13 Ekim 2008 Pazartesi

Bir Orta Sınıf Düğünü


1.

  Bu bir orta sınıf düğünü. Bir apartmanın alt katındaki düğün salonunudayız. Sıcak, bunaltıcı bir yaz akşamı. Sözde kankam Halis ile sevdiğim kız Nilay evleniyor. Dün gece kınada Halis’in sadıçıydım da. Canım yanıyor, hem de son bir yıldır her gün. 

  Nilay’ı ehliyet kursunda tanımıştım. Duru, sessiz, güzel bir kızdı. Büyük kahverengi gözleri etkilemişti beni. Kısa zamanda arkadaş olmuştuk. Benden hoşlanıyor gibiydi. Ben ise ona sırılsıklam aşıktım. Bir türlü açılamadım tabi, utandım. 


  Halis ise mahalleden arkadaşım. Kendimi bildim bileli arkadaşız. Bir gün kurstan almaya geldi beni. Bense kapının önünde Nilayla sigara içiyordum. Orada tanıştırdım ikisini. Babasının arabası olduğundan Halis’in şöförlüğü iyiydi. Bir hafta sonu bana direksiyon öğretecekti. Ben, ‘Nİlay’ı da çağırayım mı’, dedim. ‘Sen bilirsin’ dedi.


  Şehrin dışında doğru bir yere gitmiştik. Halis babasının arabasını –gri Mercedes- almıştı. Marketleri var nasılsa. Bizde araba ne gezer. Beraber birkaç tur attık. Nilay çok kötü sürüyordu, çok heyecanlıydı. Ben ise ehliyeti aldıktan sonra hiç araba kullanmadım..


  Akşam Nilay’ı eve bıraktıktan sonra Halis bana Nilay’ı sordu. İyi kız dedim. Seviyorum, diyemedim. 


  Halis bir şekilde Nilay’ın telefonunu almış-benden almadı-. Mesajlaşmışlar derken diğer hafta Halis, ‘Nilay işi tamam. Çıkıyoruz oğlum’ dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. 


  Geçen bir yıl boyunca ne Halisle ne de Nilayla çok konuşmadım. Evleneceklerinin haberi geldiğinde ise yıkılmıştım. Halis benden daha yakışıklıdır, daha zengindir, daha zekidir… Ama ondan iyi olduğum tek konu Nilayı sevmekti. Kimse Nilay’ı benim kadar sevemez…


  Düğün devam ediyor. Her ne kadar Halis’in babası zengin olsa da bu bir orta sınıf düğünü. Halisler etraflarındaki en zengin aile olmak istediklerinden bekli de öyle. Pinti olduklarından da bu izbe bodrum katında yapıyorlar düğünü. Havanın sıcaklığına, insanların kalabalığı eklenince içerisi çok bunaltıcı olmaya başladı.


  Mahalli şarkıcının kötü ses sistemiyle söylediği birkaç şarkıdan sonra sıra takı merasimine geldi. Düğün salonu sahibi mikrofonu aldı ve sahnenin ortasına çıktı. Halis ve Nilayıda yanlarına aldı ve;

-Şimdi sıra takı merasiminde değerli konuklarımız , dedi.

  Bir anda akrabalar Halis ve Nilayın yanına yönelmeye başladılar. Herkes tek sıra olmuş, takısını takıp, öpüşüp yarine geçiyordu.

-Damadın babasından bir beşi bir yerde!... Damadın annesinden iki burma bilezik!... Gelinin babasından bir burma bilezik!... Ses sisteminin berbatlığından ananonscunun seni çok duyulmuyordu. Ben de sıraya girdim. Altın takanlar Nilayın gelinliğini doldurmuştu. Para takanlarda vardı, benim gibi parayı bir zarfa koyanlarda. Sıra bana geldiğinde, ananonscunun kulağına ’Damadın arkadaşı Serkan’ dedim, zarfı açtığında bende bir yıl önce biten arkadaşlık artık onda da son bulacaktı.

-Damadın arkadaşı Serkan beyden bir para zarfı!...

  Takı merasimi bittikten sonra pasta kesildi ve salon boşalmaya başladı. Kapının önüne çıkıp birkaç sigara daha içtim.Öfkem, kıskançlığım içimi yiyordu. Halis’in yerinde ben olabilirdim. Bu benim düğünüm olabilirdi.

  Oyun havaları; karman çorman, uyumsuz bir halayla beraber düğünün sonu geliyordu.Son kez salona baktım.Halisle Nilay köşelerinde oturuyorlardı.Halis gülüyordu.Nİlay ise etrafına bakıyordu. Kimseyle vedalaşmadan salonu terk ettim. 


2.

  Düğün bitti. Bir sürü fotoğraf çekildi. Herkesle öpüşüldü. Düğün arabası olan gri mercedese binilip eve gittiler. Altınlar ve paralar bir çantaya konmuştu. Çanta da Halisin elindeydi. Evde girdikler, ikisinin de neşesi yerindeydi, gülüyorlardı. Halis ‘hadi paraları sayalım’, dedi. Nilay da ‘Olur, bakalım ne kadar zengin olmuşuz’, dedi. Bilezikleri saydılar, altınları saydılar, takılan paraları saydılar. Beklediklerinden daha çok takı takılmıştı. Burada altı tanede zarf var dedi, Nilay. Zarfları açtılar. İlk ikisinden güzel para çıktı. Halis eline üzerinde Serkan’ın adı olan zarfı aldı.

-Serkan ya, beş aydır işsiz adam yine para koymuş. Harika bir adam ya, demek ki az parası var ondan çekindi de zarfa koydu, dedi. Zarfı açtı. İçinde para yoktu. Bir kağıt çıkmıştı, kötü bir el yazısı ile özensiz yazılmış tek bir cümle. İkisi de birbirlerine bakakaldılar.

Halis kağıtta yazanı okudu;

  ''Ben hayatım boyunca sadece seni sevdim Nilay.'' 

  Halisin de, Nilayın da kanı dondu. Tüm neşeleri kaçtı.

10 Ekim 2008 Cuma

TEK TAŞ


  Saat sabahın körü, dükkanın kepenklerini açıyorum. Son 3 yıldır her gün olduğu gibi, askerden geldiğim günden beri. Hayatım çok rutin, zaman akıyor. Küçük bir tekel bayisinde sabahtan, akşam altıya kadar duruyorum, benden sonra sabaha karşı üçe kadar da sahibi duruyor. Pek para kazanmıyorum ama idare ediyorum işte. Yalnız başına bir adamım, anamda kalma iki odalı evde tek başıma yaşıyorum. Yemeği dükkanda yiyorum, sigaraya para vermiyorum. Kendi kendimi idare ediyorum işte. Kız arkadaşım yok, bu gidişle olacak gibi de değil. Biraz para biriktirsem, şöyle helal süt emmiş bir kız bulsam. Belki kendi tekelimi açsam…

  Hayal kurmayı sevmiyorum artık. Hiçbiri gerçekleşmiyor ki. Hem hayal kurmadığım zaman daha az üzülüyorum, onu fark ettim. Eskiden sayısal loto oynardım. Çıkacak para ile yapacaklarımın hayalini kurardım; artık oynamıyorum da. Her cumartesi gecesi içimi bir hüzün kaplardı. Para çıkanları kıskanırdım, bana çıkmadığı için üzülürdüm. Sonra bir hafta geçmesini beklerdim ki tekrar çekilsin, sonra yine çıkmazdı, yine aynı hüzün, yine aynı umutsuzluk.

  İçki içmeyi sevmiyorum, hep mutsuz ediyor. İçerken de ağlıyorum; uyanınca da kendimden nefret ediyorum. Şu kahpe dünyada bir kez bile keyfimden içmedim ki. Arada güldüğümde oluyor tabi, tekel bayisinde çalışmanın nimetleri. Sarhoşlar ve sarhoşlukları bazen öyle komik oluyor ki. Çok acayip fıkralar anlatan bir müşterim var mesela, Ali Rıza amca; karısından dayak yiyen Vedat abi; at yarışında iki ev yemiş Rasim bey. Kiminin halleri, kiminin yaptıkları güldürür beni. Ağlanacak halleriyle güldürürler beni…


  Gerçi ayyaş, akşamcı takımı ile patron muhatap ama benimde alkolik müşterilerim var. Kıpkırmızı yüzleri ve umutsuz bakışlarından bir alkoliği yüz kişi içinden seçebilirim. Zavallılardır. Sabah işe giderken iki bira içen banka müdürleri tanıdım ben. Tezgahın arkasına geçerler; ailelerinden, arkadaşlarından, çevreden saklanmak için. Tek dikişte içip giderler. Gözlerindeki çaresizlik, bıtkınlık… İşimi sevmiyorum ama bu zavallıları görünce iyice nefret ediyorum.


  Sabahları dükkandan dışarıyı izlerim. İşe gitmek için koşuşan insanların, uykusunu alamamış şişmiş gözlerini. Birkaç gazete, birkaç sigara satarım. Saat ona yaklaştığında ise sigara yakıp dükkanın önüne çıkarım. Yarım saat içinde kimsenin dükkana gelmemesi için dua ederim. Çünkü o, hep o saatlerde dükkanın önünden geçer. O kadar güzel giyinir, o kadar güzel yürür ki… Her geçtiğinde benim için zaman durur. Sokaktan süzülürcesine geçmesini izlerim. Genelde sağ elinde küçükçe bir çantası olur, sol elinde ise bir kitap ya da dosya. Kimdir, nedir bilemem. Öğrencidir muhtemelen, çalışan biri için geç saatte yola çıkıyor. Hep yalnız yürüyor, hiç arkadaşı yok mu ki? Ailesi ile mi kalıyor acaba? Yoksa arkadaşı ile mi? Belki de yalnız yaşıyordur. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum ki.


  Kimseye soramadım, alacağım cevaptan korktuğumdan belki de. Ya evliyse, sevgilisi varsa. Ben onun hayatıma kattığı o dakikaları seviyorum. Süzülerek uzaklaşmasını, diğer gün yeniden önümden geçip gitmesini. Benim dünyamın güneşi o.


  Böylece hayatımdan on yedi ay geçti. Hemen her gün önümden geçti. Yaz, kış… Öğrenci mi, çalışıyor mu?... Hiçbir şeyini çözemedim. Çözmekte istemedim. Sadece izledim. Berbat dünyamın güneşini...Ta ki o sabaha kadar.


  Saat yine ona geliyordu. Bir sonbahar sabahıydı. Ellerim ceplerimde dükkanın önüne çıktım, bir sigara yaktım, onun geçmesini beklemeye başladım. Hava çok serindi, üşüdüm. Birkaç dakika geçmedi ki yolun başında belirdi. Üzerinde beyaz bir mont vardı, dar kesim kot pantolonu ve beyaz ayakkabılarını anımsıyorum. Tüm büyüsüyle yürüyordu. Bana doğru yaklaşınca bakmayı kestim. Rahatsız etmekten çekindim. Tam yanımdan geçerken, nefesimi tutmuştum ki; dükkanın içine doğru yöneldi. Şaşırmıştım, on yedi ay da ilk kez dükkana gelmişti. Hızlıca tezgahın arkasına geçtim. Dilim tutulmuştu, bakıyordum.


-Kısa malboro lütfen dedi.


  Arkamı döndüm ve sigaralarına arasından bir paket malboro aldım, ona uzattım. Sol omzuna takılı olan çantasından parayı çıkarttı ve bana uzattı.

   O an, güneşim battı; hayatım karardı. Sağ elinin yüzük parmağında kocaman bir tek taş vardı. Parayı tam verdi ve çekip gitti.

   Sert son:

  Amına koduğumun kızı! Neden geldin dükkan ya? Neden! Ben ne güzel seni uzaktan seviyordum. Neden geldin! Neden umutlarımı, dünyamı yıktın! 

   Sakin son:

   Neden be güneşim, neden bana o kadar yaklaştın ve beni yaktın.Ben seni uzaktan ne güzel seviyordum....

   

5 Ekim 2008 Pazar

DÜNYANIN EN GÜZEL KIZI


   'Bu gece içelim mi? çok canım sıkılıyor', dedi.İçelim dedim.Kalabalık bir cafe, bar arası bir yere gittik.Masalar genelde dolu, yaş ortalaması ise yirmi beş, otuz arasıydı.Birer bira söyledik,anlatmaya başladı;

 -Kadın konusunda hep şansız oldum be Muratcım.Serap’ı hatırlıyor musun?


-Hangisiydi ya o?Sarışın olan mı?


-He he.Meral de sarışındı.Bu biraz balıketi olan.Boyu bana yakın olan.


-Tamam,tamam.Güzel kızdı.Ben bir kez görmüştüm.Boleroda oturmuştuk hani.Hiç konuşmamıştı.


-Evet ağabeycim o.Ne güzel kızdı ya.Hem içi güzeldi, hem de dışı.Gerçi iç güzellikte önemli ama dış güzelliği de hala aklımda.İlk öpüştüğümüzü hatırlıyorum da.En güzel ilk öpüşmemdi,gerçi Gülçin de ilk öpüşmemizde çok heyecanlanmıştı.O heyecanı da çok hoşuma gitmişti ama bu da bir farklıydı.Ben gözlerimi açıp ona bakmıştım öpüşürken.O gözlerini sımsıkı kapatmıştı.Ne güzel gözleri vardı ya.Yemyeşil, mavi bir şeyler giydiğinde gözleri mavi gibi olurdu.Ben o kızı nasıl elimden kaçırdım ya.Msn de sabaha kadar yazışırdık, ne tatlı gülerdi.


-*Bu böyle giderse ben yirmi bira içerim.*


-Sonra ağabeycim bir sabah ben buna bir gül almıştım da ne ağlamıştı ya.Saçlarını ördüğünde yüzünün güzelliği de ortaya çıkardı.Of abi ya.Serap ya.Sonra bunu lüks tek kapılı bir mersederse binerken görmüşler.Ben bundan nasıl ayrılmıştım hatırlıyor musun?


-*Şimdi yanımıza otursa ben kızı bile hatırlamam*Nasıldı?


-Abi her akşam dolmuşta bir kızla rastlaşıyorduk.Derken sohbet başladı.Bu Ankara’ya yeni gelmiş.Hiçbir yer bilmiyormuş, ‘Beni Bahçeliye götürür müsün?’, dedi.Ben bunu Bahçeliye götürdüm tam bir kafeye oturduk yanımızdan Serap geçti.Bana baktı sonrada bastı gitti.Peşinden koştum,derken bir taksiye bindi, bende taksi parası ne gezer, takip edeyim.Kafeye döndüm kızda gitmiş.Bir daha ne kızı gördüm ne de Serap’ı.Msn den de engelledi beni, telefonlarıma da çıkmadı.Sonra Mersedeste görmüşler.Meral nasıldı abi?Çıtı pıtı çok tatlı kızdı ya.


-*Of! Bu böyle giderse…*Şirin, tatlı kızdı.


-Çokta neşeliydi be Muratcım.Çok gülerdik beraber, bir de çok komik taklit yapardı.Midye satan adamın taklidini yapmıştı da gülmekten çenem ağrımıştı.Bir de iki bunun çok uykusu gelirdi.Otobüste falan başını omzuma koyar uyuklardı.Hiç unutmam bir gün Bolero da oturuyoruz bu başını omzuma koymuş yine ben bir şeyler anlatıyorum bir baktım uyumuş.


-Hımm...*Ben de uyudum uyuyacağım, kız sıkıntıdan uyumuştur.*


-Bir de Muratcım bazen kek yapar getirirdi.Bol kakaolu,cevizli.Tam evlenilecek kızmış aslında; şimdi anlıyorum.Keşke biraz daha uzun olsaydı,biraz daha güzel yüzü olsaydı.Yoksa çok iyi kızdı ya.İnsan onun yanındayken hiç sıkılmaz ki.Bir de Muratcım o kadar kız tanıdım aralarında en güzel fıkra anlatan buydu.Ne yapıyordur acaba şimdi.Evlenmiş midir?


-*Nerden bileyim ya!*Yaşı yirmi yedi olmuştur onun.Evlenmiştir muhtemelen.

-Yirmi sekiz.Benden bir yaş büyüktü, ama çıtı pıtı olduğundan hiç belli etmezdi ki.Bir de gülerken yanakları kırışırdı, gerilirdi, öyle garip bir şekil alırdı.O halini hiç beğenmezdim.Abicim kız dediğinin yüzü güzel olacak, ben gamzeli kızlara da bayılıyorum.Gülçin, ne güzel yüzü vardı ya.

-Kısa küt saçlı olan değil mi bu?

-Evet.Ne güzel bir yüzü vardı ya.Az mı bekledim onu yurdun önünde, benim geldiğimi bilir inadına geç çıkardı.

-Ne okuyordu o?Bir de metalci falan mıydı?

-Tarih okuyordu.Okulu bitince İstanbul’a gitmiş.Ne aradı, ne sordu, ne haber verdi.Hep siyah giyerdi ondan sordun değil mi metalci miydi diye.Değildi rock dinlerdi ama metalci değildi.Şebnem’i çok severdi.Siyah giymesinin sebebi ise bence biraz şişman olmasındandı.Bir de hep boynuna bir şeyler bağlardı ya.Hep gıdığını gizlemek için.Çok kompleksliydi be Muratcım.Hep kıskanırdı beni, telefonumu karıştırırdı,msn şifremi bilir orayı karıştırırdı.Kendine güveni eksikti.Unutturma sana cep telefonu ile ilgili başıma gelenleri anlatacağım.

-*Sıçtık*

-Ne diyordum ben.Bu arada bu senin kaçıncı bira?Ben üçüncü birayı içiyorum.

-Ben beşinciyi.

-Hızlısın.Sızma daha anlatacaklarım var.Sen son kızı bilmiyorsun, Buket.Hayatımı kaydırdı be ağabeycim.Aklımı aldı.Şu an bana desin, çırılçıplak soyun, İstiklalde koş, Buket seni seviyorum diye bağır desin, inan yaparım ağabeycim.Yeter ki bana bir şans daha versin. Aklımı aldı.Ben Gülçin’i anlatıyordum ama boşver Muratcım Gülçin’i ya.Bukete dönelim ağabeycim ya.

-Yavaş iç, sakin ol.

-Olamıyorum Murat ya.Aklıma geldikçe deliriyorum.Bu kız hayatımın şansıydı ya.

-Anlat bakalım,kim bu ne zaman tanıdın, nerden tanıdın? Neyin nesi?

-İnternetten tanıştım ağabeycim ya.Çok güzel bir kız ya.O da beni seviyordu.

-Yavaş git.Baştan anlat bakalım şu olayı.

-Abi biz bunla bir arkadaşlık sitesinden tanıştık, inan profilindeki resimlerine bakınca kesin başkasının resimlerini koymuş bu kız Türk olamaz dedim.Sarı upuzun saçlar, incecik bir boyun, incecik bir vücut, kesin Rus bir mankenin resimlerini koymuş hatta erkektir dalga geçeyim diye mesaj attım.Sonra msninin verdi, oradan sohbet etme başladık, çok hoş sohbetti ağabeycim ya.Ben o ara boşluktayım, benimle dertleşti, dertlerimi dinledi; neyse bir gece cam açalım dedim, tamam dedi abi ve bir baktım gerçekten de profilindeki resimlerdeki kız.Abi inanamadım.Görsen kesin Rus dersin, o derece güzel.Dünyanın en güzel kızı.Neyse abi biz her gece konuşuyoruz.Derken birbirimize cep numaralarımızı verdik.Hem msnden hem cepten mesajlaşıyoruz.Her şey süper gidiyor, sonra Buket tatile Ayvalığa gidiyorum bir süre msne gelemeyeceğim dedi.Ben de tatil için para biriktirmişim.Bodrum’a gideceğim; neyse bende Ayvalığa gelsem görüşür müyüz?, dedim.Tamam dedi.Ben Ayvalığa yanına gittim.Çok güzel bir hafta geçirdik abi.Beraber denize girdik, gece diskoya gittik, dans ettik, rüya gibiydi.Gece sahilde el ele yürüdük, öpüştük.Hayatımın en güzel günleriydi abi ya.Sonra tatil bitti,ben Ankara’ya döndüm, o İstanbul’a.Biraz daha msn derken baktım sevgili olmuşuz abi.

-Eee?

-Neyse ağabeycim ben kuzenlerin yanında İstanbul’a kaçtım birkaç kez orada takıldık, bana İstanbul’u gezdirdi.Sonra ben Buket’i Ankara’ya davet ettim.

-Geldi mi?

-Gelmez mi be Muratım,hem de on beş gün kaldı.Harika vakit geçirdik, bovlinge gittik, sinemaya gittik, gezdik, tozduk…Neyse Muratcım tam gidecek Buket, annesi çağırıyor.Ben acayip üzülüyorum anlatamam sana.Evlenme teklif edeceğim kafama koydum ama ben ne zaman gelecekten konu açsam Buket konuyu kapatıyor.Anlıyorum diyorum kendi kendime daha askerliği yapmadım, tanışalı beş ay olmuş, birbirimizi göreli iki ay.Çekiniyor kız diyorum, derken veda vakti geldi.Ben Buket'i AŞTİ ye götürdüm.Uzun uzun öpüştük, bindi otobüse ve gitti.

-Sonra haber alamadın mı?

-Aldım Muratcım.Bana bir mail atmış.Ben mailleri hiç kontrol etmiyorumki.Msnde beni gördü.Ben yine Buket'e ‘aşkım,bebeğim,meleğim’yazıyorum.Sana gönderdiğim maili okumadın mı?, dedi.Okumadım dedim, sonra okudum.

-Ne demiş?

-Abi ben uyurken bir gece Buket benim telefonu kurcalamış,O ara ben de bir kızla mesajlaşıyordum.İnternetten yine, ona da ‘tatlım,bi’tanem’ falan yazmıştım, bunları okumuş; ama bana da hiçbir şey çaktırmamış, sonra da gitti ağabeycim ya.

-*Şerefsizsin sen ya!*Eee?

-Eee si msnden de sildi.Numarasını da değiştirdi sanırım, ulaşılamıyor abi.Sildi beni hayatından.Hiç ortak dostumuzda yok ki araya koyayım.Mahvoldum abi ya.Çok seviyorum abi ya.Bir şansın daha olsa hayatta kaçırmam ben bu kızı.Çok güzeldi.dünyanın en güzel kızıydı.Çok güzel öpüşüyordu.Yüz kişiye sor, biri Türk demez…

*Sekizinci biramın bitmesine birkaç yudum kalmış, asıl dünyanın en güzel kızını ben seviyorum.Öyle Rus’a falan da benzemiyor,Türk kızı işte.Babamın dengesizlikleri-alkol sorunu,annemi dövmesi,benim paramı alması- yüzünden benimle Ankara da yaşamak istemiyor, ailesini bırakıp yanıma gelemiyor.Babamdan korkuyor, bizim için biriktirdiğim parayı yediğini biliyor, içip anneme saldırdığını da.Korkuyor tabi, o da haklı.Diğer yandan; piskopatta olsa, dengesiz de olsa babam o benim, benden başka kimsesi yok.Ben olmasam yaşayamaz ki bu şehirde.Gel beraber Isparta’ya gidelim desem gelmez de.Ben gitsem, iyice kontrolden çıkar.Hem anneme yine saldırırsa, ya başkaları ona zarar verirse.Bırakıp gidemem ki.


  Bir de şunun bana anlattıklarına bak.Adam olsaydın kaçırmazdın işte kızı.


Bir meyhanenin duvarındaki yazıyordu.
**İçki Delikanlıyı Susturur, Puştu Konuşturur**