30 Aralık 2015 Çarşamba

BENİ GÖR ya da NAMAZMATİK

BENİ GÖR ya da NAMAZMATİK

1.
Atanamamış ve tutunamamış bir makine mühendisi olan Servet gecenin bir yarısı çalışma masasında umutsuzca oturuyordu. Çekmecesini kurcaladı amaçsızca. Bir uhu buldu. Azı kullanılmış, çoğu kalmış. Kapağını açmaya çalıştı uhunun, köpük gibi dışarı taşmıştı birazı. Parmakları acıdı açarken ama açtı. Birkaç damla uhu damlattı masasının üstüne. Sonra da kırmızı kaleminin arkası ile uhuyla oynamaya başladı. Yukarı aşağı, aşağı yukarı, aşağı yukarı… Sünmekte olan uhuyu odaklanmış izlerken de bir fikir geldi Servet’in aklına. Bir makine. Servet’e hem bu dünya da, hem de öteki dünyada cenneti yaşatacak; kullananlara ise sadece diğer tarafta cenneti garantileyecek bir makine. Namazmatik!
2.
Transformers aklına geldi Servet’in, Matrix’in son filminin son sahnelerinde bir şeyler. Çok çizgi roman okurdu Servet ve sayısız çizgi romanda robot giyen insanlar görmüştü. Namazmatik böyle bir şey olacaktı. Robot evin köşesinde duracak ve ona binecektin; kolunu, bacağını, vücudunu ve kafanı saracaktı. Navigasyonu sayesinde otomatik olarak kıbleyi bulacak, kulaklıkları kulağına takacaktın. Sureler okunmaya başlayacaktı, sen de tekrar edecektin… Rükû, secde, selam, kamet; hepsini robot yapacaktı.
Fikir harikaydı, geliştirmeye çok müsaitti. Karışık notlar aldı sarı yapışkanlı kağıtlara ve hepsini duvarına yapıştırdı. Yapıştırırken de “Bunları hemen deftere geçmeli yoksa annem atar valla” diye içinden sıkıntı ile geçirdiyse de anneye çok takılmadan konuya döndü.
Birinci kağıtta “namaz süresi” yazıyordu. Sonra deftere geçerken namaza ne kadar süre ayıracağını makinaya girersin. Zammı sureleri ona göre seçer; diye notunu geliştirmişti.
İkinci kağıtta “Abdest sorunu” yazmış ve deftere; namazdan daha zor geleni abdesttir, makinaya otomatik abdest aldırma özelliği eklemeli. Oto yıkamalardaki su püskürtme yöntemi ile. Hem sudan da tasarruf edilir. Hem iğne ucu kadar kuru yer kalmaz, alta da damlayan suların tahliye için bir depo konulabilir, diye ekledi
Üçüncü kağıtta “adaptör” yazıyordu. Deftere; elektrik kesintisi durumunda insanlar namazlarından kalmasın diye en az üç vakitlik içinde pil mutlaka olmalı, diye eklemiş sonra da; üstte de güneş enerjisi panellerinden de eklerim, yazıp sonunda da gülücüklü smiley eklemişti.
Her şeyi deftere geçtikten sonra uyudu Servet. Sabah erken kalktı ve çizimlere başladı. Salonda cik cik öten muhabbet kuşunun yanına gitti, onu ellerine aldı, balkona çıktı ve kuşu azat etti. Sonra da uzun uzun gökyüzüne baktı, sanki “Beni gör!” dercesine.
3.
Bir adamın her işi rast gider mi? Servet’in gitti. Sanki otuz yıllık şansızlıkların karması ona şans olarak dönmüş gibiydi. Odasından hiç çıkmadan çalışıyor; yemeği bile annesi ile yemiyor, ekmek arası bir şeyleri masasında atıştırıyordu. Almak istediği tüm pahalı malzemeler inanılmaz ucuzlamıştı. Devlet desteği almak için Sanayi Bakanlığına gitti, projesini okumadan tıkır tıkır parasını ödediler. Parası için sıra beklerken bir kız ona yer verdi, Dilşad. Çok güzel bir kızdı. Servet’i annesi ve halası beraber büyütmüş –hala, babanın beylik silahı ve son-  ve Dilşat hem annesine hem de halasına çok benziyordu. Birbirlerine numaralarını verdiler. Dilşad’ın da bir projesi vardı. Haşaratla mücadele ile ilgili. Servetle uzun uzun konuştular önceleri; Servet Dilşad’ın yanında daha da bir zekiydi. Verdiği fikirlerle onun da projesinin hızlanmasına yardımcı oldu.
Bir yandan da Namazmatik’in çalışmaları su gibi akıyordu, hatta şelale gibi. Singapur’dan sipariş ettiği ürünler bir buçuk ay sonra gelmesi gerekirken, bir buçuk gün sonra kapısındaydı. Hem de kargo ücreti almamışlardı. Piyasa biraz borcu vardı ama kimsenin ondan ödemesi gibi bir talebi yoktu. Düşünebiliyor musunuz, kredi kartı borcu için banka dahi aramıyordu. Sigaraların bulunduğu kutunun üstünde A4 kağıda “Lütfen veresiye teklif etmeyiniz” yazan bakkal, Servet ne alsa “Abi boşver, nasılsa halledersin” deyip gönderiyordu.
Atölye aşamasına geldiğinde apartmanın bodrumunu kullanmak istediğini söylediği kurmay emekli albay apartman yöneticisi; o gece bodrumu bizzat, şahsen, kendi elleri ile boşaltmış ve temizlemişti.
4.
Atölyede bir çekyatta uyuyordu artık Servet. Bir sabah uyandığında başında onu izlerken Dilşad’ı gördü. İlk kez bir sabah uyandığında bir yabancı bir kadın görüyordu. Oturdu ve bir şiir yazdı, Dilşad kahvaltı hazırlarken. Öğlen bir şiir daha yazdı, akşam bir şiir daha; tam bir mühendis disiplininde. Tüm şiirlerine bayıldı Dilşad. Daha sonra bu yazdığı şiirler kitap oldu Servet’in. Şiir çevirilince pek bir şeye benzemez ama Servet’in şiirleri öyle olmadı. Yedi kıtada herkes çok sevdi şiirlerini. İlkokul kitaplarına hatta sözlüklerdeki örnek cümlelere girdi şiirleri. Şiirlerinden esinlenerek romanlar, tiyatro oyunlar ve filmler yapıldı.
Proje işleri çok denk gidince kenara biraz para koymuştu Servet. Eskiden beri hobisi olan borsaya biraz para yatırdı. Eskiden de borsa da sanal paralar ile oynar, sanal olarak batardı ama para gerçek olunca her şey değişti. İlk bir ayın sonunda yüzde dört yüz üç kar etmişti. İkinci ayda ise hemen hemen aynı oranda. İşin güzel kısmı buna çok zaman ayırmıyordu da. Sadece yemek yerken ve Dilşad’la beraber gelecek hayalleri kurarken. Annesi Dilşad’ı çok sevmişti. Annesi ilk kez Servet dışında birini sevmişti.
Dilşad’ın anne ve babası öğretmendi. Onlar da Servet’i çok sevdiler ve aynı anda “Verdik gitti” dediler daha istemeden. Servet ise tanışmaya gittiği yemekten sözlü olarak ayrılmıştı. Düğün iki taraf için de angarya olduğundan nikahı bir hafta sonra kıydılar ve Dilşad atölyeye gelin geldi. Balayı planlarını ertelediler, çünkü yapılması gereken çok şey vardı.
Dünya hafız şampiyonuyla bir otobüste yerine bilet basarken tanıştı Servet. Laf lafı açtı, adam diğer gün atölyeye geldi ve kayda girdiler.
Aynı haftanın bir çarşamba sabahı Dilşad elinde gebelik testi ve çift çizgi olmasına rağmen sanırım hamileyim, dedi. Servet’in bilime inancı yüksekti. Ben eminim ki hamilesin, dedi. Çok mutlu oldular tabi. Servet daha önce hiç düşünmemişti ama baba olmak için çok hazırdı. Hemen kazandığı para ile müstakil iki ev tuttular Dilşad’ın ailesinin oturduğu muhitten. Bir evde Dilşad, Servet ve bebek kalacaktı, yan evde ise Servet’in annesi yaşayacak ve atölye olacaktı. Giderlerken emekli kurmay albay daha önce hiç selam vermediği bakkala sarılıp ağladı.
5.
Yeni ev beraberinde enerji ile geldi. Dilşad’ın hamileliği sorunsuz ilerlerken Namazmatik de bebek gibi gelişiyordu. Bir erkek çocukları oldu. Babasını adı olan Vahdet’i tercih ettiler. Vahdet bebek, atölyede Namazmatik’ler beraber büyüdü. Annesi yıkayacağı zaman Namazmatik’e saklanıyordu falan; bir sürü çekirdek aile komiklikleri.
6.
Neyse hikaye böyle uzadı gitti, daha fazla kafa açmayacağım. Servet’in hayatında her şey denk gitti. Ne istese oldu. Harika bir hayat sürdü; dünyanın gezilecek her yerini gezdi, tadılabilecek tüm zevklerini tattı. Mesela gitti altmış yaşındayken yirmi yaşında bir kıza aşık oldu, kız da ona aşık oldu. Ne Dilşad, ne Vahdet, ne annesi, ne kız tarafı, ne de sivil toplum örgütleri, ne feministler ne de mahalleli; kimse bu durumu yadırgamadı. Kıza da bir ev bir, atölye açtı. Üç gün orada, dört gün burada yaşadı gitti. Mesela Vahdet otuz yaşında başbakan oldu. Mesela Eurovision’a yeniden katılmaya başladık ve her sene biz kazandık. Mesela Türkiye Avrupa birliğine girdi. Mesela… mesela… mesela…
7.
Ama Namazmatik ise hiç tamamlanamadı. Uğraştırdı duydu. Hani “Beni gör” diyerek saldığı muhabbet kuşu var ya. Onu da azat olduktan üç dakika sonra bir karga öldürdü.

27 Aralık 2015 Pazar

pazartesi - ruhun akışkanlığı

Parmak uçlarımdan ruhumun damladığını hissediyorum pazartesi tesisatsızları. Çok ilginç bir ruh hali. Şıp şıp şıp şıp şıp. Parke kalkmasın diye parmak ucumun tam altına kova koydum. Kovanın içine de bir parça bez; sesi azaltıyor ama engellemiyor. Biriken suyu atamıyorum da. Kimi aramam gerektiğini bilemiyorum da.  Ölüyor olabilir miyim?

*Adıma verilen onu ödüllerini her sene kazanmalı.
*Dayısıyla çok yüz göz olmamalı.
*Düet yaparken benim sesimin öne çıkması için pesten söylemeli.
*Samimiyet maskesini hiç çıkartmamalı.
*Öze değil söze bakacak derinlikte olmalı.
*Libo-satanist bir oluşuma maddi destek vermeli.
*Hazır boş vakti çokken bol bol harcamalı.


Ben olmanın en kötü yanı başına bir dert geldiğinde arayacak kimse olmaması. Aslında bir süperman şu an için fena olmazdı ama ben devlet su işleri müdürünü aramayı daha doğru buldum. Çünkü benden damlayan suları şehir şebekesine vermekten daha iyi bir çözüm o kadar kassam da aklıma gelmiyor. Altı gündür haberiniz olmasa da benim ruhumdan içiyor ve benim ruhumdan yıkanıyorsunuz. Duruma bakarsa çok bir işe yaramış gibi değil, her şey aynı derece de bok.

23 Aralık 2015 Çarşamba

ören bayan - ölü doğdu

Ören bayanın dedesi kör ya. Onu dilsiz bir adam getiren vantrolog istesin. Finalde bir engel daha bul işte.


Bir ören  bayandım. Canım annem ben daha çok küçücükken ölmüş. Bana elcahızları ile hazırladığı kahvaltıları birazcık anımsıyorum. Özenle hazırladığı ayva reçelli ekmeği bana gülümseyerek yedirirdi. İnanıyorum ki şimdi cennetten bizleri izliyordur. Annemim ölümü onu canı gibi seven babacığımı çok etkilemiş ve babacığım acısını dindirmek için içkiye başlamıştı. Sabahtan gecelere kadar içer içer içerdi. Sonra bizi daha da çok üzmemek için evi terk etti. Çok fedakar bir insandı, aradık bulamadık.
Hayat beni dedeciğime, dedeciğimi de bana emanet etmişti.



bir film düşün derya - ölü doğdu

SONGÜZ YA DA SEVİNÇ ŞENİZ

Bir film düşün Derya. Çok mutlu bir aile olarak başlayacak her şey. Dört kişi çok Amerikan, beş kişi olacaklar.  Herkes kahvaltıda gülecek, çocukların karneleri anne babanın bordroları hep beş pekiyilerle, takdir teşekkür hatta ve hatta iftiharnamelerle dolup taşacak; buzdolabında ailenin yine sarmaş dolaş resimleri falan. Ayrıntı üstüne ayrıntı. Kameranın mutfağı gördüğü her adımdan mutluluk saçılacak. Ne biliyim? Duvarda yine mutlu bir tatil resmi. Deniz kenarı olsun ama kimse mayolu olmasın. Mutfak sandalyeleri, tabaklar, çatallar, buzdolabının üstündeki resimler; her şey muhteşem bir simetri içerisinde duracak. Hiçbir şey eğri olmayacak. Yine sabahın körü olmasına rağmen herkesin saçları çok güzel taranmış ve tarak izli olacak. Gözler, dişler hatta gülümsemeler; hepsini özenle ayarlayacağım Derya.
Üç kız mı olsun yoksa çocuklar iki kız bir oğlan mı yoksa ona daha kafa yormadım Derya. Buna ortak karar veririz. Bence mutlu aile tablosu kuracaksak en az bir kız çocuk olmalı.
Neyse sonra hareket başlayacak; yoksa sıkıcı olur. Hareketi bir felaket besleyecek ama felaketin sebebi ailenin hata ya da ihmali olmayacak. Doğal bir afet olacak. Yıldırım düşsün diye kurguluyorum. Ailenin hareket halindeki aile arabalarına hemen o mutlu kahvaltıdan sonraki sahnede... Direksiyonda baba olacak tabi, ailenin reisi arabayı kullanır; herkes gülerken, buraya birkaç aile şakası yazarım, yıldırım çarpacak ve araba kontrolden çıkacak. Fren kopacak, hatta otomatik olarak araba gaza basıyor olacak ama kimseye çarpmayacak, tabi baba sayesinde. Baba muhteşem birkaç manevrayla önce okula giden çocuklara, sonra da sigara içmek için huzurevinden kaçmış yaşlılara çarpmaktan son anda kurtarıp en sonda karşısındaki duvara çarpmak üzereyken de; tüm şiddeti kendi tarafından almak için arabayı sağ kırıp duvara girecek.
Bu sahneden sonra tam beş saniye sessizlik ve kalp durduğunda hastanelerdeki makinaların çıkarttığı “dıııııııııııııııt” sesi. Sahne kararırken yeniden aydınlanacak ve tam be kişiler ya; onun için baş kalp atış sesi ile diğer sahneye bağlanacak.
Zaten araba güvenli, herkes ehliyet kemerlerini takmış, hava yastıkları da açıldığı için kimse ölmeyecek. İşte buraya kadar olan kısmı otuz kırk dakika arası düşünüyorum. Kırk çok, yirmi beş-otuz arası olsun. Hatta yirmi. Bilemedim, diyaloglar belirler biraz; biraz da senin performansın Derya. Araba duvara tosladıktan sonra ambulans hemen gelecek, hatta beş kişiler tam beş ambülans aynı anda arabanın yanına gelecek, tepeden güzel bir çekim olur; o kuru, işsiz çirkin insanlardan oluşan kaza izleyen kalabalık olmasın Derya. Belki sadece o son sahnede çarpmamak için direksiyonu kırdığı huzurevi sakinlerinden bir ikisi gözleri dolu dolu olabilir. Buruşmuş gözaltlarından akan gözyaşlarını seviyorum ve çok derin buluyorum, izlediğinde sen de bana hak vereceksin. Malum herkes tamamen sigortalı. İki hafta içerisinde gayet iyileşecekler, birkaç ufak dikiş izi ve hafif kızarıklıklar olacak ama.
İşte bak buradan sonra daha ilginç Derya. Zaten bir ilginçlik yapmak lazım. Yoksa çok sıkıcı olur, senin hiç sıkılmaman lazım.
İkinci kahvaltı masası sahnesinden önce -iki hafta sonra- yazısı çıkacak; yine güler yüzlü, otuz iki diş bir kahvaltı; mutfaktaki ayrıntılar ilk sahnedekilerle aynı ve hızlı geçeceğiz oraları, tekrar da dozaj çok önemli. Biraz uzasa ilgi dağılır. Sahnenin devamında baba arabaya binecek, sonra anne ve çocuklar ve baba kontağı çalıştığı gibi yine bir gök gürlemesi olacak. Şöyle gürül gürül gürleyecek gök. Bu sahneden çok iyi bir gerilim alacağız. İşte bu gök gürlemesi ile arabadakiler bir susacak. O yüzlerdeki gülümseme aynı anda gidecek. Bu kareyi yakalamak çok önemli. Aynı anda yüzler düşmeli.
Babaya korkmak yakışmaz Derya; anneye de. Baba güçlü karakter, alfa erkeği ama anne daha güçlü, sadece bir tık. O gök gürlemesinden sonraki sessizliği annenin küçük kesik bir öksürüğü kıracak. Çocukların yüzlerinde korkuyu o an yakalamalıyız ve yedi buçuk, bilemedin sekiz saniyelik bir sessizlikten sonra baba arabayı hareket ettirecek ve sessizliği delmek için annenin kolu radyoya uzanacak ve müzik açacak. Unutmadan şarkılar konusunu daha sonra konuşacağız, senin istediğin şarkılar olması çok önemli; çünkü belki günlerce diline dolanacak. Nerde kalmıştım? Hah, tamam! Aynı yollardan gitmeli baba inatla. Ne eşi ne çocukları babasının korktuğunu düşünmemeli.
Ve evet! Yine arabaya bir yıldırım çarpacak ama bu sefer başka bir yerde. Yine frenler kopacak ve yine baba müthiş hamlelerle önce bir bebek bezi fabrikasının gece vardiyasından çıkmış işçileri, sonra da bu sefer spesifik özelliği olmayan bir kalabalığı sıyıracak ve arabayı yine bir duvara doğru sürecek ama bu sefer ilk seferdeki gibi direksiyonu son anda sola çevirip kendi tarafından vurdurtmayacak da bodoslama girecek Derya. Yine bir şey olmayacak tabi aileye. Yine ambulans falan. Bu ikinci kaza önü ve arkası ile beraber sadece on oniki dakika arası sürecek.
Buradan sonra gerginliği yükseltiyorum. Nefesler kesilecek Derya. Üçüncü kez kahvaltı sahnesi. Yine bir –İki hafta sonra- yazısı.
Bu sefer ilk kare babada ve babanın kravat biraz yamuk. Sola doğru. Kahvaltı masası simetrikti, bu sefer öyle değil. Çocuklar anneye daha yakın oturuyor ve yüzleri bir tık daha annelerine dönük. Yüzler gülüyor tabi, yine otuz iki dişler ama bu sefer daha donuk ve samimiyetsiz gülümsemeler. Yine ayrıntı çekimlerden birinde buz buzdolabının üstündeki aile resminde babanın yüzünün olduğu yere magnet kaymış ve baba gözükmüyor.


Şimdi bir karar ver Derya. Hangisi sen olmak istiyorsun, anne mi kız çocuğu mu? 

kiss - ölü doğdu

Ortak arkadaşlarının tanıştırdığı çiftlerdendik Buket ile ben. Gerçi akan zamanla beraber bizi tanıştıran arkadaşlarımıza küstük ve onları karaktersizlik, duyarsızlık ve münasebetsizlikle suçladık. Şerden doğa hayırdık. Varoş semtlerin yitik çocuklarının arasından sadece biraz daha şanslı olduğumuz için sıyrılmışız, tanışınca öğrendik. O hem sosyolog hem salsa öğretmeniydi. Bense matematiği zayıf, kod yazmayı kendi kendine öğrenmiş bir bilgisayar programcıydım. İkimizin de en sevdiği renk maviydi. Kitap almayı seviyorduk. İkimizde Sabahattin Ali’yi Facebooktan beğenmiştik.
O çok özveriliydi, ben çok çok asosyaldim. O çok çalışkandı, ben az çok çalışkandım. O statüyü severdi, ben parayı severdim. Onun boynunda ufka doğru uçan bir güvercin dövmesi vardı, benim kolumun için kısmında matrix filmindeki sayı dizinlerinden biri. O üç kız kardeşin en büyüğüydü, ben üç abinin en küçüğü. Buket’in annesi biraz yarım akıllı, son derece sorumsuz ve bir o kadar dandun bir karakterken, benim merhum anneciğim yanlış zamanda yanlış memlekette doğmuş dünya hanımefendisi bir kadındı. Babalarımız ise tam tertipti. Birbirlerini çok seveceklerinden ve ortak at yarışı kuponu yapacaklarından çok emindik ve öyle oldu.
İlk buluşmamızda ben çok konuştum ve çay içtim; ikinci buluşmamızda ise o çok konuştu ve kola içti. Üçüncü  buluşmamızda ikimizde çok konuştuk ve bira içtik. Dördüncü konuşmamızda

ne o bakireydi, ben ben bakirdim


benim ilk öpüşmemde ben yanağa doğru yol alırken dudaktan vurulmuştum.

evde ölü bulmalı bir şey - ölü doğdu

Anemin öldüğünü sabah kahvaltı hazırlamamasından anlamamız lazımdı ama anlamadık. O sabah benim de dayımın da pek karnı acıkmamıştı, çünkü gece 3 gibi mısır patlatıp yemiştik. Uyandıktan sonra yüzümüzü yıkamadan dayımla televizyon izlemeye başladık. Birbirimize günaydın demek konusunda sözsüz bir anlaşmamız vardı. iyi geceler de demiyorduk.

Öğlene doğru benim midem kazınmaya başladı. Dayı annemi kaldırsana, dedim. Tablette oyun oynuyordu; siktirgit sen kaldır, dedi. Annemi kaldırmaya gittim ama annem kalkmadı. Yüzüstü yatıyordu. Anne, anne, anneee, annnnneeee… dediysem de işe yaramadı.


Dayım ölmüş, dedi. Tıp fakültesini terk etmişti. Ne yapacağız, dedim; kalktı cep telefonundan tavuk dönerciyi aradı ve iki tam ekmek tavuk döner söyledi. Sonra mutfaktan bir bıçak aldı ve annemim ensesine koydu.

laboratuvar -ölü doğdu

Bir. Hastalığım her geçen an vücudumu sarıyor. Önümdeki her dakika son dakikam olabilir. Kendime hiç  iyi bakmadım ama kırk yaş çürümek için çok erken. Hayatım bu bodrum katındaki laboratuvarda geçti. Hep büyük hayaller kurdum, hep tek çalıştım ve büyük başarısızlıklarımın altına imzamı hep tek attım. Ölümle düelloya tutuşmuş gibiyim. Silahlarımızı birbirimize çektik ve saatin 12'yi vuracağı anı bekliyoruz. Elimde deney tüpüm var, içinde ise renksiz bir karışım. Biraz sonra tüpteki sıvı kırmızıya dönerse içip iyileceğim, maviye dönerse beceremedim demek öleceğim.

İki.. Hiçbir şey istediğim gibi olmasa da, istediğim hiçbir şey olmasa da.



Deja vu

20 Aralık 2015 Pazar

pazartesi - saniyelerin önemi

Saniyelerin çok önemli pazartesi şirazesizleri. Bu hafta bunu çok tatsız bir şekilde öğrendim. Hemen anlatıyorum ama benim çektiğimi siz de çekin diyerek herkes kronometresini eline alsın. İkini partı okumak için 5 saniyeniz var. Yetişmezse okumak yok.

*Elinde kadeh arkasında şamdanlı fotoğrafları olmalı.
*Yabancılar konuşması gerektiğinde bilerek bazı kelimeleri kendi dilinde sıkıştırmalı
*İşsizlik hakkının adını çalışmamazlık hakkı olarak değiştirmeli.
*Krakerlerle kriket oynamamasının sebebi çarpılma korkusu olmalı.
*Kore sinemasını önemsemeli, bolywood’a gülümsemeli
*Bedduada bir dünya markası olmalı.
*Perişan bir hale geldiğinde görünmezlik özelliği ortaya çıkmalı.


-son beş saniye- Elime gelen raporlarda bir batık ülkesinin yıllardır ihtiyacından daha fazla sapan lastiği ithal ettiğini fark ettim. –son dört saniye- Hemen insafsız hava araçlarımla ülkeyi bir kontrol ettim. –son üç saniye- Gerçekten de sınırlara devasa sapanlar inşa etmişler. –son iki saniye- Ülkeyi topladım “Napacağınız bu kadar sapanı la” dedim. –son saniye- Sustular birileri baktılar. –süreniz doldu-

15 Aralık 2015 Salı

pazartesi - dayanıklılık testi

Benim pek dilime şarkı pelesenk olmaz ama bir haftadır her sabah “Onun arabası var, güzel mi güzel” diyerek uyanıyorum pazartesi ezbercieğitimmağdurları. Erkeklerde araba olayını hep sıkıntılı bulur, kocaman jiplerle gezen adamcağızlara acırım. Neyse gidip şarkıcıyı mı dövsem yoksa Türkçe sözlü hafif batı müziğini mi yasaklasam diye kafa yorarken kapım çaldı.

*Caz müziği dinlediğini sevenlerinden gizlemeli.
*Rahat batmalı.
*Uçuşan tozların ölü insan derileri olduğunu her hatırladığında toz bezini kapmalı.
*Gözlüğümü silmem gerektiğini hatırlatmalı.
*Yumurtaları sevmeli, korumalı, kollamalı.
*Cep telefonuna hiçbir isim kaydetmeli ki, her arandığında karşısındakini sesinden tanıyabilsin.
*Uzayla ilgilenmeli.

Bu araba üreticileri sürprizlerle dolu insanlar. Kapımı önünde 2018 model, gök mavisi, gıcır gıcır, harika bir triportör duruyordu. Hepsi el birliği ile çalışmış ve en muhteşem arabayı yapmışlar. Dizdim bunları bowling lobutları gibi, bastım gaza, hepsini ezdim. Araba hiç hissettirmedi, kaportası dahi çizilmedi. Dayanıklılık testinde de geçti, güvenli araba.

7 Aralık 2015 Pazartesi

pazartesi - pekin günleri

Ben kışları en çok Pekin’i severim pazartesi jujitsucuları. Zaten dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan Pekin benim de gitmemle beraber bir o kadar daha turist alır ve iyice mahşer yerine döner. Trafik sıkışır, kaldırımlarda bile yürüyemezsiniz. Umumi tuvaletten çıkan tekrar sıraya girer çünkü sıra gelene kadar kesin tekrar çişi gelir.

*Sosyal medya danışmanının insan kaynakları müdürü olmalı.
*Kulağındaki delik sayısı çift sayıda olmalı.
*Çöller hakkında bilgisi ormanlardan hakkındaki bilgisinden çok olmalı.
*Kalp gözü kapalı olmalı.
*Ölüp ölmediğini kontrol etmek için nabzına değil aynaya bakmalı.
*Tüm sosyal medya mecralarında olmalı.
*Tüm meslektaşlarını cenazesine çelenk göndermeli.


Ve en güzel kısmı, hava kirliliği iyice artar. Pus çöker şehre, kimse kimsenin yüzünü net göremez. Gece gündüze karışır. Tatlı asit yağmurları ıslatır ve kavlatır şehri. Düşük oksijen oranından beyin fonksiyonları yavaşlar. Her zamankinden daha az zekiyimdir o anlarda. Öyle gezerim sokakları gece ve gündüz.