27 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - pffff


Sabah sabah tanımlayamadığım bir can sıkıntısı ile uyandım pazartesi sıkkınları. Duvarlar üstüme üstüme gelmeye başladı, canım hiçbir şey yemek istemedi, şömineyi yakmaya bile üşendim. İçsel yolculuk denemelerim bile taakatsizliğime mağlup oldu.

*Muntazam patates kızartmalı.
*En çirkin arkadaşının bile gideri olmalı.
*Kirpileri ok gibi olmalı.
*Bana slip baskısı yapmamalı.
*Dişleri ile F-16 çekebilmeli.

Bir anda çözdüm sonra. Hayat çok rutindi ve yaşayabileceğim heyecan kalmamıştı. Hemen yaşamın rutinliğine karşı bir dizi önlem aldım. Sevgililer günü artık 20 Ekim. 1 Nisan’ı, 22 Kasım’a kaydırdım. Hayvanları koruma gününü ise tamamen kaldırdım. Bir de artık herkes doğum günü olarak rahme düştüğü günü kutlasın.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - şeker bayramı dengesizliği


Sevgi denge işidir pazartesi dengesizleri. Korkarım ki an itibari ile dengesizliği aştınız. Ramazan bayramına, şeker bayramı diyerek başladığınız dejenerasyon tüm hızıyla devam ediyor. Şeker bayramınızı, ramazan bayramı gibi de değil, saçma sapan şekilde kutluyorsunuz.

*Engel tanımamalı.
*Başka insanlarla bir olup beni çekiştirmeli.
*Arada sırada kafası durmalı.
*Burçlara inanmamalı ama burçsuz da kalmamalı
*Gayet tatlı bir kız kerdeşi olmalı.

Hayır gelip benim sokağa şeker bırakmak ne alaka? Uçaklarla zeplinlerle şeker atmanın manası ne? Şu an için sokağımda diz boyu şeker var ve sıcak hava ile hepsi eridi. Şekere saldırmış çocuklar eriyik şekerin içinde mahsur kaldılar. Ben de evden çıkamıyorum. Gerçi görüntü çok komik ama şeker atanları bulup yerdeki şekerleri yalatıcam haberleri olsun.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

ana hatları ile bir biyografi


  1. Annem ve babam çok mutsuzdu. Hiç konuşmuyorlar sadece beraber yemek yiyor ve gece çığlıklar atıyorlardı. Küçüklüğümle ilgili hatıraldığım en temel nokta sessizlik. Kimsenin umrumda değildim. Annem şişmanım diye sevmiyor, babamda annem sevmiyor diye seviyordu. Sonra o gün geldi
  2. Annem ruhunu terbiye etmek ve inzivaya çekilmek içim Tibet’e gitmeye karar verdi. O kadar parası olmadığını anlayınca ve dile yatkın olmamasından dolayı Şereflikoçhisarı tercih etti. Gündüzleri oradaki dilini bilmediğim çocuklara fizik anlatıyor, akşamları da meditastyon yapıyordu. Türkçem bozulmasın diye konuşmamı yasakladı. Çok uzun süre konuşmadım.
  3. Ankaraya döndük. Yine gündüzleri sustular ve geceleri çığlıklar attılar. Ortaokul ve liseye gittim. Tek anımasadığım herkesin burnumla dalga geçmesi ve onları dövmemdi. O günlerde vücudumu keşfetmeye başlamıştım. Ellerim kocaman, parmaklarım upuzundu. Ona rağmen insanlar ellerimle değil burnumla dalga geçince kendi kendime yemin ettim. Estetik olacaktım.
  4. Denizli günlerim. Her ne kadar herkes komik komik konuşsa da altı gün sonra sıkıldım, sekiz gün sonra çok sıkıldım, on beşinci gün çıldırdım. Çevremde hep hastanelik deliler ve suça yatkın insanlar vardı. Biyografimin bu kısmı size büyülü gerçekçilik akımından bir eser gibi gelebilir. İçip içip özay gönlüm heykeline tırmanıyor, boş zamanlarımda stada gidip maç izliyordum.
  5. İngiltere! Kaçtım. Artistliğe gerek yok, kaçmam gereken çok şey vardı ve ilk fırsatta uzamam lazımdı. Annem ve babam hiç ağlamadılar. Ben de çok sallamadım. Dilini bilmediğim bir şehirde geçireceğim altı aya ihtiyacım vardı. Denizliden çıkarttığım dersle başımı çok derde sokmamak için insanlardan kaçtım. İşte o 5 şubat gecesi onu buldum
  6. Beş şubat! Popmunda isimli oyunda dolanırken karşıma çıktı. Olağan üstü bir mizah anlayışı vardı, derin düşüncüleri ve sonsuz genel kültürü ile tanıdığım herkesin toplamına benziyordu. Ne var ki benden hiç hoşlanmadı. Ona rağmen onunla temasta olabilmek bana yetiyordu. Ona şakalar yapmak için saatlerce kafa patlattım, kitaplar okudum... Sırf ona layık olsun diye garip garip şeyler yapıp ona anım diye anlattım. O ise arada başka kızları sevip kendine özgü hayal kırıklıkları yaşadı. Öyle şanslıydım ki. Belki gelir diye ev adresimi, iş adresimi, yazlık adresimi verdim. Hep yapılı saçlar, güzel kıyafetler ve makyajla dolaştım. Her kapıyı ben açtım. Ama gelmedi.
  7. Öldüm

pazartesi - son kararlar


Bu aralar manasızca çok telefonum çalıyor Pazartesi mütekaitleri. Zil sesim de Acil Servis’ten “Bebek” olduğu için çok rahatsız olmuyorum. Telefonu her açtığımda da bana bir soru soruyorlar. Elbetteki doğru cevabı veriyorum ve otuz saniye sonra kapatıyorlar. Tabi benim için keyifli bir zihin egzersizi oluyor. Hem de günde otuz kez en sevdiğim şarkıyı dinliyorum.

*Başından bir yangın, bir de toprak kayması geçmiş olmalı.
*Lazerli anahtarlığı olmalı.
*Kanepede uyurken sempatik gözükmeli.
*Filmlerde gördüğü her şeyi denemeye kalkmamalı.
*Olimpiyat ruhuna sahip olmalı.
*Teninin rengi kıyafetleri olmamalı.

Bir de boru gibi, radyo reklamı sesli bir adam “Emin misiniz?” diyor. “ Evet “ diyorum. “Son kararınız mı?” diyor, “ Evet”, derken telefon kapanıyor. Her seferinde aynı saçmalık. Birkaç gün daha takılayım, o adamı bulup, son kararlar hakkında konuşacağım.

7 Ağustos 2012 Salı

macar'ın sol kroşeleri


"Çok çalıştım, çok çabalarım ama olmadı; olmayınca olmuyor. Macar rakibim sadece beni değil tüm otoriteleri şaşırttı. On iki yaşımdan beri boks yapıyorum ve son sekiz yıldır profesyonelim böyle net sol kroşeler görmedim. Dikkat ettiyseniz gardım hiç düşmedi ama bloklamaktan güzel bir yumruk da çıkartamadım. Adam birkez bile sal yumruğunu kullanmadı.

Güzel antremanlar yaptım; federasyon başkanım, spor bakanım hiç desteklerini esirgemediler. Hiçbir isteğim reddedilmedi, istediğim yerlerde kamp yapmam sağlandı. Tüm ülkeden özür diliyorum. Beni destekleyen herkesten, tribündeki herkesten ve ekran başında beni destekleyen ve dualarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim. Bir daha onları mahcup etmeyeceğim. Önümde yarışmalar var daha  iyi hazırlanacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. Teşekkür ederim."

memnuniyetsiz


Çok mutsuz ve memnuniyetsizdi. Yaşadığı yerden, saçlarından,  kıyafetlerinden, havadan, bulunduğu yarım küreden... Her şeyden memnuniyetsizdi. Bu memnuniyetsizliği onu ilk zamanlar farklı, biraz çekici ve biraz da seksi yapıyordu.

Ruhunu saran memnuniyetsizlik onu kararsızlaştırıyordu. Hiçbir şey istediği gibi değildi, hiçbir şey asla istediği gibi olmayacaktı, hiçbir şey asla istenilen gibi olmazdı. Bu gerçekleri biliyor muydu yoksa bildiği halde inatla direniyor muydu bilmiyorum. Tek bildiğim her geçen saniye çekiciliği azalıyordu.

Biraz daha şikayet etti, birkaç kez daha karar değiştirdi, biraz daha somurttu, birkaç soruya daha cevap vermedi ve sonra ufukta kayboldu.

kurpiyer


Aynı kızı seven iki kumarbazdık, iki pokerciydik. Kızın adı Aysel’di ve kurpiyerdi. İkimize de inceden kur yapardı; ikimizde hep onun masasında oynardık ve bu çok dikkat çekerdi. Onun da Aysel’e aşık olduğunu kaybetmesinden anladım. Diğer farkındalığım da benim de batmak üzere olduğumdu.

Zaman aktı, ikimizde aşkta kazanmak için kumarda kaybettik.Ama olmadı, aşkta da kaybettik. Birbirimizi anladık ama hiç sevmedik.

kırmızı - beyaz


Suçlu olmak garip bir şeydir, masumlar ya da masummuş gibi davrananlar bunu anlayamaz. Sanki karşı tafa geçmek gibidir, beyaz gömleği çıkartıp kırmızı gömlek giymek gibi; kafandaki hareyi yere çalıp küçük tatlı boynuzlar takmak gibi. Hayata bakış açın o andan sonra değişir. Tüm dünya yeniden kafanda oturmaya başlar. İnsanlar senin için iki renktir. Senin gibi kırmızılar ve beyaz olduğunu sanan diğer renkler.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - lanet alkolikler


Geçen sabah bir uyandım, öyle derin bir anason kokusu ortamı basmış ki; burnunuzun direği kırılır pazartesi kurşungeçirmezleri. Camı açtım, koku daha bir derinleşti, yoğunlaştı. Hemen nefes almamı dondurdum ve ne yapacağımı düşünürken kapım çaldı. Üç tane kırmızı suratlı, kırmızı burunlu, kır saçlı ve göbekli adam. Göbeklere bakar bakmaz olayı çözdüm, koku bu üç eceline susamıştan geliyordu.

*Patates ve salatalığın kabuklarını ince soymalı.
*Gaipten sesler duymalı.
*Ruslardan daha iyi olduğunu söylemeli.
*Tabelaya değil bana oynamalı.
*Arada sırada amuda kalkmalı.


Nefes almamak için içimdeki nefesi de dışarı vermemem gerekiyordu. “ Ne iş?” dercesine sol göz gözümü kıptım ve başımı sağa sola salladım. Bu adamlar dünyaca ünlü içki üreticileriymiş ve her pazartesi yeni bir satış rekoru kırıyorlarmış. Teşekkür için gelmişler. Bunlar banyoya soktum ve kafalarından kırk tas su döküp, tövbe ettirip, sokağımızın camii yaptırma derneğine üye yapıp gönderdim. Dövdüm mü? Hayır biraz hırpaladım