29 Ağustos 2011 Pazartesi

pazartesi - rüya

Cuma gecesi çok acayip bir rüya gördüm pazartesikolikler. Dışarıdan gelen “ we are the world” şarkısına sinirlenip camdan bakıyorum. Bir de ne göreyim. Kimono giymiş altı zenci kızla, kispet giymiş altı kızıl kız güreşiyor. Onların çevresinde sayısı yüzü aşkın kedi kadın kıyafeti giymiş kızımız, kedi gibi dört ayak üzerinde geziyor ve miyavlıyor. Çemberin en dışında da yeşil dumanı tüten küçük bir tren dolanıyor ve düdüğü ile şarkıya tempo tutuyor.

  • Gözlük yakışmalı
  • Ağlaması bittikten sonra hıçkırık süresi 7- 10 dakika arası olmalı.
  • Yel değirmenleri ile derdi olmalı.
  • Parmak izi sisteme kayıtlı olmamalı.
  • Çocukken her istediği alınmamış olmalı.

Pazar sabahı bir dışarıdan gelen “ we are the world” şarkısını duyunca inceden tırstım pazartesiciler. Camdan bir baktım rüyamda gördüklerimin aynısı dışarıda var. Rüyalarım gerçek oluyor diye sevinmemi beklemeyin. Hanginiz rüyama giriyorsa söylesin. Böyle jest olmaz. Hem rüyamdaki kedi kadınlar daha kıvraktı.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

çöl - 2

2.

Sonra bir rüzgar esiyor. Senin arkandan, benim yüzüme doğru. Yüzünü merak ettiğimden gözlerimi kapatmamaya çalışıyorum. Kumlar doluyor gözlerime, göz kapaklarımın içine. İster istemez gözlerimi kapatıyorum. Bu sefer kumlar kapatıyor gözlerimi açamıyorum. Gözyaşlarım karıyor kumu, çamur oluyor, seni göremiyorum.

Sen yaklaşıyorsun ama hissediyorum. Kokunu alıyorum. Daha önce hiç duymadığım ama hep aradığım şeymiş kokun. Ne bir çiçeğe, ne bir mevsime benziyor. Sen, sen kokuyorsun, çölde bile. Ayak seslerini duyuyorum sonra, sürüdüğün sol ayağının sesini. Görmesem de geldiğinden eminim, zaten bu sebepten çöldeyim. Gözlerimi açamasam da, senin kokunu almak, ayak sesini duymak yetiyor. Açılır nasılsa gözlerim. Hiç aceleci olmadım, zamanla aram hep iyi oldu; sebatkarım, sabırlıyım.

Ayak seslerin yoğunlaşıyor her saniye. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Kalbinim atışını duyuyor olmalısın, yüzümün kızarıklığını görüyor olmalısın, ellerimi koyacak yer bulamamı fark ediyor olmalısın, daha benim fark etmediğim birçok şeyi görüyor olmalısın…

Şu an karşımda duruyorsun. Sarılsam mı, tokalaşsam mı, ağlasam mı eşiğindeyim. Elimi tutuyorsun ve bebeği veriyorsun. Sonra da yanımdan uzaklaşmaya başlıyorsun. Senin gibi bacağından değil, elinden tutuyorum bebeğin ve gidişini dinliyorum. Çok yorgunsun, sol ayağın kalmıyor artık, ama gidiyorsun.

21 Ağustos 2011 Pazar

pazartesi - anıt mezar mı?

Her şey iyi hoş pazartesi sevdalıları ama anıt mezar işi nerden çıktı? Henüz ölmedim ki? Hem henüz ölümlü olup olmadığımı da bilmiyorum. Muhtemelen ölümlüyüm ama. Hem her insanın bir tane mezarı olur. Neden her şehre anıt mezar? Her hafta beni şaşırtıyorsunuz, tebrik ederim. Yarışmalara açılmış, araziler alınmış, hazırlıklar tamamlanmış. Organizasyon önemli bir yetenektir. İşte bu yönünüzü çok takdir ediyorum.

· Arada eski türk dizilerinden şakalar yapmalı

· Çoraplarını çıkartıp bacaklarını açarak kapıya tırmanabilmeli

· Koltukta solumda, yatakta sağımda, otobüste koridor tarafında olmalı.

· Krizlerden fırsat çıkartmayı kendine yakıştırmamalı

· Her üç yılda bir derin depresyona girmeli.

Biraz düşündüm de gidecek çimentoya, emeğe ve kaplanacak yere yazık. Ölene kadar böyle bir şey duymak istemiyorum. Bir de sakın beni mumyalamaya falan kalkmayın. Adam gibi gömün. Nereye gömeceğinizi söylememe gerek yok sanırım; Çankırı, Merkez.

19 Ağustos 2011 Cuma

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 18


Kadınlar mistik insanlardan, geleceği gördüğünü iddia edenlerden, falcıdan, astrologdan çok hoşlanır. Şirket olarak sizi müstakbel eşinize doğaüstü güçleri olan biri olarak tanıtacağız. Eğer bir de sevgilinizin babası ölmüşse işimiz çok kolay.

Profesyonel oyuncu arkadaşlarımız sizinle bir süre çalışacaklar. Gaipten sesler duyar gibi nasıl yapılır, gelecek görülmüş gibi nasıl yapılır size öğretecekler. Yine profesyonel oyuncu birkaç arkadaşlarımız, söylediğiniz birkaç şeyin diğer gün çıktığını eş adayınızın yanında söyleyerek sizi övecekler. Hatta bir gün sevgilinize “ Trafikte dikkat et, lacivert arabalara…” diyeceksiniz sonra sürüş uzmanı arkadaşımız sevgiliniz araba ile giderken lacivert arabası ile kontrollü bir kaza gerçekleştirecek. Böyle küçük numaralar ile sevgilinizi etkiledikten sonra planın diğer aşamasına geçeceğiz.

Profesyonel efekt uzmanı arkadaşlarımız evinize ses ve duman sistemi kuracaklar. Sevgilinizi evinize davet ettiğimiz bir gece, sizi transa sokup, efekt desteği de vererek sevgilinize ölmüşse babasından, yoksa ölmüş ama çok güvendiği birinden mesajlar vereceksiniz. Mesaj tabiî ki; “ Bu adam seni çok seviyor, kaçırma parçayı…” gibilerinden bir şeyler olacak.

Biraz korkan, biraz da etkilenen sevgilinizin size hayır demesi gibi bir ihtimal yok. Arada “Kaderim sensin.” derseniz tam olur.

Artık size düşen tektaş yüzüğünüzü ve çiçeğinizi alıp, romantik bir ortamda evlilik teklif etmek. İsterseniz şirket olarak bu organizasyonları da ücreti karşılığında gerçekleştiriyoruz.

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 17

Kadınlar ajanlardan hoşlanır. Ajanlık öyle bir iştir ki; hem içinde macera, hem kahramanlık, hem vatanseverlik, hem gizem içerir. Bir kadın erkeğinden başka ne ister ki?

Şirket olarak müstakbel eşinizin, sizi ajan sanmasını sağlayacağız. İlk olarak profesyonel arkadaşlarımız size eş adayınızın ulaşabileceği notlar gönderecek. Bu not bazen bir cafede hesabın içinden, bazen yeni aldığınız gömleğinizin cebinden, bazen de yemek için açtığınız çikolatanın içinden çıkacak. Notlarda sadece yer ve zaman yazacak.

Notları bulan sevgilinize bir akşam yemeğinde “ Sana bir şeyler açıklamalıyım…” diye başlayan bir konuşmanın sonunda vatanı için çalışan bir ajan olduğunuzu açıklayacaksınız. Mevcut işinizin göstermelik olduğunu, ülkeyi bölmeye çalışan hatta dünyanın sonunu getirmeye çalışan kötü insanlarla mücadele ettiğinizi, onun iyiliği için daha fazla konuşamayacağınızı söyleyeceksiniz. Gecenin sonunda da “ Eğer benden ayrılmak istersen anlarım…” ile bitireceksiniz.

Gecenin sonunda potansiyel eşiniz size birkaç misli daha aşık olacaktır. Bundan sonra size düşen tektaş yüzüğünüzü alıp romantik bir ortamda evlilik teklif etmektir. İsterseniz ücreti mukabilinde şirket olarak romantik evlilik teklifleri de düzenliyoruz.

Unutmayın ki; bu programımız sayesinde, hayatınızda sonsuz özgülükler yakalayacaksınız. Tek başınıza tatillere çıkabilir, eve geç gelebilirsiniz. Eşiniz nerdeydin dediğinde “ Sana anlatamam, biliyorsun…” gibilerinden bir şeyler geveleyip ve uyuyabilirsiniz.

16 Ağustos 2011 Salı

o gün

O günden sonra evimizde hiç çay demlenmedi.

O gün: Babamın dünyada en sevmediği adamdı dayım. Anamı alana kadar bir süre katlanmış, anamı aldıktan sonra da alışverişi bittiği için ilişkisini asgariye indirmişti. Zaten dayım çok sevilecek bir adam da değildi ve bunu kendi de bilir; kendine o da katlanamazdı. Bir iki yardım çağrısı amaçlı intihara kalkışmış, iki kez evden kaçmış, bir kez de insanlardan kaçmak için bilerek hapse bile girmişti. Tüm bu eylemlerinin sonucunda ana tarafımın kadınları tarafından şefkate ve sevgiye boğulmuş ve zamanla buna alışmıştı. Ana tarafımın kadınları da haklıydı bir bakıma; tüm erkekleri hödük olduğundan içlerinde biriken şefkati bir yere boşaltmaları gerekirdi. Dayım bunu bir şekilde keşfetmişti. O kadar zeki de değildi ki; üzerine kafa yorup buldu diyeyim. Tesadüf olmalı, kesinlikle tesadüf. Denk gelmiş olmalı, öyle fark etmiştir.

O akşam dayım kolunda gencecik bir kızla kapıyı çaldı. Dayım kırk üç, kız ise on yedi yaşındaydı; dayım kara ve çirkin, kız bembeyaz ve güzeldi. Dayım şişko ve göbeği vardı, kızın ise kolları, bacakları zayıf bilekleri incecikti ama göbeği vardı. Kız hamileydi. Anam misafirperverliği ile kapıyı açsa da kızın göbeğini görür görmez yüzü kararmıştı. Mutfakta çay suyu koyarken ağlamış, içeri geçtiğinde ise zoraki gülümsemeye çalışmıştı. Bu sahne anamın hayatının özetiydi.

Babamın kafasının allak bullak olduğu çok belliydi. Dayıma bakmamaya çalışıyor, sinirleniyor; kıza bakmamaya çalışıyor, üzülüyordu; arada duvara ve tavana bakıyor, bir ses duyulmasa da dudakları inceden oynuyordu. Bu gecenin hıncının anamdan çıkacağı başından belliydi. Anam hem kıza, hem kendine üzülüyordu ama hangisi daha ağır basıyor bilmem imkânsızdı. Sorsam söylemezdi, zaten soramazdım. Aramızda öyle bir ilişki hiç olmadı.

Derin sessizliklerle, süren kısa kesik sohbet çabalarından sonra dayım lafa girdi.

“ İpek ile evleniyorum enişte. Sizleri de kendime çok yakın bulduğum için ilk size söylemek istedim.”

Dayımın cümleleri bittiği an anam hıçkırarak mutfağa kaçtı, “ Bir çaya bakayım…” gibilerinden bir şeyler söyledi ama kimse ne dediğini anlamadı. Anamı bu dünya zaten kimse anlamadı.

Dayım düzenli bir hayata geçeceğinden, iş bulacağından, gelecekten umutlu olduğundan, dönüm noktalarından, geçmişten çıkarttığı derslerden, hayattan beklediği tek şeyin aile olduğundan ve şimdi anımsamadığım ama umut dolu bir şeylerden bahsetti. Babam dayımı dinlemedi, dinler gibi gözüktü. Ne destek, ne de köstek olduysa da; dayımın o gece bize gelme sebebi bir şekilde destek bulmaktı.

Sonra anam mutfaktan dayıma seslendi ve yanına çağırdı. On dakika kadar konuştular ama ne konuştular bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Sonra dayım elinde gelirken aldığı kuru pasta dolu tabaklar, anam da elinde çay tepsisi ile yürümeye başladı. Önce babama servis ettiler, sonra da geldiğinden beri hemen hiç konuşmayan İpek’e doğru yürürlerken dayım anamın terliğinin arkasına bastı. Anamın yer kapaklandı ve elindeki tepsi üzerindeki dört bardak çay ile İpek’in karnına döküldü.

Hepimiz dona kaldık. İpek acı bir çığlık attı ve oradan kaçtı, anamın da gözleri gitti ve korkudan bayıldı. Sonra İpek adına ve güzelliğine yakışmayacak bir küfür savurdu ve karnındaki yastığı çıkartıp dayıma fırlatıp, arada benimde kaynadığım, upuzun bir küfür daha edip evi terk etti. İpek kapıyı çekince de babam dayıma bir küfür etti ve onla da kalmadı saldırdı. Dayım evden çıkarken ağzı kanıyordu, suçluluktan olmalı babama el kaldırmadı. Zavallı anam bayılmışken bile ilgiyi üzerine çekemedi. Alnında kocaman bir morluk vardı, yere vurmuş olmalıydı. Babam biraz küfredip kendine geldikten sonra anamı ayıltmaya çalıştı. Zavallımın kendine gelmesi yarım saati aştı. Hamile kadını yaktım diye nasılda üzülüyor, yastık olduğuna inanmak istemiyordu.

Sonra anam dayımı bulup verdiği bileziği geri aldı ve dayımla ilişkiyi kesti ve günden sonra anama bir korku geldi ve evimizde hiç çay demlenmedi.

çöl - 1

Çöldesin, güneş batıyor... Elinde bir oyuncak bebek var, doğuya doğru, bana doğru yürüyorsun. Güneşten yüzünü göremiyorum. Yaklaştıkça büyüyorsun. Önceleri karşımda küçük bir kız çocuğu var sanmıştım ama şimdi karşımdaki genç bir kadın. Elindeki oyuncak bebeği sağ bacağından baş aşağı tutuyorsun. Yüzünüz hala karanlık; senin de, bebeğinin de.


Çöl ayak izlerini koruyor. Ayak izlerine bakıyorum. Kocaman bir “S” çizmişsin. Kocaman, geniş ve yayvan. Biraz sağa biraz sola savrulmuşsun bana gelmeden önce. Yüzün hala karanlık, gözlerin parlıyor mu, yüzün gülüyor mu bilmiyorum. Tek bildiğim yürümekten yorgun olduğun, sol ayağın yerden zor kalkıyor. Tek tesellim artık savrulmadan dümdüz bana doğru yürüyor olman.


Sonra çölde olduğumuzu anımsıyorum. Gördüklerimin bir kısmı belki hepsi serap olabilir biliyorum. Senin gördüklerin de serap olabilir farkındayım. Ben elinde oyuncak bebeği olan genç bir kadın görürken, sen ne görüyorsun bilemiyorum.


Biraz daha yaklaşınca ayakkabılarının oyuncak bebeğinin ayakkabılarıyla aynı renkte olduğunu görüyorum, beyaz. Biraz daha yaklaşınca kıyafetlerinin de oyuncak bebeğin kıyafetleri ile aynı renkte olduğu fark ediyorum, açık mavi. Her adımda bir şeyler netleşiyor. Şimdi görüyorum ki bebeğinle birebir aynı kıyafetleri giyiyorsun; açık mavi, çiçekli, tek parça bir elbise, beyaz kısa çoraplar ve beyaz ayakkabılar. Her ne kadar tuhaf ürkütücü bir görüntü olsa da hiç yabancılamıyorum. Çölden sanırım. Hala yüzlerinizi göremiyorum.


renkli

Roman kapağının altında eski türk filmlerinde olduğu gibi “renkli” mi yazsam ki? Havalı olur gibi geliyor bana. Tabi şimdilik.

14 Ağustos 2011 Pazar

pazartesi - ramazan davulcuları

Uyku çok önemlidir kronik pazartesi hastaları. Kimse uykusundan durup dururken uyandırılmamalı, hatta kimse uyandırılmamalı, insanın kendi kendine uyanması beklenmelidir. Bu konudaki hassasiyetimi biliyor olmanıza çok seviniyorum ama lütfen rehin aldığınız ramazan davulcularını bırakın.

*Hesap geldiğinde bana belli etmeden hesabı kontrol etmeli
*Çeyizinde deney tüplerinden mutfak malzemeleri olmalı
*Unutulmuş ünlülerin taklitlerini yapmalı.
*Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde 157 den fazla arkadaşı olmamalı.
*Eğlenceli bir özgeçmişi olmalı

Ramazanın ortasındayız ve evimin 300 km çapınca bir davulcu bile kalmamış. Davul imalathanelerini de kundaklamışsınız. Sevginizi neden böyle gösteriyorsunuz? Davulcuların hemen ailelerine teslim edilmesini istiyorum. İlla canınız hareket çekiyorsa zurnaları yok edin. Nefret ederim sesinden, kulak cırmalar.

11 Ağustos 2011 Perşembe

ordan burdan ve the middle'a olası bir bölüm fikri

Bana bir şey sorma. Kısa devre yapmış gibiyim. Yanık kablo kokuyorum ve bu kokuyu çok seviyorum. Ben egzoz kokusunu da çok seviyorum ama genelde egzoz yazmasını beceremiyorum. İsyankarlık nedense insanlara ergenlik septomu gibi gelir. Ben yaşlıların isyankarlığını da seviyorum. Can Yücel’in vasiyetiymiş bir kerhaneye adı verilmesi. Bu adamın bu tür hareketlerini çok seviyorum. Bir de bakıyorum da alternatifini üretemedik. Şu an yaşayan kimsenin vasiyetinde bu benzeri bir şey yok. Olanlarda da Can Yücel potansiyeli yok. Ben neden şiir ezberle(ye)miyorum. Bu araya parantezle yapılan kelime oyunlarıyla da aram yok. Şimdi yaptıysam da tam durumu anlatmak için olmadı, yapmak için oldu. Yapmak için yaptığı şeylerle de çok aram yok. Olmasın zaten. Ya da olsun. Bu konuda çelişkideyim.

Geçenlerde ayrıksının manasını öğrenmek için sözlüğe baktım ama unuttum. Kötü oldu. Şimdi tekrar bakıyorum; alışılagelmişten farklı olanmış. Biraz kafa yorsam bulabilirdim belki ama şu an kafa yorasım olsa köşedeki “ firuzenin kaz ayaklarını” bitirirdim.

  1. Sonunu çok sevdim.
  2. Üzerinde çok düşündüm.
  3. Yüzük parmak kesen mafyanın yan rol olmasına için için dayanamıyorum.
  4. Giremedim.
  5. İlk cümle bulamadım.
  6. Araya birkaç hikaye girdi.
  7. Ramazan,
  8. Başarısızlığıma bahane için ramazanı kullanacak kadar adiyim.
  9. Daha da adi olabilirim o potansiyeli kendimde görüyorum.
  10. the middle’a kitlendim.
  11. the middle a bölüm yazma fikri beynimin bir kısmını inceden kazıyor.

*11. bir sabah kalkarlar ve çocukların farklı davrandıklarını keşfederler.

Sue: Brick gibi yüksek konsantrasyonla kitap okuyordur az konuşuyor ve son kelimeleri tekrarlıyordur.

Brick: Axe gibi donuyla geziyor. Umursamaz tavırlar içerisindedir ve okulda popüler bir çocuk olmaya başlamıştır.

Axe: Sue gibi beceriksizdir ve arkadaşları tarafından çok sallanmıyordur.

Anne baba birbirlerine bakarlar ve anne

“ Bu ne zamandır böyle? Neden fark etmedik?” tavrına girişir. Baba da ;

“ Bilemiyorum. Fark etmememiz normal çünkü roller aynı, sadece aktörler farklı, hem ergen bunlar yakında geçer” der.

Sahne Brick’in elinde süt şişesi ile süt içip üzerine döküp “ Ben antrenmana gidiyorum” demesi ile biter.

Brick önce sınıfında, sonra da yaşıtları arasında en hızlı okuma yarışmasını kazanmıştır ve bu onu doğal bir popülerlik getirmiştir. Aynı Axe gibi arkadaşları ile gezer ve kızlarla arası gayet iyidir. Okullar arası yarışmaya katılacağı için de öğretmenleri tarafından biraz pohpohlanıyor ve saçma hareketlerine tahammül ediliyordur. Hatta basit matematik sınavından zayıf alıyor ve bunu gülerek karşılıyordur.

Sue ise İspanyolca öğrenmeye karar vermiştir çünkü okulda hoşlandığı çocuk İspanyolca dersindedir. En sevdiği aktör İspanyol biridir. En sevdiği sporcu da Nadal’dır. Tüm bunlar birleştikten sonra İspanyolca öğrenmesinin şart olduğuna karar verir ve elinden İspanyolca kitabını düşürmez. En son kendine kendi Brick gibi söylediği kelimelerin sebebi de sesli çalışmasıdır.

Axe ise büyük bir bunalıma girmiştir ve ‘hiçbir şeyi beceremiyorum’ takıntısına takılmıştır. Bunun sebebi de maç esnasında elinden kaçırdığı topun kafasına çarpmasıdır. Arabasını park edemez, futbol antrenmanını batırır. Kafasını bir yerlere çarpar. Basket topunu parmağında çeviremez ve böyle gider. Hatta arkadaşları denge sorununun sebebinin kafasına aldığı darbe olduğuna inandırırlar ve Axe doktora gider.

Bu arada Anne iş yerinde her gelene araba satmaya başlamıştır ve bunun nasıl olduğunu çözmeye çalışır. İşin kötüsü annenin ve diğer çok satan adamın çıtayı yükseltmesi Bob’un iş yerindeki yerini tehlikeye sokmaya başlar. Patron “ Herkes satabiliyor, Frenkie bile. Ya sat ya da kendine iş bul, olmadı bu iki harika satıcı zaten senin yokluğunu aramaz” der.

Frankie hemen Bob’u teselli eder ve “ Nasıl yapıyorum bilmiyorum ama araba satıyorum. Sırrımı çözer çözmez ilk sana öğreteceğim” der. İlerleyen çalışma günlerinde Frenkie’ye bir güven gelir ve gelen müşterilerle çok ilgilenmez ama yine de satmaya devam eder. Hatta bir müşteri arabayı almak için yalvarır. Bir başkası ise “ Sizden araba almak benim için bir onur” der. Frenkie bir yandan böyle satış yaparken iş yerinde küçük aksilikler peşini kovalar. Birisi onun satış yapmasını engellemek için küçük numaralar yapar. Müşteriye ikram edilen kahveye bol bol kahve atar. Tam satış yapacağı an okuldan acil durum varmış gibi telefonlar gelir – ki Frenkie okula gider, yanlış alarm olduğunu öğrenip işe döner müşterisi onu beklemiştir –. Bir başka seferde tam satış anında yangın alarmına basılır. Ki bu da engel olmaz müşteri yine Frenkie den araba alır.

Tabi Bob yine Frenkie’nin yanında gözüktüğü için şüphe hep üçüncü elemanın üzerindedir. Sonra okuldan gelen telefonun Brick’in okuma yarışması ile ilgili olduğu ve bunu sadece Bob’un bilebilecek olduğunu evde anne ve baba konurken çözerler. Mike yine öfkelenir, Frankie onu sakinleştirir ve “ Bob benim dostum, onu kaybedemem, durumu çözeceğim” der ve iş yerine gidip Bob’la konuşur. “ Dün okuldan gelen çağrıyı kimin yaptığını bulmam an meselesi. Ona öyle şeyler yapacağım ki; aklın durur. Öldüreceğim, işkence edeceğim, hayatı dar edeceğim…” gibilerinden tehditlerde bulunur. Bu tehditlerden dolayı Bob çok kokar ve ağlama başlar. “Neden ağlıyorsun Bob” diye sorduğunda, “ O zavallı adam için çok üzülüyorum. Neler yapabileceğini bilse kesinlikle seni kızdırmak istemezdi” der ve ağlayarak tuvalete koşar. O an Frenkie’nin yüzünde kocaman bir gülümseme görülür.

Sonra okullar arası hızlı okuma yarışması iptal edilir. Sebep olarak da hızlı okumanın bir manası olmadığı önemli olanın anlama olduğudur. Brick popülerliğini bir anda yitirir. Arkasındaki Axe’da ki gibi gezen iki eleman onu anında terk eder ve eski haline döner.

Sue bir anda Japonya’dan gelen bir öğrenciden hoşlanmaya başlar. İzlediği bir filmdeki Japon oyuncudan çok etkilenir ve Japon bir sporcuya hayran olur. İspanyolca yerine Japonca çalışmaya başlar ama bir türlü beceremez. Bir kelimeyi kendi kendine söylemeye çalışır, birkaç kez dener, olmaz ve kitabı bırakıp evdeki eski haline döner.

Axe de antrenmanda batırmaya devam ederken bir anda şansı ile olmayacak bir sayı alır ve kendine güveni yerine gelir. Coştukça coşar ve eski günlerdeki yetenekli, ukala ve popüler olur.

Bu arada iş yerindeki geçici sihirli durum bitmiştir. Frenkie araba satamamaya başlar. En sonunda patrondan paparayı yer.

Bir sabah Mike ve Frenkie yataktan kalktıklarında evi eskisi gibi bulurlar. Brick kitap okurken, Sue bir kahvaltıya yardım etmeyi deneyip beceremezken ve Axe evde bokseri ile salak saçma yürürken.

Mike “ Sana bunun geçici bir durum olduğunu, her şeyin normale döneceğini söylememiş miydim?” der, tabi böbürlenerek.

Frankie’de “ Onları böyle seviyorum” der ve biter.

kalbime kötülük taht kuralı yirmi dört sene oldu

Hastanenin doğum servisinin temizliğinden sorumlu, elli dört yaşındaki Meryem Görkem’in, biraz da rastlantı sonucu, küvözdeki bebeklerin isim bileklerini değiştirerek ailelere farklı bebeklerin verilmesine sebep olduğu anlaşıldı. Herkes tarafından, sessiz, munis ve yardımsever bir insan olarak tanımlanan Meryem Görkem’in bunu yaptığına kimse inanamadı.

Polis sorgusu:

“ Neden yaptın?”

“ Her insanın içinde iyi ve kötü vardır; senin gibi, benim gibi. Hepimiz kötülüğe karşı savaşırız. Ben içimden, nefsimle, savaşırım; sen hem nefsinle savaşırsın hem de mesleğindir. Kimimiz kazanırız, kimimiz kaybederiz. İşte buna hayat denir. Ben kaybettim ve yenilgiyi, mağlubiyeti kabullendim. Benim kalbimin, vücudumun, beynimin galibi kötülük. Korkma şeytana falan da tapmıyorum.

Eğer bir gün sende de kötülük kazanırsa fark edersin ki, umarım öyle bir şey olmaz, o zaman her hareketinden önce kalbine kötülük gelir; nasıl kötülük yapacağını düşünürsün. Ben yıllardır sabah uyandıktan, gece uyuyana dek bunu düşünüyorum. Nasıl bir kötülük yapabilirim ve nasıl başımı derde sokmadan bundan sıyrılabilirim. Sadece bunu düşünüyorum. Elli dört yaşındayım ve kalbime kötülük taht kuralı yirmi dört sene oldu. Araştırmanız gerekecek çok bebek olacak. Sanırım bu konuda benden yardım istemeyeceksiniz. Çünkü bu bir iyilik olur ve ben bunu yapamam.”

9 Ağustos 2011 Salı

beyaz güvercin sorunsalı

Özgürlüğün simgesi beyaz güvercinlerdir. Sembolizmin dibine vurulduğu anlarda birkaç tane zavallı beyaz güvercin havaya atılır ve " Özgürlük!" diye bağırılır. Ey sembolizm şaklabanı. bu güvercini günlerce esir tutan sen değil misin?

İşin acı kısmı bazen bu güvercinler uçmaz. Esarete alışkınlıklarından.

benzetme

· Senin bu yaptığın fahişe gecelik para verip, sikmeden, kollarında uyumaya benziyor. Karda mısın zararda mısın muamma.

· Uzaylıların dünyaya barış getireceğine inanacak kadar uçmuşsun.

· Hiçbir sinek eceli ile ölmez o adama çok güvenme.

· Beli dönmeyen bir dansöz gibisin; memelerinle sadece bir yere kadar gelebilirsin.

· Çocuk kitapları yazan eroinman gibisin.

· Alkolsüz bira gibisin.

· Apartman çatılarındaki baz istasyonu gibisin. Çevrene mutluluk saçıyorsun ama yakınlarını kanser ediyorsun.

· Kapı kapı dolaşıp ansiklopedi satmaya çalışıyor gibisin. İnternet olmayan bir ülkede yaşamalısın.

· Hayatın boyunca hiç rejim yapmadığını iddia eden bir kadın gibisin. Kimse buna inanmaz ve kimse de inanmadığını sana söylemez.

· İşsiz ve yalnız bir kişisel gelişim kitabı yazarı gibisin.

· Madencilerin ortamda oksijen azaldığını tespit etmek için madene indirdikleri muhabbet kuşları gibiyim. Kimse beni sevmiyor.

· Amatör kümede gol kralı gibiyim. Kimse benden ne imza, ne de forma istiyor.

· Farklı olma çabası ile telefon mesajlarında noktalı virgül kullanan liseli çocuklar gibiyim. İşin kötüsü edebiyat hep zayıf geliyor.

· Astronot olmak isteyen ergen gibisin. Hayat hakkında en ufak bir fikrin bile yok

· Kesin dönüş yapmış Almancı gibisin; hiçbir yaz tatili bir ömür sürmez.

· Sabah fırından çıkmış taze ekmek kokusu gibisin diye şiir yazacak kadar kötü bir şairsin.

· 160 karakterlik aşk mesajları kitabının yazarı gibisin. Bir de utanmadan kendine şair ve yazar diyorsun.

· İzlendikten bir ay sonra unutulan filmler gibisin.hatırlatsana seninle gülmüş müydük, ağlamış mıydık?

· Ankaralı bir sörf hocası gibisin. Gazete ilanları ile iş bulamazsın.

· Kravat bağlamayı bilmeyen başbakan gibisin.

· Kravat bağlamayı sevmeyen başbakan gibisin.

· Eski sevgilisinin başına kötü bir şey geldiğinde gülecek adamlardansın; senine yola çıkılmaz.

· Senin bu yaptığın bir kediyi nankörlükle suçlamaya benziyor. Benim doğam böyle

· Hava durumu sunucusu gibiyim. Kimse ne söylediğimi tam dinlemiyor.

mafya benzetme

  • Mafya babasının kedisi gibiyim. Her şeyi bilirim ama konuşamam

  • Mafya adamlarının kullandıkları silah gibiyim. Seri numaram silineli çok oldu. Kimse izimi bulamaz.

  • Tüm mafya üyeleri gibiyim. Güzel kıyafetleri, kalbinim çirkinliğini gizlemek için giyiyorum.

  • Mafya liderinin sağ omzundaki iyilik perisi gibiyim. Konuşuyorum ama kimse beni dinlemiyor

  • Mafya ailesinin aşçısı gibiyim. İşimi iyi yapmaktan başka şansım yok.

  • Mafya babasının stilist oğlu gibiyim.

  • Mafya babaları, üvey babalar gibidir. İkisi de anamızı siker, sesimizi çıkartamayız.

  • Hobisi nakış olan bir mafya babası gibisin.

  • Her sene hacca giden mafya tetikçisi gibisin.

  • Öldürttüğü kişilerin ailelerine bakan mafya babası gibisin. Hayatta telafi diye bir şey yok.

  • Uyuşturucu işine girmeyi reddeden mafya ailesi gibisiniz. Sanki kadın satmak, haraç ve kumar helal

  • Her üç ayda bir Kızılay’a kan bağışlayan mafya tetikçisi gibisin. Ruhunu, içini böyle temizleyemezsin.

  • Kurbanlarının organları bağışlansın diye bitkisel hayata sokan mafya tetikçisi gibisin. Bir kişi öldürüp, birçok kişinin hayatını kurtararak yırtacağını sanıyorsun.

7 Ağustos 2011 Pazar

pazartesi - iyi kötü sorunsalı

Bana en çok gelen sorulardan biridir pazartesi için deliren sadık güruhum. Neden listemde iyi insan olmalı, muhtaçlara yardım etmeli gibi iyi niyet mesajları vermiyor muşum? Bunu soran düz zekalılara seslenmek isterim. Tüm dünyayı iyilik sarsa buna karşılık olarak kötülüğün şiddeti de artmaz mı? Rakamlar üzerinden gidelim. Şu an iyilik 40 birim, kötülük 60 birim. Bir listemle iyiliği 95 birime kadar yükseltirim. Kalan 5 birimlik kötülük gerçek kötülük olur. Ve o 5 birim dünyayı yerle bir eder.

  • Kusursuz paralel park etmeli
  • Korkunca çığlık atmamalı
  • 2. dünya savaşı uzmanı olmalı
  • Arada bir inzivaya çekilmeli
  • Planking olayına kesinlikle girmemeli

Dengeler… Dengeler… Dengeler… Başarısız, kalbi kötülük için atmayan kötüler; gerçek kötülerin kötülüklerini engeller. Gerçi aynı şey iyilik için de geçerli. Kötülük öğütleyip, iyiliğin kazanmasını sağlamak mümkün ama arada geçen maddi ve manevi zarardan çekiniyorum.

5 Ağustos 2011 Cuma

şüphe 4

Sevgililer üçüncü buluşmalarında ilk kez öpüşmüşlerdi. Dokuz saniye sonra, erkek;

“ Hani ilk sevgilin bendim.”

Kız korkarak,

“ Sensin. Nerden çıkarttın bunu?”

“ İlk kez öpüşür gibi öpüşmüyordun.”

“ Bunu nasıl anlayabilirsin ki?”

“ Senden önce de birçok kez daha önce hiç öpüşmemiş kızlarla öpüştüm.”

şüphe 3

“ Gece ben uyuduktan sonra dışarı çıktığından şüpheleniyorum. Pantolonunu sandalyeye akşam astığının ters yönünde asmışsın. Montunu askılığının en sol askısına asmıştım, şimdi ise solun bir yanındaki askıda. Ayakkabılarını dışarı doğru çevirmiştim, çıkarken rahat giy diye ama şimdi içeriye doğru bakıyor ve keratayı ters asmışsın. Anahtarlığın montunun sol cebindeydi, şimdi ise sağ cebinde. Cüzdanında 169 lira vardı şimdi ise 119 lira var. Arabanın benzin göstergesinde geldiğinden daha çok benzin var. Kilometre sayacında ise eve geldiğinden 29 kilometre daha fazlasını gösteriyor.
Ben sabah beşte arabayı kontrole indiğimden asansör bizim kattaydı ve şu an bizim katta bizden başka kimse oturmuyor. Kadın kokmuyorsun. Sevişme ertesi sabahlardaki yüzünde salak ifade yok. Seni bu kadar sıkıştırmış olmama rağmen panik yapmadığına göre gecen bir kadınla geçmemiş. Zaten cep telefonun temiz; ne aramış, ne aranmışsın. Bir de unutuyordum pijama altını düz giymişsin, gece yatarken tersti. Peki gece ne yaptın?”
“ Dolaştım.”
“ İyi.”

şüphe 2

“ Bence sen benden bir şeyler gizliyorsun.”

“ Elbette.”

“ Ama karı koca birbirine her şeyi anlatmalı gizlememeli…”

“ Bugün duyduğun en saçma şey bu.”

( İki dakika sessizlikten sonra)

“ Beni aldatıyor musun?”

“ Hayır.”

“ O zaman ne gizliyorsun?”

“ Birçok şey.”

“ Ne mesela?”

“ Mesela… Mesela… Mesela ablanın donunu gördüm dün bizdelerken. Eğilirken açıldı.”

“ Saçmalama başka?”

“ Dayın sigarayı bırakmamış.”

“ Şüpheleniyordum zaten. Ölecek aptal ya. İki kez kalp krizi geçirdi. Başka?”

“ Başka… Başka babana biraz borç verdim.”

“ Neden?”

“ Sormadım, istedi, verdim.”

“ Bunu neden benden gizledin?”

“ Gizlemedim ki; sadece söyledim.”

“ Aynı şey, peki parayı ne zaman verdin”

“ Akşam iş çıkışı, ondan biraz geç geldim.”

“ Bak haklıymışım benden bir şeyler gizliyormuşsun, nasıl anladım?”

“ Haklıymışsın uyuyalım.”

Adam o akşam karısını aldatmıştı.

Şeytan, taşlayana bir daha bulaşmaz mı sanıyorsun? şüphe 1

Necdet. Evinde karnından deşilmiş olarak bulundu.

“ Söyle bakalım Murat komiserim. Sence kim öldürdü Necdet’i”

“ Bir şey söylemek çok zor komiserim. Kapıda zorlama yok. Evde hiç ipucu yok. Çıkmazdayız.”

“ Kaç şüphelimiz var?”

“ Sıfır, ne alacaklısı, ne borçlusu, ne kanlısı ne düşmanı varmış.”

“ Hayda! Adamın karısı nerdeymiş olay anında, çocukları?”

“ Çocukları şehir dışında işteler, karısı da yürüyüşe çıkmış komiserim”

“ Bu kadın benim midemi bulandırıyor Murat komiserim. Elli yaşında tostoparlak kadın. Ne yürüyüşü lan? Ulan zayıflamaya şimdi mi karar vermiş bu? Ee sorgusuna kim girdi?”

“ Henüz sorgulayamadık efendim. Durmadan ağlıyor. Tam susuyor, yanına gidip bir şey sormaya çalışıyoruz tekrar makaraları salıyor.”

“ Ne biliyoruz bu kadın hakkında?”

“ Elli yaşında. İlkokul mezunu. Mazbut ev kadını.”

“ Bence bu işi bu kadın yaptı.”

“ Hacca gitmiş kadın efendim. Yapar mı öyle şey. Öldürebilir mi kocasını?”

“ Hacılar adam öldüremez mi komiserim? Nasıl bir mantık bu? Elimizde adam gibi bir sistem olsaydı sana hacı suçlular listesini gösterirdim. Gerçi çoğu suçlu af için hacca gider. Ama kimisi de hacdan sonra suç işler. Şeytan, taşlayana bir daha bulaşmaz mı sanıyorsun?”

“ Hayır efendim ama ne biliyim. O yapmamıştır gibi geliyor, elimizde bir sebep de yok.”

“ Kalk şimdi kadının evine gidiyoruz, konuşmak için. Yine ağlarsa alırım burada iki gün sorgular öttürürüm.”

Kadın evinde yine sadece ağladı konuşmadı. Polis merkezine geldi; ağlamalarına bayılmalar eşlik etmeye başladı. Hatta sinir krizi bile geçirdi. Krizi geçti ağlamaktan iyice yoruldu ve öttü. Necdet, “ Boşayacağım seni” demiş o da öldürmüş. İtirafından sonra hiç ağlamadı.

Her aşkın gözü toprağa bakar

Adam deli gibi sevmişti kızı. Kara sevdalıydı, obsesifcesine aşıktı; başka bir şey düşünemiyordu. Kız da sevgiye açtı. Babasının sarılmadığı kızlardandı; haliyle bu sevgi çok hoşuna gitti. Çocuk önce bir kupa bardağa resmini bastırttığında buna bayıldı. Sonra ikisinin bir karikatürünü yaptırdıklarında daha çok sevdi. Adam baktı kız bu tür şeylerden hoşlanıyor bir resim öğrencisine makul bir fiyata karakalem resmini yaptırdı; kıza böyle hediyeler verdikçe kız daha da mutlu oldu.
Adam birçok sokak ressamına, resim öğrencilerine kızın resmini yaptırır oldu. İlk zamanlar sevgisizlikten çekingen olan kız, bu hediyelerle kendini daha çok sever oldu hatta narsisliğe doğru yol almaya başladı. Kendi resimlerine bakarak uyur, saatlerini ayna karşısında geçirir oldu.
Adam son numarası olarak kızın heykelini yaptırdı. Birebir boyutlarda ellerini kucaklar gibi açan ve gülümseyen bir heykel. Her heykel gibi biraz soğuk olsa da kız bunu çok sevdi. Kız delirmişti. Adam çat diye sordu “ Benimle evlenir misin?” kız adama değil heykeline bakarak cevap verdi “ Evet”.
Evlendiler. Zaman aktı ve cicim aylarından sonra aşkın gözü toprağa bakmaya başladı. Adam hediyeleri azaltarak kesti. Kız da daha normal bir insan olmaya başladı. Çocukları falan oldu, yuvarlanıp gittiler.
Evliliklerinin üçüncü yılının bir sabahı adam sordu?
“ Benim mavi boxerım nerde?”
Kız cevap verdi?
“ Heykelimin sol koluna takılı, kurusun diye oraya asmıştım.”