28 Aralık 2014 Pazar

pazartesi - kurtalan ekspres

Çok uzun süredir dünya turu yapmadığımı fark ettim pazartesi devrialemcileri. Listemin ulaştığı, varlığım için kendi inanışlarına göre şükreden herkesi bir tutarım. Hafifmeşrepmiş, dengesizmiş, yozgatlıymış, yozlaşmışmış, cep telefonunda kendi çıplak fotoğraflarını çekecek kadar gerizekalıymış demem. İstasyonlar belli, trafik yok, hayatı da felç etmem diye bir dünyayı trenle dolaşmaya ani bir karar verdim.

*Profesyonellerle çalışmalı.
*Özerk bir şoförü olmalı
*Günahlarını bana doğru yazıp altını imzalayarak çıkartmalı.
*Her yılın en iyi yardımcı kadın oyuncu oskarını alan artistiyle bir yıllık arkadaşlıklar kurmalı.
*Hiç beklemediğim çıkarımlar yapıp benim kafamı karıştırmalı.
*Amuda kalktığı zaman yanakları kızarmamalı.
*Daima yalnız seyahat etmeli.


Yolculuğun ilk birkaç saati çok güzeldi. Fotoğraflar çektirdim, camdan çorak bozkıra bakıp insanları, insanlarımı, kadınlarımı düşündüm. Sonra tren durdu. İndim bir bisküvi aldım. Tekrar trene bindim, tren gitmiyor. Biraz bekledim hareket yok. Sekiz dakika sonra sabrım taştı. İki kondüktörü döverekten makinistin yanına girdim ve “Hadisenize be!” diye sesimi yükselttim. Burası Kurtalan, son istasyon, dedikleri gibi de acı gerçekle yüzleştim. Tüm ilçeler birbirilerine tren yolu ile bağlı değilmiş. Ray yok falan anlamam, beni evi bırakın, dedim hüzünle. Ray olmayınca tren biraz fazla sarsıyor, çok ses yapıyor ama yine gidiyor.

19 Aralık 2014 Cuma

pazartesi - genç mutant köylü vatandaşım

Benim gözümde mutant vatandaşlarımın yeri ayrıdır pazartesi iksleri. Her zaman onları sanki uzaktan bir akrabam gibi görmüş ve kollamışımdır. Bazı çevrelerce benim mevcut durumum da mutanlıkla açıklanmaya çalışılsa da öyle bir şey olmadığı bilimsel olarak ispatladım. Neyse cuma cumadan sonra bir mutant kardeşim memleketinden köyünden çıkmış ve yanıma gelmiş. Kollamak, sahip çıkmak görevim. Olayın nedir hemşehrim?, dedim tüm sıcaklığımla. Pişti, dedi

*Hapşıran birine anında kağıt mendil vermeli.
*Elleri ve ayaklar hiç üşümemeli.
*Spoiler verdiğinde kendini kırbaçlayarak cezalandırmalı.
*Birisi ona hayallerini anlattığında yüzünde umursamaz bir ifade yer almalı.,
*Müşavirlere mübaşirlermişcesine davranmalı.
*Zamanı bilmek için saate ihtiyacı olmamalı.
*Canı şiddet çektiğin palyaço makyajı yapıp çocukları korkutmalı.
*Fahişelere ücretsiz makyaj eğitimi vermeli.
*1960 model bir gırgır alabilmek için 1960 model spor arabasını satabilmeli.
*Hiçbir ortamın en yaşlısı ya da en gençi olmamalı.
*

Saatlerce test ettim delikanlıyı. Sadece pişti değil, iskambil konusunda özel yeteneği. Rakibinin elini görebiliyor. Bak koçum, diyerek konuya girdim. Bu gücünü iyilik için mi kullanmak istersin yoksa ağzını burnunu kırayım mı? İyilik için isterim ağam, dedi. Bırakalım rica ederim bu feodal ünvanları, Senin görevin kumarhaneleri batırmak. Git kazan ve kazandığın paraları bana getir, dedim ve Lasvegas'a postaladım kınalı kuzuyu. Geçen birkaç milyar dolar, tayt üzerine slip ve üzerinde kocaman bir P yazan  tişörtle geldi. aferin devam et, pelerin de al ama yere kısa tut yere değmesin, dedim ve gönderdim.

15 Aralık 2014 Pazartesi

pazartesi - 2014 analizim

Bir senenin daha canına okuduk sayılır pazartesi miladileri. İyiydi be bu sene. Ne nükleer bomba patladı ne de uzaylı istilası. Doğal afetler yönünden de çok zengin değildi, az da seri katil yaptı. Cinayet rakamlar öyle çok hortlamadı, suikast yönünden ise gayet zayıftı. Havalar da güzeldi, öyle çok soğuk yapmadı.

*Uyuz bir uyumsuzluğu olmalı.
*Birazda benden kaynaklı olarak beğendiği her şeyi, herkesin beğeneceğini sanmalı.
*Çok güzel ve içten şaşırmalı.
*Heyelan anında toprak sörfü yapabilecek kadar dengeli olmalı
*Zorunda kaldığı zaman ... (asla hiçbir şey yapmak zorunda kalmamalı)
*Birbiriyle tanışmamış arkadaşları birbirlerinden nefret etmeli.
*Henüz öldürülmemiş olmasının mantıklı bir açıklaması olmamalı.


Çıldırma oranları da gayet makul. Mesela köpek ve köpekbalığı saldırılarında gözle gözükür azalma var. Yeni virüs ya da yeni hastalık sayısı da 2013’ten az. Zeplin kazalarında ve tren kaçırma olaylarında yüzde bin; çekirge ve koala saldırılarında ise yüzde sekiz yüzü aşan azalmalar var. Bu seneyi uzatmak en iyisi. 2015’e geçmiyoruz. Seneye bakarız, duruma göre karar veririm. Diyeceksiniz ki sen istediğin kadını 2014’de bulamadın. Olsun, yeter ki sizler için hayat güzel olsun. Benim yokluklarla aram iyidir.

9 Aralık 2014 Salı

taş... girişim

Arzu'nun bana "dünyada kimse kalmasa yine de sevin gibi biriyle beraber olmam" demesenin üzerinden on yıl, Arzu ile ben hariç dünyadaki herkesin taş olmasının üzerinden ise yedi ay geçmişti. Dünya heykellerle dolu bir açık hava müzesi gibiydi. Gidebildiğimiz her yere bakmış, hiçbir hayat belirtisine rastlamamıştık.

7 Aralık 2014 Pazar

pazartesi - kısa, şişko, uzun saçlı, yaşlı bir insanımtraktı

Belli ki dünyevi hayattan bir beklentisi kalmamış bir polis memuru geçen hafta salı akşamı neredeydiniz?, diye sordu pazartesi müştekileri. Evde tetris oynuyordum, bir işkembe alabilir miyim?, diye cevap verip polisi tekme tokat evden attım. Aslında geçen hafta salı evde değildim. Küçük bir hesabım vardı onu görmeye gitmiştim. İşin ilginci bir çorbacının izimi bulmasıydı. Olaylar şöyle gerçekleşti:

*Seçimlerde kazanma şansı olmayan adaylara gerçeği açıklamalı.
*Yokluğum yıprattığında yanında bir kameramanla gezip insanlara abuk subuk sorular sormalı.
*Stratejik ortağım olmalı.
*Kendi haline bırakılmayacak kadar tehlikeli olmalı.
*İçi sıkıldığında toplum için tehdit oluşturmalı.
*Her kuaför dönüşünde lansmanını yapmalı.
*Buzdolabında her zaman buz ve yaprak dolması hazır olmalı.


İsmi önemli olmayan bir adada, adamın birinin kendi listesini yayınladığını ve ada kadınlarının da o listeye göre hareket ettiğinin haberini aldım. Paylaşmaktan nefret ettiğimden ve biraz da insanların kandırılmasına tahammülüm olmadığından adaya bir gece harekatı düzenleyip adamı buldum. Kısa, şişko, uzun saçlı, yaşlı bir insanımtraktı. Beni görünce şok geçirdi, hareket edemedi. Ben de hemen köşede bir harç kardım ve adamı çimento ile kapladım. Biraz rötuş yaptım ve çabuk donsun diye üfledim. Tamam en iyi eserim değil ama fena olmadı.

5 Aralık 2014 Cuma

düşük 15

Bir. Yer çekimi
İki. Parçalanmış bir kavanoz reçel.
Üç. Çifte acı. Hem ruhsal hem fiziksel.
Dört. Eğer isim planlanmamışsa ölü çocuğa isim vermek.
Beş. Düşmekte olan bir uçakta düşük yapan kadın.
Altı. Düşük, düşman.
Yedi. Yaşasa belki sivilce sorununa çare bulacaktı ya da sivilce sorununa çare bulayım derken insanlığın canına okuyacaktı.
Sekiz. Cenaze işlemleri. Küçük tabutun hüznü.
Dokuz. Düşen sadece cenin değil. Bazen bir aile ya da daha fazlası. Uygun ilik için yapılan kardeş düşerse?
On. Salçalı yoğurtlu makarna.
On bir. Çifte acı. Hem karı hem koca.
On iki. Mezar taşına tarih yazamamak.
On üç. Düşük üstüne düşük
On dört. Düşük, izdüşük.

On beş. Saatler süren ağlamalar.

Olof Olof Olof Palme Parkı

Olof Olof Olof Palme Parkı

Bir bir grup sahipsiz çocuktuk yıkılması an meselesi olan gecekonduların arasında. Elektriği kaçak çeker, gelen zabıtaların kafalarına taş atar, analarına avratlarına küfür ederdik. Hatta bir keresinde babam elindeki ekmek bıçağını boynuma dayayıp “O dozer gitmezse evladımı keserim!” diye bağırmıştı. Kesmezdi bilirdim ama çok yine de çok korkmuştum.

Babalarımızın çalışmaları gereken yorucu işleri, annelerimizin ise izlemeleri gereken televizyon programları vardı. Babalarımız annelerimizi döverken ağlar, komşularımızda çıkan aile facialarını ise çekirdek çitleyerek izlerdik. Bizim sokakta her şey tatlıya bağlanırdı. Mesela dayım yıllar önce yüksek promilliyken bacağından bıçaklamış olduğu hurdacı Ekrem ile beraber at yarışı kuponu yapabilir; annem, babamın ilk eşi olan Secide ile gün arkadaşı olabilirdi. Bizde kimse acısını nefretini içine atmadığından hiçbir şey birikmezdi. Zaten gelen parayı da haftasında yediğimizden paramız da birikmezdi.

İlkokulu bitireceğimiz senenin baharında havanın güzelleşmesi ve bizden profesör olmayacağının belli olmasıyla beraber; çalışma hayatına başlamamıza karar verdi annelerimiz. Olof Palme Parkı'nda ben baskülcü oldum, Buğra simitçi, Erhan ayakkabı boyacısı. Tespih gibi dizilir kazandığımız birkaç kuruşla da Buğra’nın bize gelişine sattığı simitleri yeyip eve beş parasız döner ve ana babamızın ruh haline göre; ya azarımızı işitir ya da dayağımızı yerdik. Ama çok güzel dayak yerdik; ne bir yerimiz kanar ne de bir yerimiz morarırdı. Dayak iyi gelirdi bize, hiç şikayet etmezdik.

Parkın ortasına parke döşedi belediye okulun bitmesine yakın. Neden olduğunu anlamadık tabi. Ben açık hava mescidi, dedim; Buğra buraya ev yapacaklar, dedi; Erhan ise Buğra ne ters adamsın, ev yapacak olsalar parke en son yapılır, ayakkabılarınızı çıkartın da basın; parkeleri kirletmeyin, dedi. O parkeler bir süre öyle boş boş durdu. Müşteri yokken, ki genelde olmazdı zaten, ayakkabılarımızı çıkartıp parkede kayıyorduk. Bazen de çöpte bulduğumuz kola kutularını ezip dokuz aylık oynuyorduk.

Sonra okullar kapandı, ana babamızdan sağlam karne dayaklarımızı yedik. Hatta babam beni döve döve okula götürüp kaydımı almaya bile kalktıysa da okulda yetkili kimse olmadığından döve döve eve geri döndük. Hatta ve hatta babam daha önce hiç benim okuluma gelmediği için yolu uzattı ve attığımız her adım bana tekme tokat olarak geri döndü. Hiç unutmam o gün akşam yemeğinde salçalı makarna yedik.

Okulların kapanması ile beraber de ilk Alamancı toprağa düştü. Jöleli saçları, aynalı güneş gözlükleri, buz mavisi kot pantolonları, askılı tişörtleri, ince sakal tıraşları, altın zincirleri ve itici aksanlarıyla çevrelerine kötü enerji yaymaya başladılar. Olof Palme Parkı'nın en genç esnafları olarak biz de parkta yerlerimizi aldık. İşler biraz arttı. Buğra hemen sigaraya başladı, tekel 2000, daha iki binli yıllara çok vardı ama tekel gününün ilerisinde bir markaydı. Akan günlerde birkaç Alamancı omuzlarında kocaman kasetçalarları ile parka geldiler. Kendi aralarında Alamanca konuştukları için ne dediklerini anlamadık ama çok eğlendikleri belliydi. Anamıza küfrediyorlar ondan gülüyorlar, dedi Erhan. Biz de şüphelenmedik değil. Gıcık ola ola, gıpta ede ede izledik onları. Yabancı şarkılar dinleyip dans ettiler parkenin üstünde. Sonra bir tanesi cebinden bere çıkarttı. Bu sıcakta bere takınca gülmeye başladık. Mal la bunlar, dedim duyacaklarını bile bile. Bizim güldüğümüzü duyunca bize baktılar. Biz de meydan okurcasına gözlerine gözlerine baktık. Sonra bize bakmayı bıraktılar ve kendi hallerinde takılmaya devam ettiler.

Şarkı gittikçe hızlandı, şarkı hızlandıkça Alamancılar daha da bir tepinmeye başladılar ve en sonunda kafasında bere olan bebe amuda kalktı ve kafası üzerinde dönmeye başladı. Undebah! Undebah!

Hayır zaten onlarla aramızda tonlarca fark vardı ama bu kadarı da fazlaydı. Biz üç arkadaşın sırtına sanki dünyadaki tüm fakir çocukların hüznü işte o an bindi. Sustuk, bir kelime bile etmedik, sonra da evlerimize doğru yürüdük. Anne babamız neden erken geldiğimizi bile sormadı. Biz o akşam yaşlandık.

Diğer günler eski neşemiz kalmamıştı. Yaz bitse de Alamancılar gitse diye gün sayıyordum. Her akşam aynı manzara karşımızdaydı. O bebe beresini çıkarttığı an sanki biri matkapla kafatasıma delikler açıyordu.

Bir akşam Buğra; bu akşam eve gitmeyelim, parkta duralım size sürprizim var dedi. Hiç doğum günü kutlanmamış, yaş pastanın mumlarını üflememiş, hediye alınmamış çocuklardık. Sürpriz bizde genelde başa gelen kötü şeyler için kullanılırdı. Tamam, dedik ve bekledik. Bereketsiz berbat bir gündü zaten. Hiç iş yapamamıştık. Üç simit yemiştim. Sadece ikisinin parasını Buğra'ya ödeyebilmiştim. Hava karardı, park iyice boşaldı. Sonra Buğra ayağa kalktı ve beni izleyin oğlum, deyip parkeye doğru koşmaya başladı. Sağını solunu kontrol etti, baktı izleyen kimse yok, Alamancılar gibi dans etmeye başladı. Yemin ederim hepsinden daha iyiydi. Çalan şarkıları da ezberlemişti, bir yandan söylüyor, öte yandan dans ediyordu. Erhan'la beraber biz de parkeye koştuk, onun yanında el çırpıyorduk. Sonra Buğra simit tezgahına koştu ve tezgahı başında taşırken araya koyduğu simit gibi yastığı alıp yere koydu, amuda kalktı ve kafası üstünde dönmeye başladı. Bir kez döndü, iki kez döndü, üç kez döndü, dört kez döndü ve un çuvalı gibi yere düştü. Buğra ağlıyordu ama kollarını kaldırıp göz yaşlarını silemiyordu. Yandım Allah! Yandım Allah!

Erhan: Çıt çıt çıt çıt (daktilo sesi) sigortasız birçok işte sömürüldü. Çıt çıt çıt. Daha sonra biri zihinsel engelli üç çocuğu olan kendinden üç yaş büyük ve sekiz yaş çirkin bir Alamancı bir kadınla sırf İsveç'e gitmek için evlendi. Çıt çıt çıt çıt. Sömürülmeye Alamanya’da devam ediyor.Çıt çıt çıt.

Buğra: Çıt çıt çıt çıt. O gün felç oldu. Sadece tek elini kullanabiliyor. Çıt çıt çıt çıt. Devletin verdiği sakat maaşı ve akülü arabasıyle Olof Palme Parkı’nın etrafında sattığı sarma sigaralar ile geçimini sağlıyor. Çıt çıt çıt.


Ben: Çıt çıt çıt. Hayat bana ayrıcalık yapmadı, herkes davrandığı kadar kötü davrandı. Çıt çıt çıt çıt. Park bekçisi oldum. Tabiki Olof Palme’de.Çıt çıt çıt.