28 Haziran 2010 Pazartesi

2010 dünya kupası temennisi

Bir anda bir şeyler olsa. Dünya kupasına katılan tüm takımlar turnuvadan atılsa. 32 takımın tamamı. Yapılan tüm maçlar iptal olsa. Tüm dünya şok içinde kalsa. Önce UEFA sonra FİFA dağılsa. Olay o derece dramatikleşse ki; çoğu ülke futbol oyununu, sınırları içerisinde süresiz yasaklasa. Kararsızlık bir süre sürdükten sonra dünya kupasına katılamayan ülkeler, doğan haklarından dolayı kupaya çağırsalar. Haliyle biz de çağrılsak.

Turnuva başlamadan önce, iptal edilen turnuvada yaşanan aynı sorun tekrar yaşansa ve turnuvaya katılan tüm takımlar elense. Sadece Türkiye kalsa. Biz elenmesek. Tüm dünyada futbolu adil oynayan tek ülke biz olduğumuz için kupayı bize verseler. Hem de süresiz. Bundan sonraki tüm dünya kupalarını da biz düzenlesek. Katılacak takımların dünya kupasına uygunluklarını da biz karar versek.

Sıkılsak, anlamsızlaşsa futbol. Başka bir şeyler yapsak.

bir karakter

Eline sigara, ağzına küfür yakışmayan adamlardandı.

27 Haziran 2010 Pazar

pazartesi galaksisi

Yaklaşık bir aydır hemen her gün bana NASA’dan mail gelmekteydi. Ben de hep işleri düşünce arıyorlar diye cevap vermiyordum. Sabah kalktım ve iki tane cins, kılıksız Amerikalıyı kapımın önünde gördüm. Dertleri şuymuş pazartesiciler.  Ben “hediye kabul etmiyorum”, dedikten sonra aranızdan bazıları NASA’nın para tuzağı olan yıldızlara isim verme olayına girmişler ve benim adıma yıldızlar almaya başlamışlar. Kılıksız Amerikalılar ise “önünü alamıyorum efendim nolur yardımcı olun” demeye gelmiş. “Bakarız” deyip gönderdim dallamaları.

 

* beyaz yakışmalı,

* geyşa eğitiminden geçmiş olmalı ve öğrendiklerini cariyelikle harmanlamalı,

* yıllardır uğruna zaman harcadığı ama bitiremediği bir uğraşı olmalı,

* çığlıkları kulak cırmalatmamalı – kulağa hoş gelmeli-,

* çirkin fotoğrafı olmamalı

* yapacağım sosyal ve kimyasal deneylerimde gönüllü kobay olmalı

* kuaförü kankası olmamalı bana iki de bir “kazım şöyle, kazım böyle”, diye anlatmamalı

 

Aslında adıma bir galaksi fena olmaz değil mi pazartesi müptelaları? Ne dersiniz?

23 Haziran 2010 Çarşamba

Şimdi daha iyiyim

   Kim komşusunu öldürmek istemez ki? Park yerinize park ederler, gürültü yaparlar, misafirleri sizin kapı zilinize basar, selam vermezler, somurtkandırlar, aptaldırlar, söz dinlemeyen şımarık çocukları vardır, asansörü gereksiz bekletirler, çöplerini zamanında çıkartmazlar, bisikletleri apartman boşluğunda durur, balkonlarından aşağıya izmarit atarlar, çirkindirler, kıskançlardır. Vesaire vesaire ve vesaire…

   Ben ise komşumu yukarıdaki sebeplerin birkaçı bir yana dursun; sadece sevmediğim için öldürmek istiyorum. Heyecan için, adrenalin için, kimsenin bilmediği bir sırrı bilmek için. Üst komşum Muzaffer Beyler öyle öldürülesi insanlar değiller. Emekli esnafmış Muzaffer Bey. Suratsız eşi Neriman Hanım ise sözde ev hanımı. Motor kızları Özge ise geçen ay mafyavari tavırları olan bir dökük saçlı, kara tenli bir adam ile evlenip; defolup gitti.

   Apartmanın önünde ve evlerinde kına gecesi yaptılar, bizi davet etmediler ve kulaklarımıza bütün gece tecavüz ettiler. Biri polise şikayet etmiş gürültüden dolayı, ki inanın ben değilim, polis geldi Muzaffer Bey’i alıp götürdü; yirmi dakika sonra da geri getirdi ve gürültü devam etti.

   Geçenlerde apartmanın içinde, bir başka komşu ile konuşurken, ağlıyordu suratsız Neriman Hanım. Zaten meymenetsizin teki, bir de ağlarken iyice korkunç oluyor. Neyse ben kulak misafiri oldum; mafyavari damatları kızlarını yanlarına göndermiyormuş. Onların da gitmesini istemiyormuş. Üzüldüm mü kadına? Hayır. Kadına insani bir duygu beslesem öldürmeyi düşünmezdim herhalde.

   Agahta Christie romanları okumakla geçmişti ergenliğim. İşleyeceğim bu cinayette Agahta Christie’nin tetikleyici bir unsur olduğunu düşünüyorum. Zehri Kim Verdi?, ne güzel bir romandı. Üç Yanlış, Üç Ceset, Ölüm Büyüsü, Şampanyadaki Zehir. Ne sürükleyici, heyecan verici romanlardı. Bir kadın olduğum için ve çok güçlü olmadığımdan; silahla, bıçakla, boğarak, döverek ya da asarak öldürme fikri hep uzak olmuştur bana. Eğer ben biri öldüreceksem muhakkak zehirlemeliyim. Her ne kadar katil ben olsam da nasıl öldüğünü ya da ölüsünü görmemeliyim. Kaynanam öldüğünde yıkanmasına şahit olmuştum da, bir ay aklımdan çıkmamıştı. Hem kadına en yakışan cinayet şeklidir zehirlemek.

   Bir sabah yine her sabahki gibi erkenden kalktım ve kahvaltı için kaynattığım yumurtaları soyarken, Neriman Hanım ve Muzaffer Bey’i nasıl zehirleyeceğimi buldum. Bir akşam yemeği için onları davet etsem, yadırgar ama gelirlerdi ama zehirlendikleri anlaşılınca benim işin içinde olduğum ortaya çıkardı. Hapse düşme riskinin farkında olsam da bu kesinlikle kabul edebileceğim bir şey değil. Öyle bir cinayet işleyeceğim ki; Agahta Christie diğer taraftan bana göz kırpacak.

   Yumurtaları soyarken aklıma gelen fikir ise yine yumurtalar ile ilgiliydi. Onların evine yemek sokmanın en kolay yolu o an aklıma geldi. Kandil günü onlara zehirli helva götürecektim. En iyi cinayet planı, ne kadar karmaşık gözükse de basit olandır. İyi de kandil ne zamandı?

   Şansıma kandile tam bir ay vardı. Bir ay, harika bir plan için bana gerekli zamanı veriyordu. Kandil gününü hafta içine gelmesi de diğer büyük şansımdı. Hafta sonu olsa, evde tek olamazdım. İlk işim fare zehrini almak olmalıydı. Evden çıktım ve yüzümün yarısını kapatan güneş gözlüklerimi takarak gelen ilk otobüse bindim. Otobüsten hiç inmediğim bir durakta indim ve başka bir otobüse bindim. Birkaç durak da bu otobüsle devam ettikten sonra dolmuşa bindim ve bir eczanenin önünde indim. Hayatım boyunca yaşamadığım heyecanı otobüs değiştirirken yaşadım. Sanırım kimse beni takip etmemiştir ve kimse beni tanımamıştır.

   Eczaneni önündeki sokakta birkaç tur attım. Etrafta banka var mı, güvenlik kamerası olan başka dükkanlar var mı uzun uzun inceledim. Sokak tehlikesiz gibi gözüküyordu. Eczaneden içeri girdim ve gayet sakin bir ses tonu ile “ Fare zehri alabilir miyim?” dedim. Eczacı yaşlı bir amcaydı. “ Burada satılmaz kızım, ilaçlamacılardan alacaksın” dedi.

   Ne kadar aptaldım. Fare zehri ve eczane. Taksiye atlayıp eve gittim, banyoya girdim ve uzun uzun ağladım. Üç gün evden çıkmadım, kaybetmişliğimin ağırlını her zerremde hissetmek ne kadar korkunçtu.

   Cesaretimi toplamam ve evden zehir almak için çıkmam tam on bir günümü aldı. Otobüs, dolmuş değiştirerek bu sefer fare zehrini aldım. Eve döndüğümde heyecandan sırılsıklamdım. Önümde tam on dokuz günüm vardı.

   Zaman hiç akmadığı kadar hızlı akmaya başlamıştı. Planım hazırdı ve ben hayatımın en ilginç zamanlarını yaşıyordum. Korkularım çoktu, yakalanmak kadar başarısız olmaktan da korkuyordum. Ya helvayı veremezsem? Ya komşulardan biri benim onlara helva verdiğimi görürse? Ya ölmez kurtulurlarsa ve benim cinayeti işlemeye kalktığım ortaya çıkarsa? Bu sorular beynimi kemirirken kandil günü de yaklaşmıştı. Yarın kandildi.

   Sabah erkenden kalktım, evde tek kalınca hemen helva yapmaya başladım. Helvayı kavururken ellerim titriyordu. Tadından farklılık olur da yemezler korkusuyla bol bol şeker attım, kuş üzümünü bol koydum. Zehri de kattıktan sonra helvam hazır olmuştu. Helvaları kaselere koydum ve evin kapısını açıp apartmanı dinlemeye başladım. Ses yoktu Muzaffer Beyler üst katımızda oturuyorlardı. Elimde tepsi koşar adım çıktım ve kapıyı çaldım. Elim zile giderken bir anlık bile tereddüt yaşamamıştım. Eli titremeden ateş eden bir katil gibiydim. Nursuz Neriman Hanım kapıyı açtı ve gözlerinin içi gülerek, “ Neden zahmet ettin tatlım?” dedi. “ Kandiliniz mübarek olsun.“ derken ki sakinliğimden ben bile korktum. Bir kase almak istedi ama ben iki kase almasında ısrar ettim. Çok olsun ki hepsini bu çirkin kadın yemesin diye düşündüm. “Kaseleri ben sana sonra getiririm tatlım, bizde boş dönmez” dediği an öleceğim sandım. Bu cinayet mahallinde ipucu bırakmak demekti. “Kasem az, daha tüm apartmana dağıtacağım, hem sizin canınız sağ olsun” derken sesim titremişti.

   Neriman hanımdan kaseleri alınca koşarak eve geçtim. Helva yaparken kullandığım kaseleri, tencereyi ve kalan tüm helvayı çöp torbasına koyarak bir taksiye atladım ve şehrin öteki ucundaki bir çöp kutusuna atıp, başka bir taksiye binip eve geldim.

   Şimdi daha iyiyim.

hamile - canlı bomba

ben ne zaman yolda, sokakta hamikle görsem ayak bileklerine bakarım. eğer ayak bilekleri şiş değilse canlı bombadır, kaçarım.

Genç kızlığa geçiş yemini

kadın hastalıklarımdan bahsetmeyeceğime!
adet günlerimden bahsetmeyeceğime!
evlenmenden vermeyeceğime!
kızlığım ve kadınlığım adına yemin ederim:D:D

20 Haziran 2010 Pazar

pazartesi ve rüşvet sorunsalı

Kapitalizm ile olan ilişkimin mide bulandırıcı bir örneği ile bu haftayı selamlıyorum pazartesi müptelaları. Aramızda bazıları durmaksızın bana hediyeler gönderiyor. Danteli havlulardan tutun, tüylü kelepçelere kadar aklınıza ne gelirse. Geçenlerde dünyaca ünlü birkaç kargo şirketi başkanı geldi ve benim adımla bir kampanya yapmak istediklerini söylediler. Sonra nöbetçiler geldi ve şirket ceolarını tekme tokat gönderdik. Bu son uyarım kapitalistler. Defolun ölün!

 

*”hadi yağmur yağıyor, yürüyelim”,”aman kar yağıyor yürüyelim” diye sama sapan özenilmiş romantik tavırları olmamalı.

*God of war 3’ü ezbere bilmeli. Benim takıldığım yeri hızlıca geçip yine oyunu bana devretmeli.

*Komplo teorileriyle kafayı kırmış olmalı. Her olayın arkasında Amerika ya da İsrail var sanmalı.

*Mitoloji ve destanlar hakkında malumatlı olmalı.

*Alkışlarlayaşıyorum.com’ ve bobiler’i takip edip bana güncel şakaları bildirmeli.

*Sakalları olmamalı.

 

Bundan sonra kimse bana hediye göndermesin. Zaten gönderdiğiniz hediyelerin kutusunu bile açmadan kötü yola düşmüş sinema sanatçılar derneğine gönderiyorum. Beni hediye ile rüşvet ile satın alamazsınız.

17 Haziran 2010 Perşembe

kısa kısa 6-4

46 yaşındaydı Serkan. Hiç evlenmemişti, hiç doğru düzgün çalışmamıştı. Askerliğini bile yarım yamalak yapmış, üç ay sonra sakat raporu alıp dönüştü. Ne sevgilisi olmuştu şu hayatta ne de yakın bir arkadaşı. Tüm gün odasında televizyon izler, camdan dışarı bakar, bol bol uyurdu.

 

Bir sabah annesi kahvaltıyı hazırladı ve onu çağırdı. Çok konuşmadan kahvaltılarını yaptılar, zaten çok konuşmazlardı. Annesi, “Çık da yeşil mercimek al, akşama yemeğini yapayım” dedi. Serkan uykusunu alamamıştı “ Nazik konuş benimle senin uşağın yok burada” dedi, bağırmamıştı ama ses tonu tehditkardı.

 

46 yaşındaydı Serkan. Hiç evlenmemişti, hiç doğru düzgün çalışmamıştı. Askerliğini bile yarım yamalak yapmış, üç ay sonra sakat raporu alıp dönüştü. Ne sevgilisi olmuştu şu hayatta ne de yakın bir arkadaşı. Tüm gün odasında televizyon izler, camdan dışarı bakar, bol bol uyurdu.

 

Bir sabah annesi kahvaltıyı hazırladı ve onu çağırdı. Çok konuşmadan kahvaltılarını yaptılar, zaten çok konuşmazlardı. Annesi, “Çık da yeşil mercimek al, akşama yemeğini yapayım” dedi. Serkan uykusunu alamamıştı “ Nazik konuş benimle senin uşağın yok burada” dedi, bağırmamıştı ama ses tonu tehditkardı. 

Annesi bir an da çıldırdı. Zaten arada bir çıldırır kaderine, yaşadıklarına söverdi. “Sana verdiğim tüm emekler haram olsun, tüm yaptıklarım dizine gözüne dursun” diye bağırdı.

 Serkan kahvaltı masasından kalktı ve kendini göstererek “Daha neyin bedduasını ediyorsun kadın. Daha ne istiyorsun benden. Daha ne kadar dibe vuracağım?” dedi ve odasına gidip televizyonu açtı.

Annesi bir an da çıldırdı. Zaten arada bir çıldırır kaderine, yaşadıklarına söverdi. “Sana verdiğim tüm emekler haram olsun, tüm yaptıklarım dizine gözüne dursun” diye bağırdı.

 Serkan kahvaltı masasından kalktı ve kendini göstererek “Daha neyin bedduasını ediyorsun kadın. Daha ne istiyorsun benden. Daha ne kadar dibe vuracağım?” dedi ve odasına gidip televizyonu açtı.

15 Haziran 2010 Salı

Narsist Star

Seçmelerde kesinlikle dış görünüşüne çok önem veren, narsist kişilik özelliklerine sahip kişiler seçilecek. Dekolte  vermekten çekinmeyen genç kadınlar, kaslı vücuda sahip erkekler, bir adet orta yaşlı çok bilmiş bir adam, bir eski Türkiye güzeli kadın ve mümkünse bir cerrah.

Tüm yarışmacılar kendilerini eski BBG ortamında sanacaklar. Narsistlerin seçildiğini bilmeyecekler.

Kapatılacakları evinde ayna kesinlikle olmayacak. Tencereler dışı boyalı, desenli, içi teflon olacak. Çatal bıçak kaşıklarda yansıtmayacak şekilde boyalı olacak. Evde net bir gölge oluşmaması için ışık bir çok ışık kaynağından azar, azar verilecek. Evdekilerin elinde camdan yapılmış hiçbir şey olmayacak; ki arkasına siyah bir şey koyup ayna gibi kullanmasınlar.

Tüm Türkiye onları izlerken, onlar kendilerini görememenin stresini yaşayacaklar. Dış görünüşleri ile ilgili yegane bilgiyi birbirlerinden alabilecekler ve kıskançlık yalanları doğuracak, yalanlar kavgaları.

Narsist star. En çok kim kendini seviyor?

14 Haziran 2010 Pazartesi

Ak masaya şikayet dilekçem

Değerli AK MASA

Sözlerime daha önce yaşadığım köpek pisliği sorununu kolaylıkla halletmemde yardımcı olduğunuz için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Görevli zabıta memuru Haydar GÜZEL, sorunu güzellikle halletti ve konu hakkında bana gerekli bilgileri verdi. En son olarak da konunu takipçisi olması ile beraber sorunu çözdük. Özellikle olayın üzerinden bir hafta geçtikten sonra telefon sorunun devam edip etmediğini sormanız çok şık ve duyarlı bir tutumdu.

Bu sefer ki problemim ise birkaç komşumun bebek arabalarını ve bisikletlerini apartmanın içine bırakması. Biz giriş katın altında oturduğumuz için bu bisiklet ve çocuk arabaları bizim yolumuzun üzerinde oluyor ve rahatsızlık veriyor. Konu ile ilgili sözlü uyarılarımıza ve şikayetlerimize ne yazık ki bir cevap bulamadık.

Sizden ricam bu konu hakkında yapabileceğiniz bir şeyin olup olmadığını öğrenmek. Eğer AK MASA’nın sorumluluğu ise zaten çözeceğinizden en ufak bir şüphem yok. Eğer sorumluluğunuz dışında ise konu ile ilgili bir öneriniz var mı?

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

pazartesi - yeni pazar oluşumu-

Bu aralar ev ev dolaşıp satış yapanlarla başım dertte değerli pazartesi müptelaları. Geçenler boş bulundum ve duştan yeni çıkmış ıslak saçlarımla kapıyı açıp bu satıcılardan yüz güzelliği olmayan birine “ilgilenmiyorum kardeşim” dedim. Demez olaydım. O günden beri tüm satıcılar bizim evin önünde. Yan ve üst komşumuz evlerini ikişer trilyona kapitalist şirketlere sattı. Artık yan komşum mc donalds, üst komşum starbukcs. Şehir bizim eve doğru akmakta.

  • Karbon ölçümünü günlük olarak yapmalı
  • Atletizm hakkında malumat sahibi olmalı – ben bu konuda pek ilgisiz ve bilgisizim-
  • Çantasında her zaman benim eşyalarım için yeri olmalı
  • Beni tanımadan önce, beni rüyasında gördüğü yalanını söylemeli.
  • Mazbut bir ergenlik geçirmiş olmalı.
  • Site hayatını ve kuralarını bilmeli.
  • Duvarlardan atlayabilecek kadar çevik olmalı.

 

. Bir daha kapıyı açarsam iki olsun. En nefret ettiğim şey bu kapitalist şirketlerin benden faydalanması.

13 Haziran 2010 Pazar

özlü sözümsü

"bildiğim tek şey, bilmediğim şeyleri bildiğim sandığımdır"

12 Haziran 2010 Cumartesi

kısa kısa 6-3

Bayram namazına insanlar yeni aldıklar bayramlıları ile giderler. O bayram namazına bende herkes gibi bayramlıllarımla gittim. Ne yazık ki önümdeki ergende bayramlıklarıyla gitmişti.

Sıkıştık her bayram namazında olduğu gibi. Safları sıklaştırdık, yağmur yağıyor, cemaat dışarıda kalmasın diye. önümdeki ergen ile aramızda artık hemen hiç mesafe kalmamıştı.

Namaz başladı. Ergen rükuya eğildi, benim gibi, tüm cemaat gibi. Sonra secdeye gitti, benim gibi tüm cemaat gibi. İkinci rekatta ise benim namazı zedeledi. Sadece benimkini ve belki sağımda solumda duran birkaç kişininkini.

Ergenin bayramlığı düşük bel kot pantolondu. Tüm akranlarının olduğu gibi. Eğilip kalkarken beli iyice düşmüştü. İkinci rekatta ise kıçının yarısı açıktı ve benim tam önümdeydi.

alternatif roman yazım tekniği önerisi

Her sayfada bir tane ya da her on cümlede bir tane sadece yüklemden oluşan cümle eklemek. Bu sayede okuyucuye, sanki bir nefeslik bir ara vererek okuması kolaylaşabilir. 

10 Haziran 2010 Perşembe

İlk el - ilkel

İlk elin günahı olmaz
İlk oyunları hep sen kazandın.
Ben de kendimi böyle avuttum.

Sen ise kazandıkça abarttın
Çirkin kahkahaların kulağımı tırmaladı
Açık ağzındaki salyalar midemi kaldırdı.
Tiksindim senden, iğrendim…

Sonra da

İlkelin günahı olmaz
Zavallı geliştirememiş kendini
Ben de kendimi böyle avuttum.

Sansar anti kapitalist

Kapitalizmden ve kapitalist şirketlerden öylesine nefret ediyordu ki; zamanla bu nefret hayatının anlamı oldu. Gidip hiçbirinin camlarını kırmadı ya da  önünde  bomba patlatmadı.

Ne mi yaptı? İçlerine sızdı. Bir ay mc donald’s’da çalıştı. Oradaki diğer çalışanlar ile cıvık cıvık bir arkadaşlık inşa etti. Köftelere tükürdüler beraber, patateslere ayakları ile bastılar. Aptal iş arkadaşları ile bunları yaparken o bir yandan tüm bunları kaydediyordu.

Bir ay sonrada burger king’de çalıştı. Aynı planı kusursuzca burada da sergiledi. Hatta meşrubatlara daha büyük iğrençlikler yaptı. Kentucky’de ise en büyük hareketini yaptı ve bir müşteri ile tekme tokat kavga etti. Tabiî ki bununda kaydını almıştı.

Düşman olduğu hemen tüm şirketlere bunlar yaptı. Daha sonra da bu görüntüleri facebookta, twitterda , ekşi sözlükte, şurada burada yaydı. Klavye delikanlıları içlerindeki kapitalizm düşmanı tüm bu görüntüleri yaydı. Paylaşım çığ gibi büyüdü.

Sonra ne mi oldu? Şirketler pek etkilendi. 

Hani farklı son olsun, kanlı son olsun, ölümlü son olsun dersek; kapitalist genç evinde ölü de bulunabilir.

Acaba buz dolabına mendilci çocuk kilitlemek mcdonad’s ı ne kadar etkilemiştir?


9 Haziran 2010 Çarşamba

Sonuç - Son us

Son us. Aklın sonu gibi bir mansı olsa da belki uzun uzun düşünmenin sonu manasındadır. Son us tan da Sonuç türemiştir. Olamaz mı? Olabilir.

EV

Doğru cümlem şu olacak. Beklediğimden çok daha iyiydi.

Dizi oyuncularını sinemada görünce bendeki etkisi azalıyor açıkcası. Belki çok iyi oynuyorlar bilemem, ben pek oyunculuktan da anlamam açıkcası. Ama her hafta bir şekilde gördüğüm, rastladığım  adamları sinemada görmemeyi yeğlerim.

Ağlaması, zırlaması çoktu. Gerilimi güzel yansıtmışlar. Bazen bana çokmuş gibi gelse de dozu fena değildi.

Rehin alan adamı tanımadım, filmin internet sitesinde dahi yazmıyor, konuşması biraz Okan Bayülgen koksa da beni etkilmeyei başardı. Bir kimyacıya göre, hatta birçok ödül sahibi bir kimyacıya göre bu sosyolojik konuya bu kadar eğilmesi ilginç. Biraz daha tekleyen; derdini, meramını anlatmakta sorun yaşayan bir tip yaratsa belki daha başarılı olurdu. Filmin sonunda da elini kolunu sallaya sallaya gitmesi yapımcıların " Bu tutarsa devamını çekeriz hacı" mantığını güttüğünü düşündürdü bende.

Ben sadece ilk filmini izlesemde biraz "Testere" havası var. Olsun bence sorun yok.

Oyunu kimin başlattığı değil, kimin bitirdiği önemlidir. Filmin önermesi. 

hamiş: İki kez elektrikler kesildi. 

Elçin' e özlemle

İşten gelince televizyonun karışısına geçti. Sonra çorabını çıkarttı ve televizyonun tozunu aldı. Akabinde çorabını banyodaki kirli sepetine attı. Bunu arada bir yapardı.

Kaşlarını değiştiren katil

Birçok kez robot resmi yapılmış olmasına rağmen onu yakalamadılar. Çünkü her seferinde kaşlarını değiştirdi. Kısalttı, ortasını birleştirdi,inceltti… Ama hiç yakalamadı.

sorgu tekniği

Kapıdan çıktıktan birkaç saniye sonra tekrar aynı odaya girer ve merak ettiği şeyi sorardı. Onun taktiği buydu. Böylelikle karşısındakini en savunmasız anında yakalar, yakalayamasa da rahatsız ederdi. 

Yakuza ve Kürt

Yakuza ve Kürt

Bir kan davası hikayesi

Yakuza genç bir kürt kızını sever ama ailesi, "Bizde yakuza kız verilmez." diyerek yüz çevirir.

Bunu gururuna yediremeyen jakuza, kızı kaçırır. Kürtler japonyaya gidip "Biz de sizin kızınızı istiyoruz" derler ve olaylar gelişir..

şöyle gelişir bol bol kavga dövüş.

şizofrenin artisliği

-Neden kendi kendine konuşuyorsun?

-Başka kim benimle konuşmaya layık olabilir ki?

7 Haziran 2010 Pazartesi

pazartesi ve kıskançlık cinayetleri

Öfke hiçbir şeyi çözmez sevgili pazartesi sevdalıları. Kıskançlığın yaktığı ateş sizi hedefinize götürmez. Livadaki kızın çakma sarışın olması sonra nette gönül eğlendirdiğim Nigar dişisinin de çakma sarışın olması ülkem kadınlarında bir çakma sarışın düşmanlığına sebep olmuş. Gazetelerin 3. sayfalarına bakıyorum hep çakma sarışınlar farklı farklı bahanelerle öldürülüyor, gasp, haneye tecavüz, intihar, çek senet mafyası… Asıl sebebi hepimiz ise biliyoruz. Lütfen biraz sağduyu.

* Klima çarpmamalı
* Boya badanadan iyi anlamalı.
* Tüğ ve tüy sorunu olmamalı
* Uyku hapı müptelası olmalı
* Hiçbir kavgayı kaybetmeyecek kadar güçlü olmalı
* Şeffaf sütyen askısı kullanmalı –dahiyane bir fikir-

Kavga eden iki kadını izlemek eğlenceli olabilir. Ama lütfen birbirinizi öldürmeyin. Ya da cesedi yok edin.

5 Haziran 2010 Cumartesi

kısa kısa 6-2

Kıskançlık

Küçükken hep döverdim onu. Bazen de onu dövenleri döverdim. En güçlüleri bendim. Sonra okul başladı. Ondan daha zekiydim. Tüm notlarım ondan daha iyiydi. Çalışma hayatımız başladı. Ondan daha saygın bir işim ve daha dolgun bir maaşım vardı.

Sonra bir gün onun nişanlandığını duydum.” Kim bakar ki ona.” diye içimden geçirdim tüm kibrimle. Bir gün nişanlısı ile onu gördüm. Kız çok güzeldi. Bırak ona fazla olmayı bana bile fazlaydı.

Selam verdim, hal hatır sordum. İçimi kemiren kıskançlığımı dışa vurmadım. Selamımı aldı ve “ Ya sende iyice saçları döktün be” dedi sinsice gülerek.

Gülümsedim ve uzaklaştım.

Ben onu ilk kez kıskanmıştım ama aklı sıra bana laf sokarken fark ettim ki o da beni deli gibi kıskanıyordu.

4 Haziran 2010 Cuma

Hüzüntü nedir?

Yeni türettiğim bir kelimedir.

Üzüntü ve hüznün aynı anlamda olduklarını düşünmüyorum. Hüzün daha içsel ve derinlikli bir duyguyu anlatır. Üzüntü ise daha sığdır ve daha ortadadır. Hüzüntü ise kalbin en içinden gelen en içten gelen paylaşılamaz mutsuzluğu ifade eder.

öylesine bir diyalog

“Onu sevmiyorum aslında” dedi. “En başta iyi bir insan değil. Hırslı, ihtiraslı, inatçı. Anlaşmak öyle zor ki. Gözlerini seviyorum ama bakışların sevmiyorum.”

“ Senin için ne ifade ediyor peki?” dedim.

“Cinsellik” dedi. “Biliyorum bu sana saçma gelecek. Çok şişman ve ona rağmen kuru bir kıçı var. Göğüsleri muhtemelen göbek deliğine geliyordur. Yağlı bir cildi var. Tatsız bir esmerliği... Yine de içimden bir his onu becermek istiyor.” 

“Onu düşünerek otuz bir çekiyor musun?” dedim.

“Bazen” dedi. “Bazen başrolde o oluyor, bazen de yardımcı kadın oyuncu” dedi.

3 Haziran 2010 Perşembe

şiir benzeri ürün

Birbirimizi tamamlamıyoruz
Ama birbirimizsiz de yarımız.
Uyumsuz olsak ta ahenkliyiz.
Hem uyumu kim ister ki?


özeleştri: tam anlamı ile şiirden aradıklarımı vermese de içindeki doneler fena değil.

2 Haziran 2010 Çarşamba

kısa kısa 6-1

Yaşlı adam tüm yalnızlığı ile beraber evinde camının önünde; elinde gazete, yanında televizyon kumandası ile oturuyordu. Kimi kimsesi vardı ama onları görmeyeli çok olmuştu.

 

Gazetesini okudu ve politikacılara sövdü. Üç gün önce maçı kaybeden takımına sövdü. Camdan dışarı baktı ve okulu asmış çocuklara kızıp içinden sövdü.

 

Televizyonda haber kanalını açtı. Hiçbir şey yoktu. “Ulan ne sıkıcı gün bir şok haber olsa da izlesek. Uçak falan düşse, suikasta falan olsa ya da bir yerlerde bomba patlasa” dedi.

1 Haziran 2010 Salı

Kadın ve savaş

Ben tüm savaşları kadınların çıkarttığını düşünürüm. Tabiki dolaylı yoldan. Hani erkeğin arkasındaki kadın tiplemesi gibi. Bence savaşan erkek tiplemesi, yatakta başarısız erkek ile özdeşleşiyor. Ve adam başarıyı başka mecralarda arıyor. Adamın yataktaki başarısızlığında kadının da payı var aslında. Saddamın kadını orgazm taklidi yapsa bu kadar kişi ölmeyecekti.

şizofren ve şairin ortak yanları

Bir insan kendi kendine konuşuyor diye şizofren denmemeli. Şairler de bir şiir yazdıktan sonra sesli sesli okur. Kulağa hoş geliyor mu? Kulağı tırmalıyor mu diye. Sizin kendi kendine konuştuğunu sandığınız insan belki; kendi şiirini kendisine okuyordur.