30 Kasım 2010 Salı

fotoğraf hakkında bir şey.

Kuzenlerle çektirdiğim bir fotoğrafa bakıyorum. Bir göl kenarındayız. Sağımdaki kuzenimin omzuna sağ elimi atmışım, solumdaki kuzenimin ise beline. Yüzümde abartısız bir gülümseme, dişlerim görünmüyor, gıdığım çıkmasın diye başımı biraz kaldırmışım. Üzerimde kırmızı, pötikare montum var. Bana pek yakışmazdı ama ben ısrarla giyerdim. Altımda bej pantolonum var, demek ki kalçalarımdan o zamanlar bu kadar olduğu kadar rahatsız değilmişim. Ayakkabılarım beyaz, bağcıklarım ise kırmızı. Ne kadar severdim onları, keşke aynısını bulsam da giysem.

 

Bu fotoğrafta ise lisedeyiz. Yedi kız yan yana dizilmişiz. Ben en soldayım. Saçlarım açık ve omuzlarına dökülüyor; annem kızmasın diye evden örer çıkar, eve örer girerdim.

 

Bunda ise mahalleden arkadaşlarla beraberiz. Ne kadarda kocaman gülmüşüm, otuz iki dişim görünüyor. Kırmızı el örmesi yeleğimle ne kadar da tatlıyım.

hamiş: topluca çekişmi fotolara bakarken herkesin sadece kendine baktığını yazacaktım ama hevesim kaçtı.

28 Kasım 2010 Pazar

pazartesi - abuk güruhum

Her sene olduğu gibi bu senede doğum günümde ne gibi bir abuklukla karşılaşacağım diye merakla uyandım pazartesi aşıkları. Geççe kalktım, yüzümü yıkadım, kahvaltı yaptım, seda sayan’ı izledim, izdivaç programlarını izledim, bir şeyler okudum, bir şeyler yazdım, uyudum, akşam yemeğini yedim, yine uyudum…

 

*70’ler pop şarkılarını sevmeli bunu övünülecek bir şey sanmalı

*Perde takmak hobisi olmalı.

*Komşulara hayatı zehir etmeli

*Konuşmak istemediğimde benim Afrikalı bir kabile reisi olduğumu söyleyip insanlarla konuşmak zorunda kalmamı engellemeli.

*Sekse, gıda alımı karıştırmamalı; kremşanti, nutella, torba yoğurdu gibi…

 

Siz neden benim abukluk yapma dediğime bakıyorsunuz ulan pazartesi manyakları! İnsan bir sürpriz yapar bir manyaklık yapar. Sanki her dediğimi yapıyorsunuz? İyi hazırlanın seneye çok acayip bir şey istiyorum.

25 Kasım 2010 Perşembe

balıklar ölüyor

Sabah telefonla uyandım, arayan annemdi.

 

— Hemen gel balıklar ölüyor, dedi. Sesi hem telaşlı hem de azarlar gibiydi.

 

Biraz sonra arabada, kırmızı ışıkta beklerken, kendime geldim. Annemin evine varmama üç beş dakika vardı. Kapıyı gözleri yaşlı açtı.

 

— Balıklar ölüyor, dedi. Motor bozulmuş gece.

 

İçeri girdiğimde annemin haklı olduğunu gördüm. Balıklar yüzeye yakın yüzüyorlardı. Eline bir bardak verdim ve,

 

—Bu bardakla akvaryumdan su alıp üzerine dök, ben hemen geliyorum, dedim ve hızla bir akvaryumcu bulup, motor alıp, eve dönüp, akvaryuma taktım.

 

Annem ise biraz mutlu oldu ama çok değil, biraz.

birazda benzetme

 

  • Yaz gün, kır düğününde yağmur yağan gelin gibiyim.

 

  • Arabasının sileceklerinin çalışmadığını; otobanda, gece, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken fark etmiş bir adam gibiyim. Yan koltukta da hamile eşim uyuyor.

 

  • En yakın arkadaşı kiralık katil olan bir müezzin gibiyim ama ne ben onun işini biliyorum, ne de o benim; ne ben ona işini soruyorum, ne o bana. Arkadaşlığımızın temeli sessiz bir ahit.

 

  • Adsız alkolikler toplantısına katılmış tekel bayii gibiyim.

 

  • Terk ettiği kıza büyük ikramiye çıkmış bir adam gibiyim ve her geçen gün şişmanlıyorum.

 

  • Uzmanlık alanı Macar halk dansları olan bir akademisyen gibiyim; kimse beni umursamıyor ve herkes yalan söylediğimi sanıyorlar.

 

  • Çocukken reklam yıldızı olmuş bir ergen gibiyim; kökleri kırmızı, uçları beyaz sivilcelerim var ve sesim konuşurken gidiyor.

 

  • Ayıya nişan alıp, ayının öldürmek üzere olduğu geyiği vurmuş bir avcıyım.

 

  • Milli marşını bilmediğim ülkenin, milli takımında oynayan futbolcu gibiyim; şu an marş okunuyor ve kameralar beni çekiyor.

 

  • Beş yıldız otelde manzaralı oda tutup uykusuna yenik düşmüş gibiyim.

 

  • Moda kendine yakışanı giymektir diyen ama kendine yakışan nedir bilmeyen genç bir kız gibiyim.

 

  •  

Pamuk Prenses ve Birkaç Cüce

Her yeni doğan çocuk bir muammadır. Akan zamanla beraber; katil mi, sütçü mü, infaz koruma memuru mu, bisiklet tamircisi mi olacak kimse tahmin edemez. Tek istisna hariç, biz cüceler.

 

Siz hiç cüce bir başbakan gördünüz mü? Hatta siyasetçi, belediye başkanı, muhtar? Ben görmedim. Siz hiç cüce ve başarılı birini gördünüz mü? Cüce ve zengin? Cüce ve yanında çok güzel bir kız? Cüceler kaderleri ile doğarlar. Hayatları soytarılıklar yaparak insanları güldürmekle geçer.

 

Çocukken ezilmeye başlarsın, çünkü çocuklar kadar acımasızı yoktur. Sen neden büyümüyorsun, diye merakla sorarlar. Sonra da, “Cüüüceee cüüüüceeee”, diye bağırıp dalga geçerler. Aşağılanmalara katlanamaz ve evden çıkmaz olursun ya da aşağılamalara aldırmaz ve soytarı olursun. Genelimiz bununla yaşamaya alışkındır. Cüce intiharlarının ne kadar yaygın olduğunu biliyor musunuz?

 

Koca koca adamlar sana bakıp gülerler, kimisi sana bakar bakışını bakla tarafa çevirir ve güler ama hemen herkes güler. Seni görmemezlikten gelmeye çalışanlar da ikiyüzlülerdir. Dünyanın düzeni basittir, bir cüce görülünce gülünür. Biz cüceler diğer insanların gülümsemesini sağlamak için dünyaya gönderilmiş oyuncaklarız.

 

Görüntümüzün komikliği yetmezmiş gibi sesimizde komiktir, tipimiz de. İnsanlar bir yerden sonra yavşarlar zaten. Ne yapsan, ne söylesen komiktir. Hayatın, saçma kahkahaların odağı olarak geçer. İnsanlar güldükçe sen de gülersin, sen de yavşarsın; bu yavşak hal seni aptallaştırır, aptallaştıkça daha saçma işler yaparsın ve yine herkes sana güler. İşin döngüsü budur.

 

Bazıları seni çocukmuşsun gibi kucağına alırlar. Hayattan en nefret ettiğim anlar bunlardır. Karşındaki adam uzundur, güçlüdür, engelleyemezsin. Kızarsın, küfredersin, başkası küfretse öldürecek olan adam, senin küfürlerine etrafındakilerle beraber güler. Onlar güldükçe küfredersin, onlar gülmeye devam eder. Bir döngü de budur.

 

Kısacası bir cüce doğuştan soytarıdır. Benim hikâyemde bundan çok farklı değil, hemen her cüce gibi ilkokulu zor bitirdim sonra da kahvehanede çaycı olarak çalışmaya başladım. Sonra bir adam beni görmüş ve babamı buldu. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’in tiyatro oyununu sergiliyorlarmış. Okullarda, kermeslerde, belediye şenliklerinde, festivallerde… Benim de oynayıp oynayamayacağımı sormuş, daha sonra da parada anlaşmışlar ve babam kabul etmiş.

 

İlk oyunumu hiç unutamıyorum. Parlak kıyafetler ve kafama küçük bir kukuleta tam bir soytarı olmuştum. Yedi cücelerden, uykucu,  rolünü bana vermişlerdi ve sahnede sadece dört cüce vardık. Yüzünden benden yirmi yaş daha yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir cüce, bilgin, rolündeydi ve sadece onun konuşması vardı. Hep beraber şarkı söylememiz gereken kısımda ben sadece ağzımı oynatıyordum. Hiçbir prova olmadan sahneye çıkmıştım. Zaten kimse de ne oynadığının farkında değildi. Pamuk Prenses’i oynayan kadının sürüklediği oyun boyunca ben sadece sıramız gelince diğer cücelerin arasında durdum. Sonra Beyaz Atlı Prens, Pamuk Prensesi öptü ve tüm çocukları sahneye aldılar. Bir anda etrafımı bir sürü çocuk sarmıştı ve bana sanki gerçek değilmişim gibi dokunuyorlar. O anın şaşkınlığını ve korkusu hala kâbuslarıma giriyor.

 

Sonra adı tiyatro olan soytarılığı öğrendim. Önce şarkıya eşlik etmeye başladım, sonra bilgin şirin olan Hayri Amca gelmediğinde onun sözlerini söyledim. Hayri Amca işi bırakınca temelli, bilgin, oldum. Yevmiyemizin üzerine yatan Beyaz Atlı Prens, gidince Beyaz Atlı Prenste olmak istedim ama olamazsın dediler. Yeni Beyaz Atlı Prens bulana kadar oyun biraz sekteye uğradı ve yeni Beyaz Atlı Prens gelince devam ettik.

 

Böyle bir sanat yaşamım oldu?! Hayatımdan sayısız, Kötü Kalpli Kraliçe, Beyaz Atlı Prens ve cüce arkadaşlar geçti. Başka hiçbir oyunda oynamadım, zamanla sahneye fırlayan ve beni ezen çocuklara bile alıştım.

 

İnsan kaderinin önüne geçemiyor. Cüce doğduysan soytarılık kaderindir. Sorsan tiyatro oyuncusuyum diyorum ama biliyorum ki soytarıyım.


23 Kasım 2010 Salı

öylesine bir karakter - kerem

Telefon melodileri satan bir şirketin çalışanıydı. İşi televizyon izlemekti yani televizyonda o an konuşulan kelimelere uygun melodilerin reklamının; alt yazı olarak girmesini sağlamaktı. Mesela yemek programında pastırma lafı mı geçti Kerem hemen alt yazıyı giriyordu. [ Hani de benim 50 gram pastırmam, Konyalıdan başkasına bastırmam. Telefonunun bu melodi ile çalmasını istiyorsan, Konyali yaz 3321’e gönder] ya da ne zaman bir eşek mi görüldü [  Arkadaşım eş, arkadaşım şimşek, arkadaşım eşek. Telefonunun bu melodi ile çalmasını istiyorsan Esek yaz 3321’e gönder].

22 Kasım 2010 Pazartesi

rüya

Yıllarca nefes tutma çalışması yaptı. İlk başladığında otuz saniye tutabildiği nefesini; iki yıl sonunda, iki dakikaya kadar taşımıştı. Asla sigara içmedi bu yüzden. Biraz da spor yaptı, bol bol yüzdü, daldı.

 

Yıllar önce bir rüya görmüş. Başında bir adam elinde silah onun gözlerine bakmış ve demiş ki; “Hala nefes alıyor, öldürememişsin” ve sonra da alnına ateş etmiş.

 

Hep bu rüyanın gerçek olma ihtimalinden korkarak yaşadı tüm ömrünü ama rüyası geçekleşmeden öldü.

21 Kasım 2010 Pazar

pazartesi - kurban derileri problemi

Benim tarihimde kavurma bayramının yeri apayrıdır pazartesi sevdalıları. Ergenlikte ilk ilkelliklerimi, ergenlik sonrası da ilk entelektüel isyanlarımı hep bu günlerde yaşadım; mamafih içimdeki kavurma sevdasına her dönem yenik düştüm. Mutlulukla uyandığım bayram sabahı camı açıp gördüğüm görüntü ile göz bebeklerim yerinden fırladı.

 

  • Daha önce de vurguladım biliyorum ama ütü konusunda çok hassasım.
  • Masumiyet numaraları çekmemeli.
  • Yastık savaşı yaptığımızda kazanmama izin vermeli.
  • Gidip memnun olmadığımız mekânların listesini yapmalı
  •  Gözlüklerim buğulanınca silmeli

 

 

Benim deri topladığım safsatasını hangi şerefsiz çıkarttı bilmiyorum ama ilk iş onun derisini türk hava kurumuna bağışlayacağım. Beş gündür bizim sokaktan thk kamyonları deri topluyor hala yarılayamadılar.

UFO gözlemcisinin boynu asla kireç tutmaz.

Otopsi sonuçları önüme gelmişti. Adam kalp krizinden ölmüştü ama kanında bulunan X maddesi kalp krizini tetikleyiciydi. Aynı zamanda boynunda kireçlenme vardı.

“ Ben size olayın göründüğü gibi olmadığını söylemiştim. Dağların arasında bulduğumuz bu adamın boynunda kireçlenme var ve bir ufo gözlemcisinin boyu asla kireçlenmez”

Bir ihtimal daha var, o da öldürmek mi dersin?

Silahını çekip bana baktı. “Arkasında ayna ile poker oynayan bir aptal gibiyim ve işin kötüsü bir döperim bile yok. Bir ihtimal daha var, o da öldürmek mi dersin?” dedi.

19 Kasım 2010 Cuma

Fakirim

Kahvaltılığın kapağını açtım, baktım.

Kaç zeytin kalmış saydım.

On iki tane.

Günde üç tane yesem dört gün yeter bana, dedim.

İlk kez bu kadar fakirdim.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Önce Kadınlar ve Çocuklar

Ama neden önce kadınlar ve çocuklar? Bir gemi batarken sınırlı sayıdaki filikalara insanlar koştururken bu ses yankılanır “ Önce kadınlar ve çocuklar!” Bunun birçok sebebi var olmalı ama bence en büyük sebep varoluşsal.

Yirmi kişilik bir filikaya; on dokuz erkek ve bir kadının bindiğini ve bir şekilde bir kurtulup ıssız adaya düştüğünü düşüyorum da o ada, bol cinayetli bir ada olurdu. Türün devamlılığı ilkesini temel alırsak da; devamlılığı sağlayacak, döllenecek bir kadın ve ıssız bir adaya düşmenin verdiği, soyumu devam ettirmeliyim, dürtüsüne yenik düşmüş on dokuz adamdan oluşan minik bir cehennem ortamını düşünemiyorum bile.

Ama tam tersini düşünelim. On dokuz kadın ve bir erkek filika ile batan gemiden kurtuldu ve bir adaya sığındı. Her ne kadar şartlar diğer durum kadar korkunç olsa da türün devamlılığı bu şekilde rahatlıkla sağlanabilir. Adamın spermleri yüzüyorsa bir yılın sonunda on dokuz çocuğu, on yılın sonunda ise iyimser bir rakamla yüz elli çocuğu olabilir. Bu demektir ki insanlık sona ermeyecek.

Önce kadınlar ve çocuklar dedim ama çocuklardan hesaplamalarımda bahsetmedim. Neden çocuklar kurtarılır? Annelik içgüdüsü sadece kadınlarda görülür, her kadında da ve çocuklar türün devamlılığında da bir erkek ya da bir kadından daha etkisizlerdir. Neden çocuklar kurtarılır o zaman?

Birincil sebep günahsız oldukları inancımızdır sanırım. Bir diğer sebep küçük insanlar olduklarından dolayı, az yer tutarlar ve daha fazla insan kurtarılabilir. Hem eğer gemi batıyorsa bunun müsebbibi erkeklerdir. Kaptanından, miçosuna, tersane işçisine kadar hepsini erkeklerin oluşturduğu bu organizasyonda suçu üzerinden atmak isteyen erkekler şu saçma klişe ile kendilerini kurtarmaya çalışmaktadırlar “Gemide kadın uğursuzluk getirir.”. Hadi ordan!

Lost’u hala izlemedim.

16 Kasım 2010 Salı

Hep aynı günü şiirini yazan şair

Her kitap, her film bir cümledir. Üzerinden zaman geçince aklımıza bir cümle, bir önerme geliyorsa o kitap iyi bir kitaptır. Gelmiyorsa ya zaman kaybıdır ya da bilinçaltımıza etki etmiş harika bir kitaptır.

 

Hayat da bir gündür. Yaşlandığımızda aklımıza bir sadece ömrümüzün bir günü gelecek. O harika gün ve onun oluşmasını sağlayan günler ve ondan sonraki günler. Ama temelinde o gün olacak. Eğer şanslıysak.

 

Şairimizin aklında da o gün olacak. Zaman her şey gibi anıları da eskitir, değiştirir. Hep o günün şiirini yazan bir şair. Neden mi o günün şiirini yazıyor? Basit, o günü anımsamayı seviyor. O günü kaleme dökmeyi seviyor.

 

Bazen şiirlerinde özlem oluyor, bazen ise övgü, çok ender de olsa intizar, birkaç kez de öfke… Ama hep aynı günün şiirleri, duygular değişiyor, yansımalar değişiyor…

Tüm erkeklerin sevgilisi

Dünyanın en parlak saçlarının sahibiydi. Yüzüne bakmaya utanır, onu her gördüğümde kızarırdım. Sadece ben de değil, tüm arkadaşlarım benim gibiydi. Ne zaman laf ona gelse derin sessizlikler yaşardık. Hepimiz başımızı öne eğerdik ve yüzlerimiz kızarırdı. Ne de olsa çocuktuk; ama o sadece çocukların değil tüm erkeklerin hayallerinin prensesi esas kızıydı.

 

Babamın da ona aşık olduğunun farkındaydım; yine de bunu söylemeye cesaret edebileceğini tahmin edemezdim. Aşk insanı kör eder ya da her aşık zaten kördür bilemiyorum ama babam ona açılmıştı. Kendi gibi kalbi de temiz olduğundan babamı reddetmiş, “ Bir oğlun, bir kızın; sadık, hamarat ve iffetli bir karın var. Yuva yıkanın yuvası olmaz. Sakın” demiş. Zavallı babam da kalbine taş bağladı ve köşesine çekildi. Zaten başka bir şansı da yoktu. Ömrünün geri kalanında eski neşesi kalmasa da daha iyi bir adam oldu.

 

Dedem de ona âşıktı. Aradaki yaş farkı onun durumunu da benimki gibi imkânsız hale getiriyordu. “Güzel kızım, canım evladım” diyerek sırnaştı ona. Nasılsa babası yaşındaydı, hatta babasından bile yaşlıydı. Yaşlılık, herkes de aynı etkisi göstermezmiş; korkak bir ömür geçiren dedeme ise cesaret vermişti. Bir gün kendisine kahve getiren onu sıkıştırmış ve memesinden tutup öpmeye kalkmış. “ Günah dede, ne yapıyorsun. Bir daha elleş ya da bir şey söyle ölene dek yüzümü göremezsin” demiş. Ömrünün son günlerini yaşadığını bilen dedem; onu görmeden geçecek bir ömrü göze alamadı elbette. Sessiz, sedasız köşesinde oturup onu izledi. Aşk onu son günlerinde bile olsa ehlileştirmişti.

 

Amcaoğlum Mustafa tam onla yaşıttı, dayıoğlum Necip de. İkisi de sinsi sinsi sevdi onu; kimseye söyleyemeyecek kadar şehvetle ve hırsla. Her ne kadar kimseye açılmasalar da birbirlerini gözlerinden tanıdılar. Biri ötekinin gözünde kendini gördü ve gördüğünü beğenmedi. Zaten uzaktan bakınca kimse kendini sevmezmiş, derler. Uzun sessizlik ve zaman ikisinin de bıçağını biledi. Sözleşmeseler de bir gece onun evinin önünde rastlaştılar ve yaşanmış en sessiz hesaplaşma yaşandı. Ağızlarından tek bir kelime bile çıkmadı. Sabah, Mustafa kalbinde Necip’in; Necip boğazında Mustafa’nın bıçağı ile yerde bulundu. Sebebi herkes bilse de onu üzmemek için sustular. Olan olmuştu ve kimse onun üzülmesini istemiyordu.

 

Sonraları başkaları da sevdi onu. Bir kısmı akrabam, bir kısmı köylüm, bir kısmı ise el. Kimseye varmadı, kimseye yüz vermedi… Sonra bir gece eşyalarını toplayıp köyü terk etmiş. Kimle, nereye, neden gittiğini kimse bilemedi. Onu çok özlesek de, onsuz daha mutlu olduk.

14 Kasım 2010 Pazar

düzeltme şakası

Bazen bir şaka komik gelir, ama aslında değildir. Ben geçen böyle bir şey yazdım.

 

Romanımın ikinci baskısında ilk baskı ile düzeltmeler diye bir kısım koyup.

 

  • Daha iyi bir insan oldum.
  • Şöhret beni bozsa da sonra kendimi toparladım
  • Biraz kilo verdim.
  • Aramadığım arkadaşlarımı aradım.

 

Gibi bir şeyler yazılabilir. Komik olur mu bilemiyorum.

pazartesi - yılmam, yıldıramazlar

Sonunda olan oldu ve terör tehdidi beni de vurdu pazartesimania sahipleri. Aldığım tehditlerini pek umursamazdım ama bu seferki farklı. Son bir haftada tam 12 kızıl saçlı garson kız, ve 8 çakma sarışın tekstil mühendisi kaçırıldı. Benden listeyi yayımlamayı bırakmamı istiyorlar. Arkadaşlar elbette pes etmiyorum. Son bir kızıl saçlı garson, son çakma sarışın tekstil mühendisi hatta son bir kadın kalana kadar devam edeceğim. Yaşasın pazartesi, kahrolsun terör! 

 

  • Yaratıcı gözükmek için saçma sapan işler yapmalı
  • Tulumu olmalı.
  • Rekabete açık olmalı.
  • Diş ipi kullanımını desteklemeli.
  • Omuz masajından anlamalı
  • Kimseyi hor görmemeli, her iyi akşamlar diyene iyi akşamlar dilemeli.

 

 

Buradan teröristlere sesleniyorum. S.ktir.ngidin!

11 Kasım 2010 Perşembe

bacanaklık

bacanaklık çok mühim bir müessesedir. düşünsene hemen hemen aynı DNA dizilişine sahip iki kişiyi seçmiş iki insanız. iki kızdeşi seçmişiz, hayata bakış açılarımız, isteklerimiz beklentirlerimiz paralel. bacanaklar ruh ikizleridir. dünyada birbirleri ile en iyi anlaşacak insanlardır. 

Dört kötü adam - maske seçimi

Dört kişiydik Dört kanunsuz, nizamsız, ahlaksız, kaybedecek pek bir şeyi olmayan, paraya tamah eden, kötü alışkanlıkları olan, geçmişinden bahsetmeyi sevmeyen, küfürbaz, karanlık, öfkelendiğinde kendini kaybeden, kana bulanmış, kanında alkol eksik olmayan, geceleri gündüzlerden daha çok benimsemiş, gözlerinin içine baktığınız zaman çekineceğiniz, asla tartışmak istemeyeceğiniz dört kişi. Beraberken bile yalnız dört kişi.

 

Kader bir şekilde yollarımızı kesiştirmişti. Elbette bir cami kapısında ya da yardım kuruluşunun önünde değil; hapishanede ve barda tanışmıştık. Birbirimize güven bağı ile değil kolay para aşkı ile bağlanmıştık. İstanbul’da bir günde üç banka soyacak daha sonra Mersin’de ve Malatya’da birer banka daha soyup kazandığımız paraları uyuşturucu ve fahişeler ile yiyecektik. Kâğıt üzerinde kusursuza yakın bir planımız vardı ve hiçbirimiz bu kadar akla yatan bir planın asla gerçekleşemeyeceğini gerçeğini bilmiyorduk.

 

Önümüzde İstanbul’da soyacağımız bankaların planları vardı. Hepimizin ağzında sigara son ayrıntıları konuşuyorduk. Plakaları değiştirilmiş altı arabamız, acil kaçış planımız, kulaklarımızın içine yerleştirilmiş kulaklıklarımız bile hazırdı. Tüm banka soyacak ekipler gibi bir deli şoför ve üç katilden oluşmuştuk. Güvenlik kameraları bizi her açımızdan çekeceğinden, çaldığımız parayı rahat harcamak için yüzümüzü gizlemeliydik.

 

“ Kar maskesi takalım” dedi Ziya. Sekiz araba ve sayısız oto teybi hırsızlığı; bir gaspı, bir haneye tecavüzü bulunuyordu. İşlediği tüm suçlar kar maskesi takalım fikrinde olduğu gibi düzdü. Sadece araba kullanırken farklılaşan bir yapısı vardı. Biliyordum ki bu soruya araba kullanırken cevap verse çok daha farklı şeyler söylerdi.

 

“ Ben, meydan okuyalım derim” dedi Ahmet. Altı banka soygunu, üç ev soygunu vardı. En son soyduğu evin ortasına sıçtığı için DNA’sından yakalanmıştı. “ Beş soygunu da kafamızda Cüneyt Arkın maskeleri ile yapalım. Televizyonda, gazetelerde bizden bahsetsin. Nasılsa yakalanmayacağız.”

 

“ Madem işin içine fantezi katmak istiyorsun, başbakan ya da maliye bakanının maskelerini takalım” dedi Gökmen. En iyi yaptığı iş adam dövmekti ve sokakta rastladığı bir adamı, sırf sivil polis sanıp dövdüğü için yakalanmıştı. Karakolda ifade verirken bir polise kafa atıp burnunu kırmışlığı bile vardı. Aramızda en anarşist ruhlu oydu. Kimse onunla tartışmak istemezdi ve eğer ısrar etseydi gerçekten de o maskeleri takardık.

 

“ Delirme! O zaman tüm ülke polisi peşimizden koşar ve işin içinden sıyrılamayız” dedim. Suç kariyerimde sadece fahişelik ve pezevenklik yoktu ve bunun sebebi sadece fırsatım olmamasıydı. İyi ile kötüyü ayırt etmekte zorlanırdım, değer yargılarım zayıftı ama kimse benim kadar çok parayı sevemezdi. O kadar güzel para harcarım ki; çoğu zengin beni para harcarken görmüş ve öyle zengin olmaya karar vermiş olmalı. Bu sefer kazanacağım paranın bir kısmını Le Mans’da, diğer bir kısmını Amsterdam’da ve kalan sonunu Las Vegas’da elbette kadınlar ve kumar ile yemeyi planlıyordum.

 

“ Siyah – beyaz, sarı - kırmızı ve sarı – lacivert kar maskeleri takalım” dedim. “ İstediğiniz gibi haberlere çıkarız ama kimsenin öfkesini çekmeyiz.”. Fikrim hoşlarına gitmemişti. Israr etmedim. Çok yüksek olmasa da bir uyumumuz hatta ahengimiz vardı. Aptal bir maske tartışması ile bunu bozmayı göze alamadım.

 

Sekiz, on dakika kadar bir sessizlik oldu. Zaten biz ne zaman toplansak bu olurdu. Sadece iş için toplanmış dört kötü adamdık.

8 Kasım 2010 Pazartesi

takma - zaman akar

Zor bir dönemecinden olduğun ömür safsatasının bu evresi; umarım çok da korkunç geçmiyordur. Şöyle düşün, zaman akacak. bir şeyler olacak, üstüne farklı şeyler olacak, o da yetmezmiş gibi daha kötü şeyler olacak, sonra biraz daha iyi şeyler olacak, sonra daha kötü şeyler, sonra iyi şeyler...

Sonra, bu günler aklına gelecek ve kalbin şu an sızladığı kadar sızlamayacak, canın şu aralar sıkıldığı kadar sıkılmayacak.

Cüce tespit - soytarı

SOYTARI

 

Bazı insanlar kaderi ile doğar. Ben de onlardan biriyim, bir cüceyim. Siz hiç cüce bir başbakan gördünüz mü? Hatta siyasetçi, belediye başkanı, muhtar? Ben görmedim ama belki vardır, en fazla bir tane vardır. Siz hiç cüce ve başarılı birini gördünüz mü? Cüce ve zengin? Cüce ve yanında çok güzel bir kız? Cüceler kaderleri ile doğarlar. Hayatları soytarılıklar yaparak insanları güldürmekle geçer.

 

Albinolar da kaderleri ile doğarlar. Yine zengin ya da ünlü albino görmek çok zordur. Kekemeler hayata kaybetmiş olarak başlarlar. Hemen hemen tüm kapılar onlar içinde kapalıdır, biz cüceler için olduğu gibi.

 

Çocukken ezilmeye başlarsın, çünkü çocuklar kadar acımasızı yoktur. Sen neden büyümüyorsun, diye merakla sorarlar. Sonra da,cüüüceee cüüüüceeee, diye bağırıp dalga geçerler. Aşağılanmalara katlanamazsın, evden çıkmaz olursun. Ya da aşağılamalara aldırmaz ve soytarı olursun. Genelimiz bununla yaşamaya alışkındır. Cüce intiharlarının ne kadar yaygın olduğunu biliyor musunuz?

 

Koca koca adamlar sana bakıp gülerler. Kimisi sana bakar bakışını bakla tarafa çevirir ve güler ama hemen herkes güler. Seni görmemezlikten gelmeye çalışanlar da ikiyüzlülerdir. Dünyanın düzeni basittir, bir cüce görülünce gülünür. Biz cüceler diğer insanların gülümsemesini sağlamak için dünyaya gönderilmiş oyuncaklarız.

 

Görüntümüzün komikliği yetmezmiş gibi sesimizde komiktir, tipimiz komiktir. İnsanlar bir yerden sonra yavşarlar zaten. Ne yapsan, ne söylesen komiktir. Hayatın saçma kahkahaların odağı olarak geçer. İnsanlar güldükçe sen de gülersin, sen de yavşarsın; bu yavşak hal seni aptallaştırır, aptallaştıkça daha saçma işler yaparsın ve yine herkes sana güler. İşin döngüsü budur.

 

Bazıları seni çocukmuşsun gibi kucağına alırlar. Hayatta en nefret ettiğim anlar bunlardır. Karşındaki adam uzundur, güçlüdür, engelleyemezsin. Kızarsın, küfredersin, başkası küfretse öldürecek olan adam, senin küfürlerine etrafındakilerle beraber güler. Onlar güldükçe küfredersin, onlar gülmeye devam eder.

 

Şanslı olanlarımız başka bir cüce ile evlendirilir. Kimimizin ailesi bile insan olduğumuzu unutur ve böyle bir çabaya girişmez, evin çocuğu olarak bir hayat sürer ve ölürüz. Cücenin kaderi bellidir aslında, müebbet evin komik çocuğu olmak.

 

7 Kasım 2010 Pazar

pazartesi - bir kulum işte

Benim de zaaflarım var pazartesi müptelaları. Gerçektende, mütevazılık yapmıyorum. Sizlere bu hafta zaaflarımdan örnekler vereceğim ki artık kontrol etmekte zorlandığım bu deliliği azaltın. Son vermeyin, azaltın.

 

*Hapşırırım

*Dilim sürçer

*Fıkra anlatamam.

*Bazen bıyığımda sos kalır.

*Kendi kendime güler bunu kimse ile paylaşmam

*Koltukta otururken bir süre sonra yayılırım.

*Esnaf ve zanaatkârlarla anlaşamam.

*Köpek ve travesti gördüm mü yolumu değiştiririm.

*Uykusuz kalırsam aptallaşırım.

*Birine küserim, sonra neden küstüğümü unuturum.

*Yalan söyleyemem.

*Kafaya taktım mı tam takarım.

*Hayalperestim.

*Üşenirim.

*Egosantriğim

*Reklam izlemeyi severim

 

 

İşte böyle pazartesi manyakları; abartacak fazla bir şey yok. Bir kulum işte.

Buradan bir karakter çıkar

Bir gün yolda yürürken yaşlı bir kadın görüyor. Kadıncağız önündeki basamaklardan çıkmaktan zorlanıyor ve bizimkini görünce “ evladım, şurayı çıkamadım, gel elimden tur da şurayı çıkayım”, diyor. Karakterimiz hemen kadının yanına iniyor be onun elinden tutup basamak çıkmasını sağlıyor.

 

Kadıncağız sağ salim basamakları çıkıyor ve “Allah razı olsun evladım, Allah ne muradın varsa versin” diyor. Bizimki “ Sağ olasın teyze” diyor ve koşar adım milli piyangocu ve sayısal lotocu arıyor. Hemen iki çeyrek bilet ve 16 kolon sayısal oynuyor.

6 Kasım 2010 Cumartesi

birkaç soru

*adın ne?
*msn adresin ne?
*ölçülerin ne?
*uyruğun ne?
*en büyük başarın ne?
*hiç televizyona çıktın mı?
*dinlerken ağladığın şarkı ne?
*en sık söylediğin yalan?
*kravat bağlamayı biliyor musun?
*en sevmediğin renk?
*bir hayvan olsaydın ne olmak isterdin?
*bir gerzekte ilk nereye bakarsın?
*plutonun artık gezegen sayılmaması hakkındaki görüşlerin?
*en çok kullandığın küfür nedir?
*mezarlık ziyaretinde ne giyersin?
*asla sormamı istemediğin bir soru var mı?

hamiş: birini tanımak için sorulabilecek birkaç soru.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Hayatımda birçok şey ters gidiyor.

*Klavyenin tuşlarının arkasında çıkartmadığım bir şey var.

*Televizyon kumandasının ses açma tuşunda temasızlık var.

*Koridorun lambası yanmadan önce titriyor.

*Tuvaletin musluğu çok sıkmazsam damlatıyor, çok sıkarsam bir sonraki sefere zor açılıyor.

*Elektrik süpürgesi iyi çekmiyor.

*Çekmecemin üstten ikincisi tutmuyor, kendi kendine açılıyor.

*Ev terliğimin sol eşi başparmak kısmından açıldı.

*Üç çorabımın altı delik; iki tanesinde yırtıldı, yırtılacak.

*Don konusuna hiç girmiyorum.

*Gözlüğüm dengede değil.

*Sol üst azı dişim arada sızlıyor.

*Kapı otomatının mikrofonu çalışmıyor.

*Mutfaktaki sandalyem sallanıyor.

*

 

Hayatımda birçok şey ters gidiyor.

hamiş: şiir ya da öykü çıkabilecek bir liste.

2 Kasım 2010 Salı

zaafla savaş

Ben eskiden ssss’lardım. Yani konuşurken aklıma gelmeyen şey ‘s’ harfi ile başlıyorsa uzun ‘sss’ lar çıkıyordu dilimden. Aklıma o kelime gelince ise hemen kesiyordum sss’leri. Kimse ise bana sss’lıyorsun demezdi. Bir kısmı beni sevdiğinden, bir kısmı vereceğim tepkiden korktuğundan, bir kısmı zarafetinden, bir kısmı benden duyacakları cevaptan çekindiklerinden, bir kısmı beni önemsemediğimden, bir kısmı bunun münferit bir hadise olduğuna inandıklarından, bir kısmı bu zaafım hoşlarına gittiğinden, bir kısmı ben yanlarında yokken dalga geçecek bir şey bulmanın verdiği mutluluktan, bir kısmı kendileri de sss’ladığından, bir kısmının çok daha büyük zaafı olmuş olmasına rağmen benim sessiz kalmama duydukları saygıdan, bir kısmı burnu büyüklüklerinden, bir kısmı alçaklık komplekslerinden, bir kısmı ise benim çözemediğim sebeplerden dolayı yok saydılar sss’lamamamı.

 

Ben ise sadece kendime ayar olduğumdan, kendimi aptal gibi hissettiğimden, kendimi yetersiz görmenin asabımı bozmasından, kendimi beğenmişliğimden, havaslığımdan, kendimi bir bok sanmamdan, sss’lamayı çözebileceğim kadar kolay bir sorun olarak değerlendirdiğimden, küçükte olsa bir başarıya ihtiyacım olduğundan; birkaç kez kendimi sert bir biçimde tenkit ettim ve bıraktım sss’lamayı.

 

Arada sss’lıyorum ama çok ender; özellikle de isimlerde.

1 Kasım 2010 Pazartesi

iki cümle , tespit

Hediye açma esnasındaki heyecanı bilirsin. Hediyeyi alan o kutunun içinden ne çıkacağını heyecanla bekler, hediye veren ise beğenilip beğenilmeyeceğini.

 

-

senin bu hareketine intiharına cinayet süsü vermek denir. amaç dünyada kalanlardan; intihar edecek kadar güçsüz, aciz biri olduğunu gizleme çabası olabilir. ya da büyük bir intikam planın son hamlesi.

--

Ne zaman sofrada balık olsa canım yoğurt çeker benim.

Babamla anlaşamamam ergenliğimden yadigardır bana.


pazartesi - öfke kontrolsüzlüğüm

Bu aralar çok gerginim pazartesi sevdalıları. Resmen gözlerimden alev çıkıyor. Her beşeri gibi öfkemi de nazım geçen, beni seven insanlardan çıkartıyorum. Sizden farklı olarak herkes beni seviyor ve herkese nazım geçiyor. Bende önüme gelene dalıyorum. Depresyonda mıyım neyim yahu?

 

*Monogamik olmalı ve benim poligamik düşlerime saygı duymalı.

*Flash oyunlar geliştirecek kadar programcılıktan anlamalı.

*Benden gizli playboy, penthouse okumalı.

*Paylaşımcı ve uyumlu olmalı.

*Hayvanat bahçesine gidince çocuklar gibi şen olmalı.

*Arada sırada bakışları ben korkutmalı.

*Bazen şarkı mırıldanmalı, ama bazen

 

 

Size tavsiyem bu aralar beni görünce kaçın. Ama yapamazsınız ki. Hah!