30 Ekim 2017 Pazartesi

İki Cücenin İlk Sahnesi Ya da Miraç'ta Zaten Hep Bir Gariplik Vardı

                                                               7.İki Cücenin İlk Sahnesi
                                                                              Ya da
                                                      Miraç'ta Zaten Hep Bir Gariplik Vardı

Basın ve zengin zümre linçten sonra linç edecek birilerini arıyor ama bulamıyordu. Hepsi sıradan vatandaşlardı 208 öfkeli adamın. Aralarında farklı hikayesi olanlarından biriydi Miraç.
Mesela Miraç iki özel üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünü terk etmişti ve buna kimse şaşırmamıştı. Sonra bedelliyi hak etmiş ve istese 18 bin lirayı rahatlıkla bulabilecek olmasına rağmen uzun dönem askerlik yapmayı tercih etmişti ve buna da kimse şaşırmamıştı. Özellikle komando olup gönüllü olarak doğuda görev aldı ve bu da son derece Miraç'ın karakterine uygun bulundu. Askerliği bittikten sonra tezkere bırakıp göreve devam etmesi de tam Miraçlık bir hareketti. Emre itaatsizlik, ekip çalışmasına uymama, sivilde askere uygun yaşamama gibi sebeplerden dolayı YAŞ kararı ile ordudan ihracı Miraç'ı tanıyan tüm çevreler tarafından beklenen bir gelişmeydi.
Ve asıl önemlisi Miraç neşeli türkücü diye tanınan Karadenizli ünlü bir türkücünün ilk eşinden olan en büyük oğluydu. Ama Allah'ı var, ne tipi ne de huyu zerre babasına benzemezdi. Soğuk saygılı bir ilişkileri vardı uzun yıllardır.
Babadan kaynaklı bir anda linçin yüzü oldu Miraç. Televizyonlarda gazetelerde boy boy resimleri yayınlandı. Sanki linçi tek başına yapmış gibiydi. Babasından, annesine, ebesinden, ninesine, kardeşlerinden, baba bir kardeşlerine, askerlik arkadaşlarından, hemşerilerine; hatta köylerinin kalkındırma derneği üyelerine kadar kimi sıkıştırdılarsa mikrofonlarla saldırdılar. Herkesler de ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söyledi "Miraç'ta zaten hep bir gariplik vardı"
Miraç'ta zaten hep bir gariplik vardı.
Sanal dünyada da hızla ünlendi Miraç. Resimleri eşliğinde babasının söylediği "Çırpınırdı Karadeniz" türküsü kısa zamanda YouTube'da milyonlarca kez dinlendi ve yorum kısmında Karadenizliler resmen birbirlerine düştüler. Az bir kısım meslektaşlıktan ya da hemşerilikten müteahhittin tarafını tutsa da büyük bir kısım Miraç'ı övüyor, kahramanlaştırıyordu. Yorum kısmından birbirine düşen bazı Karadenizli vatandaşlar birbirlerine mekan verip; yer yer silahlı, yer yer ise silahsız çatışmalar yaşıyorlar ve gazetelerin internet sayfalarının alt kısımlarında anca kendilerine yer bulabiliyorlardı.

@thenorthtruth
'Bence babam sattığı sahte mutluluğun karşılığını alıyor sayılır'
'Kız kardeşimin göbeğinin açılmasına alışmaktan koru beni Yarabbi'm'
'Trafik polisleri robot olmalı'
'Paranın Allah belasını vermiş'
'Şerefsizlik para ile bulaşan bir hastalıktır"
'Sivrisinekler ve şarkıcıların ortak özellikleri hakkında kitap yazabilirim"
"Metrobüse binenden para alınmamalı, para verilmeli"


NTV akşam haberleri kuşağında Miraç'ın bu twitleri psikiyatristler, sosyal medya fenomenleri ve emekli emniyet görevlileri tarafından yorumlanmaya çalışırken aynı anda Miraç Karadeniz dağlarında yapayalnız cebinde 15 çakmak, bir sırt çantası dolusu sigara, bir suluk -son anda akıl etmiş ve bir kırtasiyeden almıştı- ve bir Rambo bıçağı dolanıyordu. Linçin üzerinden bir hafta bir gün geçmişti. Miraç'ın nerede olduğunu gerçekten de kimse bilmiyor ama herkes çocukluk yazlarının geçtiği Karadeniz dağlarında ya da yaylalarında olabileceğini tahmin ediyordu. Hava serin, koşullar sarptı ama bunlar Miraç'a vız gelip tırıs giderdi.
Birkaç nefes ota hayır demem, diye düşündü yürürken. Doğuda görev yaparken bazı otları sarıp içerlerdi komutandan habersiz. Kimisi iyi kafa yapar, kimisinin kafası geç gelir, kimisi de etkilemez ama plesibo etkisi gibi etki yapar ve kendi kendilerine kafa olmuş gibi davranırlardı. O an Miraç'ın bir kafa güzelliğine ihtiyacı vardı, yalnızlık derinden koymaya başlamıştı.
Bulduğu ve kafa yapacağına inandığı otları ucundan tütününü döktüğü sigarasının ucuna ekleyip kapak yaptı; ağzında babasının clup mix yapmaya kaşkıp içine tükürdüğü ‘Hayde!’ türküsünün Yavuz Turgul’un Av Mevsim’indeki sahnesi vardı. Filmi düşündü birkaç dakika, dağların sessizliği düşünceyi güçlendiriyordu.
Ot iyiydi, kafası vardı. Derin derin çekti cigarasını, sanki 20 saatlik uçak yolculuğundan inmişti Avustralyalı misali. Birkaç nefesten sonra bir kaya bulup zar zor oturdu, inceden başı dönüyordu. Kaptan Amerikalı suluğundan kana kana birkaç yudum alırken Miraç gülümsüyordu, hem de sekiz gün sonra ilk kez.
İlk aklına gelen yüzerek Batum'a geçmek oldu. Çakmakları ve sigaraları satıp kazandığı para ile kollu makinalarda oynayıp biraz sermaye yapacak, sonra poker masasında elinde kent varken rest çekip iyice zengin olacak, sonra Google’a suçlu iadesi olmayan ülkeler yazıp; mevsimi Karadeniz gibi bol yağmurlu, bitki örtüsü Karadeniz gibi bol ormanlık olan bir ülkeye yatı ile uluslararası sulardan gidip iltica edecek ve orada müteahhitlik yapacaktı.
Müteahhit mi? Bunu nasıl düşünebilirdi! Hınçla bir nefes daha aldı ve "Of! Offf!" dedi. Öyle bir ofladı ki, karşıki dağlar duyguyu aldı.
Bu seferki planı daha ilginçti. Köylüyü örgütleyecekti. Rize köylerini geceleri jandarma arabası gittikten sonra ziyaret edecek. Onlara kendinden ve temsil ettiği değerlerden bahsedecekti. Bir nevi Rizeli Buda sayılabilirdi. Kendisi de babasının mirasını reddedip yollara düşmüştü. Bir davası, savaşı vardı. İlk milletvekili seçiminde bağımsız aday olup milletvekili seçilecek ve dokunulmazlık alacaktı. Ve halkın da verdiği destek ile zenginlere savaş açacaktı. "Nasıl hemşerim Uzanları yediyse ben de tüm zenginleri yiyeceğim!" diye bağırdı. Sesi dağlara çarpıp, Karadenizden sekip, Miraç'a geri döndü.
Az biraz yürüdü, sonra bulduğu otluğa uzanıp otlu cigarasından çekerken ayak sesleri duydu Miraç. Komando günlerinden kalma bir çeviklik ile hemen pozisyon aldı ve eli Rambo bıçağına gitti. Ayak seslerinden iki kişi olduklarına kanaat getirdi. Elbette peşine jandarma düşecekti ama asla iki kişi gezmezlerdi, hele de akşamın bu saatinde. Hemen başının üstündeki dişbudak ağacına tırmandı ve ağacın dalına anakonda gibi sarılıp gelecekleri beklemeye koyuldu.
Gelenler iki kişiydi. Siyah takım elbise giymiş, İtalyan kesim ceketlerinin cebinde beyaz büyük mendilleri olan; karakteristik burunlu ve briyantinli saçlı, iyi ile komik arası gözüken iki cüce.
Gecenin köründe, memleket dağlarında, takım elbise giymiş iki cüce görmek; diye düşündü. "Yalnız iyi ot bulmuşum" diye de kendi kendine konuştu. Cüceler sesi duyup dikkat kesildiler. Miraç ağaçtan aşağı sallandı ve kendini bıraktı; dengesi çok bozulmuştu, bel üstü çakıldı. Cüceler bir an şaşırıp birbirlerine baktılar. Miraç yerden doğrulanırken "Gençler naber yaa!" diye bağırdı. "Durun ben tahmin edeyim" sağdaki cüceyi gösteri "Sen genç duruyorsun, sen Duncan olmalısın" sonra da soldaki cüceyi gösterdi "Sen de Robinson. Şansa bak ya... Gece gece yolum ikiz kulelerle kesişti"
Krize girmiş gibi gülüyordu Miraç ve iki cüce hiçbir şey anlamadıkları için donuk ve tetikte Miraç'ı izliyorlardı.
Devam etti Miraç "Kaç gündür kimse ile konuşmadım ve canım çok konuşmak istiyor. Ama gerçek değilsiniz ki. Keşke gerçek olsaydınız, size anlatacak inanılmaz bir hikayem vardı."
Ağır çekimde ayağa kalktı Miraç, cücelerin yanına gitti ve Duncan'dan makas aldı. "Aynı gerçek gibisin lan" deyip saçını da okşayıp aralarından geçip gitti. İki adım atmıştı ki, cücelerden makas alınan gerçekten de Duncan gibi zıplayıp bir eli ile Miraç'ın boğazından sıkıp diğer eli ile kürek kemiğinin arasından Sürmene çakısını şapladı. Miraç yere düştükten sonra hızlıca toparlanıp çakıyı aynı yere farklı bir açı ile kez daha sapladı. Toprak Miraç'ın kanını emerken diğer cüce "Naptin uşağum? Büyük abi canlı istediydu?" dedi.  Eli kanlı cüce de beyaz mendili ile elini ve Sürmene çakısını silerken "Sinirimi bozdi soytarinin döli" diye cevap verdi.
Gecenin devamında Miraç'ın başında birer sigara içtiler ve telefon çeken bir yer bulup büyük abilerine öldürdüklerini söylediler. Biraz küfür yedikten sonra Miraç'ın cesedinin bol bol fotoğraf çekip Karadeniz'e attılar. Miraç’ın Batum’a vurması 15 günü aldı.


*Duncan ve Robinson iki Amerika’lı basketbol oyuncusudur.

şitiv hodjama sorular devam



1.Engebeli cehalet yollarını ilmi ile bir silindir gibi ezerek düzelten, farkındalık eşiği en yüksek birey, minnoşluk abidesi insan Şitiv Hodjam.
Güneş enerjisi ile çalışan tek kişilik bir uçak ile okyanusun üzerinde giderken teknik bir arızadan dolayı zorunlu iniş yaptığım adada yaşayan dinsiz bir kabile beni tanrı sanırsa – önümde diz çökmeler, tapınma benzeri hareketler ve sunulan hediyeler bakireler-, dillerini öğrenene kadar geçen süre içerisinde tanrı gibi takılsam sıkıntı olur mu?
Kalbinizin ısısı ve gülümsemenizin sıcaklığının şu an dünyadaki en kalabalık din olan münafıkların kalbinin buzunu çözmesi dileğiyle.

2. Verdiği nefeste karbondioksit dahi bulunmayan, sıfır karbon salınımı karakter Şitiv Hodjam...
Madem konu karbondan açıldı, öyle devam edeyim. Torunlarının torunlarının torunlarınını... - bu böyle binlerce nesil devam eder- torunları rahat etsin diye toprağın altına karbon eken bir adamın milyon yıl sonra elmasını biçen torunu, kazandığı para ile zina kelimesinin anlam aralığını genişletecek denemelerde bulunsa, çevreyi öyle kirletse ki ders kitapları değişse ve huzur evi yakma projesi geliştirip bunu yaygınlaştırsa; tarlayı eken dedesi günahların ne kadarından sorumludur.
Benimse torunlarımın torunlarının torunlarına bırakacağım en büyük miras sizinle vatsap arkadaşlığım olacaktır.

3. Pek muhteşem Şitiv Hodjam
İlerleyen zamanlarda yaşanması muhtemel bir Avusturalya İç Savaşının sonunda siyasi olarak kıta ikiye bölünse ve sınıra mayınlar ekilse. Mayın tarlalarının arasındaki alanda sadece bizon ve kangurular kalsa. Bir süre sonra bu hayvanların cinsel münasebetleri sonucunda vücut duruşu bizon ve kanguru arası, dört ayaklı, iki keseli, tek boynuzlu, her yere zıplayarak giden hayvanlar türese.
Savaşı islam güçleri bitirip mayınlı araziyi temizledikten sonraki ilk kurban bayramında bu türü kesebilir mi? Eğer kesebilirse bu türe kaç ortak girebilir?
Kokunuzu özleyen biricik müridiniz.

4. Gülümsemesi periyodik cetvelin en üstünde, soy gazların tepesinse olması gereken göz kamaştırıcı gülümsemeli insan Şitiv Hodjam.
Malumunuz iyi kötünün türevidir ve basit diyalektik anlayışa göre de her şey zıttı ile var olur. Temelde İslamiyet’in zıttı olarak tanrıtanımaz, Allahsız disiplinleri almamız gerekse de yaygınlık temelli baktığımızda İslamiyet’in rakibi İseviliktir.
Tamamen ve tamamen İslamiyet için, kolpadan bir Hz. İsa geri döndü numarası çeksek, ben de Hz. İsa rolünü oynasam. İsevileri kandırıp dini duygularını ve paralarını sömürsek. Tabi öncelikle paralarına çöküp elde ettiğimiz paralar ile avm işine girsek. Bunlar iyice sömürdükten, iliklerini kemiklerini emdikten sonra da ben bir cuma öğlen herkesi önce kiliseye çağırsam, önce bir vaaz patlatıp sonra 'Repeat after me!' deyip kelimeyi şahadet de ettirdikten sonra herkese cumayı kıldırsam. En sonda da yere karton serdirip meymenetsiz bir yaşlıya "Camiye yardım camiye yardım, boş geçmeyelim" dedirtip çevirebildiğim kadar İsevi’yi İslam’a çevirsem, bana günah yazılır mı?
Faceten sizin doğum gününüz olduğunu öğrendim. Tüm pastanelerin kandil simiti çıkartması ümidiyle.

5. Muhteşemlikle muhteremliğin harika uyumu, toplumun yapı taşı, arkemiz Şitiv Hodjam.
Nasıl tohum ekmeden ürün biçilemezse, biz zaaffull?! müritlerinizin de temel eksikliğinin tohumsuzluk olduğunu düşünmekteyim. Sizler gibi şeyh torunu olmayı bir kenara bırakın; yarın bir gün soy ağacı neandertalden, makat maymununa; bankerden, hayali ihracatçıya kadar devasa yelpazede müritleriniz olacaktır. Ki beynelmilel hedefleriniz içerisinde tüm dünya hakimiyetinin olmama ihtimalini düşünemiyorum dahi.
Hodjam diyorum ki eğitim kurumları kurup Kızılay’a memur mu yetiştirsek? Sonra sizden aldığımız kanı Kızılay’daki kanlara damlalıkla eklesek. Her bir litreye bir damla. Hem böylelikle kan grubunuzdaki hastalara deva olsanız, hem de kanınızı alanların gönül perdesi kalksa ve müritiniz olsalar.
Asıl sorum şu olacak hodjam. Planımı kabul buyurursanız uzun vadede dergahtaki aşırı Arh+ mürit oluşu toplumla aramızda bir kan uyuşmazlığına yol açar mı?
Her yağmur yağdığında kafama düşen damlaların yolunun bedeninizden geçmiş hidrojen ve oksijen moleküleri olduğu hayalini kuruyorum.

6. Bir annemin yaptığı yaprak sarmasına, bir sabah uykusuna, bir de sizin eşsiz sohbetinize doyamıyorum maxi-muhteşem Şitiv Hodjam.
Sabahlardır aklımda dönen ilginçlik üst sınırında bir fikir var; acaba sizinle birlikte ikinci bir Nuh, üçüncü bir Adem peygamber oluşumuna gitsek. Elbette sizden peygamberlik beklemiyorum ama çevreme bakıyorum da çok fazla genetik artık var. Bu insanlar nasıl doğal seçilimle gelmişler, nasıl en hızlı spermler anlam veremiyorum.
Konuya gelince bence çok fazla insan ile muhatap oluyorsunuz ve bu sizi istemsizce yoruyor. Acaba zevceniz Buse Hanım ile sizi ıssız bir adaya mı göndersek? Siz ikiniz baştan bir medeniyet inşa etseniz. Çünkü bizim durum çok kötü. Düzelt düzelt bitmiyor. Bir gün yanınızda nurlanan, tövbe edip göz gözyaşlarına boğulan adamı; diğer gün ganyan bayiinde görebiliyoruz.
Hem yanınıza tavuk inek falan da veririz. Adaya kameralar yerleştirmek suretiyle sizleri 24 saat izleyip hem feyzlenir, hem de hayıflanırız. Hayatınız tüm çıplaklığı ile de kayda alınıp diğer nesillere aktarılabilir.
Tozdan toza,
Dumandan dumana,
Kızgın bunlardan serin sulara.
Her anınıza şahitlik etmek umuduyla.

7. Cehennemle aramızdaki kapıyı Hodor gibi kavrayan koca yürekli devasa karakterli kişilik Şitiv Hodjam.
Evvelki sohbetlerinizde "Can ruhtadır, ruh çıkarsa can çıkar, ruh çağırma işi ondan sakat bir iş, boyunu aşan sular bunlar" demiştiniz. Bu sözünüzü soğuk ve uzun gecelerde, elektrikli battaniyemin altında, sabahlara kadar dizi izlerken düşündüm durdum.
Game of Thrones’daki Ramsey Bolton'un, Theon Greyjoy'a yaptığı uzun süreli işkence sonucunda ona kim olduğunu unutturabilme konusunda önemli adımlar atmıştı. İşkenceye devam etseydi inanıyorum eski benliğini tamamen unutturabilir, Theon'u tamamen 'Reek''e çevirebilirdi.
Peki hocam Reek kardeşimiz beş vakit namazını bey ayrı camide imamın sol çaprazında eda eden, kurbanlarda konu komşunun hayvanını sevabına boğazlayan ve sünnetçiliği yine sevabına yapan, büyüklerine saygılı, küçüklerine sevgili, Atatürk ilke ve inkılaplarına gönülden bağlı bir karakter olsa; öldükten sonra, önceki hayatın olan Theon Greyjoy olarak mı hesaba çekilir yoksa Reek olarak mı?
Hayatta yaşadığımı hissettiğim iki an var, biri sizin ilim şelalenizden damlalıkla su çekmek, diğeri de Game of Thrones izlemek.

8.Bilimle dini, bilişimle delişimi harmanlayan, tez, anti tez ve sentez kavramlarına şitivtez kavramını ekleyip ufkumuzu açmış, katarakt tutmuş gözlerimizi araba yıkar gibi basınçlı suyla açan tazyiki yüksek, Şitiv Hodjam.
Madem laf şitivteze geldi, Şitivist din anlayışınızla ilgili Facebook, Twitter ve ankara.net sitelerinde çok sık rastladığım bir konuya değinmek istiyorum. Bizde neden dört eş hakkı yok? Bazı hodjalar yabancı sınırını kaldırmışken neden bu tutuculuğunuz? Genç müritler rahatsız.
Biz samimi müritleriniz ise dünyada kadın kalmasa hissetmez, sizin tatlı tebessümünüzü düşünerek testosteronlarımızı dizginleriz.

9. Hodjaların hodjası, büyü işlemez, hakaret geçirmez, yaşayan iyilik hareketi Şitiv Hodjam.
Kişisel ruhban sınıfım, belli başlı ibadetlerimizin sonunda malumunuz Fatiha suresini okuyor ve okurken geçmişlerimizin ruhuna armağan ediyoruz. Malumunuz insanlığın başlangıcının 3 milyon yıl ile 1 milyon yıl arası olduğu tahmin ediliyor. Hz.Adem'in torununun torunun torunu olan, vasat bir müslüman birey milyon yıldır tüm Fatihalar’dan hisse toplarken; kıyametten birkaç yüzyıl önce doğacak bir müslüman belki de hiç Fatiha almadan zorunlu dünya hizmetini tamamlayacak.
Acaba oluşum olarak sadece geçmişlerimizin değil, geleceklerimizin de mi ruhuna Fatiha okusak?
Yeni dinayet sezonun ikimiz için de başarılarla geçmesi dileğiyle kahrolsun sahte hodjalar!

10. Radyoaktif aktif madde altındayken peygamber böceği tarafından ısırılmışçasına bir ilim ve fitliğe sahip Şitiv Hodjam.
Bir zamanlar fırtınalar estirirmişsiniz, eskisi gibi değilmişsiniz artık değişmişsiniz öğrendiğimiz kadarı ile Hodjam. (Bkz: Bir Hodjanın Hatıratları cilt 2 - cilt 28 arası)
Hayatınızı incelerken dikkatimi çeken bir nokta hiçbir günahınızı yarım bırakmayışınız. Pavyon maceralarınız gün ışıyana kadar sürüyormuş mesela. Birini dövmeye başladığınızda mutlaka bayılana kadar dövüyor, birine sövmeye başladığınızda soy ağacında kalaylanmamış dal bırakmıyormuşsunuz. Poker masasından çıplak kalkmışlığınız da var, mahallede kedi bırakmamışlığınız da.
Acaba sizin şu an ki mertebenize ulaşmanızın sebebi günahlarınızı yarım bırakmayıp tamamlamanız mı? Buradan yola çıkarsak, ortasında olduğumuz bir günahı o an bırakmayı yoksa sonra içimizde kalmasın diye tamamlamamızı mı önerirsiniz?

Hayatınızı anlattığınız henüz 28 buçuk ciltlik eserinizin devamında bir virgül olmak hayaliyle.

12 Ekim 2017 Perşembe

kuzen geyik - genç werter

Sayın yargıç ve değerli jüri üyeleri…

İstersen bir 1996 yılının ilk günlerine gidelim. Siz daha doğmamıştınız ve dünya berbat bir yerdi sayın yargıç. Bir gün Mehmet Ali abilere bilgisayarla oynamaya gittim. Mehmet Ali abinin o iç bunaltıcı sohbetine katlanmamın tek sebebi arada klavyenin “A” “S” “D” tuşlarına basarak piksel piksel olan futbolcu çizimlerini koşturmaktı. İnanılmaz heyecanlı bir durumdu benim için. Sabahlara kadar Fifa oynadığımız bir gecenin sabahında kahvaltımızı ettik. Mehmet ali abinin satanist gitar hocası gelince benim uzamamam gerektiğine karar verdim. Zaten acil şekilde eve gidip uyumam gerekiyordu. Tam evden çıkacaktım ki kitaplığında Goethe’nin Genç Werter’in Anıları’nı gördüm. Goethe’yi Ömür Abimin bana hediye ettiği “Tarihi Değiştiren 100 Büyük Dahi” kitabından tanıyordum ama daha önce hiç okumamıştım. İçim kitap okuma isteğiyle doldu. “Abi alabilir miyim?” dedim satanist gitar hocası bileğini penası ile kesmiş akan kendi kanını emerken. Hocasının yanında bana hayır diyemezdi. “Al ama bitirince getir. Yoksa asla unutmam. Ben kimseye bir şey hediye etmem! Kitabı getirmezsen kabusun olurum. Benden asla kurtulamazsın. Kitabın sayfalarını yavaş yavaş çevir. Asla kırışıklı olmasın. Çantana koyma, elinde taşı” dedi. “Tamam tamam” dedim ve çıktım.

Bir kere elimde olsa kitabı yasaklatırım. İnanılmaz iç bunatıcı bir kitaptır. Okumayın, okutmayın. Ki Mehmet Ali Abinin okumadığına da eminim.

Neyse kitabı okula götürdüm. Sınıfın en güzel ikinci, okulun en güzel üçüncü, Keçiören’in en güzel on ikinci kızı olan Meltem kitaba baktı ve “Okuyup sana getireyim mi barışçım?” dedi. Bana “Barışçım” dedikten sonrasını anımsamıyorum bile. Kitabı verdim sanırım. Oralar bende bulanık.

Neyse Meltem elbette ki kitabı geri vermedi, ben de isteyemedim. Çünkü istemem için konuşmam lazımdı ama ben meltemle konuşamıyordum. Bir konuşabilsem o kadar çok anlatacağım şey vardı ki, konu kitaba bir ay sonra anca gelirdi.

Ve tacizler başladı sayın yargıç;

Mehmet ali abi önce telefonla tacize başladı, her gün beni aradı ve kitabı sordu. Abi yenisini alayım dediysem de umursamadı. O kitabı istiyorum dedi başka bir şey demedi. Sonra evime isimsiz mektuplar göndermeye başladı. Beni Zeynep ablamla tehdit etti. Biliyor tabi nasıl sevdiğimi. “Eğer kitabımı getirmezsen Zeynep ablanı arar ve senin bir hırsız olduğunu söylerim” dedi. Malum o zamanlar da Zeynep ablamın karnı burnunda. Hassas bir dönemde, hormonlar tavan. Onun üzülmesine asla izin veremezdim.
Ben de Mehmet Ali abiyi öldürdüm.
Şu an bana suçlamalardan bulunan kişi Serdar Ortaç’ın küçük kardeşidir! Rica ettim, Serdar Ortaç’ın kardeşi olacağıma onurumla Ömer ve Ömür Çetinkaya’nın kardeşi olarak yaşarım dedi. Biraz itici ol, kimse farkı anlamaz dedim. O da oldu. Hiçbiriniz anlamadı.


Peki sayın yargıç! Benim yerimde siz olsanız, siz de öldürmez miydiniz? Hamile bir kadının hayatını kurtarmak içindeki canla beraber iki kişinin hayatını kurtarmak değil midir? 1’e karşı 2. Ki bu ikiden biri değerli sanatçı dostum Zeynep abla! Pişman değilim.