31 Mart 2010 Çarşamba

Ben hiç kalırım

-Ayrılalım mı?
-Ayrılamayız, sen gidersen beni de yanında götürürsün. Ben hiç kalırım.

30 Mart 2010 Salı

perecvari küfür listesi

göt
öküz
mal
mankafa
angut
ayı
azgın
cahil
çirkin
gavur
gavat
sürtük
sütü bozuk
yüzsüz
yamuk
puşt
salak
salak karı
sapık
kötü kadın
kötü kadınının çocuğu
kanı bozuk

domuz

taşak
taşak suratlı
suratsız
göt kafalı
am
amına koduğum
amına koduğumun çocuğu


top
totoş
tosba
sik
sikik
sikilmiş
sik kırığı



29 Mart 2010 Pazartesi

Korkular ve sebepleri

Ablütofobi: Yıkanmaktan korkma: Yıkanmak çok tehlikelidir. Sıcak suyla yıkanırsın ama duştan çıkınca hasta olursun. İnsanın vücut sıcaklığını değiştirmesi kadar saçma bir şey olamaz. 

Agirofobi: Caddelerden ya da caddelerde karşıdan karşıya geçmekten korkma: "Trafik kazalarında ölen insanlar kanserden ya da savaştan ölenlerden daha fazla. Arabalar ölüm makinaları gibi. " 

Agorafobi: Açık yer ya da kalabalık korkusu: "Kalabalık orman gibidir. Tehlike her an her yerden çıkabilir. Kalabalık her şeyi ve herkesi gizler... Biri beni bıçaklasa elini kolunu sallaya sallaya yütüyerek uzaklaşır ve kimse onun yaptığını anlamaz."

Ailurofobi: Kedilerden korkma: "Kedi ne demek?  İyilikten anlamaz, vefa nedir bilmez bir hayvan. Nankör."

Akluofobi: Karanlıktan korkma: "Karanlık tüm tehlikeler için doğru zamanı ve anı hazırlar."

Akrofobi: Yüksek yerlerden korkma: "Dağa öıkan, tırmanış yapan insanları anlayamıyorum. Ölmek için bir çaba gibi geliyor bana. Ben yükseğe çıkmam, çünkü ne kadar yükseğe çıkarsan o kadar yüksekten düşersin." 

Akustikofobi: Belirli seslerden korkma: Ambulans sesinden ve geceleri evdeki eşyalardan çıkan seslerden korkardı. Ambulans sesi ona ölümü çağrıştırırdı. Ölümde korkuyu. Gece karanlık çökünce sessizlik dünyaya hakim olduğunda eşyalardan sesler çıkar. O sesler onu çok korkuturdu. Kaynağını bilemediği bu seslerin belirsizliğinden ödü kopardı.


Algofobi: Acı çekmekten korkma: Korkularının belki de en anlaşılabilenlerinden biriydi. Acıdan kaçarak yaşadı.

Amatofobi: Toz korkusu: "Toz demek kir demek, kir demek ise hastalık demek, hastalık demek ise ölüm demek." 

Amnezifobi: Hafızasını kaybetmekten korkma: Hafıza kaybına uğramanın en korkunç yanı iyi  ve kötü arasındaki farkı bilememektir. Dünyanın en iğrenç insanı "Ben senin babanım" derse buna inanmak zorunda kalınılabilir.  

Androfobi: Adamlardan korkma: "Dünyadaki hemen tüm seri katiller erkek. Erkekler savaşır ve öldürür." derdi. 

Anemofobi: Fırtına korkusu: Bir belgeselde görmüştü fırtınada uçuşan insanları. Fırtına çıktımı evinden çıkmazdı. 

Antlofobi: Sel korkusu: "Sadece iki santimetre yüksekliğindeki su, bir arabayı yeriden oynatabilir. Sel geldiği zaman kurtulmak diye bir şey yoktur. Ölürsün." 

Antropofobi: Insanlardan korkma: Tüm kötülüğün kaynağı insanlardır. Bu kadar net. 

Apifobi: Arılardan korkma: Küçükken bir arı arkadaşının boğazını sokmuştu. Çocuğun önce boğazı sonra yüzü şişti. Ölecek diye çok korkmuştu. Hem arı öleceğini bilerek sokar. Ölümü göze almış bir şeyden daha tehlikeli ne olabilir? 

Arakibutirofobi: Yerfıstığı ezmesinin, yerken, damağa yapışmasından duyulan korku: Bu lanet fıstık ezmesi her zaman yapışır. Dilinle zorlarsın olmaz, sıcak bir şey içersin olmaz, soğuk bir şey içersin olmaz, ağına bir kaşık alır kazırsın olmaz. Her fıstık ezmesi yemek eziyet hala işkence olurken insanlar nasıl yer bu iğrenç şeyi? 

Araknofobi: Örümceklerden korkma: Doğanın en zehirli böceğinden korkmaktan daha doğal ne olabilir?  

Aritmofobi: Sayılardan korkma: Matematik kabusuydu. O garip şekiller hiçbir zaman ona bir şey ifade etmedi. Anlamadıkça aptal sanılmaktan korktu. Zamanla da sayılardan. 

Asimetrifobi: Simetrik olmayan şeylerden korkma: "Simetri dünyanın düzenini temsil eder. Simetrik olan güzeldir, doğrudur. Simetrik olmayan ise  yalnıştır, kötüdür ve kötü sonuçlara yol açar"

Astenofobi: Güçsüz olmaktan korkma : "Kaybetmek kadar korkunç bir şey yok bu dünyada. Güçlüler kazanır güçsüzler kayebeder."

Astrafobi: Şimşek korkusu : "Bir şimşek çakmasında oluşan elektirik öyle yüksektir ki kül olursun. "

Ataksofobi: Düzensizlikten korkma: "Düzensizlik arttıkça dünya yaşanamaz bir hal alacak ve kötülük hakim olacak. Oysa her şey ve herkes düzenli olsa hiçbir sorun olmaz."

Atelofobi: Mükemmel ol(a)mamaktan korkma: "İnsan en mükemmel varlıktır. Eğer insan isen buna en uygun şekilde yaşamalısın. Eğer mükemmel olamazsan insan değilsin demektir. "

Aviofobi: Uçuş korkusu: "İnsan yürümek için var oldu. Yüzmek ya da uçmak için değil. İnsan doğası ile çatışırsa sonuç her zaman felaket olur." . 

Ballistofobi: Silahtan ya da mermilerden korkma: 

Batofobi: Derinlik ya da yüksek binaların yanından geçme korkusu

Batrakofobi: Kurbağa, semender gibi çiftyaşayışlı (amfibyen) hayvanlardan korkma

Belonefobi: Iğnelerden korkma

Bibliyofobi: Kitaplardan korkma: Okuduğunu anlayamazdı. Ondandır ki kitaplar hep korkunç gelirdi ona.

Bromidrosifobi: Vücut kokusundan korkma: Lise beden derslerinden sonra sınıf böyle kokardı. Öyle berbat bir kokuyduki.  

Brontofobi: Gökgürültüsünden korkma: Her gök gürlediğinde yıldırım üzerine düşücek diye korkardı.

Dentofobi: Dişçiden korkma: İntihara en yatkın meslek grubudur dişçiler. Ölüme bu kadar yatkın insanlara güvenemem.

Dermatopatofobi: Deri hastalıklarından korkma :

Eisoptrofobi: Aynalardan korkma: Kendini görmeye dayanamazdı. Korkunç gelirdi ona. 

Elektrofobi: Elektrikten korkma:  

Emetofobi: Kusmaktan korkma: Yemek yemekten yaşanmaz. Ama kusmuğunu gördüğünde haftalarca yemek yiyemiyordu.

Entomofobi: Böceklerden korkma: "Sebebi aşikar değil mi? İğrenç, pis yaratıklar. Bir tanesini görsem o gece uyuyamam."

Epistaksiyofobi: Burun kanamasından korkma: İnsanın burnu beyin kanaması riski olduğu anlarda kanar. Burnu her kanadığından ölümden son anda dönmüş gibi olurdu. 

Eritrofobi: Yüz kızarmasından duyulan korku: İnsanın  yüzü ne zamanlar kızarır? Suçlu olduğu zamanlarda, yalan söylediği zamanlarda ya da utandığında. Bu durumlarda olmaktan çok korkardı.

Erotofobi: Cinsellik korkusu

Farmakofobi: Ilaçlardan korkma: Prospektüsünde yan etkisi olmayan hiçbir ilaç görmemişti. 

Fazmofobi: Hayaletlerden korkma

Febrifobi: Yüksek ateşten korkma

Filemafobi: Öpmekten ya da öpüşmekten korkma: İnsan ağzının çok kirli olduğunu biliyordu. çürük diş konusuna girmezdi bile.  

Filofobi: Sevmekten, âşık olmaktan korkma: Sevdiği kız onu, sevdiği adamı kıskandırmak için kullanmıştı. 

Fobofobi: Korkmaktan korkma

Fotofobi: Işıktan korkma: Cildi çok hassas bir kadın tanımıştı. Derisi kıpkırmızı ve pulpuldu. Sebebini sorduğunda kadın "Güneşten" dedi. "Sende çok güneşe çıkma, ozon tabakası delindi artık. Güneş ışınları çok zararlı."

Gametofobi: Evlenmekten korkma: Mutsuz bir evliliğin meyvesiydi.  

Gefirofobi: Köprülerden geçmekten korkma: 

Gerontofobi: Yaşlı insanlardan ya da yaşlanmaktan korkma: Yaşlılar anlayışsız oluyor ve çabuk ölüyorlar. Bu sebeptendirki bir yaşlıya güvenemezsin. Ölümün eşşiğinde yaşayan biri her şeyi yapabilir.

Glossofobi: Topluluk önünde konuşmaktan korkma

Haptofobi: Dokunulmaktan korkma

Harpaksofobi: Hırsızlardan ya da bir suçun kurbanı olmaktan korkma

Helyofobi: Güneşten korkma

Hematofobi: Kan korkusu

Herpetofobi: Sürüngenlerden korkma

Hidrofobi: Sudan, yüzmekten ya da boğulmaktan korkma

Higrofobi: Nemden ya da yağmurdan korkma

Hipegiyafobi: Sorumluluktan korkma

Hipnofobi: Uyumaktan korkma: "Uyurken insanın tuhu bedeninden ayrılır. Ber nevi ölüm gibidir. kan akışı yavaşlar. Tüm tehditlere açıksındır." derdi ve saatinin alarmını bir saate kurarak uyurdu. 

Hipofobi: Atlardan korkma

Homiklofobi: Sisten korkma

Homofobi: Eşcinsellerden korkma

Ihtiyofobi: Balıklardan korkma: "Dünyanın dörtde üçü su. Dünyanın asıl hakimi onlar. " derdi hep. "Bir gün heryeri sular kaplayacak ve tüm dünya onların eline geçecek."

Jinefobi: Kadınlardan korkma: "Kim korkmaz ki derdi. Ben sadece itiraf ediyorum. Kadın şeytandır. Kadınlar olmasa erkekler birbirlerini öldürmezdi." dedi.

Kakofobi: Çirkinlikten, çirkin şeylerden korkma:  

Kakorafiyafobi: Başarısız olma korkusu: Dahi çocuk olmanın omuzlarına yüklediği bir sorumluluktu bu. 

Kanserofobi: Kanser olmaktan korkma: Annesi meme kanseri olan, Dayısı prostat kanserinden ölen, dedesinin böbrekleri kanser olduğu için alınan biri için bundan daha doğal ne olabilir? 

Kardiyofobi: Kalp hastalığından korkma

Karnofobi: Etten korkma

Katagelofobi: Dalga geçilmekten korkma

Kemofobi: Kimyasal madde korkusu

Keymafobi: Kıştan ve soğuktan korkma: 

Kimofobi: Dalgalardan korkma

Kinofobi: Köpeklerden korkma

Klimakofobi: Merdivenden düşmekten ya da merdivenlerden korkma

Klostrofobi: Kapalı yer korkusu

Koprofobi: Dışkı korkusu: En büyük pislik ve mikrop yuvasından korkmamak elde mi? 

Koulrofobi: Palyaçolardan korkma

Kremnofobi: Yüksek yamaçlardan ya da uçurumlardan korkma

Kriyofobi: Buzdan ya da donmaktan korkma

Kronomentrofobi: Saatlerden korkma

Ksantofobi: Sarı renten korkma

Ksenofobi: Yabancılardan korkma: Dilini bilmediğin, dediğini anlamadığın bir insana nasıl güvenebilirsin? İmkansız. 

Ksilofobi: Tahta şeylerden ya da ormanlardan korkma

Limnofobi: Göllerden korkma

Litikafobi: Davalardan ve mahkemelerden korkma: Türkiyede adalete güvenmek kadar büyük aptallık olamaz.  

Logofobi: Belirli sözcüklerden korkma: "Sinek" kelimesinden çok korkardı. Sirozu, dolayısıyla ölümü hatırlatırdı o kelime.

Lökofobi: Beyaz renkten korkma

Manyofobi: Delirmekten korkma

Mastigofobi: Cezalandırılmaktan korkma: Çocukluğu tuvalette ve balkonda geçirmiş bir çocuğun büyüüynce cezalandırılmaktan korkmasından daha normal ne olabilir ki? 

Mekanofobi: Makinelerden korkma

Melanofobi: Siyah renkten korkma: Siyah bir renk değildir. Karanlıktır, hiçbir rengin olmaması durumudur. 

Mikrobiyofobi: Mikroplardan korkma: Kim hasta olmak ve hastalıktan ölmek ister ki? 

Mizofobi: Kirlilikten korkma

Monofobi: Yalnızlıktan korkma

Musofobi: Farelerden korkma

Nekrofobi: Cesetten korkma

Nelofobi: Camdan korkma

Niktofobi: Geceden korkma: Karanlıkta kötülükler basar. Kim korkmaz ki? 

Nozokomefobi: Hastanelerden korkma: "Her sene hastane mikrobundan kaç kişi ölüyot bilseniz hastaneye gitmez evinizde ölümğ beklersiniz" derdi. 

Nüdofobi: Çıplaklıktan korkma: Kendi bedenini çok çirkin bulurdu. Hatta dayanılamaz. Banyosunu bile iç çamaşırları ile yapardı. 

Obesofobi: Şişmanlamaktan korkma: "Şişman olmak zordur ama şişman bir kadın olmak daha zordur. Kimse şişman kadınları sevmez."  derdi. 

Ofidiyofobi: Yılanlardan korkma

Okofobi: Taşıt araçlarından korkma

Osmofobi: Belirli kokulardan korkma

Pantofobi: Herşeyden korkma: Her şey ölümcüldür. 

Papirofobi: Kağıttan korkma

Paraskavedekatriafobi: Ayın onüçü ve cuma olan günden korkma

Patofobi: Hasta olmaktan korkma

Pedofobi: Çocuklardan korkma

Peladofobi: Kel insanlardan ya da kelleşmekten korkma

Penyafobi: Fakirlikten korkma

Pirofobi: Ateşten korkma

Plakofobi: Mezar taşlarından korkma

Pogonofobi: Sakaldan ya da sakallı kişilerden korkma

Politikofobi: Politikacılardan korkma

Porfirofobi: Mor renkten korkma

Potamofobi: Irmaklardan ya da su akıntılarından korkma

Potofobi: Alkollü içeceklerden korkma

Pteronofobi: Kuş tüyünden korkma

Pupafobi: Kuklalardan korkma

Radyofobi: Radyasyondan, X ışınlarından korkma.

Ranidafobi: Kurbağalardan korkma: İlk okulda bir arkadaşı vardı. Yazları köye giderdi. Bir sene geldiğinde elinde kollarında siğiller vardı. İğrenerek sordu; "Kollarındakiler ne?". Arkadaşı cevap verdi "Siğil, kurbağa avlarken oldu". 

Selenofobi: Aydan korkma: Piskopattı babası. Ne zaman yaramazlık yapsa önce döver sonra da damda yatırırdı. Damda geceleri korkuyla sabah ederdi. Ay ona o korku dolu geceleri anımsatır. 

Siderofobi: Yıldızlardan korkma:  

Simetrofobi: Simetriden korkma

Sosyofobi: Toplumdan, genel olarak insanlardan korkma

Soteriofobi: Başkalarına muhtaç olmaktan korkma: "Allah kimseyi, başkasının eline düşürmesin" diye dua ederdi, felçli halasın yirmi yıl çektiklerini anımsadıkça. 

Tafefobi: Diri diri gömülmekten korkma

Takofobi: Yüksek hızdan korkma

Talassofobi: Deniz ya da okyanus korkusu:  

Tanatofobi: Ölümden korkma: Günahkardı. Hem de çok günahkar. 

Teknofobi: Teknolojiden korkma

Teratofobi: Gebe kadının, biçimsiz, çirkin bir çocuk doğurmaktan korkması

Termofobi: Isıdan korkma

Testofobi: Testlerden ya da sınavlardan korkma:  

Tokofobi: Gebe kalmaktan ya da çocuk doğurmaktan korkma: Bu dünyaya geldiğine çok pişmandı. Elinde olsa doğmazdı. Annesinin ona yaptığı kötülüğü o yapmayacaktı. Annesini onun bedduaları cehenneme götürecekti. O ise beddua almayacaktı. 

Tomofobi: Ameliyat olmaktan korkma

Toksifobi: Zehir korkusu

Topofobi: Belirli yerlerden korkma

Travmatofobi: Yaralanmaktan korkma

Trikinofobi: Gıda zehirlenmesinden korkma

Triskaidekafobi: 13 sayısından korkma

Tripanofobi: Aşı ya da iğne olmaktan korkma

Trikopatofobi: Saç hastalıklarından korkma

Ürofobi: Sidikten korkma: Büyük kardeşler küçük kardeşlere eziyet ederler. Zavallının abisi bunu abartmış ve yüzüne işemiş. 

Venereofobi: Zührevi hastalıklardan korkma: Ortaokula giderken beş arkadaş toplanıp geneleve gitmişleri. O korktu ve içeri giremedi ama arkadaşları girdi. Tüm arkadaşları bel soğukluğu olmuştu. 

Venüstrafobi: Güzel kadınlardan korkma

Vermifobi: Solucanlardan korkma: Dedesiyl berbaber yaptıkları yegane şeydi balık tutma. Yaşlı dedesinin gözleri iyi görmediğinden solucanları hep ona kancaya taktırırdı.  

Zelofobi: Kıskançlıktan korkma

Zoofobi: Hayvanlardan korkma

perecvari bir haftanın ilk günü.

aradığım kadında olmasını umduklarımın alt alta yazılmış halini; okuduğumda kafamı bulandıran fransız yazarı anarak başlamak istiyorum. lisanına bu kadar hakim biri, insanı şaşırtıyor.

*hayatının manasını iç dünyasında aramalı.
*ölmüş insanlar için yapılan toplanımlara simsiyah giysi ve donanımla katılmalı. simasındaki hüzün hayranlık uyandırmalı.
*balayımda bir başıma bulunma arzumu olumlu karşılamalı.
*saçsız bir kadından daha çirkini yoktur. bundan dolayı soy ağacındaki akrabalarının saç durumunu bana açıklamalı.
*

iki satır yazı yazdım ama kafam patladı sayın haftanın ilk günü hayranları. gorki, tolstoy, sait faik abasıyanık, ümit yaşar'a kurban olayım. "e" kullanmadan yazı mı yazılır? amma saçma sapan adamlar var, uğrumda canını harcamaktan korkmayacak dişi insanlar.

27 Mart 2010 Cumartesi

Koyun sayan adam

İnsanlar geceleri neden uyuyamaz? Çünkü dertler geceleri sever ve geceleri çöker insanın gırtlağına.Sessizlik ve karanlık. Uyumadan bir kabus bastırır. Sağa dönersin, sola dönersin olmaz. En ufak sesler beyninde çınlar. Vesveseler düşer kalbine. Uyumadan gördüğün kabustan uyanmak daha zordur.

Uyuyamayan insana ne salık verilir? Koyun saymak. Sebebi gayet basit: Kişiyi uyutmayan düşüncülerden; kuruntulardan, korkulardan, endişelerden sıyırma çabası. " Bir koyun çitten atladı, iki koyun çitten atladı... İki yüz on beş koyun çitten atladı." ve uyku kazandı.

Koyun sayma fikrini ortaya atan kişi, insanlığa verdiği zararın farkında mıdır? Dertlerinden kaçan, sorunlarını erteleyen, çözüm üretemeyen bir çok kişinin müsebbibi koyun saydıran adam değil midir?

Koyun saydıran adam onun yerine, "Daha güzel bir dünyda hayali kurun" deseydi, kimbilir ne kadar çok ütopyamız ve parlak fikrimiz olurdu. İnsanlar koyun sayacağına güzel dünya hayalleri kursalar daha mutlu uyu ve tabiati ile mutlu uyanmazlar mıydı?

Koyun sayan adam sanırım benimle paralel fikirdeydi. Onun hayali, mutlu dünyası sabahlara kadar saysada sonunu getiremeyeceği kadar çok koyunu olmasıydı. Onun reçetesi sadece ona mutluluk getirdi...

26 Mart 2010 Cuma

Köprüdekiler

Salon gayet pis. Sanırım kimse bu saatte -13:40- seyirci beklemiyor. Boş salona girdiğimde filme yirmi dakika daha var. Arka sıralara doğru yürüyorum ve kendime en güzel yeri seçmeye çalışıyorum. Önümde altı, arkamda ise üç sıra var. On beş koltuklu sıranın ortasındayım.

Makinist girdiğimi gördü sanırım. Daha doğrusu umarım. Ya beni yok sayıp filmi başlatmazlarsa. Ece Temelkuran'ın dediği gibi, "Türklerin sırada kaynak yağmalarının sebebi öne geçmek değil, yok sayılmamaktır." Doğru olma ihtimali olan bir önerme. Umarım beni yok saymazlar.

Dokuz lira verdim film için. Gişedeki kız somurtganca, "Salonda yalnız siz olabilirsiniz." dedi. Umarım kız haklı çıkar ve ben yalnız olurum. Dokuz ampül yanıyor şu an sadece benim için. Film başlayınca da bir sürü elektrik harcanacak. Muhtemelen sinema zarar edecek bu seans; benden dolayı.

An itibari ile filmin başlamasına yedi dakika var ve başımdaki dokuz ampül hala yanmakta. Reklam ya da fragman gösterilmiyor henüz. Acaba yok mu sayılıyorum? Bu endişe ile salondan çıktım ve yetkili buldum. Kapısı açık bir odada bilgisayar ile ilgileniyordu. Kapısını çaldım ve ilgisini kendime çektim. İçeri girmeden sordum " Filmin başlamasına beş dakika var ama herhangi bir haraket yok.". Yerinden kalkıp "Beş dakika sonra fragmanlar başlayacaktır." dedi. Teşekkürlerimi ilettim ve salondaki yerimi aldım. Ses tonum güvensizdi.

Sanırım son anlardayım. Filmin başlamasına iki dakika var ve makinist odasının ışığı yanmıyor...

Bir anda perdeye görüntü geldi -irkildim- ve tepemdeki dokuz ışık yavaşça söndü.

Filmin başlamasından önce televizyonda genelde rastladığım reklamlardan birkaçını izlerken, salona bir adam girdi. Beyazı daha yoğun kırçıllı saçları var adamın. Hızlı adımlarla arkama bir yere oturdu. Dönüp bakmaya çekindim.

Film başladı.

Birkaç ülkeden film şirketlerinin ortak yapımı olduğunu belirten bir yazı geçti.

Dört karakter üzerinde yoğunlaşmış, sakin bir film. Oyuncu seçimi hakkında birşey söylemek zor. Çünkü oynayanlar oyuncu değil sanırım. Deneysel sinema ya da belgesel tadı var. Teklemeden okunmuş bir tane bile diyalog yok. Yönetmen özellikle bu acemilikleri seçmiş belli ki.

Arkadaşlarımı ya da televizyonda gördüğüm insanları beyaz türk olmakla suçlayan ben; filmin henüz ilk on dakikasından sonra aynı suçlamayı kendime yaptım. Film karakterleriyle kendimi kıyaslayınca cidden bembeyaz bir türküm.

Filmdeki karakterlerden en çok trafik polisi olan adamı kendime yakın buldum. Yolda çiçek satan çocukları kovalarken nasılda çekingendi.

Otoyolda çiçek satan çocuğun içinde olduğu çıkmaz etkileyiciydi. Koltuk deynekleriyle yürüyen arkadaşı ise daha çok rol almalıydı. Arkadaşlarıyla bir rap şarkıyı söyledikleri sahne güzeldi.

Evli çiftin dilemması da bende bir farklı duygular oluşmasına sebep oldu. "Evden kim gidecek?" kısmı ise kesinlikle etkileyiciydi.

Hüzünlü bir filmdi. Hemde, hemen hemen her anındında. Boğaz Köprüsü çekimlerini çok beğendim. Bir de oda çekimlerini kapının dışından yapışlarındaki kapı vurgusunu.

Çiftin evindeki televizyonun kumandası zamanında bizim evde de olan digiturk kumandasıydı. Çizilen geçim zoruluğu resmine yakışmayan bir ayrıntıydı bence.

Film bitti.

Filmde emeği geçenler listesi akarken filmi beraber izlediğimiz adam hızla filmden çıktı. Üzerinde açık kahve rengi deri bir ceket vardı. Bu adamın mesleği olabilir mi? Sinemadaki tek kişi korsan çekim yapabilir, uyuşturucu kullanabilir ya da farklı uygunsuz davranışlarda bulunabilir. Adamın görevi beni kontrol etmekte bence. Sinemalarda gece görüşlü kameralar yoktur muhtemelen. Olsa birçok önsevişme kaydederdi ülkemde.

Hiç acele etmeden filmdeki cocuğun arkadaşı ile beraber söylediği rap şarkıyı dinledim ve perdeye doğru yürüdüm. Bileti kapının yanındaki çöpe attım ve salondan çıktım.

24 Mart 2010 Çarşamba

Korsana karşı mucadele planı ".abk"

Yazacağım plan önerisinin %100 başarılı olmacağını biliyorum. Sadece aklıma geldi ve yazayım dedim. Piyasanın bir kısmını etkileyecek bir planın ilk adımları olabilir.

İşin sırrı cd teknoloji üzerinde yapılacak bir donanımsal değişiklikte. Tabiki nedir ya da nasıl yapılır hiçbir fikrim yok. Mevcut cd'ler ".mp3" ve ".waw" formatında üretiliyor ve cd çalarlar bu iki uzantılı cd'leri çalıştırıyor. Bu ikisinin dışında yeni bir uzantılı -.abk- müzik cd leri üretilecek. Bu yeni uzantılı -.abk- cd yi sadece bu cd çalarlar çalacak ve yeni üretilen cd çalar diğer uzantıdaki cd'leri çalıştırmayacak.

İnsanlar ne zaman müzik dinliyor? Evde temizlik yaparken, bilgisayar başındayken, ders çalışırken, arabayla seyahat hakindeyken...

Korsanla mücadelede belirlediğim temel sınıf arabasıyla seyahat ederken müzik dinleyen insanlar. Yeni çıkan arabaların müzik sistemlerinde sadece yeni uzantılı cdleri çalabilecek cd çalarlar olacak. Yeni araba almış, -belirli bir maddi düzeyin üzerinde standartları olan- kişiler arabalarında müzik dinlemek istiyorlarsa ya radyo dinleyecekler ya da yeni uzantılı çıkmış badrollü cdlerden alacaklar.

Araba üreticileri arasında haksız rekabet olmaması için yeni üretilen arabaların tamamında bu yeni uzantılı cd'leri çalıştıracak cd çalarlar olmalı.

Bu cd'lere araba cd'si denilebilir mesela; ya da başka bir isim. Teknoloji ile arası iyi olan bir çok kişi, gayet küçük yer tutan mp3 playerlerini araba teyplerine bir şekilde monte edip bu planı yıkabilirler.

Sarsılmaz bir plan değil ama bir plan.

Takımdan Ayrı Küs Koşu

Hiçbiri beni sevmeyen, bir sürü adam.
Şortumuzun, formamızın, rengi aynı.
Keskin ter kokusu, havada uçuşan küfürler.
Takımdan ayrı küs koşuyorum.

Falso topun havaya mukavemetidir.
Bende onlara karşı direniyorum
Gören hemen anlıyor aidiyetsizliğimi.
Takımdan ayrı küs koşuyorum.

Herkes ofsayt taktiği yapıyor bana karşı.
Bilmiyorlar ki beleşçi değilim,
Mücadeleye hazırım her zaman.
Bonsevisle de, primle de işim yok benim.
Takımdan ayrı küs koşuyorum.


Aynı yolun yolcusu şuursiz bir kalabalık.
Zevklerimiz aynı, hedeflerimiz farklı.
Hiçbiri beş para etmez yamuk adamlar.
Takımdan ayrı düz koşuyorum.

22 Mart 2010 Pazartesi

muhtemel ilk telefon konuşmamız.

-Merhaba...Canım nasılsın ben Ceyda.. Popmundodan...
-Iıı.. Şey... Merhaba.
-Yaa numaran bende vardı biliyorsun. Dayanamadım bir arayım seninle telefonda konuşayım dedim. Hem sesini çok merak ediyorum. Ee ne nasılsın ne yapıyorsun?
-Iıı iyiyim... şey sen, ıı.. sen nasılsın?
- Sesini duydum çok iyi oldum. Ne kadar etkileyici bir ses tonun var senin. Hem sakin, hem de kendine güvenli. Aynı senin gibi.
-Te..te..teşekkür ederim.
-Rica ederim. Seninle konuşmak ne kadar heyecan verici ya. Senin hattın hala kapalı değil mi? Ne kadar ilginç bir adamsın sen ya.. Yeni numaram bu, kaydet tamam mı?
-Hı hı...
-Ya sana bir şey sorucam. Böyle canım sıkıldığında, kendimi kötü hissettiğimde hatta durup dururken seni arasam rahatsız olmazsın değil mi? Ben seninle mesajlaşmayı öyle çok seviyorum ki... Hem arada msn de de konuşuruz. Hatta abartır görüntülü konuşma yaparız. Ne dersin?
-Iıı oo.. olur.
-Aslında ben artık seninle yüzyüze de görüşmek istiyorum. Ama açıkcası hayır demenden korkuyorum. Biliyorum ki çok meşgulsün. Derin düşüncelerin yazılmamış hikayelerin, romanların, öykülerin var. Bu yoğun programında bana da zaman ayırırsan inan çok sevinirim. Seninle bir kahve içmek, sinemaya gitmek, ne bileyim yapacağın bir şakanda bir kahkahayı paylaşmak istiyorum.
-Utandırıyorsunuz beni...
-Lütfen... Az bile söylüyorum. Hayatımın en manalı anlarını paylaştığım insan sensin.. Az bile söylüyorum.
- Rica ederim Ceyda hanım.
-Acaba basket oynasan, biraz spor yapsan. İnan o zaman dünyanın en çekici erkeği olursun. Bak bunları sana hayran olduğum için değil sadece ve sadece gerçek olduğu için söylüyorum. Biliyorum ki aseksüelliklik dahilerde görülen bir şey. Duygusuzluk, duygudaşlık eksikliği... Hepsi üstün zekanın yansımaları. Ben ve tüm dostların seni böyle seviyoruz.. Sana bir şey söylemek istiyorum. Seni se... ya hatta biri var, görüşürüz. Öptüm bye
-Bye.

distance - displacement

distance: uzaklık
displacement: yer değişim


Doğduğum günden beri hareket ediyorum. Okula gittim, bakkala gittim, tatile gittim, dayımlara gittim, simitçi beklemek için kapının önüne çıktım, sinemaya gittim, Beşiktaşım'ın peşinde Porto'ya gittim, 2003 sezonundaki tüm deplasmanlara gittim, bir kızın peşinden Antalya'ya gittim, bir başka kızın peşinden Edirne'ye gittim, bir başka kızın peşinden Rize'ye gittim, sevdiğim kızın peşinden Afyonkarahisar'a gittim, bir hayalin peşinde Londra'ya gittim, hayal kırıklığımla beraber Berlin'e geçtim, arkadaşımın annesinin cenazesine Mersin'e gittim, bir gece rüyamda Aya gittim, yeğenimin doğumuna Trabzon'a gittim, iskender kebabı yemek için Bursa'ya gittim, saçma bir konferansı dinlemek için Eskişehir'e gittim, depremden sonra insanlara yardım etmek için Kocaeli'ne gittim, bir keresinde kış tatili için Bolu'ya gittim, acemi birliği için Isparta'ya gittim, usta birliği için Manisa'ya gittim, para kazanmak için bir süre Rusya'da kaldım, kız istemek için Yogat'a gittim, kayınpederin cenazesi için Kayseri'ye gittim, eşimin cenazesine ise gidemedim... 

Şu an altmış altı yaşındayım. Doğduğum evde tek başımayım.

21 Mart 2010 Pazar

Paranoya

"Gece evime organ hırsızları girip beni kaçırmışlarsa. Beni mr' a sokup organlarıma baktıktan sonra, ' Bu adam çürük, hiçbir organı işimize yaramaz.' diyerek benim organlarımı çalmaktan vazgeçtilerse." diye düşündü.

"Ya eşcinselsem" diye içinden geçirdi.

"Acaba dedemin babası nasıl öldü? Ya annemim ananesi? Ölüm nedenini bilmediğim o kadar çok akrabam var ki. Henüz bilmediğim kalıtımsal bir hastalığım varsa?" diyerek içini çekti.

"Yeni televizyon almamalıydım, muhtemelen içine kamera ve dinleme cihazı yerleştirmişlerdir. Acaba televizyonun fişini çektiğimde kamera devre dışına çıkar mı?" diye düşünüp televizyonun fişini çekti.

" Gerçekten de kan grubum AB rh+ mi? Kim ölçtü ki benim kan grubumu? Benim ölmemi isteyen biri olabilir mi? Eğer AB değilsem alacağım her kan beni öldürür." diyerek işkillendi.

" Bir binanın en üst katına çıkıp aşağıya atayarak intihar etmek. Bunu yapan biri benim üstüme düşebilir." Bunları düşünerek irkildi. Kaldırım yola en yakın tarafında yürümeye başladı. Bir yandan da gözü yukarılardaydı.

" Yazları ne kadar çok sinek oluyor ve dünyanın dört bir yanında insanlar sıtmadan ölüyor. Ben ağzım açık uyuyormuşum. Acaba sinek yutsam yine sıtma olur muyum?". Doktoru elindeki dosyaya baktı ve " Konu hakkında pek bilgim yok. Haplarını düzenli alıyorsun değil mi?" dedi.

" İnsanlar nasıl fırından ekmek alıp yiyebiliyor, şaşıyorum. Bir fırıncı istese bir günde on binden fazla insanı zehirleyerek öldürebilir. Eminim ki kimse bunları kontrol etmiyordur." dedi ve ekmek yapma makinasına biraz da ceviz içi attı.

" Evimi ablama mı, yoksa doktoruma mı bıraksam? Doktoruma bırakırsam ablam; beni ve doktorumu öldürebilir. Ya da doktor; ablamı ve beni. " diye aklından geçirdi ve vasiyetnamesini yırttı.

Bir sabah uyanamadı paranoyak. Ölmüştü. Beyaz bir ışık gördü ve uzun bir tünel. Tıpkı filmlerdeki gibi. Sonra bir melek karşısına çıktı ve sordu " Kitabın ne?". Paranoyak kuşkulandı. Ya tuzak soruysa diye. Sustu, cevap vermedi.

flashforward pazartesisi

Bir flashforward yaşıyorum ve 24 mart 2030 pazartesi gününü görüyorum sevgili pazartesi müptelaları. Aradan geçen yirmi senede hiçbiriniz heyecanınızı kaybetmemişsiniz ve ben sadece on iki kez evlenmişim ve o gün dulum. Geleceği değiştirmek sizin elinizde, ya da ilk on ikiye girmek.

*yazısı güzel olmalı ve bana küçük nefret dolu notlar yazmalı, aparış from Flashforward.
*Kapı ziline basıldığında benim rahatsız olacağımı bildiği için vücudunun bir yerine bir titreşim motoru yerleştirtmeli. böylelikle her kapı çaldığında titreşip kapıyı açmalı.
*ülke mutfağına hakim olmalı, her öğün bana üç çeşit yemek çıkartmalı.
*java ve flash oyunlarında kendini bir şey** sanmalı ve bana karşı kaybedince sessizce ağlamalı.
*

Gelecekten bir parça görmemiz onun olacağı manasına gelmez değerli pazartesi sevdalıları. geleceği değiştirmek sizin elinizde.


**bok

19 Mart 2010 Cuma

Temizlik

Kadın kocasından ve çocuklarından erken kalktı ve çayın altına suyu koydu. Çayı demledikten sonra kahvaltılıkları çıkarttı. Önce çocukları, sonra kocasını kaldırdı. Kocası kahvaltı masasına oturmadan hemen önce tavaya yumurta kırdı. Çayları doldurdu ve hep beraber kahvaltı yaptılar.

Kocasının kıyafetlerini geceden ütülemiş hazırlamıştı. Çocukların kıyafetlerini de. Çocuklar babaları ile beraber hazırlanıp çıktılar. Kadın evde tek kalmıştı.

Kadın geceden tüm kirli çamaşırları yıkamıştı. sabaha kadar kurumuş olan tüm çamaşırları ütüledi ve katladı. Sonra odasına geçti, yatağını düzeltti. Çocukların odasına geçip onların yataklarını da düzeltti.

Evindeki tüm halıları balkona çıkarttı ve çırptı. Hazır halılar yokken yerleri sildi. Yerler kuruyunca çırptığı halıları yerlerine yeniden serdi.

Tuz ruhunu aldı ve banyoyu, tuvaleti temizledi. Sonra kalan tuz ruhunu bir bardağa koydu ve içti.

18 Mart 2010 Perşembe

Eurovision'u nasıl kazanılır?

Eurovision'u nasıl kazanılır?

Bu sözde şarkı yarışmasını kazanmak istiyorsak bir yol haritamız olmalıdır. Uzun ve kısa vadede planımızı uygulamalıyız. Planımızın adı "Every way that we can". Yapabileceğimiz her şekilde!

*Komşu ülkeler birbirine oy verir.

Bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey yok. Bir çılgınlık yapıp Avusturya'yı işgal edersek bize pek oy vermeyen Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Slovakya, Macaristan, İtalya ve İsviçre ile komşu olmuş oluruz. Yeni komşularımız bizimle sıcak ilişkiler kurmak için bize oy vereceklerdir.

*Yugoslavyadan kopan devletler özellikle birbirlerine oy verir.

Bu ülkelerden oy almanın yolu onlarla aramıza sağlam bir bağ oluşturmaktan geçiyor. Yarışacağımız şarkının sözlerini bir Slovak şairde ya da Moldovalı halk ozanından alabiliriz. Balkan ezgilerini de kullanırsak hem iç piyasanın gönlü hoş tutulur hem de şansımız artar. Şarkı muhakkak ingilizce olmalıdır ama filolojik bir araştırma ile ingilizcede ve yugoslavyacada kullanılan ortak bir kelime nakarata serpiştirilmelidir.

*Günün dış politikasının etkisi

Bu etkide çok önemlidir. Benim önerim yarışmaya bir ay kala Ermenistanla sınır kapılarının açılması, ege kıta sahanlığının on iki mile çıkması, Kıbrıstan askerlerimizin çekilmesidir. Yarışmayı kazanınca eskiye döneriz.

Başbakanımız Polonya'ya ve İskoçya'ya gidip onlara imtiyazlar vermelidir.

*Grubetçi oyları.

Hali hazırda bizim aldığımız oyların büyük kısmını bu oylar oluşturmaktadır. Almanya, Fransa ve Hollanda'dan bu sebepten dolayı tam puan almaktayız. Gurbetçilerimizin bir kısmı hiç oy almadığımız İrlanda, Norveç, İzlanda gibi ülkelere göç etmeli bizi bu ülkelerden desteklemelidirler.

* Eurovision dünyanın her yerinde eşcinsellerin sahip çıktığı organizasyondur.

Bu yadsınamaz gerçeğe uyum sağlamamız için önerim ise kesinlikle Bülent Ersoy ile katılmamızdır. Gerek havası, gerek kaprisleri, gerekse sesinin gücü ile tüm Avrupa'yı sarsacağı aşikardır. Bülent Ersoy'un arkasında da kıspetlerini giymiş pehlivanlardan oluşacak bir dans grubu ile tüm gay oylarını alacağımızı umuyorum.


Kazanmak için sadece bizim alacağımız oylar yeterli değildir. Rakiplerimizinde dengesini bozmalıyız. Mesela Portekiz ile İspanya birbirlerine her sene tam puan verirler, ya da Kıbrıs Rum kesimi ile Yunanistan. Bu ortaklıkları bozmak için ortaya nifak tohumları serpmeliyiz.

Yolumuz uzun ama vaktimiz var. Every way that we can!

16 Mart 2010 Salı

3- kısa kısa

Hayat tercihlerden ibarettir derler. Harika bir ailem ve inanılmaz dostlarım vardı Ankara'da. Bense bir kızın peşinden Berlin'e gittim. Umduğum kadar güzel günler geçiremedim ama umudumu koruyup iki uzun yıl geçirdim gurbette.

Baktım olmuyor sılaya dönerim dedim ve döndüm. Ne ailem eskisi gibi beni seviyordu ne de arkadaşlarım...

2- kısa kısa

Zaten garip bir kızdı. Her gün farklı biri olarak karşıma çıkmasıydı beni ona bağlayan. "Kimse senden sıkılamaz", demiştim ona. "Öyle farklısın ki.".

Zaman aktı ve "Evlenelim mi?" dedim. "Dün desen evet demezdim belki ama bugün kesinlikle evet", dedi. Çok sevindim.

Nikah masasına oturduk. İkimizde "Evet!" dedik.

"Kendi soyadını kullanmak ister misin?" dedim. "Hayır senin soyadını istiyorum", dedi. 

Nüfus cüzdanını değiştirdik. Bana " Artık seni istemiyorum" dedi. "Seni seven kişi E. K'ydi. Ben artık E. G'yim".

Nigar & Ceyda

Alan: H. Topaloğlu Gönderen: N. Almblad Tarih: 2010-03-16 12:00
Konu: Neeeeeeeeeeee????
saat 11 gibi (porto saatiyle) telefonum çaldı, asistanım küçük kızım biricik yavrum Ceydanın aradığını söyleyince ipek çarşaflarımın arasından hemen fırladım, göz bantımı çıkarttım ve 6000 dolarlık vertu markalı cep telime yöneldim.

- Ceydacım, bebeim noldu annesinin inci damlası (inci damlası bir şampanyadır)
- Anaaaaaaam anam garib anammmmmmmmm böhüüüüüüüü
- Kızım sakin ol ne oldu anlat annene hemen çözsün
- Anne senin varoşluk günlerinden kalma şu adam.. hani Hilmişko dediğin salak varya aynı zamnda bnm biyolojik babam olan dallama..
- ehhee kemm kümmm.. Bilemedim yavrum varoş kimse tanımıyorum ben.??
- Anne bırak ya böhüüüüü
- ehh şey kemm kümmm..
- anne ya böhüüüüüüüüü
- tamam tamam bu böhüleri kesmezsen babana iyice benzeyeceksin
- anne o adam işte beni dövecekmiş öyle mesajlar attı oysaki ben babacım demiştim ne yaptımki ona
- of be çocuğum sende zike sürülcek akıl yok o salağın nesinden korkuyorsun 2 adam tutar dağıtırırm ağzını yüzünü para var huzur var aq!

- ok bye :*

15 Mart 2010 Pazartesi

1- kısa kısa

Mahalledeki fahişeleri en iyi bayan kuaförleri tanır derler. Gittim, sordum. Adresleri bir kağıda yazdı. "Benim gönderdiğimi muhakkak söyle." dedi. Gidemedim.

kutsal gün ve haftalar

cuma müslümanlar, cumartesi yahudiler, pazar da hristiyalar için kutsal gündür de değerli kadınlar; pazartesi tüm dünya kadınlar için kutsal liste günü değil midir? daha fazla günah sınırında dolaşmadan listemize geçmek istiyorum.

*mahalle baskısı yaşamamalı, mahalleye baskısını yaşatmalı.
*televizyonda çıplak erkek gördüğünde gözünü kapatmalı, çıplak kadın gördüğünde; "Bey koş, çıplak kadın çıktı, sen çok seversin", diyerek beni çağırmalı
*Benim için hayatını tehlikeye atmaktan çekinmemeli.
*ben evdeyeken evi süpürmemeli. mümkün olduğunca sessiz olmalı

Cuma gecesi avuç avuç uyku hapı alıp pazartesi sabahı uyanan arkadaşlar... haberlerinizi alıyorum. yapmayın böyle. işin asıl tadı pazar gecesindedir...

12 Mart 2010 Cuma

Cemal ile yüzme yarışını nasıl kazandım?

Önce hızlı başladım Cemal. Buradaki amacım sana gözdağı vermekti. Hızımı gör ve çekin. Aynı zamanda sana "Nasılsa yorulur." umudu verdim.

Daha sonra hızımı düşürdüm. Biliyordum ki yarış uzundu ve enerjimi iktisatlı kullanmalıydım.

Sen bana yaklaştıkça beni geçmene izin verdim. Rehavete kapılacağını biliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Yarış bitmeden kendini kazanmış sandın.

Beni geçtiğin andan itibaren hızlandım ve birkaç saniye sonra seni tekrar geçtim. Zaten yarışın bitmesine kısa bir zaman kalmıştı. Son gücüm ile yüklendim ve yarışı kazandım.

Yarışı senin sandığın gibi bitişe vardığım zaman değil, yarışa başlamadan kazandım.

T.E.S 2

*Şizofreni, paranoya, psikoatlık, sosyopatlık gibi konularda bilgi sahibi olmalı.
*Miyop, astiğmat, hipermetrop, gibi göz kusurlarını bilmeli. gözlüksüz entelektüel mi olur?
*Murpy kanunlarını ve Türkan Şoray kanunlarını bilmeli.
*İlk çağ filozofları hakkında temel bilgisi olmalı. Orta çağı kötülemeli, yeni çağdan ve yakın çağdan bir kaç filozof hakkında malumatı olmalı. tercihen sartre, camus, neitzche ve foucault...
*Semavi dinler hakkında temel bilgilere sahip olmalı. Onların yanı sıra Budizm ve şamanizm hakkında bilgi sahibi olmalı.

Şizofren

Şizofren: Her diyaloğu aslında monolog olan insan.

Yazılacak Roman için süpriz son

Kimi okuyucu romandan çok sıkıldığı için ya da merakına yenik düştüğü için kendini tutamaz ve son sayfaya bir göz atar. Romanımı yazdığım zaman romanım bittikten sonra çok alakasız bir son daha yazacağım. Bir ya da iki sayfalık bir son bölüm. Ve bunu en sona koyacağım. Bu meraklı okuyucuya karşı oynanmış tatlı bir oyun olmuş olacak. Ya da sıkılmış okuyucuya.

11 Mart 2010 Perşembe

tek başına sinemaya gitmenin risk listesi

*Eski sevgiliyi görmek
*Eski sevgiliyi yanında sevgilisi ile beraber görmek
*"Amerikan filmine gitmem ben, siyasi görüşüme aykırı." diye hava bastığım yüz binlerden birine yakalanmak - geneleve gidecek rahip gibi hissediyorum kendimi-
*Sinemadan yangın çıkması ve ölü listesinde tek olmak

9 Mart 2010 Salı

Öfke üzerine Grup terapisi

Mekan aydınlık ve geniş bir oda. Odada beş adet sandalye var. Sandalyeler bir çember oluşturacak şekilde dizilmiş ama sandalyeler arasında mesafe geniş. Terapist yaşlı, dökük saçlı, top sakallı ve fularlı. Dışarıdan ortamı giren herkes onun terapist olduğunu söyler. Statüsünün gereklerini dış görünüşene yansıtmış bir adam.

Odadaki diğer dört kişi ise Stevan Segal, Jan Klod Van Daym, Bruce Lee ve Chaki Chan.

Terapist, terapist ses tonu ile konuşmaya başladı, "Burada bulunma amacımız ortada arkadaşlar. Hepinizin öfke sorunu var. Şimdi isteyen biriniz söz alsın ve öfkesini anlatsın. Neler yaptığını ve yaptıklarının ne kadarının yanlış olduğunu. İlk kim konuşmak ister?"

Bruce Lee her zamanki asaleti ile "Ben söz almak istiyorum", dedi. "Sinema dünyasına kavga kavramını getirmiş kişi benim. Dövmediğim kişi kalmadı dünyada. Tek kişilik performanslarım efsanedir. Ejderin Dönüşü isimli filmimdeki kapitalizm eleştirimi benden sonra kim yapabildi? Ben bunlara kızıyorum. Benden sonra bir çapsız japon çıktı ve o da herkesi dövdü. Dövdü dövmesine ama bir yandan da dayak yedi. Kariyerinde porno film bile var. Benim bıraktığım bayrağı bu adam mı taşıyacak?"

Bruce Lee'nin sözlerinin muhatabı Chaki Chan'dı. İki asyalı birbirlerinin gözlerinin içine öfke ile baktılar. Bruce her zaman ki gibi ilk hareketi düşmanından bekledi. Chaki Chan ise kendinden emin gözükmeye çalışsa da bunu başaramıyordu. Çevikce bir hareketle sandalyesinden ayağa fırladı ve sandalyesini Bruce Lee'ye fırlattı. Bruce asaletini gösteren zarif bir hareketle sandalyeden kurtuldu. İmza hareketi olan kendi yerinde birkaç küçük zıplamasını yaptı ve sağ elinin baş parmağı ile burnuna iki kez dokundu.

Chaki, kurnaz adamdı. Bu hareketlerin manasını en iyi o biliyordu, Bruce hayava girmişse Kerim Abdulcabbar bile gelse nafileydi. Kaçmayı düşündü ama kapıya Bruce daha yakındı. Göz ucuyla odadaki diğer kişilere baktı. Terapist korku dolu gözlerle odanın bir ucunda durumu izliyordu. Jan Klod Van Daym ise yüzünde o çirkin gülümsemesi ile olacakları bekliyor gibiydi. Stevan Segal sandalyesini odanın diğer ucuna çekmiş oturuyordu. Onun gözlerinde gülümseme yoktu. Duygularını gizlemeye çalışıyor ve başarıyordu.

Bruce beklediği hamleyi almıştı. Artık saldırma zamanıydı. Üzerindeki beyaz gömleğini çıkarttı ve seri birkaç yumruk salladı. Chaki ilk yumruktan kaçabildiyse de ikinci ve üçüncü yumruğu zar zor blokladı. Dördüncü yumruk ise göğsünün soluna geldi ve sendeledi. Hemen atağa kalktı Chaki, hırsına engel olamadan kontrolsüzce saldırdı. Bruce gelen yumruk ve tekmeleri bloklamakta zorlanmıyordu ama saldırının seriliğinden dolayı cevap da veremiyordu. Yaşlıydı, Chaki Chan'nın enerjisine ne kadar dayanabilir kestiremiyordu.

Zihinsel üstünlük Bruce Lee'deydi ve bunu kullanması gerektiğini biliyordu. Dövüş tekniğinden beklenmeyen bir hareket yaptı ve kaçmaya başladı. Chaki şaşkındı ama hırsı zekasının önüne geçeli çok olduğundan kaçanı kovalıyordu. Bruce tüm hızı ile duvara doğru koşmaktaydı Chaki ise takipte. Bruce yerden fırladı ve önce sağ ayağını, sonra da sol ayağını duvara basarak havalandı. Sol ayağıyla kendini geriye doğru iten Bruce havada geri takla atarak bir anda Chaki Chan'nın arkasına geçmiş oldu. Chaki şaşkın arkasını dönmeden Bruce havada ikili tekmeyi Chaki Chan'nın ense köküne attı. Öyle sert bir tekmeydi ki bu Chaki dağıldı ve kafasını duvara vurdu. Terapist korku ile konuştu, "Öfkeni kontrol etmelisin Bruce".

Bruce yere düşene vurmazdı ama öfkesine yenik düştü ve Chaki Chan'ın saçlarından tutarak birkaç kez daha duvara vurdu. Steven Segal ve Jan Klod Van Daym baktılar ki Bruce öldürecek koşarak onu engellemeye çalıştılar. Jan Klod Van Daym, "Dostum dur, öldüreceksin onu." dedi. Bruce sesi duyunca irkildi ve elinde Chaki'nin saçı, sese doğru öyle delici bir bakış attı ki Jan Klod durdu. Bruce'un gözlerindeki kendinden geçmiş ifade ürperticiydi.

Stevan Segal ise Bruce Lee'nin gözlerini görmediği için belki de ," Sakin ol dostum" diyerek elini omzuna attı. Bruce ise kendinden geçmiş olduğu için bir anda Stevan'a saldırdı. Stevan onuncu dan karakuşak aikidocuydu. Hantal cüssesin ve koca göbeğine rağmen üst düzey bir sporcuydu. Bir savunma sporu olan aikidoda bu derece ilerlemiş biri olmasa Bruce Lee'nin ellerinde Chaki Chan gibi olması içten bile değildi. Bruce'un yumruklarını elleri ile yumuşatarak darbelerden kurtulmayı başarıyor bir yandan da Jan Klod Van Daym'ın bir fırsat kollayıp kendisine saldırmasından çekiniyordu. Biliyordu ki; bu sinsi gülüşlü Belçikalı bu durumdan faydalanmak isteyecek karaktersizlikte biriydi.

Stevan bunları düşünürkenki bir anlık dalgınlığından faydalanan Bruce Lee yine kendisine hiç yakışmayacak bir hareket daha yaptı ve Stevan Segal'in hayalarına sertçe bir tekme attı. Stevan'nın canı öyle yanmıştı ki dizleri üzerine çöktü. Yüzü kıpkırmızıydı. Hareket edecek hali kalmamıştı. Bruce gözlerindeki donukluk ile bir uçan tekme çıkartacaktı ki kafasına gelen sandalya onu yere yığdı.

Sandalyeyi fırlatan Jan Klod Van Daym'dı. Elinde kırdığı sandalyenin bacağı yerde yatan Bruce Lee'nin kafasına sertçe vurmaya başladı. Vururken de bir yandan " Gözlerinden korktum sandın ha! Aptal Japon! Ben kimseden korkmam ve asla bir kavgayı kaybetmem!" Gözlerinde korkunç öfke, elinde sandalyenin ayağı ile Bruce Lee'nin suratını dağıtmıştı.

Dizleri üzerinde duran Stevan kendine geldi ve ayağa kalktı. Topallayarak arkadan Jan klod Van Daym'a yaklaştı ve sağ eliyle ensesini, sol eliyle çenesini tutup boynunu kırdı. Kırılma sesi birkaç dakika sürecek olan sessizliğin tetikleyicisiydi. Van Daym'ın bedeni hareketsiz yerde yatıyordu. Ölmüş olmalıydı. Terapist, sessizliği korku dolu sesiyle böldü; "Sakin ol Stevan, her şey bitti. Derin nefesler almalısın. Burnundan al nefesi ve ağzından ver, harika Stevan. Şimdi de içinden ona kadar saymanı istiyorum". Stevan terapistin dediklerini yerine getiriyordu ama yüklenmiş olduğu yüksek adrenalini vücudundan atamıyordu.  

Stevan Segal tam ona kadar saymıştı ki odanın kapısı dev gibi bir adam tarafından kırıldı. Siyah deri ceketi, siyah güneş gözlükleri ve elindeki pompalı tüfeği ile içeri giren adam Arnold Schwarzenegger'di. Silahını ateşledi ve Stevan Segal'i öldürdü. Sonra gözlüğü çıkarttı, terapiste baktı ve "California kanunlarına dayanarak hepinizi tutukluyorum, sessiz kalma hakkına sahipsiniz", dedi.

8 Mart 2010 Pazartesi

Kadınlar günü pazartesisi

Dünya kadınlar gününüzü kutlayarak sözlerime başlamak isterim. Dünya kadınlar gününün her sene pazartesine gelmesi sizce bir rastlantı mı değerli pazartesi sevdalıları. Elbette değil. Dünyanın her yerinde kadın demek pazartesi, pazartesi demek ise kadın demektir.

*twitter sahibi olmalı. ama sadece günde bir kez twitlemeli.
*hayvancılıkla ilgilenmeli, beni günlük yumurta ve günlük süt ile beslemeli.
*horlamamalı, benim horlamamdan rahatsız olmamalı.
*polisi sevmemeli onlardan bahsederken "çobacı, rüşvetçi, şerefsiz, aynasız..." gibi kelimeler kullanmalı

bir kadınlar günü daha geçti gidiyor değerli kadınlar. cadılar bayramı da kadınlar günü sayılmaz mı aslında? erkek cadı mı olur?

7 Mart 2010 Pazar

iki sahipsiz satır

bir macar naçarlığında sevdim seni.


Seni en çok çarşambaları seviyorum

6 Mart 2010 Cumartesi

Gece ve Diyalektik

Yalnızlık zordur, ama geceleri iki misli daha zordur. Dünyanın her köşesinde insanlar yalnızlıklarına katlanmak için yollar ararlar. Kimisi bu zamanını iyilik için geçirir, kimisi ise kötülük.

Ceyda'nın yalnızlığı zirvedeki yalnızlıktı. Tanıdığı, hatta tanıdıklarının tanıdığı herkesten daha güzel ve zekiydi. Etrafındaki küçük insanlar kıskançlıkla bakarlardı ona. Ceyda'nın yanında herkes kendini çirkin ve aptal hissederdi. Kimse onunla fotoğraf çektirmek istemez, en basit konuyu bile konuşmaktan kaçarlardı. Bilirlerdi ki, Ceyda yanılmaz.

Sıradanlaşmak için çok çabalardı zavallı Ceyda. Bir keresinde sırf kendi güzelliğini bastırmak için bahçivan tulum, topuklu ayakkabılar ve halka küperler ile dışarı çıktı. Diğer gün tüm şehir Ceyda gibi giyiniyordu.

"İnsanlar benden kaçsa da ben insanlık için bir şeyler yapmalıyım" diye düşündü Ceyda. Belki böylelikle yalnızlığımı giderebilirim.

Yalnızlığın pençesini ensesinde hissettiği soğuk bir gecede yalnız kızımız Ceyda sokaklarda yürüyorken elinde lcd televizyonla koşan bir adam gördü. "Bu saatte kim elinde televizyon ile koşabilir ki? Hırsız olmalı bu adam," diye içinden geçirdi. Sonra koşarak adamı yakaladı ve dövmeye başladı. İki sert tekme ile adam kendini yerde buldu. Ceyda hırsızın gözlerinin içine bakarak sordu; "Neden?". Adam şaşkınlık ve göz yaşları içerisinde " Annem çok hasta onun tedavisi için para lazımdı. Ondan çaldım. Param olsun daha yenisini alacaktım onlara, ben iyi bir insanım." dedi.

Ceyda saf değildi. "Götür o zaman beni annenin yanına." dedi. Baktı ki hırsız kem küm ediyor Ceyda'nın aklına daha parlak bir fikir geldi. Herkes hırsız yakalar, herkes iyilik yapar. Ben yaptığım işte bir farklılık yaratmalıyım diye düşündü ve hırsızın gözlerine baktı. "Şimdi burada bir tarih yazılacak. Sende bu anın canlı tanığı olacaksın. Gözlerin ela mı senin?"

Ceyda makyaj malzemelerini çıkarttı ve hırsıza iddialı makyaj yaptı. Daha sonra da abiye bir kıyafet giydirdi. Hırsız korkudan itiraz edemiyor, başına geleceklerden korkuyor ve yalvarıyordu. Ceyda ise hırsız her ağzını açtığında bir tokat atıyor ve " Biraz daha yalvar ki, daha al yanakların olsun; sana kırmızı çok yakışıyor." diyerek hırsız aşağılıyordu.

Hırsızı süsleyen Ceyda büyükçe bir kutu buldu ve "Lütfen içine giriniz ve sessiz olunuz." dedi. Hırsız çaresiz Ceyda ne dese yapıyordu. Hırsızı paketleyen Ceyda uzun zamandır hissetmediği bir huzur hissetti. Yalnızlığına çare bulmuştu. Hırsız paketlemek.

Karakolun bahçesine giren Ceyda kolluk kuvetlerine hırsızı teslim etti. " Yarın gece bu saatlerde, başka bir hırsızla görüşmek üzere, esen kalın" diyerek evinin yolunu tuttu.

Hayat artık Ceyda için daha çekilebilir bir hal almıştı. Her gece bir, iki hırsız paketliyordu. Gecelerin kontrolü artık hırsızların elinden kayıyordu. İstanbuldaki suç oranı düşüyor, insanları bir huzurdur almış gidiyordu. Mutlu insanlar görüyorduk otobüslerde, vapurlarda.

Bir gece Ceyda yaklaşık iki metre boyunda, eski güreşçi olduğu kulaklarının ezikliğinden belli, izbandut gibi bir adam gördü. Altı tane diz üstü bilgisayarı üst üste koymuş sakin sakin yürüyordu. Ceyda'yı görmemezlikten gelerek kurtulacağını sanacak kadar devekuşu beyinli bir adamdı. Ceyda izbandutun yanına yaklaşarak "İzbandut, rum korsanı demektir; korsan ise gemilere saldıran deniz haydutu. Kulaklarının ezikliğinden güreşle uğraştığını anlıyorum, ellerindeki altı dizüstü bilgisayardan ise güreşi bıraktığını ve kendine kanunsuz bir kariyer çizdiğini. Benden kaçmak yerine görememezlikten gelmeyi tercih etmenden de aptal olduğun çıkarımını yapabilirim.". İri yarı hırsız Ceyda'nın gözlerine bakarak, " Ne diyon sen bacım?" dedi.

İzbandutun sözünü bitirdiği ile tekmeyi ense köküne yemesi bir oldu. Yediği tekme ile dizleri üstüne çöken adama bakan Ceyda her zamanki gibi sorusunu sordu, "Neden?"

Bu soruya genelde verilen cevap aynıdır. Kimse hırsız olduğunu kabul etmez; paraya çok ihtiyacı olduğu için yaptığını ve eline para geçer geçmez ödeyeceğini söyler. Bu sefer aldığı cevap ise şaşırtıcıydı. "Çilingir diye biri türedi sokaklarda haberin yok mu? O hırsızlıkla değil kapıları açmakla ilgileniyor. Üst sokağa bak istersen tüm kapılar açık. Ben aslında ilaç mümessiliyim ama kapıları açık görünce dayanamadım. Pişmanım abla".

Ceyda şaşkındı. " Bana abla deme!" diyerek bir tokat aşketti. "Kaç doğumlusun sen?". İzbandut şaşkın "Ben öyle demek istememiştim saygıdan abla" dedi. Ceyda bir yandan çilingiri düşünerek " Kusura bakma senin makyajını biraz hızlı yapacağım, şu çilingir meselesi kafamı karıştırdı." diyerek izbandutun makyajına başladı.

Makyajını bitirip abiyesini giydiren Ceyda izbandutu paketleyip karakola götürdü. Zaten başkomiser ve memurlar karakolun bahçesinde tören dizilişi ile Ceyda'yı bekliyorlardı. "Rahat arkadaşlar!" diyerek kolluk kuvvetlerini rahat olmaya sevkeden Ceyda izbandutu teslim ettikten sonra başkomisere sordu,"Bu çilingir ne ayak?". Komiser, "Manyağın biri Ceyda Hanım. İşi gücü yok herhalde.Yalnız mıdır, piskopat mıdır bilemiyorum. Kapıları açıyor ama hırsızlık yapmıyor. Şehrin tüm çilingirlerini içeri aldım bu adam o gece yine bir sokak dolusu kapı açtı. Ellerinden öper artık bu işte.". Ceyda mağrur bir ifade ile " Bakarız." dedi ve karanlık sokakta kayboldu.

--

Çilingirin hikayeside Ceyda'nın hikayesinden çok farklı değildi. O da çok iddialı bir dış görünüşe ve karşısındaki herkese kendini aptal hissettirecek zekaya sahipti. O da çok çabaladı sıradanlaşmak, sosyalleşmek için. O da başaramadı. O da yalnız gecelerde çıldıracak gibi oldu, o da yalnızlığına bir çözüm buldu. Ceyda'dan tek farkı seçtiği yoldu. Ceyda kendini iyiliğe adamıştı, çilingir ise kötülüğe. Ceyda insanların mutluluklarını, çilingir ise zaafları izlemekten hoşlanıyordu.

İkisi de önceleri gecenin esirleriydi ve ikisi de geceyi kendilerine esir etmeyi başarmışlardı. Şimdi ise yolları kendilerine esir ettikleri gece de kesişti.

---


Çilingir, Ceyda'nın işini zorlaştırmıştı. Öyleki her gece yirmi hırsız yakalamaya başlamıştı. Hırsızlar aptaldırlar, yakalamak zor değildi ama yirmi kişiye birden makyaj yapmak yıpratıcıydı. Tabiki Ceyda buna da bir çözüm buldu.Hırsızları ip gibi diziyor ve her birinin bir ötekine makyaj yapmasını sağlıyordu. Artık bir kutuya iki hatta üç hırsızı sığdırmak zorunda kalıyordu. Ceyda sineklerden kurtulmanın yolunun bataklığı kurutmak olduğunun farkındaydı.

Gece şehre çöktüğünde, Ceyda yine sokaklarda yürüyordu; bu sefer hırsızları yakalamak için değil, çilingiri yakalamak için. Hırsızları gördüğünde eskisi gibi makyaj yapmıyor sadece " S..tir git lan!" diyerek kovalıyordu. Yalnızdı Ceyda, hemde hiç olmadığı kadar...

Geceleri kendinden çalan çilingirin peşinde aylar geçirdi Ceyda ve her geçen gün İstanbulda suç oranı arttı. Komşu şehirlerden hırsızlar aktı ve yaşanamamazlığı biraz daha arttı dünyanın en güzel şehrinin.Mutsuz insanlar görür olmuştuk otobüslerde, vapurlarda.

Çilingirin peşinde geçirdiği bir gecenin sonunda, güneşin doğmasına az bir zaman kala, Ceyda evinin yolunu tutmuş hüzüyle beraber yürüyordu. Eve varmasına az bir mesafe kala ise onunla gözgöze geldi. Afrika'nın ücra bir köşesinde karşılaşmış iki misyoner gibiydiler ya da İzlanda da futbol oynamaya gelmiş iki Kongolu sporcu. Birbirlerini görür görmez tanıdılar. Çilingir, Ceyda'nın gözlerinin içine bakarak, "Sanırım ikimiz içinde zor ve yalnız bir geceydi, deniz kenarında bir kahvaltıya ne dersin?"

O kahvaltı ikisininde hayatını değiştirdi ve bir daha hiç ayrılmadılar. Her dakikasını berbar geçiren sıkıcı çiftlerden oldular. Yanlızlıkları bitti sonunda.

Geceler macera başlamadan önceki haline döndü. Ne kapıları açacak bir çilingir vardı ne de hırsızları paketleyecek bir Ceyda.

fikrinin bir kısmı aparma olan kısa film projesi notları

                                   Yaşadığını Yazan Yazar


-her sahne 1 saniye...-



sahne 1:

yataktan hızlı bir kalkış, belki güzel bir yorgan fırlatma ile.

sahne 2:

takım elbise giyme

sahne 3:

kahvaltı masası gazete okuma.

sahne 4:

bilgisayarın başında bir word belgesinde yazı yazma "yazı başlığı: Sabah içilen çayın çayın tadı neden bir başka oluyor?"

sahne 5:

forma giyme yop sektirme

sahne 6:

bilgisayarın başında bir word belgesinde yazı yazma "yazı başlığı: Lig uzun maraton, önümüzdeki maçlara bakıcaz"

sahne 7:

yemek yapma.. önlük, eldiven saç bandı ile, ciddi bir yemek yapma görüntüsü olmalı

sahne 8:

bilgisayarın başında bir word belgesinde yazı yazma.  "yazı başlığı: Meksika usülü pekin ördeği cigeri"

sahne 9:

pijamaları giyip yatağa atlama, yataktan çıkış gibi seri şekilde.

sahne 10:

gece.. yataktan fırlama  ve

bilgisayarın başında bir word belgesinde yazı yazma. "yazı başlığı: Bir rüyam var - I have a Dream"

sahne 11:

yatağa yeniden seri giriş.


Gün 2: aynı çekimler farklı yazı başlıkları olabilir..




düşünülmesi gerekenler: müzik olucak mı?




4 Mart 2010 Perşembe

şehre veda

Şehirden ayrılmadan önce kavga ettiğim herkesten özür diledim. "Gurbet beni asabi yapıyormuş, yoksa sizi dövmek istemezdim.", dedim. Bir kısmı özrümü kabul etti.  Bir kısmı ise kabul etmedi. Kabul etmeyeceklerse özür dilemenin manası yok ki. Ondan bir kez daha dövdüm onları. Böylelikle özrüm geçersiz oldu.

Bir kısmı ise özrüme sessizlikle karşılık verdi.

Ne yapacağımı bilemedim.

Bu yüzden bu şehirden gidemedim...

mezarlık üzerine manasız geyik

-ankarada iki hopada beş mezarlık olması saçma değil mi?
-değil.
-neden?
-hopa nerede?
-karadeniz bölgesi.
-orada düz yer var mı?
-yok
-ondandır ki mezarlık çok. bir soru daha. bir şehirde beş mezarlık olması için kaç mezar lazım?
-beş.
-olmaz azizim. bir kişi gömülmüşse mezar, birden fazla kişi gömülmüşse mezarlık olur. yani bir şehirde beş mezarlık varsa asgari on kişini mezarı vardır.

istediği zaman ağlayabilen adam.

istediği zaman ağlayabilen adam. ölmüş kızı için ağlıyor.. ama herkes başka şeyler için ağladığını sanıyor.. ağlamak onun gizli silahıydı. karşısındaki etkisiz hatta savunmasız hale getiren. arınç,ya da tatlıses gibi.

Türk Entelektüelite Sözlüğü

amaç net: entelektüel olmaya kara kılmış her Türk'ün bilmesi gerekenler. 


*Bülent Ecevit aynı zamanda şairdir. Taka ve Sınır sevilen şiirlerindendir.

*Mehmet Akif Ersoy bilinenin aksine Mısırda değil, Türkiyede ölmüştür.

*Ermeni soy kırımı iddiaları hakkında yeterli bilginin sahibi olunmalıdır.

*Fatih Sultan Mehmet'in tahta iki kez çıkmıştır.

*Afife Jale hakkında bilgi.

*Temel ilk yardım bilmelidir.

*

1 Mart 2010 Pazartesi

aldatma durumu hakkında tespit girişimi

odunluk çok abartmadıkça bir kadın tarafından idare edilebilir bence. bu sayede kadın kendini erkekten daha uygar göreceği için gizli gizli bu hoşuna gidebilir. ama aldatmak kaybetmek manasına gelecği için kadın kabul edemez ve evden atar..


her daim değil tabiki..