik bir akşam yemeğinde evlilik teklif etmek. Eğer isterseniz ücreti karşılığında bu romantik akşam yemeğini de organize edebiliriz.

Yutup ve Portreci - Heykel adam muhabbeti

Meydana bir adam daha gelmeye başlamıştır. Heykel adam. Üstün çıplak altında ise bir pantolon ile; saçları kazınmış, gıpgri bir adam. Fiziği fena değil, zayıf ama belirgin kasları var. Kendini griye boyadığı için daha da bir belirgin ve farklı görünüyorlar. Gri camları olan güneş gözlüğünü de takıyor, beraberinde getirdiği yarım metre uzunluktaki platforma çıkıyor ve yaklaşık bir saat hareketsiz duruyor. Sonra bir diyet kola içiyor bir saat daha öyle duruyor. Sonra yanında getirdiği amerikan usulü bir sandöviç yiyor iki saat daha duruyor. Meydana gelen yeni biri tabi herkesi kıllandırıyor. Özellikle de Yutup'u;

"Abi adama bak ya! Salak salak duruyor parayı kırıyor. bir şey yapmalı!"
"Ne yapacaksın Yutup? Dövecek misin?"
"Gerekirse biz ekmeğimizin kavgasındayız"
"Eğer ekmeğini adam döverek kazanacaksan neden saatlerce durada duruyorsun, kışın götün donuyor? Adam döverek daha iyi para kazanabileceğin bir ton iş var."
"Abi biliyorsun ben sanat aşığıyım."
"Aman Yutup sakın. Hiç bu muhabbete başlama yine. Çılga geldi kimsye sormadan tezgahı kurdu, sesin çıkmadı. Dövmeye kalmadın, senin bu heykele karşı garezin ne?"
"Şey abi..."
"Bırak şeyi, kabul et kıskandın adamı. Çılga'dan kıskandınsa seni uyarayım o iş olmaz, imkansız olmaz. Ayrı kainatların insanlarısınız. O kızın derdi bir turist bulup bu ülkeden gitmek, bir an gözlerini kapat ve ikinizin resmini yanyana koy."
"Abi yok öyle bir şey."
"Var Yutup var ama sakın. Zaten gelip giden bir aklın var. Aman deyim."
"Abi bu herif bizi aç bırakmasın?"
"Amerika da olsa, Fransa da olsa korkunu anlardım ama burası Türkiye. Bizim halk hareket ister, ilgisi dağınıktır. Adamın sanatı hepimizinkinden zor. Nasıl yapıyor anlamış değilim hele kışı nasıl geçirecek cidden merak ediyorum ama korkma. Bakar bakar geçerler ona. Hatta bir süre sonra hergün meydandan geçenler bakmaz bile olur. Hem korkma türkü dinleyicis ile hiç bağdaşmayan bir kesime hitap ediyor. Senin ekmeğinden hiç götürmez, Çılga ile beni vurur, ama bizi de çok vurmaz."
"Tamam abi de bu adam nasıl duruyor?"
"Nereden biliyim olum. Gidip sormak gerek. Benim asıl kafama takılan ne düşünüyor? Bu kadar uzun süre kendini dinleyen birinde ne insani çıkarımlar vardır, gerçi adam selamsız sabahsız da çıktı. Bir ara bir muhabbet kurmaya bakalım merak ettim altından ne çıkacak"

Plan - Alan

PLAN

Planım basit. Kerim'in hayatında önem verdiği kadınlardan birini tavlarsam ona en büyük kötülüğü yapmış olurum. Annesi çok yaşlı, dul olması bir avantaj gibi gözükse de o ihtimali hiç düşünmüyorum. Aileden başlarsak; bir ablası, iki de kız kardeşi vardı.

Ablası Şefkat ismiyle müsemma birisi. Hayatı kardeşlerine şefkat göstermekle geçmiş, annelerinden doğan ilgi açığını kapatmaya çalışmış bir kadın. Mutsuz bir evliliği olduğunu biliyorum; şu an kırk iki yaşında ve on beş yaşında bir oğlu var. Kocası evini ofis olarak kullanıyor.

Küçük kardeşi Sevinç, ailenin en uçuk üyesi. Kerim biz arkadaşken anlatmıştı, bir keresinde; buraya okumaya gelmiş Nijeryalı bir öğrenciyle sevgili olmuş ve eve getirip anne babası ile tanıştırmış. İntikamım için en kolay hedef Sevinç gibi dursa da bu işler belli olmaz biliyorum. Tek bildiğim Sevinç'in Kerem'i asla çok sevmediği. Birbirlerinden durmaksızın şikayet ederlerdi. Zaten o ailede beni en çok hep Sevinç sevmişti.

En küçük kardeş ise Mavi. Kitap kurdu, entel, bir garip yaratık. Bir insan öğlen ebru kursuna gidip oradan çıkınca da tenis oynar mı? Barlarda sabaha kadar dans edip, öğlen uyanınca örgü örer mi? Hayatına hep fularlı kel erkekler girmiş. Hiç şansım yokmuş gibi geliyor.

Gelelim Kerim'in sevgilerine. Mehtap vardı benim bildiğim, dersanede tanışmışlardı, çalkantılı bir altı ayları geçmişti. Hafifmeşrep, kara kuru bir kızdı. Altı yılda girdiği kimya bölümünü dört yılda bitirmiş, sonra da iki yıl bölüm başkanının boşanmasını beklemiş, daha sonra da adamla evlenmiş. Facebookta resimlerine baktım da son zamanlarda gördüğüm en komik çiftler. Baba kızdan ziyede torun kız gibiler.

Funda vardı okuldan arkadaşı. Safa yatan ama anasının gözü olan tiplerdendi. Ucuz sarı saçları, alev kırmızısı ojeleri aklımda. Kuyumcunun biri ile evlenmiş, boş zamanlarında alışveriş yapıyormuş ve tüm zamanı boşmuş.

Pastane sözü kıydıkları Nagihan'ın izini bulamadım bir türlü. Muhtemelen Belçika'ya yerleşmiştir; ne de olsa Çiçekdağlı.

Ve en son olarak boşandığı eşi Ömür. Beni hiç sevmemiş bunu da belli etmekten hiç çekinmemişti. Büyük aşklar nefretten doğar, hep aklımın kenarındaydı zaten. Hangisi olduğu önemli değil biri olsun yeter ama ille de biri olacaksa Ömür olsun.

ALAN

Şefkat: Yanına bile yaklaşamadım.

Sevinç: Çok paramı yedi, şu an ona en az Kerim'e duyduğum kadar öfke duyuyorum. Olmadı.

Mavi: Bu aileden bu kadar munis bir kız nasıl çıktı anlaşılır gibi değil. "Öfkeni anlıyorum, intikam istemene de saygı duyuyorum." dedi, hem de ben hiçbir şey söylemeden. Sonra dinlemediğim bolca öğütlerde bulundu. Son sözü de "Senin için dua edeceğim" oldu.

Mehtap: Kız mutluluğu yaşıyor. Hiçbir şikayeti yok hayattan. Mutlu biri ile asla şansınız olamaz.

Funda: Aynı sarı saçlar, aynı kırmızı ojeler, aynı ucuz tavırlar. Bak o olabilirdi ama ben istemedim. Zengin kocalardan korkarım.

Nagehan: ?

Ve Ömür: Hayırları nazdanmış hep. Çok koşturdu peşinde ama sonunda yelkenleri suya indirdi. "İntikam almak istiyorum", dedim bol kırmızı şaraplı bir gecenin köründe, "Bilmiyorum mu sanıyorsun" dedi ve o benden daha çok içmişti. " Bizim alevimizi aşk değil intikam tutuşturdu" dedi.

Bol gösterişli bir sevgililik ve nişan devresinden sonra evlendik. Benim sevgilimi ayartmasının öcünü Ömür ile beraber aldık. Evde yalnızken çok parlak bir çift olmasak da dışarıda hep göz alıcıydık.

14 Şubat 2012 Salı

ARANJMAN - diyor'u bol versiyon

Sigara içilen bir kafe, kız arkadaşım ile kabız bir sohbetteyiz, ikimizde itiyoruz ama tüm gücümüzü vermediğimizden gitmiyor, ilerlemiyor muhabbet. Akıllarımız başka yerlerde. Annesi bu gece şehir dışına çıkacak; ben, gece beni çağırır mı diye düşünüyorum; o ne düşünüyor, elbetteki bilemiyorum. Aynı problemi olmasını umut ediyorum.

Sonra iç sesim devreye giriyor, "Ulan daha bu kıza hiç çiçek almadım, almam gerek, belki bu gece, kimbilir. Tabi ki o bilir. Onu ikna etmek de bana düşer". İç sesim susuyor, benim gibi artist, akıllı bir laf edince tadını susarak çıkartıyor.

Masadan zengin kalkışı yapıyorum ve
"Hemen geliyorum, beni bekle" diyorum, yüzümde kurnaz bir gülümseme, kız arkadaşım şaşkın anlamaya çalışıyor,
"Nereye", diyor; göz kırpıyorum ve koşar adım uzaklaşıyorum. Arabaya atlıyorum ve sağa solu kolaçan ederek çiçekçi arıyorum. Daha önce hiç çiçek alma fikri aklıma bile gelmediği için nerede çiçekçi var bilmiyorum. Zaman hızla akıyor, çiçekçi bulamıyorum ve geriliyorum. Şansıma ya da şansızlığıma telefonumu masada unutmuşum. Yoksa kız arkadaşım çoktan arar nerdeyim, ne karıştırıyorum diye sorardı. Her kadın kadar meraklı ve her kadın kadar dırdırcı. Ama telefonum yanımda olsa telefonla joker hakkımı kullanırdım. Şimdi tüm mesajlarımı okumuş, rehberimi karıştıyor olmalı. En azından sıkılmıyordur.

Kafeden uzaklaşmak istemiyorum ama buralarda çiçekçi bulacak gibi de değilim. Üzerimde bir gerginlik var, bir kuaför görüyorum, hemen park edip dükkana dalıyorum. Herkes bana sapıkmışım gibi bakıyor, konuşması kırık ama kendi iri kuaför,
"Beyefendi erkekler giremez" diye çemkiriyor. Sen erkek değil misin o zaman diye sorarsım geliyor ama kendimi tutuyorum. Dükkandan çıkıp kuaförü yanıma çağırıyorum,
"Hacı kusura bakma odun gibi girdim ama bana acil çiçekçi lazım, bulamadım, zamanım dar" diye takır tukur konuşuyorum. Sanırım sadece 'çiçekçi' kısmını anlıyor ve " Işıkları geç solda var bir tane, Süleyman Abinin selamı var de" diyor. "Aleyküm selam", diyorum ve gaza basıyorum.

Tarif ettiği yerde çiçekçiyi buluyorum. Arabayı arkası dışarıda park ediyorum ve içeri giriyorum. Gençten bir çocuk ne istediğimi soruyor.
"Çiçek" diyorum,
"Ne için lazımdı?", diyor,
"Neden sordun?" diyorum,
"Abi her durumun çiçeği ayrıdır, evlilik teklif için başka aranjman yapılır, özür dilemek için ayrı, küçük bir jest için ayrı, aldattıysan ve kendini rahatlatmak istiyorsan ayrı. Sen bana durumu söyle ki ona göre reçeteni yazayım".

Çocuğu bir anda seviyorum, kanım kaynıyor.
"Gece annesi evde yok, beni evine davet etsin istiyorum", diyorum.
"Daha önce hiç evine davet etti mi?", diyor.
"Hayır", diyorum.
"Ne zamandır sevgilisiniz?", diyor.
"Üç dört ay oldu", diyorum.
"Hımm, peki kız güzel mi?", diyor.
"İdare eder", diyorum.
"Daha önce hiç çiçek aldın mı?, diyor.
"Almadım", diyorum.
"Tamamdır abi. Çok abartı bir şey yapmamak lazım o zaman. Bu durumlarda papatya en iyisidir, arasına da birkaç tane gül koymak lazım. Anlarsın ya saflık, temizlik, gelecek gibi temaları öne çıkartır ama kırmızı güllerle de işin içine şehveti katarız. Annesi evde olsa buket tavsiye ederdim ama biz en iyisi vazo yapalım. Hani odana koy her baktığında beni hatırla mesajı vererek ilişkiyi uzun süreli düşündüğünü vurgulayalım, ne dersin?", diyor.
"Acele et derim, kız kafede bekliyor", diyorum.

Profesyonellerle çalışmak her zaman keyif verir. Çocuk çiçeği hazırlamaya koyuluyor benim polen alerjim tetikleniyor, hapşırıyorum. Üç dört seferden sonra,
"Abi dışarda bekle, sen mahvolursun burada", diyor. Hayatımın sonunda kadar alacağım tüm çiçekleri buradan alacağımı hissediyorum. Hatta çiçekçi ile kanka olma isteği beliriyor benliğimde.
"Abi hazır" diyor, çiçeği elime tutuşturuyor. Ödemeyi yapıyorum tam arabaya binecekken.
"Süleyman abinin selamı var" diyorum.
"Aleyküm selam" diyor ve el sallayarak beni uğurluyor.

Tam gaz kafeye uçuyorum, geçtiğim iki kırmızı ışığında sarı olduğuna kendimi inandırıyorum ve berbat bir parktan sonra kafenin kapısına geliyorum. Garson beni kapıda karşılıyor ve
"Kız arkadaşınızın çıkması gerekti, annesi dönecekmiş, telefonunuzu iletmemi söyledi" diyor. Bildiğin morarıyorum, acayip canım sıkılıyor. İsteksizce kız arkadaşımı arıyorum.

"Ne oldu, neden kalktın? Ben seni bırakırdım", diyorum.
"Annem gitmekten vazgeçmiş, sesi ağlamaklıydı, belli ki var bir mesele, dönmem gerekti", diyor.
"Peki o zaman sağlık olsun", diyorum.
"Yarın buluşuruz tamam mı? Bugünü telafi ederiz ama bir şey sormam gerek", diyor.
"Evet", diyorum
"Papatya mı aldın, gül mü?" diyor.

13 Şubat 2012 Pazartesi

pzrts - ssl hrflrm sldr

Pzrts pzrts ll byl 1 sldr l hç krşlşmmştm pzrts hstlr. Snrm drm frk ttnz. Ssl hrflr kllnmyrm. Snmyn k 1 sbr sldr fln.Brs glmş ve klvymdk ssl hrflr skmş. Snmş k lsty sz gndrmycğm. Sz kdnlrmn zksn şğldğn gr bn ypn br rkk lml.

*Kçkkn srşn lml.
*l pnlr çk lml
*Ssyl srmllk prjlrnd ssyl srmllk lml
*ph dğr yksk lml
*Thmn dlblr br krktr lml.

Yn dlllrdn yl çkrsk sbr sldr ypmyck kdr blgsz. Kpmd zrlm yk, pncr çk z çk brkmşm. Drck yrdn sğblck kdr kçk lml. Kdnlrl prblm ldğn gr çvrsnd bl mktrd kdn ldğn d vrsyblrm. Dlllr 2 kşy şrt dyr. 'Srdr rtç' y d 'rnld schwrznggr'.

portreci - çalıştığı meydan

12 Şubat 2012 Pazar

bir aradan sonra benzetme

*Senin yaptığın kış uykusundaki ayının uyuyup uyumadığına bakmak için pandik atmaya benziyor; ben her zaman daha temiz çalışırım.
*Çocuğuna patronunun adını verecek kadar kapitalizmin kölesisin.
*Bu hastane babası istediği için doktor olmuş doktorlarla dolu; sen en iyisi başka hastaneye git.
*Kötü filmlerin hayalperest yönetmeni gibisin. Yeni film için para bulacağını sanmıyorum.
*Sevdiğin kıza polis radyosundan şarkı armağan edecek kadar romantiksin.
*Hayattaki en büyük başarısı kafası üzerinde dönmek olan bir adam gibisin, bu dünya sana göre değil.
*Misafir üstüne gelen misafir, üstüne gelen misafir gibisin. Elbetteki seni kimse sevmiyor.
*Taça çıkan şut gibi ilişkimiz.
*Elektrik kesintisi gibisin; hem psikolojimi, hem elektronik aletlerimi bozuyorsun.
*Akşam yemeğinden sonra bastıran uyku gibisin. Hem dengemi bozuyor hem sersemletiyorsun.
*Baz istasyonları gibisin. İletişimimi sağlasan da kanser ediyorsun.
*Sağlak bir gitaristin sol el baş parmağı gibisin. Olmasan da olur.
*Kaynak gözlüğü ile resim yapan ressam gibisin. Renkler kafamın içinda falan diye konuşma yemem.
*Dünya turuna çıkmış bir geminin miçosu gibisin; neden kaçıyorsun?
*Dayısının Avusturalyadan getirdiği bumerangı deneme şansı olmayan metropol çocuğu gibisin.

10 Şubat 2012 Cuma

muzaffer

On aylıkken annesi toprakla tanışsın diye saldığında ilk cinayetini işledi. Üç tane karınca ezdi.
Üç yaşındayken bir yaz gecesi sinek yuttu.
Altı yaşındayken çöpte yemek arayan bir kediyi tekmeledi.
Yedi yaşındayken kedi yavrularını apartman boşluğundan aşağı attı.
Sineklerin kanatlarını kopartıp yaktı.
Karafatmaların bacaklarını, antenlerini koparttı; hatta ikiye bölüp ne zaman öleceklerini bekledi.
Sapan yaptı, kuş vurdu.
Zıpkın yaptı, balık avladı.
Arabası ile köpek ezdi, kedi ezdi.
Kız arkadaşını dövdü.
Eski kız arkadaşının yeni erkek arkadaşını bacağından bıçakladı.
Bir turisti sırf yabancı diye döverek hastanelik etti.
Bir travestiyi öldürdü
Bir travestiyi daha öldürdü.
Her şeyin müsebbibi olarak gördüğü halasını yakarak öldürdü.
En son arabası ile uçurumdan atladı, kendini öldürdü.

sonralar

Dün gece bir rüya gördüm. Bir hastane komedisi. Bir doktor ve hastaları var, hastaların ellerinde dosyalar, odaya girip girip çıkıyorlar, herkeste bir telaş var. Bir de ateş kırmızısı saçları olan kadın bir yazar var. Uyumadan önce fotoğraflarına bakmıştım. Bilinç altıma öyle sızmış olmalı. Ateş kırmızısı saçları olan kadın doktorun odasının tam karşısında özel sekreteri gibi duruyor. Mekan hastane ama odadan çıkan hastalar bazen birkaç kat aşağı iniyor ve indikleri gibi çıkıyorlar. Dedim ya bir garip keşmekeş.

Sonra, son sahne geliyor. Elinde dosyaları olan hastalar, ateş kırmızısı saçlı sekreter, yüzünü anımsayamadığım doktor hepsi gülüyorlar. Son sahnede düğüm çözülüyor.

Sonra uyanıyorum. Üzerimde ağır bir kıskançlık, bir ağırlık var. Kalkıp yazacak, en azından notunu alacak dermanı bulamıyorum. "Sonu süper olmuş, tam istediğim gibi. Şaşırtmacalı, bağlaması müthiş" gibi şeyler düşünürken uyuyakalıyorum.

Sonra bir daha uyanıyorum. Mutfaktan çırpma sesleri geliyor. Annem kahvaltıda ne hazırlıyor diye düşünüyorum. Çırpma sesi omletin çırpma sesinden daha uzun sürüyor. Düşünüyorum, düşünüyorum bulamıyorum. Çırpma seslerinin eşliğinde aklıma temposu ve kurgusuna bayıldığım rüyam geliyor ama çıkartamıyorum.

Yataktan doğrulup anımsığım kadarını yazıyorum. Anımsadığım yetmiyor. Öyle kibirliyim ki; rüyamı, aklımdan kıskanıyorum.

Çılga - yine sen yüzünü mü boyadın?

Sıkkın bir gecenin ilk saatleriydi. Çılga odasında yine dolanıyor, dikkatli bakılınca görülebilecek bir mutsuzluk saçıyordu. Sessiz olması lazımdı; çünkü babası uyanabilirdi, sessiz olmalıydı; komşuları uyanabilirdi; sessiz olmalıydı; çünkü burası Türkiye’ydi ve gece ses çıkartanlara iyi gözle bakılmazdı.

Eski pükü, diz üstü bilgisayarını kurcaladı biraz. Nette zaman geçirmeyi düşündü ama olmadı. Ne msnde kimse vardı, ne de başka bir şey. Çok sıkılıyordu Çılga. Resim yapayım bari dedi. Her zaman bana iyi gelmiştir, belki bu seferde iyi gelir. Canı guaj boya ile ile çalışmak istedi. Gece gece insanın canı ne saçma şeyler istiyordu. Paletine biraz sarı sıktı, biraz da mavi. O renkleri seçmesinin bir özel bir nedeni yoktu sadece eli gitti

Saçları boya olmasın diye saçlarını toplamak için aynanın karşısına geçti...

7 Şubat 2012 Salı

ARANJMAN

Sigara içilen bir kafe, kız arkadaşım ile kabız bir sohbetteyiz, ikimizde itiyoruz ama tüm gücümüzü vermediğimizden gitmiyor, ilerlemiyor muhabbet. Akıllarımız başka yerlerde. Annesi bu gece şehir dışında; ben, gece beni çağırır mı diye düşünüyorum; o ne düşünüyor, elbetteki bilemiyorum. Aynı problemi olmasını umut ediyorum.

Sonra iç sesim devreye giriyor, "Ulan daha bu kıza hiç çiçek almadım, almam gerek, belki bu gece, kimbilir. Tabi ki o bilir. Onu ikna etmek de bana düşer". İç sesim susuyor, benim gibi artist, akıllı bir laf edince tadını susarak çıkartıyor.

Masadan zengin kalkışı yapıyorum ve
"Hemen geliyorum, beni bekle" diyorum, yüzümde kurnaz bir gülümseme, kız arkadaşım şaşkın anlamaya çalışıyor,
"Nereye", diyor; göz kırpıyorum ve koşar adım uzaklaşıyorum. Arabaya atlıyorum ve sağa solu kolaçan ederek çiçekçi arıyorum. Daha önce hiç çiçek alma fikri aklıma bile gelmediği için nerede çiçekçi var bilmiyorum. Zaman hızla akıyor, çiçekçi bulamıyorum ve geriliyorum. Şansıma ya da şansızlığıma telefonumu masada unutmuşum. Yoksa kız arkadaşım çoktan arar nerdeyim, ne karıştırıyorum diye sorardı. Her kadın kadar meraklı ve her kadın kadar dırdırcı. Ama telefonum yanımda olsa telefonla joker hakkımı kullanırdım. Şimdi tüm mesajlarımı okumuş, rehberimi karıştıyor olmalı. En azından sıkılmıyordur.

Kafeden uzaklaşmak istemiyorum ama buralarda çiçekçi bulacak gibi de değilim. Üzerimde bir gerginlik var, bir kuaför görüyorum, hemen park edip dükkana dalıyorum. Herkes bana sapıkmışım gibi bakıyor, konuşması kırık ama kendi iri kuaför,
"Beyefendi erkekler giremez" diye çemkiriyor. Sen erkek değil misin o zaman diye sorarsım geliyor ama kendimi tutuyorum. Dükkandan çıkıp kuaförü yanıma çağırıyorum,
"Hacı kusura bakma odun gibi girdim ama bana acil çiçekçi lazım, bulamadım, zamanım dar" diye takır tukur konuşuyorum. Sanırım sadece 'çiçekçi' kısmını anlıyor ve " Işıkları geç solda var bir tane, Süleyman Abinin selamı var de" diyor. "Aleyküm selam", diyorum ve gaza basıyorum.

Tarif ettiği yerde çiçekçiyi buluyorum. Arabayı arkası dışarıda park ediyorum ve içeri giriyorum. Gençten bir çocuk ne istediğimi soruyor.
"Çiçek" diyorum,
"Ne için lazımdı?", diyor,
"Neden sordun?" diyorum,
"Abi her durumun çiçeği ayrıdır, evlilik teklif için başka aranjman yapılır, özür dilemek için ayrı, küçük bir jest için ayrı, aldattıysan ve kendini rahatlatmak istiyorsan ayrı. Sen bana durumu söyle ki ona göre reçeteni yazayım".

Çocuğu bir anda seviyorum, kanım kaynıyor.
"Gece annesi evde yok, beni evine davet etsin istiyorum"
"Daha önce hiç evine davet etti mi?"
"Hayır"
"Ne zamandır sevgilisiniz?
"Üç dört ay oldu"
"Hımm, peki kız güzel mi?"
"İdare eder"
"Daha önce hiç çiçek aldın mı?
"Almadım"
"Tamamdır abi. Çok abartı bir şey yapmamak lazım o zaman. Bu durumlarda papatya en iyisidir, arasına da birkaç tane gül koymak lazım. Anlarsın ya saflık, temizlik, gelecek gibi temaları öne çıkartır ama kırmızı güllerle de işin içine şehveti katarız. Annesi evde olsa buket tavsiye ederdim ama biz en iyisi vazo yapalım. Hani odana koy her baktığında beni hatırla mesajı vererek ilişkiyi uzun süreli düşündüğünü vurgulayalım, ne dersin?"
"Acele et derim, kız kafede bekliyor"

Profesyonellerle çalışmak her zaman keyif verir. Çocuk çiçeği hazırlamaya koyuluyor benim polen alerjim tetikleniyor, hapşırıyorum. Üç dört seferden sonra,
"Abi dışarda bekle, sen mahvolursun burada", diyor. Hayatımın sonunda kadar alacağım tüm çiçekleri buradan alacağımı hissediyorum. Hatta çiçekçi ile kanka olma isteği beliriyor benliğimde.
"Abi hazır" diyor, çiçeği elime tutuşturuyor. Ödemeyi yapıyorum tam arabaya binecekken.
"Süleyman abinin selamı var" diyorum.
"Aleyküm selam" diyor ve el sallayarak beni uğurluyor.

Tam gaz kafeye uçuyorum, geçtiğim iki kırmızı ışığında sarı olduğuna kendimi inandırıyorum ve berbat bir parktan sonra kafenin kapısına geliyorum. Garson beni kapıda karşılıyor ve
"Kız arkadaşınızın çıkması gerekti, annesi dönecekmiş, telefonunuzu iletmemi söyledi" diyor. Bildiğin morarıyorum, acayip canım sıkılıyor. İsteksizce kız arkadaşımı arıyorum.

"Ne oldu, neden kalktın? Ben seni bırakırdım"
"Annem gitmekten vazgeçmiş, sesi ağlamaklıydı, belli ki var bir mesele, dönmem gerekti"
"Peki o zaman sağlık olsun"
"Yarın buluşuruz tamam mı? bugünü telafi ederiz ama bir şey sormam gerek"
"Evet"
"Papatya mı aldın gül mü?"

6 Şubat 2012 Pazartesi

mekan - kastamonu otel

Daha önce gördüğüm tüm otel odaları gibi bu da diğerlerine benziyordu. Kapının sağında banyo, üç adımlık bir antre ve oda.

Oda da otuz beş ekran bir türlü televizyon, televizyonun karşısında iki yatak, yatakların başında birer komidin, komidinin üstünde bir telefon, televizyonun solunda tuvalet masası, tuvalet masasının üstünde kocaman cam bir küllük. Yerler de halıfleksdi ve duvarlar gibi griydi. Antredeki gömme dolap ise ahlaptı.

O otel odasının diğer otel odalarından farkı banyosunda bulunan devasa kazandı. İki metre boyunda ve yerden iki metre yüksekteydi. Çapı da iki metre vardı. Gol sevinciyle yumak olmuş, dört ya da beş futbolcu içine sığabilirdi.

Çıkmadım ama odanın bir balkonu da vardı; kapıyı açtım, baktım yerler toz; çıkmadım.

Manzarama gelince fena değildi. Sonbahar olmasına rağmen bodur cam ağaçları yeşişi hakim kılmıştı. Bahçe odamdan daha düzenli ve tertipli duruyordu.

Beyaz nevresimler çiçek kokmasa da temiz duruyordu. Dev kazanın çalışma prensibini merak ettiğim için duş aldım. Elbiselerimi çantadan çıkarttım ve duvar kenarındaki yatağa serdim. Kafamda havlu ben de cam kenarındaki yatağa yattım. TRT3'de spor programı vardı."20 unutulmaz kaleci hatası". Bizim Fevzi'yi ana ana uyumuşum.

pazartesi - 5. yıl?

Üç gün önce çok garip bir gün geçirdim pazartesi müzdaripleri. Sosyal gözlem olsun diye kafamı camdan çıkarttınca, tüm sokağın kırmızı güllerle kaplandığını ve duvarlara "5. yılımız kutlu olsun cengaverim" yazıldığını gördüm. Akabinde gösteri uçakları geçmeye başladı, kuyruklarında " Nice 5 yıllara" "Her günü bir ömür gibiydi" gibi sözler yazılıydı.

*Kandillerde konu komşuya helva dağıtarak ruhunun temizlendiğine inanmalı.
*Sosyal demokrat bir annesi, çakma mafya bir dayısı olmalı.
*İçindeki anaçlığı evcil hayvanlarla değil, benim içimdeki çocukla bastırmalı.
*Beraber karete filmi izledikten sonra benimle karete yapmalı.
*Dişçi olmamalı.

Camı kapatıp, odama kaçtım ve bilgisayarı açınca bir şekilde msn açıldı ve upuzun parmakları olan dev bir sarıkafa dans etmeye başladı. Nasıl korktum size anlatamam. Şokun etkisiyle dakikalarca yerimden kalkamadım. O korkunç dans gösterisi bittince bana öpücük attı ve "Her salise için milyarlarca teşekkürler cihangirim", dedi ve msni kapattı. Sigara ve içkiye başladım. Günde on şişe pasiflora tüketiyorum.

hobi olarak kötülük

hobi olarak kötülük yapan birini sevebilirim. aslında iyi ama kötülük eğlenceli diye günlük hayatın keşmekeşinden kurtulmak, biraz nefes almak için kötülük yapan biri.