27 Aralık 2010 Pazartesi

o kadar mı sevdin? o kadar mı yalnız kaldın?


                ----   k.c

O kadar mı yalnız kaldın?

Gözlerin parlayarak anlattığın o hikayeler nerede şimdi?

Nasıl sırtını dönüp vazgeçebildin?

Bir başka sebebi olmalı…

 

Yoksa;

 

O kadar mı sevdin?

Her şeyi bir ardında bırakıp gidebilecek kadar,

Hayallerini, anılarını silebilecek,

Arkanı dahi dönmeyecek kadar.

 

Beni sevememeni şimdi daha iyi anlıyorum.

Ben seni o eski hikayelerinle sevdim.

Sen ise yeninin hayalindeymişsin.

 

Gözlerin farklı bakıyor ve daha farklı yürüyorsun.

Yeni sen de muhakkak iyidir

Yeni bir trajediye kapalıyım bir süre

Belki zaman beni yine sana getirir.

26 Aralık 2010 Pazar

Kediler Hakkında 100 şey

  1. He-man’i sırtında taşıyan kedimsi ne ilginçti. Başka da insanı sırtına alan kedi anımsamıyorum.
  2. Bir Tatlıses şarkısıydı nankör kedi. Vurdun kapıyı gittin. Sevmek dedin, sevmedik mi….?
  3. Ben Kuzu’yu tutuyordum, Mu ise şişe suyu kapağına doldurup Kuzu’ya içiriyordu. Yandaki arabanın arka koltuğunda oturan kız ise bize gay çiftmişiz gibi bakıp gülüyordu.
  4. İleride katil olacağına emin olduğum tek kişiydi yan apartmandaki piç. Kedi yavrularını apartman boşluğuna atmıştı küçükken.
  5. Mart ayının seranatçılardır kediler.
  6. Arabaların altına en iyi girenler olsalar da bir kez dahi topumuz almadılar.
  7. Armut, sen gittin ve zaten bitecek olan bir hikâye de bitti.
  8. 4 ve 9. Dört ayak üzerine düşebilen dokuz canlı.
  9. Konuşan kedi vardı bir ara. Doksanların ilk yarısıydı muhtemelen. 900’lü hattı bile vardı; kim bilir belki arayanları bile.
  10. Antalya’da bir yaz öğleni, yerde yatan bir farenin bağırsakları ile oynuyordun.
  11. Ben seni poşet sandım.
  12. Sabahın körünce balkonda bulunan dört yavru. Allah’ın hadi sende cennete gel demesi gibi…
  13. Kedi taklidi yapan kadınlar hayal ederim bazen.
  14. Kedi köpekten iyidir.
  15. Avcı, güvercin katili.
  16. Kötü kedi Şerafettin. En güzel sıfat tamlamalarından biri.
  17. Bir de Hidklif vardır. Doğru yazılışını çok umursamıyorum. İşte o çizgi filmde çete lideri bir kedi vardı. Onun çetesini konumlandırdığı yerin, Organize İşlerdeki çetenin kurulumuyla çok benzediğini düşünürüm hep.
  18. Belgesel katillerinin uzaktan akrabaları.
  19. Ne zaman geceyi yaran bir mivaylama duysam, deprem olacak diye korkarım. Size bu konuda güvenebilir miyim hiçbir fikrim yok.
  20. Ön ayaklarını öne eğmiş, kuyruğun havada düşündüm seni. Zıplayıp, saldıracak gibisin.
  21. Neşen yerindeyken o garip hırıltıyı neden çıkarıyorsun?
  22. Kız arkadaşım beni evine attı, sevişmeye başladık ve bir anda kedisi odaya girip bana hırlamaya başladı. Kız arkadaşım kediyi bir odaya kilitledi ve devam ettik.
  23. Tatilde bir sabah etrafımda dolanan gri bir kediye bir dilim ekmek atmıştım. Yemedi tabi.
  24. Güneydekilerinizin neden kafanız kafası daha küçük?
  25. “Bak bak bak! Canlı canlı yiyor!” demişti dedem, uzaktan bir akrabanın belgeselde bir zebrayı yıkıp yiyişini gösterirken. Ben çok bakamadım elbette.
  26. Dengenizin temelinde bıyıklarını varmış. Çok ilginç ya. Gerçi bizimde kulağımızın içindeki kılcıkların etkili olduğunu duymuştum. Bu da çok ilginç
  27. Küçücük bir tekir yavrusuydu. Boynunda nazar boncuğu olan bir tasması da vardı. Hiç âdetim olmamasına rağmen elime aldım ve oynamaya başladım. Leş gibi kokuyordu, bıraktım.
  28. Hiç köpek tarafından yakalanan kedi görmedim. Kediler bunu bilmiyor sanırım; yoksa rehavete kapılır ve yakalanırlardı.
  29. Aklımda çirkin, çiftleşememiş dişi kedilerin sahipleri tarafından sakinleştirilme anıları var ama yazmayacağım. Kulak çöpü… öögghh!
  30. “Pisi pisi pisi pisi” dünyanın her yerinde kediler aynı şekilde mi çağırılıyor ki?
  31. Kedi denilince aklıma nedense öncelikle tekirler geliyor. Sarı sarı.
  32. Ne kadar çok kedisi olan insan tanıyorum ya.
  33. Kendini kedilerine adayan kadın prototipi var aklımda. Aldatılmış, erkeklere küsmüş, erkelere hatta insanlara güvenemeyen, makyaj yapmayan hatta kaşlarını dahi almayan kadınlar. Tüm sokağın kedilerine bakarlar.
  34. Kediseven sokağı; karanlık, ürkütücü bir sokaktır. Dar sayılabilecek bir sokak olmasına rağmen geceleri arabalar dik park eder. Kaç gece fahişeler iş tutmuş, sarhoşlar kusmuştur yerlerine. Yine de sayılı güzel sokak isimlerindendir.
  35. Bir tanesi bizim balkondan girip. içeride kutuda beslediğim dört civcivin ikisini yemişti. Civciv yemeyi bıraksalar, kamuoyunda çok daha sempatik olabilirler.
  36. Çöplerin içindeki parlak gözlerin sahibi.
  37. Ne zaman cırmalanmış bir el görsem müsebbibini bilirim.
  38. “Pist!” dedim gitmedin.
  39. Dünyanın en eski kan davasının taraflarıdır kedi ve köpek.
  40. Kediye benzemek için bir dizi estetik ameliyat geçiren bir kadın vardı. Sonuç elbette korkunç.
  41. Bir misketin peşinden koşarak neşelendirmiştin beni. Belki de yirmi yıl önce.
  42. Yemek artıklarını bir gazete kâğıdının üzerinde koyup sokaktaki kedileri besleyen insan. Nefise Teyze.
  43. Bir deprem enkazından çok uzun süre sonra çıkmış bir kedinin halini görmüştüm. Bir deri bir kemikti ama yaşıyordu.
  44. Tokluk hissinde yokmuş, tokluğun yoksa açlığın da yoktur.
  45. Dilan vardı bir de. Yeşil, korkunç gözlü.
  46. Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi, fareden korktu kedi, kedi fırrr uçuverdi. Ne güzel şarkıymış ve aklıma başka kedili şarkı da gelmiyor, derken geldi. Candan Erçetin’in kedili şarkısı. “Bahane” ilginç bir şekilde sözlerini yazan kadın ile konuşmuştum.
  47. Karanlıkta korkunç oluyordu bazılarının gözleri.
  48. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde kışların Erzurum ya da İstanbul’da çok soğuk geçtiğini; öyle ki damdan dama atlayan bir kedinin havada donduğunu, baharda çözülüp yoluna gittiğini yazmış.
  49. Kedim olsa adını kedi koyarım.
  50. İstanbul’da bir belediye kedi yakalamak için Hollanda’dan ekip getirmişti. Düzenek basitti, yemeği kafesin içine koy, kedi içeri yemeğe gidince kafesi kapat.
  51. Çöpçüler Kral’ında rahmetli Kemal Sunal da sırtında bir çuval kediyi sinirden sokağa salıyordu.
  52. Evlenememiş, çocuksuz kadınların delirmelerini engelleyen inanılmaz bir hayvandır kedi.
  53. “Biz ılımlı satanistiz, sadece kedi dövüyoruz” diyen bir karikatürü anımsadım.
  54. Acaba insanlar kedi yeseydi, sokaklarda kedi kalır mıydı?
  55. “Dört mezhepte de evde kedi beslemeyi yasaklayan bir durum” yok demişti Mehmet. Kendi kendini temizleyebilen bir özelliği varmış mahlûkatın.
  56. Bir de Buse’nin annesi var, kediler için ev açmış, bir gün tanırsam soracağım çok soru var.
  57. Hiç ağlayan kedi görmedim.
  58. “Lanet olsun böyle aşkın ızdırabına”, deniliyor bazen ve insan kedisinden kurtulmak istiyor. İşte o zaman şehrin öteki ucuna bırakılıyor kedi. Tatsız bir veda. Ve bazen kedi bir şekilde evi tekrar buluyor. Tatsız bir buluşma. Acaba o zaman kedi sahibi vicdan azabı çekiyor mudur? “Beni çok seviyor, beni buldu”, diye? Ya da “Yine geldi lanet olasıca! Gelecek sefer daha uzağa bırakmalıyım mı?” diye düşünülüyor mudur?
  59. Kedisini öldüren adam. Ne kadar uzağa bıraksa da geri gelen kedisini öldürdü. hamiş: 59. seferde farklı bir şey yakaladım. Buradan bir ders çıkartılabilir
  60. Ölümden devam. Kedi kesen satanistler. Acaba kedinin bakire olması önemli mi?
  61. Eski mısırda kedi mumyası olduğunu biliyorum.
  62. Acımasız bir katil olan mafya babasının koltuğunun sağ kolçağında duran ve kafası sevilen kedi. Kim bilir verdiği sakinlikle kaç hayat kurtarmıştır?
  63. Patisinin ortasına bastığımda pençeleri çıkıyordu. Sanki düğmeye basmışım gibi. Düğme teknolojisinin çıkmasında ya da gelişmesinde bu durumun bir etkisi var mıdır? Cevabını asla bilemeyeceğim bir soru daha.
  64. Twitty geldi aklıma “Sanki bir kedi gördüm “ diyen. Sevemedim seni pis sarı kafes kuşu.
  65. “Tom, iri kedi demektir, Amerikalılar isim verirken manaya bakmazlar. Örneğin, Tom Cruise.” Yıllardır aklımda bu cümlesi var.
  66. 11 numarada oturan öğretmen çiftin büyük sarı kedileri. Yanından geçerken korkardım.
  67. Bir sabah uyandığımda karşındaki kanepede uyuyordu bir tanesi, beyazı bol ama siyah bölgeleri de vardı. Ben ona baktım, o bana baktı. Höyt, dedim kaçtı.
  68. Sokak kedileri için sokaklara bir kapta su bırakmak.
  69. Bir Cuma öğleni, ölü kedi yavruları, esat,
  70. Hayvani özelliklere sahip süper kahramanlardan hiç kedi adam anımsamıyorum. Kedi kadının ise gönlümüzdeki yeri ayrıdır.
  71. Kediler ve tavuk ciğeri. Çok severim ben de.
  72. Tom ve Jerry ise mevzubahis, her zaman Tom.
  73. Köpek aptaldır, sahibi yemek vermezse açlıktan öleceğini sanır ondan sadıktır. Kedi ise bilir ki rızık Allah’tandır. Ondan sahibine köpek gibi bağlanmaz.
  74. İki gözü de farklı renkli kedi. Van kedisi. İlkokuldayken de iki kardeş görmüştüm, gözleri ayrı renkti.
  75. Bu yaratıklar neden su sevmez ki?
  76. Neden kedi dövüşü yok ki?
  77. Sanırım hiç kedim olmayacak.
  78. Hamsi kafalarını atmıştım geçenlerde bahçeye. Hiçbiriniz yemedi.
  79. Bir kedim bile yok, anlıyor musun? Hadi gülümse… Kimbilir kaç kişi bu şarkıdan sonra kedi almıştır. Bir kedili şarkı daha.
  80. Hayatımın en saçma günlerinden birinin elimde ilk sayı kedi dergisi ile kapı 7’de oturuyordum
  81. “Ne kadar farklısın, tüm erkekler köpek sever sen ise kedi” demişti bana. Sonra bana yapılabilecek en büyük kötülüklerden birini yapmaya yeltendi, şansıma beceremedi.
  82. 82 maddeyi bir kez bile google’a başvurmadan yazdım.
  83. Pagan inanışında, Kızılderililerde kendine ya da klanına kedili ad verenler var mıdır?
  84. Armut bahçede gezerken yün ısırmış, yutamamış, boğuluyordu da elimle ağzından zorla çıkartıp hayatını kurtarmıştım. O melül hayvanın kusmuğunu da temizlemiştim, inşaattan kum da çalmıştım. Be nankör kedi, kaçtın camdan gittin.
  85. Yaşadığı evden memnun değildi zavallıcık. Kaçamazdı da, balkon çok yüksekti. Ondandır ki eve gelen her misafirin ayaklarına yatar, yapabileceği tüm şımarıklıklarla kendini sevdirmeye çalışır. Belki onu götürürler diye.
  86. Kedilerini çiftleştirmek için buluşup çiftleşen kaç insan vardır? Eğer rakam yüksek ise sırf bunun için kedi alan ne kadar çok erkek vardır. Kedi sevmeyen ama kedi besleyen.
  87. Kedi mamalarının pahalı ve kediyi hızla büyüttüğünü biliyorum.
  88. Her canlının olduğu gibi kedinin de en güzel zamanı yavruluk dönemleri. Kedilerin gelişimini yavaşlatan bir hormon iğnesi ile daha şirin kediler elde edilebilir.
  89. Kısırlaştırma, iğdiş etme kedileri saldırgan yapıyormuş. Haklı hayvanlar, kim kızmaz ki?
  90. Kedi güzellik yarışmalarına katılanlar kendilerine, kedilerine baktıkları kadar bakıyorlar mıdır?
  91. İki tane ari ve cins kedisi olan biri sırf bunları yavrulatarak hayatını idame ettirebilir sanırım. Kedi üretim çiftliği diye bir şey duymadım henüz.
  92. Hemen hemen bir sene önce dünyanın en çirkin kedisinin sevilirken eziyet çektiğini gördüm. Sonra kedi kaçmış. Hem de gayet yüksek bir balkondan atlamış. Ölmüştür muhtemelen, sokakta yaşayacak kadar çirkindi ama çirkinliği kadar da güçlü değildi.
  93. Küçüktüm, ufacıktım önümde bir kedi resmi, içini boyamam istenmişti; sessiz olayım diye. Bende bir ayağını farklı renk, kafasını ayrı renk boyamıştım. Kocaman bir aferin falan aldım.
  94. Kedi üzerine yazılmış bir roman anımsamıyorum, hatta bir roman kahramanın kedisini bile.
  95. Çalışır çamaşır makinesini hipnotize olmuş gibi izlediğinizi anımsıyorum
  96. Bahçede güvercin avlamaya çalışırken yaptığın hareketleri anımsıyorum da, sanki aslan kaplan gibiydin. Neydi seni onlardan ayıran? Bir aslan kedi gördüğü zaman, bu benim uzaktan akrabam, ona dokunmayayım diyor mu?
  97. Ensest ilişkinin kediler için gayet doğal olduğunu duymuştum.
  98. Karga ile kedinin kavgasını izlemiş hatta kameraya almıştım. Küçük çaplı bir belgeselci gibiydim.
  99. Bir sokak kedisine tekme atıp öldüren bir adam görmüştüm, yine kedi yavrularını akan bir nehre atan ecnebi bir kız, bir de kedi öldüren kızıl saçlı yaşlılık arifesindeki bir kadın…
  100. Kediler hakkında 100 şey yazdım.

pazartesi - 2011 yılı hedefleriniz

Madem yeni bir yıla giriyoruz pazartesi sevdalıları bu haftaki listemde 2011 yılı hedeflerimi belirtmek istiyorum. Unutmayın ki her şey benim mutluluğum için.

 

*Daha çok kamera şakası izlemek istiyorum

*Sarı renginin gökkuşağından çıkmasını istiyorum.

*Sokak sanatlarının gelişmesini istiyorum.

*Daha çok çıplaklar kampı, daha az çıplak görmek istiyorum.

*Dip boyası gelmiş kadın istemiyorum.

*Daha az erkek görmek istiyorum. 2010 da tam 21 erkek görmüşüm. Benimki de mide.

*Daha çok asparagas haber istiyorum.

*Bireysel anarşizmin artmasını istiyorum.

*İspanyol paça pantolonların tekrar moda olmasını istiyorum.

*Postacıların bikini ile çalışmasını istiyorum.

*Lezbiyenliğin en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.

*Kılık kıyafet devrimine ek madde olarak, uyumlu iç çamaşırı giyme zorunluluğunun gelmesini istiyorum.

 

 

 

Ha bir de sevgi, barış falan fistan…

zekice soru denemesi 4

Hiç tanıdığın birine, durup duruken; "Doğum günün kutlu olsun." dediğinde doğru günü tutturma ihtimalin ne kadardır?


hamiş: π - pi'yi kafanıza göre alın


cevap: 366'da bir. artık yılda da doğmuş olabilir.

25 Aralık 2010 Cumartesi

biraz da benzetme 4

 

  • Cep telefonunun hızlı aramasında 155 ve 112 olan kadınlardandı.

 

  • Seninle yarışmak sağır ve dilsizlerden kurulmuş bir takımla sessiz sinema oynamak gibi. Hiç şansım yok.

 

  • Acılarım bölünerek çoğalıyorlardı. Haliyle önünü alamıyordum.

 

  • Her zaman dört ayağı üzerine düşen bir fil gibiydim.

 

  • Yalanları artık gerçekleri kapatamıyordu, Fatih Terim’in saçlarını arkaya taradığında kelinin kapanmaması gibi; zaten gerçekleri kapatmak gibi bir amacı yoktu, tıpkı Fatih Terim’in kelini kapatmak istememesi gibi.

 

  • Ömrümün sonuna dek onun adını anmamaya yemin etmiştim ama unuttuğum şey kızımla adaş olduklarıydı.

 

  • Bir işkenceciyle evli gibiyim ve işin kötüsü eve iş getiriyor.

 

  • Yaptığın her hareket manasızlığını pekiştiriyor ve pekişme üst sınırını tahmin dahi edemiyorum.

 

  • Elinde büyüteci ile dedektifçilik oynayan hızlı gelişmiş bir ergen gibisin.

 

  • O kadar güzel yalanlar söylüyorsun ki; keşke tüm yalanlarının gerçek olduğu bir dünyada yaşasam diyorum.

 

  • Yüzünde pezevenk gülüşü olan bir imam gibisin.

 

  • İçindeki eşcinselli yanlışlıkla girdiği gay barda keşfetmiş bir mafya babası gibiyim. Ne yardan ne de serden geçebiliyorum.

 

  • Kaçan düşmanın ardından salladığım tüm bıçakların sadece sapı çarpıyor sırtlarına.

 

  • Eşyaların yerlerini değiştirirken ölü hamamböcekleri görürsün ya, işte şu an da senin içinde öyle duygular besliyorum.

 

  • Çamurda ya da karda patinaj yapan bir araba gibiyim. Gaza basıyorum, tekerlekler dönüyor ama hareket edemiyorum.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Çıkmaz Sokak ve İskele

Ben iyiydim de çevrem kötüydü. Annem, babam, kardeşlerim, dayılarım, bakkal amca, komşu teyze, top oynadığım arkadaşlarım… Hepsi kötüydü. Bizim sokak hepten kötüydü. Çevre sokaklar da kötüydü. Babamın mesleği hırsızlıktı. “Açamayacağım kapı henüz icat edilmedi.”, derdi böbürlene böbürlene. Annem de hırsızdı, semt pazarlarında, kalabalık sokaklarda çalışırdı. Dedem de hırsızmış, aynı zamanda felçliydi. Yatağından tuvalete yirmi dakikada yürürdü ama yine de bir şekilde annemin altınlarını çalardı.

Küçükken çok top oynardım. Uzun ve hızlı bacaklarım vardı, rüzgâr gibi koşardım. Ondan ki arkadaşlarım bana Rüzgâr derlerdi. Zamanla annem babamda bu lakabı sevdi ve adım Rüzgâr kaldı. Zaten genelde kötülerin lakapları vardır ve lakap takmayı severler. Kanunsuzluğun bir parçasıdır bu.

Bol sıfırlı ve bol dayaklı eğitim hayatım kısa sürdü ve kendimi sokakta buldum. Futbolcu olmak istiyordum ama babam aile geleneğini devam ettirmem gerektiğinde karalıydı. Mesleğe herkes gibi erkete olarak başladım. Babam ve arkadaşı evleri soyarlarken; ben dışarıda nöbet tutar, gelip geçeni kontrol ederdim. Sonra bir gün dalgınlığım yüzünden polis bizi bastı. Babam, “ Polis kaçanı kovalar” derdi hep. Babamlar yakalanmasın diye koşmaya başladım. Ben önde, polisler arkamda koşuyorduk.

Hızım da, kuvvetim de yerindeydi. İstesem aynasızlara tozumu yuttururdum ama dikkati üzerimde tutmam gerektiği için bazen yavaşlıyor, bazen hızlanıyordum. On dakika sonra peşimdeki üç aynasız yere çökmüş öksürüyorlardı.

“ Aferin lan çakal.”, dedi babam sonra da ağzımın ortasına iki tane tokat çaktı. Birkaç dakika kadar küfretti, birkaç isabetsiz tekme attı ve beni bir arkadaşının yanına meslek öğrenmem için gönderdi.

Babamın arkadaşının gerçek adını hiç öğrenemedim ama lakabı Atom Karıncaydı. Boyu bir elli ya vardı ya yoktu. Kapkaççılığın kitabını yazmış olmakla övünüyordu. “Hırsızlıkta en büyük para kapkaçtadır, adam ol, akıllı ol!” dedi ve bana mesleğin inceliklerini anlatmaya başladı;

“ Asla sigara içmeyeceksin. Kilona dikkat edeceksin, öyle öküz gibi yiyip şişmanlamak olmaz. Kendini atlet gibi, sporcu gibi düşün; eğer yavaşlarsan yakalanırsın ve yakalanırsan çalışamazsın; çalışamazsan aç kalırsın. Kapkaçta hızlı koşmak kadar kalabalığı yararak koşmak da önemli. Hızını aldın, peşindekiler seni yakalayamayacak, ama ızbandut gibi bir adama çarpıp düştün. O an işin biter! Taksiciler gibi olacaksın. Çalıştığın muhiti ezbere bileceksin. Hangi sokak nereye çıkar, hangi duvardan atlarsan kendini nerede bulursun; bunlar beynine işlenmiş olacak. Bizim işimiz kalabalıkla. Kalabalığın olduğu yerde para vardır. Kalabalık seni saklar aynı zamanda. Çantayı ya da cüzdanı çaldığın gibi kalabalığa doğru koş, kalabalığı yararak devam et biraz, sonra takip edilmediğine emin olunca ıssız bir yere geçip çantayı ya da cüzdanı boşalt. Sadece paraları al, üzerinde başka bir şey kalmasın.

Şimdilik bulvarda çalışacaksın. Hem kalabalığı iyidir hem de saklanılacak yeri çoktur. Zengini azdır, kalabalığı biraz kurudur, ama işi burada öğrenebilirsin. Şimdi koşarak bakkala git ve bana bir sigara kap, bakalım babanın dediği kadar hızlı mısın?”

Sigarayı alıp geldiğimde, Atom Karınca’nın yüzü gülüyordu. Koşuşumu beğenmiş olmalıydı. O akşamüstü bulvarda çalışmaya başladım. Kalabalığı iyi tanıyordu. Çaldığım iki çantadan da pek para çıkmadı. Diğer öğlen bir cüzdan, iki çanta çaldım, ganimet daha iyiydi. Böyle bir hafta kadar çalıştım. Cebim doldu, Atom Karınca’nın da cebi doldu, babamın da cebi doldu.

Bir akşamüstü gençten bir adamın kıç cebinden düşmek üzere olan kalınca bir cüzdan gördüm. Atom karınca çok cüzdan çalmamı önermiyordu. “Dolu olduğuna emin değilsen cüzdanı boşver, hem kadınlar her zaman daha kolay hedeflerdir” derdi. İçimden bir his o cüzdanda çok para olduğunu söyledi ve kendimi tutamayıp, cüzdanı kapıp koşmaya başladım.

Cüzdanını çaldığım adam sanki hareketimi bekliyormuş gibi peşimden koşmaya başladı. Genelde kurbanın ilk şaşkınlıklarından faydalanır ve farkı hemen açardım ama bu sefer açamadım. Adam arkamdan koşuyor, bir yandan da küfrediyordu. Genelde “Polis, hırsız var, Allah’ını seven tutsun…” gibi laflar edilirdi arkamdan ama bu adam sadece sövüyordu. Bulvarın yarısını geçtikten sonra soldaki dar sokaklara doğru kıvrıldım. Yavaşlamaya başlamıştım, farkı açamıyordum ama beni yakalayamıyordu da. Birkaç sokak daha beni takip etmişti, bir an durup kavga edeyim dedim ama adam güçlü duruyordu. Baktım olacak gibi değil, yoruluyorum cüzdanını yere fırlatıp hızlandım. Adam durup cüzdanını bile almadan peşimde koşmaya devam etti. Atom karıncanın bana ezberlettiği kısımdan çıkmak üzereydik ve çok yorulmuştum. Arkamı döndüğümde adamın bana yaklaştığını gördüm. Sülalemi kapsayan bir küfür daha etti ve yaklaşmaya başladı. Artık koşuyordum ama nerede olduğumu bilmiyordum bile, önümde sokaktan sağa döndüm ve arkadaki adamın ayak seslerinin kesildiğini duydum, beni takip etmeyi bırakmıştı.

O durunca bende yavaşladım çünkü takatim kalmamıştı. “ Şimdi ananı belledim şerefsiz!” diye bir küfür duydum. Küfrü eden son on beş yirmi dakikadır bana küfreden aynı adamın sesiydi. “Artık kaçacağın yer yok! Bu sokak çıkmaz sokak!”. Çıkmaz sokak mı? İleri bakınca adamın haklı olduğunu anladım. Yavaş adımlarla bana yaklaştı ve sol gözüme bir yumruk attı. Yere düşünce de karnıma ve belime attığı yumrukları anımsıyorum. Sonra da beni yerde sürükleye sürükleye polise teslim etti.

Adam polismiş, özel harekâtçı mıymış, özel başka bir şey miymiş anımsamıyorum. Tek bildiğim iki gece hastanede sonra da nezarette yattığım. Kapkaç dışında, polise mukavemet, silah kullanma gibi birkaç suç daha ekledi ve beni ıslahevine tıktı.

Çıktığımda babamın yüzü gülüyordu. “Geçmiş olsun Rüzgâr. Bizim işin cilvesi bunlar. Deden, anan, dayın hepsi içerde yatmadı mı? Sen de bir gün yatacaktın elbette. Allah bir daha düşürmesin” dedi. Birkaç hafta çalışmadım; sonra çaresiz ustamın, Atom Karınca’nın yanına gittim. “Sert kayaya çarptın be oğlum. Senden sonra bulvar polis kaynıyor. Aylardır orada çalışan kimse yok. Seni Antalya’ya göndereceğim. Hem turistte para çoktur, hem de gâvurdan çalmanın tadı ayrıdır.”, dedi.

İcazeti aldığım gibi kendimi Antalya’da buldum. İlk kez geldiğim garip bir şehirdi. Gündüz sıcağı korkunçtu. Etraf güzel kızlar, yabancı turistlerle doluydu. Burada mı yaşasam diye düşünmeye başladım. Güzelliği aklımı çeliyordu. Ustamdan öğrendiğim gibi önce çevreyi etüt ettim. Kalabalık sahildeydi ama akşam kalabalığı olması gerekenden de çoktu, ışıklandırması da bizim bulvardan kuvvetliydi. Sahile inmek aptallık olur diye düşündüm. Kumda koşmak zordur.

Ucuz bir apart otelde bir gece kaldıktan sonra diğer gece ilk kez iş için çıktım. Yaşlı Rus bir kadının çantasını çaldım ilkinde, kadın korkudan bağıramadı bile. Biraz rus parası vardı çantasında. Sonra Almancı bir adamın bel çantasını çaldım. İçinden o kadar çok para çıktı ki; bulvarda bir haftada bu kadar kazanamazdım.

İlk haftanın sonunda cebim para dolmuştu. Apart otelden çıkıp bol yıldızlı bir otele yerleştim. Gündüzleri otelde, havuzda takılıyor; geceleri de mesleğimin gereklerini yerine getiriyordum. Evsizler neden Antalya da yaşamaz ki diye düşünürdüm, kışları İstanbul’da donacaklarına ılık kış geceleriyle Antalya’da idare edebilirlerdi. Bence kapkaççılar da Antalya’da yaşamalılar. Burası suç için bir cennet.

Harika geçen üç haftanın sonunda Japon bir turist kafilesini gözüme kestirdim. Hepsi yaşlıydı ve güler yüzlüydü. Bu bunaklar nasılsa beni takip etmez diye düşündüm ve yaşlı bir kadının elinde çantayı çaldığım gibi kaçmaya başladım. Ben koşarken arkamdan bir ses “ Dur polis!” diye bağırdı. Üç haftanın sonunda bunun olacağını biliyordum. Hızla koşmaya başladım, ama bir dakika kadar sonra bir terslik olduğunu anladım. Hapis hayatı, Antalya’daki tatilim, bayadır idman yapmamam hamlatmıştı beni. Her zamanki gibi hızla koşamıyordum. Arkamdaki polis de vazgeçmemiş, “ Dur polis!” diye bağırarak beni takip ediyordu. Baktım ki olacak gibi değil elimdeki çantayı fırlattım ve kalabalığın içinde koşmaya devam ettim, farkı açamıyordum ve aklımda en son yakalandığım zaman yediğim sağlam dayak ve hapis günleri vardı. Yorgunluğumun üstüne paniğim de eklenince kendimi bir anda iskeleye doğru koşarken buldum. Yapılabilecek en büyük aptallıktı iskeleye koşmak. İskele de çıkmaz sokak gibiydi. Yakalanacağım belliydi. İskelenin ucuna doğru koşarken polisin ayak seslerinin yavaşladığını hissettim. Çıkmaz da olduğumun o da farkındaydı. “ Teslim ol! Yakalandın!” diye bağırdı. Teslim olmadım, direndim.

Yine sağlam bir dayak yedim. Bu sefer halktan da birkaç kişi tekmeledi beni. Ömrümün geri kalanı da benzer bir düzende gitti. Kaptım, kaçtım, bazen de yakalandım ve dayak yedim. Çıkmaz sokak ve iskele... Tekrar tekrar...

19 Aralık 2010 Pazar

pazartesi - ben ne noel, ne de yeni yıl severim

Malumunuz noel’e sayılı günler kaldı pazartesimania muzdaripleri. Bu salak noel ve miladi takvimin yeni yılı saçmalığı yine canımı sıkmakta. Yine dünyanın dört bir yanından kadınlar bana hediyeler gönderecek, yine yeni yıl dileklerimi duymak isteyen medya kıçımı yalayacak, yine kapımın önünde insanlar ondan geriye sayıp sarılacak, yine asabım bozulacak.

 

*Yemek yaparken, girip çıkıp atıştırmama ses çıkartmamalı.

*Telefonunun melodisi benim horlamam olmalı.

*İntikamdan korkmamalı.

*Gönül gözü açık olmalı.

*Karanlık bağlantıları olmalı.

*Duman avcısı olmalı.

 

ABD’nin ricası noel baba kostümü giyecekmişim ve bir zenci, bir asyalı, bir sarışın çocuğa hediyeler verip, barış mesajı verecekmişim. Sembolizminize tüküreyim!

yanlış numara verenlere ulaşma yöntemi

İnsanlar yanlış telefon numarası verirlerken genelde son olmak üzere bir haneyi değişik söylerler. Kafadan numara uydurmak kolay değildir. Tekrar söylemek gerektiğinde insan hata yapabilir. Diğer sebebi insan farklı numara vermeye numarasını verirken karar verebilir. Artık numarayı vermeye başladığına göre son haneyi değiştirerek bu sorundan kurtulur.

 

Eğer yeni aldığımız bir numaradan aradığımız kişi çıkmıyorsa son haneyi değiştirerek istediğimiz kişiye ulaşabiliriz. Muhtemelen ulaşırız.

4-1-2-3-4-5

kurgu


Elif Şafak, Siyah Süt ve Murat Menteş, Korkma Ben Varım’ın kurgusundaki teknik.

 

İlk olarak romanın son düzlüğüne girmeden yaşanacakları bir kısım romanın başında veriliyor. Belki de romanın en farklı, en heyecanlı sahnesi. Sonra uzun süre o anın yaşanacağı kısma doğru olanlar yazılıyor. Okuyucu kitabın yarısından fazlasını okuduktan sonra o girişteki sahneyi tekrar okuyor.

 

Sonra da final yazılıyor. Bu kurguyla yazılmış bir ton film izlemiş olmalıyım.

18 Aralık 2010 Cumartesi

kindar kaynana

Eski damadını mutsuz etmek için; oğlunu, eski damadının çok sevdiği, uğruna boşandığı kadınla evlendiren kaynana.

çıkarım

Kahkahaların ve gözyaşlarının samimi olduğu ender yerlerden biridir hastaneler. Özellikle gözyaşları genelde samimidir.

delirmeye giriş

Sabah bakkaldan dönerken her zaman ki gibi başım önümdeydi ve saçma sapan bir şarkıyı mırıldanıyordum “dongi dongi dongi dongi….” Bir anda ayaklarımın arasında küçük kahverengi bir böceğin geçtiğini fark ettim. Ezmemek için ayağımı kaldırdım ama ezip ezmediğimden emin olmak için arkamı döndüğümde böcek yoktu. Ayakkabılarımın altına baktım ve böcek ölüsünü görmedim. Ben uyku sersemiydim ve böcekler bazen tahmin edemeyeceğim kadar hareket ederler diye düşündüm ve yoluma devam ettim.

 

Televizyonun karşısındaydım ve sabah programlarındaki arabesk şarkıcılarının üzerimdeki anlamlandıramadığım sakinleştirici etkisinden faydalanıyordum. Derken dışarıdan bir kadının çığlığını duydum. Varoşun göbeğinde yaşıyordum; kadın ve çocuk çığlıklarını alışkındım. Yarım dakika kadar sonra aynı çığlığı bir kez daha duydum. Aynı uzunlukta ve aynı sesle. Bir kişi iki kez aynı çığlığı atabilir miydi? Ben hiç çığlık atmamıştım ama son iki duyduğun çığlığın bire bir olduklarından tamamen emindim. Dikkatimi televizyondan çektim ve üçüncü çığlığı bekledim. Bir dakika oldu, olmadı aynı çığlığı üçüncü kez duydum. Kafamı toparlamaya çalışırken dördüncüyü, bir terslik olduğunu sezdiğim an beşinciyi, evin kapısından çıktığımda altıncıyı, sokakta şaşkın şaşkın etrafa bakarken yedinciyi duydum. Ben sürekli yer değiştiriyordum ama sesin tınısında bir farklılık olmuyordu.

 

Sesin bir kaynağı olmadığını, seslerin kafamın içinden geldiğini idrak ettiğimde sanırım beş yüzüncü çığlığı duymuştum.

14 Aralık 2010 Salı

biraz da benzetme 3

·        Sesi Brezilya dizilerinin dublajları gibiydi. Olabildiğine canlı ve olabildiğine soğuk.

 

·        Yüzünde kendi kalesine gol atmış savunma oyuncusu gülümsemesi vardı.

 

·        Maratonun son metrelerini koşarken, dengesiz bir seyirci tarafından tutulmuş ve kaybettiği zaman yüzünden altın madalyayı kaçırmış bir atlet gibiyim. Biliyorum ki bana altın madalya verecekler ama varışı ilk ben geçemedim

 

·        Sevgilisinin, eski sevgililerinin hepsinin kendisine çok benzediğini fark eden bir adam kadar şaşkındı.

 

·        Kurban keserken bıçakla kendini yaralamış gibiydi, yüzünde onurlu duruş, pişmanlığını gizlemeye çalışıyordu.

 

·        Kravatı ile uyumlu don giyen adamlardandı.

 

·        Lensleri ile takma dişlerini aynı kavanoza koyacak kadar özensiz bir karakterdi

 

·         Hitler’in günahlarını yazan melek gibiyim, başımı kaşımaya vaktim yok.

 

·        Tüm deneylerini kendi üzerinde yapan bir bilim adamı gibiyim. Beyaz önlükle geziyorum ve iç çamaşırı giymiyorum.

 

·        Bir porno yıldızının adaşı gibiyim ve işin kötüsü kadın beni andırıyor da.

 

·        Doğum gününü sadece ailesi kutlayan bir adamdı.

 

·        Son kurtuluş savaşı gazisi gibiyim. Eskisi kadar saygı görmüyorum ve herkes ölecekmişim gibi bakıyor.

 

·        Pisuarı ilk gördüğümde onu hiç sevmeyeceğimi anlamıştım, tıpkı o adamı gördüğümdeki gibi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

pazartesi - kore barışı

Hediye almayı da vermeyi de pek severim pazartesikolikler. İlişkileri kuvvetlendiren, cömertlikvari hareketlerdir bunlar. Geçen sabah yatağımdan fil çığlıkları ile uyandım. Camdan bakınca dört tane fil ve dört tane Hintli kılıklı adam gördüm.

*Diş fırçalarını banyoya koymamalı
*Misafirlerin üzerlerini girerken ve çıkarken aramalı.
*Kendisine gönderilen aşk mektuplarının antolojisini yayımlamalı
*Gözlüklerimi silmeli
*Eğilip kalkarken; kıçı, başı açılmamalı


Adamlar Hintli, fillerde Hindistan başkanının dünya barışına olan katkılarımdan dolayı hediyeleriymiş. Hediye, hediye edilir diye düşündüm ve fillerin iki erkeğini K. Kore’ye; iki dişini G. Kore’ye gönderdim. Bu filler her ay çiftleşsin ve o günü iki ülke kardeşçe kutlasın diye buyurdum.

11 Aralık 2010 Cumartesi

yok artık

Bir grup turist Kocatepe Camii’nin avlusunda, ellerinde fotoğraf makinesi, fotoğraf çekiyorlardı. Bir anda karşılarına; bol pantolonlu, bol tişörtlü, üç numara saçları olan, sol kaşı çizik, sol kulağında küpe olan, yirmili yaşlarının başlarında bir genç geldi. Yüzünde sert ve saldırgan bir ifade vardı. “Ver lan o makineyi bana!” diye bağırıp, ömrünün son demlerini yaşadığı aşikâr olan yaşlı adamın elinden fotoğraf makinesini aldı. Yaşlı turist korku içerisinde sağa sola bakıyordu. Yardım isteyecekti ama bağırmaya da korkuyordu.

 

Genç, fotoğraf makinesini açtı ve sağ eline makineyi alıp kendi resmini çekti. Sonra da yaşlı turiste makinesini yine sert bir şekilde verip, koşmadan ama seri adımlarla uzaklaştı. İleride yine kendini gibi giyinmiş birkaç arkadaşı kahkahalar içerisinde olanları izliyorlardı.

 

 

Sonra turistin psikopat oğlu Türkiye’ye gelip o genci öldürdü. Yok artık.

9 Aralık 2010 Perşembe

0 rh -

Onu ilk gördüğüm an bir farkını hissetmiştim. Kimse gibi yürümüyor, kimse gibi konuşmuyor, kimse gibi gülmüyor ve kimse gibi düşünmüyordu. Sanki gezegenimize bizi incelemek için gelmiş uzaylı gibiydi. Kimseyi yargılamıyor, aşağılamıyor ama kimse gibi de olamıyordu. Bu farklılığıydı beni benden alan.

 

Zamanla tanıştık, ondan hoşlanmam onun da hoşuna gitti. Tanıdıkça, uzaylı tasvirimin abartılı olduğunu gördüm. O da diğer kadınlar gibi alışveriş merkezlerinde kendini kaybediyor, altyazı okumayı sevmiyor, mahalle baskısından çekiniyordu. Onu sevdiğimi söylediğimde sevindiğini belli etmemeye çalıştı ama laf arasında şunu söyledi “ Farklı olmalısın ama farklı olurken saçma olmamalısın. Farklılık içinden gelmeli, eğreti durmamalı üzerinde. İşte ben böyle bir adam, böyle bir ilişki arıyorum”

 

Dediklerini tam anlamamıştım ama cümlelerinin kalbinden geldiğine emindim. Biliyordum ki aradığı farklılıktı. Kendi de ondan dolayı farklıydı. Sıradan bir sevgili elbette onun için olmazdı. Bende farklı biri olmaya böylelikle karar verdim.

 

Ona yazdığım ilk mektupta zombilerden bahsettim. Onu zombi olduğunda bile öldürmeyeceğime söz verdim. Okuduktan sonra gülümsedi ve bana göz kırptı. Kalbim öyle hızla çarpmaya başladı ki sıcaklığını hissettim. Bir başka gün arkadaş ortamında her zaman kravatımla uyumlu slip don giydiğimi söylediğimde artık onun da benden hoşlandığını hissettim. O da anneannesinin lenslerini, takma dişleri ile aynı kavanozda sakladığını anlatan bir hikâye anlattı.

 

Doğum günü yaklaşıyordu ve büyük bir farklılık yapıp onun gönlünü kazanmalıydım. Vereceğim hediyeye öyle sevinmeliydi ki; ilişkimiz başlamalıydı. Yıl dönümümüzü, doğum gününe getirerek büyük bir çakallığı da imza atmak içimden geçendi. Ama ne yaparak onun gönlünü kazabilirdim, kimsenin aklına gelmeyecek bir hediye ne olabilirdi?

 

Günlerce bu soru beynimi hatta kafatasımı kemirdi. Çıldırmak üzere olduğum bir sabaha karşı ise çözümü buldum ona vereceğim hediye hem hayati bir önem taşıyacaktı hem de farklılığı sayesinde kalbini kazacak, hatta fethedecektim.

 

Kan grubu 0 rh –‘di. En az bulunan kan. Tam onun gibi, onun farklılık erkezlim yaşam tarzı gibi. Tüm bu farklılığının temelinde, aradığı adamda da farklılık aramasında kan grubu rol oynuyordu. Askerdeyken 0 rh – olan arkadaşlara her üç ayda bir kan verdirirlerdi. Televizyonlarda, radyolarda bazen acil kan duyurularında hep bu kan grubunun ilanı olurdu.

 

Biraz para harcadım, bolca yalan söyledim ve iki ünite 0 rh – kan buldum. Pıhtılaşmasını engelleyen kimyasallardan ve korunmasını sağlayan küçük termoslu kaplardan da aldım ve sevgilime hediye olarak iki ünite kan hediye ettim.

 

“Geri zekalı mısın sen ya!”, diye bağırdı bana. Ellerini yumruk yaptı ve göğsüme birkaç tane yumruk attı. Şaşkınlıktan hareketsiz bir biçimde onu izliyordum. Birkaç cümle geveledim ama ne o, ne de ben bir şey anlamadık. Son hatırladığım “Defol git hayatımdan!” diye bağırmasıydı. Elimde iki ünite kan evin yolunu tuttum. Birkaç gün salak gibi dolandım, pek bir şey düşünemedim. Sonra da kanları Kızılay’a verdim.  

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kant'ı en iyi kim anlar?

Bir rivayet Kant hayatını kurulmuş bir saat gibi yaşarmış. Her sabah aynı dakikada kalkar, aynı dakikada yüzünü yıkar ve aynı dakikada çalışmaya başlarmış. Kusursuz işleyen bir saat gibi. Hayatının her anını bir düzene oturtmuş; şaşmaz, şaşırmaz bir düzene.

 

Bu rivayetin doğru olduğunu varsayalım. Nasıl bir insan Kant’ın bu düzenini fark edebilir? Her gün hayatlarımızdan sayısız insan geçiyor. Bir bakkala her sabah gelip, bir Camel alan bir müşterisi olabilir. Bakkal bilir ki bu sabah da kesin gelecek ama adamın hep aynı anda geldiğini nasıl anlayamaz.

 

Kant gibi inanılmaz düzende yaşayan birini anca aynı düzende yaşayan ve bir şekilde yollarının kesiştiği biri anlar. Kant’ın her öğlen kahve içmeye gittiğinde, tam kafeye girecekken karşı sokaktan elinde gazetesi ile dönen adam fark edebilir ya da Kant her gün gözü gibi baktığı menekşesini güneş alsın diye penceresinin kenarına koyarken sokakta tam pencerenin altından her gün geçen üniversite öğrencisi fark edebilir.

 

Bir seri katili en iyi bir başka seri katil yakalayabilir, çünkü zihinleri paralel çalışır. Dağda kaybolmuş bir avcıyı, en iyi başka avcılar bulabilir. Bir ressamın intiharının ardındaki sırrı anca bir başka ressam anlayabilir. Hayatını kusursuz bir şekilde planlamış birini de anca kendi hayatını kusursuzca planlamış biri fark edebilir

birazda benzetme 2

 

  • Alafranga tuvaleti ilk kez görmüş bedevi gibi şaşkındım.

 

  • Yağmur daha önce hiç görmediğim kadar büyük damlalar ile yağıyordu ve benim tek şemsiyem benden daha yaşlıydı ve orası delikti

 

  • Hamileliğinin birinci ayında cinayet aşeren bir kiralık katil gibiyim.

 

  • Kendi bokundan büstünü yapan narsist bir heykeltıraş gibiydi.

 

  • En yakın arkadaşının günlüğünü karıştırırken satanist olduğunu öğrenen bir dul bir kadın gibiyim; evimde on iki kedimle beraber yaşıyoruz.

 

  • Tüm maçlarını sayı ile kazanmış, namağlup bir boksördü. Emekliliğine pek bir şey kalmamıştı.

 

  • Estetik ameliyat olunca tüm anılarının değişeceğini sanan bir sarışın gibiydi.

 

  • Rüzgâr isimlerini bilmeyen bir denizci gibiydi.

 

  • Kafasını direğe vuran bir kaleci gibiyim. Üstüne üstlük gol de yemişim.

 

  • Öz babasını yıkayan bir ölü yıkayıcısı gibiydi. İlk kez boğazından haram lokma geçiyordu. İnsan babasını yıkamaktan para kazanır mı?

 

  • Tam ona, onu sevdiğimi söylediğim anda bastığım yerin bataklık olduğunu fark ettim. Her geçen saniye bataklık beni çekiyor ve onun beni çıkartacak ne gücü, ne de cesareti var. Kaçmıyor da, acır gözlerle ağlıyor.  İşte böyle hissediyorum.

 

  • Eski sevgilileri hakkında konuşmayan adamlardandı.

pislik temali albüm şarkıları

*mihmandar pisliği
*minder amiri pisliği
*kalem müdürü pisliği
*ihtiyar heyeti pisliği
*kozmonot pisliği
*hostes pisliği
*züccaciyeci pisliği
*vasıfsız eleman pisliği
*noel baba pisliği
*müşteki pisliği
*co-pilot pisliği
*resim seçici pisliği
*fotokopici pisliği
*ikinci adam pisliği
*baş müzekereci pisliği
*aslan terbiyecisi pisliği
*pasör çaprazı pisliği

6 Aralık 2010 Pazartesi

pazartesi - wikileaks

Wikileaks’in sızdırdığı belgeler içerisinde benim hakkımda geçen ibareler gerçekten de ilginç pazartesikolikler. “Kendini beğenmiş, hava atmayı seven, gösteriş budalası ve göbeğinin altında baklava gibi kasları var.” ibareleri geçiyor. Ben yıllarca sırf kendini beğenmişlik ve hava atmak olmasın ve gösteriş budalası gibi gözükmemek için kilolar aldım ve karın kaslarımı sakladım. Bu ne biçim bir tezat, bu ne derin paradokstur.

 

  • Cool gözükmek için saçma sapan şeyler yapmalı.
  • Kelebek etkisi kuramını benimsemeli. Yaptığı her hatadan sonra, “ belki şu an iki milyon Afrikalının hayatını kurtardım, kelebek etkisi!” demeli ve gülümsemeli.
  • Benim saçma sapan sözlerimi  “bir bilgenin dediği gibi…” ile başlayan kalıplarla çevresine satmalı
  • Yaşlanmayı geciktirmek için sebze meyve kabuklarını yüzüne yapıştırmamalı.
  • Uzun süre seyahat etmesi gereken bir işi olmalı.

 

Kaç gece canım istemediği halde işkembe çorbaları içtim, kaç kez spor yapmak için çıldırdığım halde oturup bekledim… Kimse kimsenin çektiği acıları bilemez wikileaks!

5 Aralık 2010 Pazar

çıkarım

Her limanda bir sevgilim var diyen denizci yalancıdır. Her limanda bir fahişesi vardır.

3 Aralık 2010 Cuma

yaptığım iyilikler

Yaptığım iyilikler:         

  • Yaşlı bir teyzenin kaldırıma çıkmasına yardım ettim.
  • Otobüste yaşlılara yer veririm. Bu konuda örnek bir insanım. Dolmuşta önde oturursam gönüllü muavinlik yaparım Hatta Allah insanları sadece toplu taşıma araçlarında yaptıklarına göre değerlendirse cennete giderim.
  • Birkaç kez apartman görevlisi teyzeye çöpleri çıkartırken yardım ettim ki; burada önemli nokta bizim küs olmamız. Kapının önüne atılmış cips çöplerinin müsebbibi olduğumu düşünüyor ve bana bozuk atıyor.
  • Kedi tarafından öldürülecek bir güvercini kurtardım. Sonra iyi mi yoksa kötü mü yaptım bulamadım. Güvercin yaşadı, kedi aç kaldı. Ama yine de iyilik sayılır.
  • Bana yol sorulduğunda hep elimden geleni yaparım. Doğru tarifi vermeye çalışırım. Bilmiyorsam “Bilmiyorum”, derim.
  • Bir keresinde yolda yorgan diken bir teyzenin ricası üzerine deliğinden çıkan ipliği iğneye takmıştım.
  • Anamur – Mersin arasındaki yolda bir otobüs dolusu insanın hayatını kurtardım. Açıkçası otobüs tam değildi ve insanların hayatlarını kurtardıktan sonra kaç kişi oldukların saymadım.

           1 numaralı koltuktaydım ve yanım boştu, eski model otobüste 35 ekran tüplü bir televizyon sınırsız hizmeti sembolize ediyordu. Şoför ise muhtemelen feci âşıktı ve Kayahan kaseti dinletiyordu. “ bizimkisi bir aşk hikâyesi”. Solumuzda orman, sağımızda deniz; virajlı yolda dura kalka gidiyorduk. Bir anda televizyonun sabitleyen ince metalin sağ vidası boşaldı ve şoföre doğru düşüyordu ki havada tuttum.

  • Apartmandaki yaşlı komşuların paketlerini üst katlara çıkartmasına yardım ederim.
  • Halakızım Öykü’nün ödevlerine yardım ederim.
  •  
  • Eğer başkasını seviyorsan, beni sevmediysen, seni rahatsız etmemi istemiyorsan rahatsız etmem.

Alt alta yazınca dikkat ettim, tahminimden daha iyi bir insanmışım.

alternatif, perecvari roman yazım tekniği

 

İnsanlar kitap okurken kaç sayfa okuduklarına çok dikkat ederler. Sayfa çevirmeninin hazzı da başkadır. Şöyle bir sayfa düzeni düşünüyorum

 

Her sayfa enlemesine ikiye bölünmüş olacak. Üst kısımların sayfa numarası farklı alt kısımların ise farklı olacak. Oku sayfaya baktığında üst yarının sayfa numarasını “1”, alt yarının sayfa numarasını “88” görecek. Birinci sayfayı çevirince arkasındaki sayfa da ikiye bölünmüş olacak, tüm kitap gibi, üst kısım “2” alt kısım ise “89”.

 

 

Okumaya rakam sırasına göre gidilecek ve 87 sayfalık kitabın sonu olacak. 87 sayfada bir hikaye yazmış olacağım. Okur isterse 88’den başlayan ikini kısmı da okuyabilecek. İkinc kısım ise ilk kısımdaki hikayenin devamı, farklı bakış açısı, sırlarının, gizeminin çözüldüğü kısım gibi olacak. Öyle bir sistemle yazacağım ki. 103 sayfadaki ilginç hadise okuyucuya 16. sayfayı anımsatacak ve 16. sayfa da tam önünde olacak.

 

Yine romanın küçük bir kısmında kendinden bahsettiğim bir karaktere 43. sayfada yer verirsem, 130. sayfa da o karakter hakkında bir done vererek, okuyucuya kolay bir dönüş şansı tanıyacağım.

 

Perecevari zorlukları olan, deneysel, bulmaca gibi bir deneyim olacak ve muhakkak yapacağım.

zekice soru denemesi 3

Alaadin’in sihirli lambasını şöyle bir ovuşturdun ve karşına o ünlü cin çıktı ve

 

    Dile benden ne dilersen sahip. Ben Aladdin’in sihirli lambasının ciniyim. Görevim senin üç dileğini yerine getirmek. Nedir ilk dileğin?

 

Öyle bir cevap ver ki hem ilk dileğini dilemiş ol hem de hiçbir değişiklik olmasın?

 

Cevap: iki dilek hakkı daha istiyorum.

öz evlat

herkes kendi öz çocuğunu diğer çocuklardan daha çok sever ve ayırır. çünkü öz çocuğun bir şekilde senin bir parçandır. kendi öz çocuğunu sevmek kendini sevmek gibidir ve herkes kendini sever. bazen ifade edemez, gizler ama kendini sever.

Dünyanın en iyi fahişesi.

O dünyanın en iyi fahişeydi. Dünyanı en güzel, en işveli, en cilveli kadını falan olmamasına rağmen kimse onun gibi; aşkla, şehvetle, ateşle sevişemezdi. Fahişe olduğunu bilmeseniz yıllardır size susayan aşkınız olduğunu sanırsınız ve bir süre sonra öyle sevişir ki sizinle; onun, o olduğuna inanırsınız.

Sizinle yıllardır aşık olduğu adammışsınız gibi sevişirdi. Kendini rolüne harika kaptırırdı ya da gerçekten size aşık sanırdınız ama işin aslı farklıydı. Bir şizofrendi. Sanrılar görür; hayali ile gerçeği her zaman ayıramazdı. Yatağına girdiğinizde sizi, o aşık olduğu adam olarak görür, o adam olarak koklar, o adammışsınız sanırdı.

Zihni, benliği ve belleği ona kimseye bahşedilmemiş bir mutluluk kaynağı vermişti. Her seferinde aynı şehvetle sevişmesini hem karşısındaki adamı, hayatının aşkı sanmasına; hem de her sabah uyandığında seviştiği anları silen belleğine borçluydu.

O bu dünyanın gördüğü en iyi fahişeydi

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Beşiktaşlılık Eylemi: Hiçbir Kartal Kafeste Tutulamaz!

Bir Beşiktaşlılık eylemi: Hiçbir kartal kafeste tutulamaz!

 

Hayvanat bahçeleri güvenliği zayıf yerler ve işin kötü kısmı hemen her hayvanat bahçesinde bir ya da daha fazla kartal daracık kafeste teşhir ediliyor. Beşiktaşlılar olarak sembolümüzün, simgemizin esaretine göz yumamayız! Tüm ülkedeki taraftarlar olarak eş zamanlı bir eylem ile hayvanat bahçelerine gidip kartalları serbest bırakmayı öneriyorum.

 

  • Eylemde dikkat etmemiz gereken şey çevreye mümkün olduğunca az zarar vermek. Hayvanat bahçeleri ailelerin çocuklarını götürdükleri yerler. Onun için yaklaşık otuzar kişilik ekipler halinde hareket etmeliyiz.- dikkat çekmemek için parça parça içeri girilmeli- ekibin bir kısmı kafese giden yolu sakince kapatmalı ve çocukları uzak tutmalıdır.

 

  • Hayvanat bahçelerini girişinde arama yoktur, bu sebepten ötürü kolaylıkla içeri demir testeresi sokulabilir. Ekiplerde bu işte ehil olan birkaç kişi hızla kilidi kırmalıdır.

 

  • Yapılan eylemin ses çıkartması güzel yansıması ile de ilgili. Birkaç arkadaşımız da ellerindeki güzel kameralar ile eylemi çekmeli. Ne kadar güzel görüntü yakalarsak o kadar güzel yansır.

 

  • Eylem bitince sloganlar ile hayvanat bahçesi terk edilmelidir.

 

Umarım kazasız belasız güzel bir eylem olur ve tüm dünya spor haberleri bu hareketimizi izler. Hiçbir kartal kafeste tutulamaz!