26 Nisan 2016 Salı

pazartesi - Çin halk cumhuriyetine bir takım temaslar

Çin halk cumhuriyetine bir takım temaslar yapmak için gidesim geldi ve üşenmedim gittim pazartesi koministleri. Sağolsunlar beni her ülkede olduğu gibi şatafatla ağırladılar. Pekin’de geçen zamanımda o kadar çok havai fişek attılar ki; her yeri duman kapadı, ben dönerken hala her yer dumandı. Asıl şoku ise sürpriz olsun diye bir kasaba girdiğimde yaşadım.

*Uzaklarda da aramamalı
*Her şeyi zamana bırakabilmeli.
*Gerçekleştiremeyeceği vaatler öne sürmekte bir sıkıntı görmemeli.
*Gittiği partilerde parti içi muhalefetle arasına görünmez bir duvar örmeli.
*Açıklama yapmadan önce “açıklama yapıyorum” diye başlamalı.
*Yabancı şarkıları Türkçeye çevirenleri közle uyarmalı.
*Yabani muhabbet kuşları yetiştirmekten bir süre sonra vazgeçmeli.


Dükkanda kasabın yanında ben duruyordum. “Heykel mi?” diye Çince sordum şaşkınlıktan. “3D yazıcıdan çıktınız aldık” dediler Türkçe. Malum ucuz iş gücü, “Ulan bir kez de kendimiz için çalışalım!” demişler ve kişi başına bir tane benim çıktımdan koymuşlar. Komünist ülke, komünist parti genel sekreterine baktım onda da çıktımdan bir tane vardı. İlk dört saat sonra alışıyorsun da. Şimdi yakın, yıkın ya da gömün desem arada ben de giderim diye koktum ve sadece ülke dışına çıkartmalarını yasakladım. Zaten Çin kapalı kutu, içeride ne oluyor kimse bilmiyor.

18 Nisan 2016 Pazartesi

pazartesi - tetrafon

Teknoloji entegrasyonum sonunda tamamlandı ve emektar tetrisim aynı zamanda cep telefonum oldu pazartesi ankastreleri. Bu işlem boyunca pili hiç çıkartmayarak kırk yıldır devam ettiğim ve yanmadığım oyunuma devam etmemi sağlayan bilim kadınları konseyine teşekkür metni hazırlıyordum ki; bir anda telefonumda bir kadın silüeti belirdi.

*Bakanlar kurulunu topladığım zaman çayı koyu demlemeli.
*Yatak odasının altında yatır olmalı.
*Bana verdiği hediyeleri ona geri hediye etmeme bozulmamalı.
*Eğer bir duvar yıkması gerekiyorsa hiçbir matkaptan kaçınmamalı.
*Önerilerini başkasına, önergelerini bana saklamalı.
*Bahanelerin arkasına saklanmamalı, bahaneler onun arkasına saklanmalı.
*Camları keskin değil de daha yuvarlak hareketlerle silmeli.


Kadın olmasına kadın ama öyle gözler çok büyük. Neyse oyunda devam ettim. Birkaç saat sonra yine aynı kadın ama bu sefer yaşlı, yine bir şeyler diyor. Hemen bilim kadınları konseyini topladım ve ne yapabileceğimizi konuştuk. Biri “Açıp kapatsanız, makine kendine gelir”, dedi. Tabi ortam bu kesti. Konsey kendi içinde karar aldı ve kadını dövdü. Şimdilik el mahkum arada o kadını izliyorum. Kısa ve efektli konuşuyor.

11 Nisan 2016 Pazartesi

pazartesi - kendi kendine reset atma

Her ne kadar film izlemeyi zaman kaybı olarak görsem de; çizgi filmlere karşı, o derece bir önyargım olmamıştır pazartesi çiziktirimleri. Küçükken dikkat çekmek istemediğim zamanlar çizgi film izlemek istediğimi söylerdim. Bu beni otomatik olarak diğer çocuklardan biriymişim gibi yapardı.

*’Çok kısa bir süre’’den onun anladığı ile benim anladığım aynı olmalı.
*Finansörlerimiz ve masörlerimiz ayrı olmalı.
*Korktuğu zaman göz bebekleri ile paralel olarak yumrukları da büyümeli.
*Hayatı boyunca hiç manevi tazminat davası açmak zorunda kalmış olmamalı.
*Bindiği hiçbir asansörde aşırı yük sesi çıkmamalı.
*Yürümeyen merdivenleri tercih etmeli.
*Telgraftan vazgeçmemeli.


Benim çizgi filmimin çekmek istediklerini duyunca bir tedirgin oldum. Ya iyi çizemezlerse? Benim animasyonumu yapın o zaman dedim ve her hareketimi algılayan aparatlardan taktım. Yürüdüm, takla attım falan. Tüm hareketlerimi bilgisayara geçiyorlardı ki. Bilgisayar kendi kendine reset attı. Bu bir mesaj olmalı, diye sesli düşündüm ve vazgeçtim.

7 Nisan 2016 Perşembe

:-*

:-*

-Hasan Celal Güzel’e-
Maceraya biraz ara vermiş, bir çöp varilinin üzerinde çömelmiş hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Tam iki litre su içmiştim ama dilim damağıma yapışmış durumdaydı. Sol tarafımdan iki dilenci geldi. Anneannem dilenci dediğimi duysa çok kızar, “Hayırcı onlar, hayırcı” derdi. Çoklu organ yetmezliğinden ölmek üzere olduğunda beyni hala ona fazlası ile yetiyordu “Evlen aptal oğlum evlen artık, evlen” derken de öldü, birkaç nefesi kalmış olsalarl da evlen demeye devam ederdi. Ne kadar da acı sonsözler. Birçok şey biliyorum ama insan ölünce dünya ile ilişkileri kesiliyor mu bilmiyorum. Sırf bu bilgi için bildiğim her şeyi unutmaya da razıyım.
Merhum anneannemi kızdırma pahasına, üstüne basa basa tekrarlıyorum ki; dilenci(!) çift yanıma geldi ve alçak sesle bir şeyler mırıldanıp ellerini açtılar. Dilenme ve para konusunu daha önce birçok kez düşündüğüm için karar vermem çabuk sürdü. “Allah versin, Allah versin” diyerek yüzlerine bile bakmadım. Onlar da yüzüme bakmadı. Yüzüne bakmadığım birinin yüzüme bakmadığını nasıl mı biliyorum? Biliyorum işte. Zaten hikayeye ‘maceraya biraz ara vermiş...’ diyerek başladım. Var bende birkaç numara.
Olaya gireyim o zaman, vaktim dar. Uçmalı lazerli, pelerinli maskeli biri değilim. Sadece iyi tat alabiliyorum. Kanserin tadını. Hatta tadından hangi evrede ve hangi organda olduğunu da tespit edebiliyorum, uzmanlaştım artık. Kanserli tüm hikayeler üzücüdür. Ama benim bu özelliğimi nasıl keşfettiğim o kadar da hüzünlü değil. Her şey yağmurlu bir Salı öğleden sonrası başladı…
Annemin günü vardı. Okula gitmemiş, sabah parkta çekirdek kola yapmış, sonra bir saat internet kafede counter atmış (bakmayınız: counter, saçma sapan bir oyun) ve sonra da arkadaşlarla biraz top oynamıştım. Tastamam on beş yaşındaydım. Derse girsem bu kadar yorulmazdım. Okulun dağılmasına nişanladığım eve dönüşümde de, beni iki düzine kadar kadın ayakkabısı karşılamıştı. İstemeye istemeye kapıyı çaldım. Annem sahte ve kocaman gülümsemesi ile bana devasa bir hoş geldin yavrummm, dedi ve içeri buyur etti. Ve ekledi, hadi misafirlerimize hoş geldin de…
Sol baştan başladım el öpmeye. Hayır, çeneni sürtsene; yok, illa öpeceğim, (bir ara bkz: S.Freud) dudaklarım kurumuşken sıra Yurdanur Teyze’ye geldi. Onun elini öperken de dudağıma acayip bir tat geldi. En zor kısma geldim. Daha önce hiç tadılmamış bir tadı birine anlatmak.
İlkokuldayken hiç kivi yememiş bir arkadaşımıza öğretmenimizi kiviyi; salatalık ile çileğin karışımı gibi düşün, demişti. Daha önce tadılmış iki şeyin karışımı değil ama kanser. Gurme takımı gibi; damağımda lezzet bombaları patlıyor ya da dilimde üstünde sanki bir çingene ailesi kendi kendine eğleniyor falan da demeyeceğim. Çok acayip bir tat. Biraz anlatmayı deneyeceğim ama. Bir kere ilk tattıktan sonra bu ne gibiydi diye düşünüp durdum. Eski bir tat gibi, bir çocukluk anısı gibi bir şeyi var. Öyle yeni denenmiş bir şey gibi değil. Tat değil ama etki olarak kıyaslarsak; tarhana çorbası ile suşi aklıma geliyor. Bana tadı tarhana çorbası gibi gelmişti. O kadar eski ve o kadar benden, öyle suşi gibi değil. Sonra mübareğin tadı dakikalarca dudağında kalıyor. Yalanıp duruyorsun istemsizce. Bu etki de ilk öpüşmemden sonra otobüsle eve giderken yaşamıştım. Dilim dudağımda gezmişti yol boyunca ve suratımda salak bir sırıtma vardı. Ve eklemem gereken kısım kokusu.  Var ama dudağın değmeden kokusunu alamıyorum. Sanki burnumdaki duyargaçların tetiklenmesi için dudağımın temas etmesi gerekiyor gibi. Neyse sonuna geçeyim. Pek anlayamayacağınızın farkındayım. Özlemiyorum. Bir kanser hastası olsa da öpsem gibi bir his hiç yaratmıyor. Ama olunca da kendimi tutamıyor, bu benzersiz lezzete asla hayır diyemiyorum.
İki ay sonra Yurdanur Teyze’nin kemoterapiye başladığını duydum, dört ay sonra da öldüğünü. Bu sürede iki kez gördüm onu ve her ikisinde de hem elinden hem de yanaklarından öptüm. Pankreas kanseriymiş. Pankreasın tadı biraz daha yoğundur. Aslında tüm kanserlerin tadı aynı, ben yoğunluğundan ne kanseri olduğunu anlayabiliyorum.
Ateş düştüğü yeri yakar. Ne ailemden, ne arkadaşlarımdan biri henüz kanser olmadı; ki düzenli kontrol ederim hepsini. Hep ikinci dereceden hissettim. Dayıoğlum ya da kankamın kız arkadaşının kanseri çok etkilemedi beni. Üzüldüm ama başka bir konuya zihnim çabuk geçebildi ya da sabah uyandığımda bu duygu ile uyanmadım.
Düzenli kontrol derken bazen beni kendimi elimi öperken görebilirsiniz. Tamamen kontrol amaçlı. Bir de terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Umarım kendimde tadı alabilirim. Erken teşhis süreyi uzatır.
Gel gelelim benim bu özelliğimi nasıl kullandığıma. İlk beş sene hiçbir şey yapmadım. Öyle çok düşünmedim de bu durumu. Birkaç uzaktan tanıdığı öptükten sonra, “mutlaka bir hastaneye git, seni hiç iyi görmedim” gibi şeyler söyledim. Dinleyen de oldu dinlemeyen de; keyifleri bildi ve evet hepsi öldü. Sonra ergenliğin son düzlüğünde de bir seçilmiş insan psikolojisine girdim ve bu özelliğimi en iyi şekilde kullanmakla yükümlü olduğum bilinci çöktü. İşte o zaman çok düşündüm.  Ne yapabilirim? Birkaç sene de bunu düşündüm.
Kalabalık ortamlara sızıyordum. Düğün cenaze falan hiç kaçırmıyordum. “El öpenlerin çok olsun” lafını duyup duruyordum ama çevremden taşmam lazımdı. Daha çok insanı öpmeliydim! Daha çok!
Sonra bir bahar akşamı kuruyemişçiden çıkarken takım elbiseli güler yüzlü, tonton bir adam benimle tokalaştı ve öptü. Şap şap! Ne olduğumu anlamadım. Elimi de bırakmadı, gözlerimin içine içine baktı birkaç saniye ve “Oyunuza talibim” dedim. Sonra da bir başkasını öptü, sonra bir başkasını daha, bir başkasını, bir başkasını… İşte o an bende ışık yandı.
Merkez sağda hemen kendime bir yer buldum, ki keşke solda yer bulsaydım. Gerçi konjonktür değişir oraya da geçerim. Çünkü sağcı kadınların bir kısmı ellerini bile vermiyor. Bugün partimizin olağan genel kurulu var. Her ilden delegelerimiz ve onları kiraladığı otobüslere binip kumanya karşılığı gelmiş binlerce kişi burada; bir spor salonunda tıkış tıkış ve manasızca duruyor. İki tribünü öptüm ve hoşgeldin’ledim. Kalan iki tribünü ise sigaram bittikten sonra öpeceğim. Durum çok kötü değil. On bir kanser teşhis ettim ve ne yazık ki beşi Karadeniz bölgesinden. Sabah hepsini gizli numaradan arar ve durumlarını bildiririm. Çoğu dinlemez beni. Telefon mutlaka yüzüme kapanır. Ama akıllarının bir köşesinde de yer eder. Sonrası onların bileceği şey.
Hikayenin başındaki dilencinin bana bakmadığını nasıl anladığıma gelince. Onu da başka zaman anlatayım. Görev beni bekler. Hadi hepinizi öptümmm…




4 Nisan 2016 Pazartesi

pazartesi - steteskop çetesi

Hekimlik müessesi ile dokuz kuşaktır süren kan davamızın en sıcak günlerini yaşıyorum pazartesi stresteskopları. Bu beyaz önlüklülerin büyücü gibi gezip, insanların kendi kendine iyileşmelerinden kendilerine pay çıkarmasından nefret ettiğim için biraz düşündüm ve harika bir plan yaptım. Planım  o kadar iyiydi ki, daha önce aklıma neden aklıma gelmediğini günlerce düşündüm.

*Sosyolojik öngörüleri psikolojik öngörüleri ile çatışmamalı.
*Toplumun her kesimini barıştırmamdan doğan rahatsızlığını tripleriyle göstermemeli.
*Eski sevgililerini eskiciye verip karşılığında mandal almalı.
*Kokum hala üzerindeyken alışverişe çıkmamalı.
*Haftalık sağlık raporu almalı.
*Pinpon oynarken şaka yapabilmeli.
*Gözlerinin içi güldüğünde dudakları gülmese de olmalı.


Hemen dünya bankasına gittim ve biraz para rica ettim. Sağ olsunlar neleri varsa verdiler. Sonra da hemen internetten tüm steteskop fabrikalarını satın aldım. O kasap kılıklıların en önemli silahlarının kaynağı bende. Bittiler! Üretimi de durduruyorum. Çok merak ediyorlarsa kalp atışlarını, tansiyonu hastanın vücuduna kulaklarını dayasınlar. Söz veriyorum. Beş yıla bunların hepsini işsiz bırakacağım. İlla çalışmak istiyorlarsa kasap olsunlar.