29 Haziran 2011 Çarşamba

Erkan

Giriş katın altındaki kafeleri seviyorum ben nedense. Nedense? Ama burası yerin birkaç kat üstünde. Kaçıncı katta olduğunu saymadım. Nedense? İçeriye giriyorum. İlk ilgimi çeken küçük masalar. Tüm masalar çok küçük. İki kişi yemek yemek istese zar zor sığar. Hatta sığamaz. On kişilik bir arkadaş grubu gelse yirmi masa birleştirmeleri gerekir.
Üzerine tam oturmuş, özel dikim olmalı, takım elbisesi ile orta yaşlı ve son derece yakışıklı bir adam yanıma geliyor ve
“ Hoş geldiniz, hangi masaya oturmak istersiniz?” diyor. Şöyle bakıyorum da hiçbir masanın ötekinden ne fazlası ne eksiği var. Ergenlikten kalma bir alışkanlık olsa gerek, orta sıradaki en arka masayı işaret ediyorum.
“ Orası rezerve, Berna Hanım her gün bu saatlerde orada oturur, onu üzmek istemeyiz. Umarım sizin için bir sorun olmaz.” diyor.
“ Siz nereyi önerirsiniz?” diyorum, beni duyar duymaz yürümeye başlıyor, ben de onu takip ediyorum. Sandalyeyi çekiyor ve
“ Tüm masalar birbirine benzer gibi dursa da bu apayrı.” diyor. İnanmıyorum ama inanmadığımı da belli etmeden gülümsüyorum. Adam gidiyor ve kendimle baş başa kalıyorum.
Son yüz gündür olduğu gibi kendimle baş başa kaldığımı sandığım her an Erkan ile baş başa kalıyorum. Bir anda yanımda beliriyor. Yüz gündür aynı kıyafetleri giyiyor ama hiç kokmuyor. Terk edemediğim hayali olduğunu biliyorum yanımdakinin, çıldırmadım henüz. Henüz. Zaten beni buraya Erkan’ın kendisi davet etti. Yüz gün sonra söyleyecekleri varmış. Söylesin bakalım. Söyleyeceklerinden iki beklentim var. Hayalini öldürüp yerine geçmesi ve her an yanımda olması ya da giderken hayalini de götürmesi. İçimden bir his ikisi de olmayacak diyor, aynı anda Erkan’ın hayali de haklısın dercesine başını sallıyor.
Masanın üstünde küllük var ve bu sigara içilir manasına gelir diye düşünüp bir sigara çıkartıyorum, sonra da veteran manken görünümlü garsona sigaramı gösteriyorum, adam sorun değil dercesine başını sallıyor. Adama bakıyorum da ne kadar düz. Hareketleri, kıyafeti, falanı, filanı. Sonra Erkan’ın hayaline bakıyorum, o da haklısın dercesine başını sallıyor.
“ Erkan beni neden buraya çağırdı bir fikrin var mı? Bana söylemesi gereken şey ne? Sence tekrar birlikte olabilecek miyiz? Birlikte olabilecek miyiz? Birlikte olsak bile onsuz geçen o kadar günü bana unutturabilecek mi? Unuttursa bile bilinçaltıma açtığı yaralar kapanır mı? Kapansa bile iz kalır? Kalan iz bana yakışır mı?”
Erkan’ın hayali, “ Ben nerden bileyim? Sen ne biliyorsan bende onu biliyorum. Sorularına cevap arama bende, sadece senin delirmeni engellemeye çalışıyorum. Benim bildiğim her şeyi sen biliyorsun; senin istediklerini ise ben. İstersen seni mutlu edecek cevaplar vereyim, canının yanmasını biraz daha geciktireyim.”, dercesine bakıyor. Erkan’ın hayalinin en sevdiğim yanı bu. Erkan kadar uzun cümleler kurmadan istediği her şeyi bana anlatıyor. Keşke biraz da Erkan gibi koksa. Keşke.
Önümden benden birkaç yaş daha yaşlı, biraz daha yorgun bir kadın geçiyor ve benim ilk oturmak istediğim yere oturuyor. Ne kadar da çok bana benziyor. Berna olmalı bu. Berna tabi. Berna Hanım demem doğru değil. Aramızda bir bağ var hissediyorum. Aramıza sınır koymanın manası yok. Berna Hanım değil o Berna. Hiç tanımadığı kişilerle konuşabilen insanlardan olsam muhakkak Berna’nın yanına gider ve konuşurdum. Hem öyle bir insan olsam şu an yanımda Erkan’ın hayali olmazdı. İyidir Erkan’ın hayali. Erkan tamamen giderse ona Erkan demeliyim. Erkan’ın hayali değil. Erkan.
Berna’yı izliyorum. Hemen sigarasını çıkarttı, garsonla göz teması kurmaya gerek duymadan sigarasını yaktı. Biliyor tabi ortamı, her gün geliyormuş. Niyeyse? Buraya gelmemin üzerinden yaklaşık on beş dakika geçti ve ben de sevmeye başladım burayı. Arada gelirim belki. Keşke masalar biraz daha geniş olsa. Erkan’la geliriz belki. Kafelerdeki masa birleştirme olayını hiç sevmiyorum.
Düz adam, garson, yanıma doğru yürümeye başlıyor ve önümde durup,
“ Ne arzu ederdiniz?” diyor.
“ Ben arkadaşımı bekliyorum, siparişi o gelince vereceğim.”, diyorum.
Düz adamın yüzünde ilk kez düz olmayan bir şey hissediyorum. Bir acıma, bir hüzün, bir başkalık… An itibari ile lakabı düz adam değil.
“Kusura bakmayın hanımefendi. Bunu size söylemek çok zor ama bu kafede kimsenin beklediği gelmez. Masalara bakın tek kişilik. Her masada sadece bir tane sandalye var. Yalnızlık o kadar da kötü değildir hem.” diyor.
Şaşırıyorum ve gözlerim Erkan’ın hayalini arıyor. Yok. Sağa, sola bakıyorum. Yok. Daha yalnız, daha umutluyum.
“ Bir sumatra lütfen” diyorum.
notos, temmuz - ağustos 2011

güvenilmez - 2

33. Otomatik vites araba kullanan birine güvenemezsin, ilk fırsatta tüm işi sana yükleyecektir.

34. Televizyon kumandasının üzerindeki rakamları silinmiş birine güvenemezsin. En gerektiği anda ya dizisi ya da maçı olur.

35. Bilgisayarında anti virüs programı olmayan birine güvenemezsin. İhtiyatsız olurlar.

36. Tepesinde çıkmayan saçları, yandakilere uzatarak gizlemeye çalışan bir adama güvenemezsin; o tipler karşısındakiler aptal sanır.

37. Grup müziği yapan birine güvenemezsin, özgüven problemleri olur.

38. Bir pehlivana güvenemezsin; işler ters giderse katlar seni.

39. Ünisex ismi olan birine güvenemezsin. Belgede sahtecilik yapması çok kolay, ne olduğunu anlayamazsın.

40. Çocuğunun adında “ç,ı,ö,ş,ü” harflerini kullanmayan birine güvenemezsin; bu kişiler yarın bir gün dilimizin Avrupa’ya teslim olacağını düşünen ilerigörüşsüz korkaklardır.

41. Horlamayan bir insana güvenemezsin. Ya uyumuyor, uyuyor taklidi yapıyorsa? Kimse horluyor taklidi yapamaz

42. Asansöre binmek yerine merdivenleri kullanan birine güvenemezsin. asansöre güvenmeyen kimseye güvenmez.

43. Çok yaşlılara güvenemezsin. Belirli bir yaştan sonra hapse girmiyorsun; Bunu biliyorsa ve cennet, cehennem bilinci yoksa her şeyi yapabilir.

44. Sabah erkenden kalkan uyanan ve az uyuyan insanlara güvenemezsin; düşünsene sen uyurken o uyanık.

45. Cüzdanında aile üyelerinin vesikalık resimleri olmayan birine güvenemezsin. aile önemlidir, aileye öenm vermeyen yarın sana hiç önem vermez

46. Elleri cebinde gezen insanlara güvenemezsin. ne malum cebinde çok gizli bir şey taşımadığı? O gizli şey belki sonun olacak.

47. Rus ruleti oynayan birine güvenemezsin. Ölümden korkmayan kişiden korkulur.

48. Gardiyanlara güvenemezsin, bu adamlar için tutuklanmak, hapishaneye düşmek korkulacak bir şey değildir.

49. Hiçbir sinek eceli ile ölmez. Bu adama çok güvenme

50. Kuyumculara güvenilmez. Hem zengin olurlar, paraya tamah ederler hem de ellerinin altında silah olur, siyanür olur.

51. Figüranlara güvenilmez insanlardır. En başta kendilerini ünlü sanırlar ama değildirler. Herkes sanki bir yerden çıkartıyormuş gibi bakar onlara. Bu sayede her delikten geçerler.

52. Elli kedisi ile evinde yalnız yaşayan kadınlara güvenemezsin. Zaten bu tipler insanlara güvense evi bu kadar kedi ile doldurmazdı. Sana asla güvenmeyecek birine güvenmek kadar büyük bir hata olamaz.

53. Zenginlerin malikanelerinde, köşklerinde çalışan; uşak, bahçıvan, aşçı takımının çocuklarına güvenemezsin. Bu çocukların ruhu öfkeyle, hırsla yoğrulmuştur.

54. İkizlere güvenemezsin. hangisi, hangisi ya karıştırırsan?

55. Eski sevgiline güvenemezsin. Seni bir kez terk eden, edebilen, bir kez daha terk edebilir.

56. Lise bittikte sonra diş teli taktıranlara güvenemezsin. Bunlar hayata geç kalmış insanlardır.

28 Haziran 2011 Salı

intihar - durakta siyanür

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18123638.asp?gid=381

Geldim, denedim, başaramadım, gidiyorum. Annemin babamın akıllı oğlu, ilkokul öğretmenimin afacan dahisi, arkadaşlarımın ineği ve Melis’in hiçbir şeyi… Gidiyorum.

İlaç içerek daha önce denedim ama başaramadım biliyorsunuz. Bu sefer başaracağımı biliyorum. Biyoloji okumak felaketimin başlangıcı olmuştu, sonu da oldu. Mektubum bitince siyanürü içeceğim ve bu sefer kimse beni kurtaramayacak. Neden mi burada içiyorum. Bunu tahmin etmeniz zor olmasa gerek. Felaketim de burada başladı, Melis’i ilk burada gördüm.

Ölümümden kimse sorumlu değildir demiyorum, herkes sorumlu ama yine sorumluluğu üstüme alıyorum. En çok ben sorumluyum.

27 Haziran 2011 Pazartesi

korkusuz korkak 'bombacı mülayim'

bir film anlatasım geldi.

Mülayim diye bir adam var. Filmin girişinde de ince bir Kant göndermesi var. Hayatını saat gibi yaşayan bir adam. Mülayim evdeki sefer tasına haşlanmış iki patates koyar ve işe gider. Tam vaktinde iş yerindedir ama patronu olacak beyaz saçlı, ufak tefek adam geç kaldığını iddia eder ve onu işten kovmakla tehdit edip çalıştığı şirketin ayak işlerini yaptırır. Mülayim hem memurdur ve şirketteki herkesin işini yapar; onun dışında da yerleri siler, çiçekleri sular, toz alır.

Mülayim’in alameti farikası “mesela yani”’dir. Karşısındaki kişiye acayip bir hikaye anlatır ve anlattığı hikayeye inandırır. Hikayenin sonunda da “mesela yani” der ve güler. Her seferinde de yedirir. Ev sahibesi olacak cadı görünümlü ve dış görünümüne uygun kalpli kadını da, kahve arkadaşlarını da, iş arkadaşlarını da “mesela yani” diyerek kandırır.

Arkadaşları gariptir. Kahvede oturan her filmdeki figürasyonla kankadır, dilencilerle arası iyidir, topal dilenciden borç alır, kör dilenciye ay sonu para vermek için söz verir. İş arkadaşları ise alçaktır, ahlaksızdır. Tüm dosyaları Mülayim’e gömerler, gerektiğinde satarlar. Motor ötesi, güzel bir kadın her gün düzenli, ‘özel dosya’ parolası ile müdürle sevişir. Kimse de yadırgamaz. Mülayim güç kanaat geçindiği ve öğlenleri patates haşlaması yediği halde diğer iş arkadaşları kebapları götürür. Pinti patron sadece Mülayim’e pintidir sanki.

Mülayim nedense doktora gider. Raporları ölmek üzere olan biri ile karışır ve doktor altı ay ömür biçer. İşin garibi anne ve babası doksan küsur yaşındadır. Mülayim durumu kabullenir, işe gider ve bir düzüne kebap yer, sonra kendisine çiçekleri sula diyen müdüre kızıp çiçeği dibine işer, sonra da “izne çıkıyorum” der ve kendi kendine izin verir.

İzninin ilk anlarında piyango satan arkadaşı Mülayim’i bulur ve büyük ikramiyenin çıktığını söyler, nerden biliyorsa, Mülayim bilete o zaman bakar ve talihine söver. Parayı ne yapacağını çok düşünmeden karar verir. Dört milyonluk ikramiyesine iki milyon kredi çeker ve İstanbul’un ortasına büyük ve lüks bir tuvalet yaptırır. Sebebini soran basın mensubuna “ Zamansız gelen paranın üzerine sıçarım” gibilerinden bir şey söyler. Röportaj kurdele kesiminden hemen sonra yapılır, öyle ki halkım açılışın hemen ardından pisuarları doldurur.

Mülayim ölümü kanıksamıştır ama hastalıktan ölmek istemez. Bir gün yolda yürürken kalabalık görür, kalabalığı yarar ve “gaz yağ kuyruğumu” diye sorar, bomba olduğunu öğrenince de bombanın yanına gider. Bomba ahşap bir kutudur. İçinden “tik tak” sesler gelmektedir. Elinde bomba ile kalabalığı kovalar. “Bom” der ve herkesi korkutur. Elinde bomba ile gezdiği dar sokaklarda dilenci arkadaşlarına da rastlar. Topal arkadaşı koltuk değneklerini bırakıp koşamaya başlar, kör arkadaşının da gözleri açılır ve kaçar Mülayim biraz daha dolaştıktan sonra bombayı duvar dibine atar ve bomba patlar. Zamanı mı dolar, yoksa darbe ile mi patlat kimse bilemez ama Mülayim o an kahraman olmuştur, nedense? Ev sahibesi cadı kadın bile kira istemez ondan. Arkadaşları alkışlar ve Mülayim iş yerine kahraman olarak döner.

Mülayim artık işyerinde kraldır. Ona çektiren müdürün canına okur, şirket sahibini ezer, ahlaksız iş arkadaşlarına ise her ay zam verir. Şişman kadın çalışanı ‘özel dosya’ ile müdürün odasına göndermesi işin ilginç yanıdır. Müdür ile şişman kadın çalışan sevişmek zorundadırlar ve bundan şişman kadın çok mutludur.

Derken şirket sahibinden haraç alınırken Mülayim odaya girer ve mafyanın elinden silahı alır. Mafyanın adamlarının paralarına çöker ve akşam da mekâna gelip iki yüz elli bin daha alacağını söyler. Mafya çalışanı patronunun limondan korktuğunu hemen söyler.

Akşam olur Mülayim kumarhaneye gider. Bir adamın hacamat edilmiş halini görür ve sebebinin kumarda hile olduğunu öğrenir. Selam verip mekana girer, postasını koyar ve poker masasına oturur. Kartları dağıtır, diğer iki eleman pas der kumarhane sahibi mafya iki kart ister ve “rest” der. Mülayim hiç para koymamıştır ama bu doğal bulunur. Kumarhane sahibi kartlarını yavaşça açar, elinde dört as vardır. Sonra Mülayim’e kamera döner, Mülayim’de beş as vardır. Bunun üzerine kumarhane sahibi mafya silahını çeker ve Mülayim’e doğrultur. Mülayim mafya çalışanından aldığı ipucu ile cebinden limon çıkartır ve yalamaya başlar. Mafya elinden silahı düşürür ve yalvarmaya başlar. Mülayim biraz daha hem mafyaya hem izleyiciye işkence ettikten sonra mafyanın silahını alır ve altıpatların kurşunlarını çıkartıp rus ruleti düzeneğini kurar.

Önce kendine sıkar, sonra mafya yerine kendine sıkar, sonra yine kendine sıkar sonra bir kez daha kendine sıkar. Sıra mafyadadır, mafya yalvarır, Mülayim mafyayı haraca bağlar ve uzar.

Sonra Mülayim ölememenin ağırlığından kurtulmak için Sansar Selim’i bulur ve bir kiralık katil ayarlar. Sipariş kendisidir, katil ise işinin en iyisi, babasını bile öldürmüştür. “Salıları olmasın, yağmurlu havalarda olmasın – cemaat arkadan söver – kurşunlar temiz olsun” gibi birkaç konuda şart koşar ve ölümü bekler Mülayim. Tam siparişi vermiştir ki; her işi bok eden orta üst derecede güzel hemşire Mülayim’i bulup durumu anlatır. Kıza kesiktir Mülayim, kızmaz bile, “hatasız kul olmaz”, der bir iki şaka yapar.

Filmin buradan sonra atmosferi değişir. Korkusuz korkak adını hak ettiği yer burası. Mülayim sivrisinekten korkmaya başlar. Salak hemşire de gaz verir durur, “en yakınına bile güvenme” diye. Mafya da bu sıralarda gözü karartır ve Mülayim’den kurtulmak için tüm güçlerini seferber etmeye karar verir Mülayim sonra çevresinden şüphelenmekten vazgeçer. İşte, mafya adamlarını salar, tam Mülayim’i tahtalıköye göndereceklerdir ki; kiralık katil Mülayim’i kurtarır. Hatta kendini tanıtır bile. “Dikkat et kendine, ilaçlarını al, kilo al” gibilerinden tavsiyelerde bulunur. Öldüreceği kişiyi iyi görmek ister.

Mülayim bu durumlarda polise sığınmayı hiç düşünmez. En takdir ettiğim yanlarından biri de budur. Bir sabah işe giden Mülayim kıytırık bir doğum günü pastası eşliğinde bir sürprize maruz kalır. Tam mumu üfleyecektir ki; mafya mekanı basar, tam mafya Mülayim’i eşek cennetine gönderecektir ki; gaddar mahlaslı kiralık katil mafyayı durdurur. Mafya ile kiralık katil kim öldürecek pazarlığını yaparken Mülayim tüm soğukkanlılığı ile elinden bir bozuk para çıkartır ve “ yazı gelirse kiralık katil, tura gelirse mafya beni öldürsün; ama dik gelirse buradan çeker giderim” der ve işi namus meselesi yapan kanunsuzlar bu teklifi kabul eder. Mülayim parayı havaya atar ve dik gelir.

Mülayim önce sakin adımlarla sonra da topukları kıçına vura vura kaçmaya başlar, arkasından da kanunsuzlar kovalar. Bir kalabalık gören Mülayim, dur ikazlarını umursamadan kalabalığı yarar ve yine bir saatli bombanın önünde durur. Düzenek Mülayim’e ‘Bombacı Mülayim’ lakabının takılmasına sebep olan bomba ile aynıdır. Elinde bomba durur. Mafya ve kiralık katiline gülümser ve bombayı onlara doğru atar, bir patlama sesi duyulur ve ‘Son’ yazar.

Mülayim katildir artık.

26 Haziran 2011 Pazar

pazartesi - doğal afetlerle ilişkilerim

Geçenlerde dünyaca ünlü bir gazete tam sekiz gün boyunca beni yazmış pazartesi müdavimleri. Elbette ki okumadım ama duyduğuma göre yaptıkları araştırmanın temelinde dünyanın neresindeysem o bölgede doğal afet olmuyormuş. Bunun nedeni üzerine yazdıkça yazmışlar. Saçmalık ve zırva;

  • Küfürhaz olmalı.
  • Kulağı öyle Afrikalılar gibi delik deşik olmamalı.
  • Bir hayat kurtarmış olmalı.
  • Ben hariçten gazel okurken bana bakıp bakıp dalmalı.
  • Mesnevi okuyan, sigara içen, mütesettir bir kız olmalı
  • Göz bebeklerinin büyümesini kolaylıkla gözlemleyebileceğim renkte gözleri olmalı

Hiç unutmam bir sene Çanakkale’deydim o kadar çok rüzgar esti ki başım ağrıdı. Hem İzlanda’da yollar buzdu, arabam biraz kaydı. Sonra Miami’deyken güneş yüzünden sırt derilerim kalktı, en acısı evrenin merkezi Çankırı da inanmazsınız konuşurken ağzımdan duman çıkıyordu. Sigara içiyorum sanılacak diye pek gerildim. Artık o salak gazete rezil oldu, tekzip falan da göndermeyeceğim.

25 Haziran 2011 Cumartesi

intihar - kamyon damperi

http://www.kanalalanya.com/kanalalanya/?ID=6058&MenuID=167&QeryParentID=0&ContentID=90&Content=ok&lang=2&MenuType=131&ex=detail/detail.asp

Ölümümden kimse sorumlu değildir. Yeteri kadar yaşadım ve asla kimseye boyun eğmedim. Şimdi yine eğmiyorum. Yine kimseden korkmadım, ölümden de korkmuyorum. Kuruş borcum kalmadı kimseye. Herkese hakkımı helal ediyorum. Kalan varlığım karımındır. Benden kalanlardan bir kuruş bile oğluna verirse ona hakkımı helal etmiyorum.

Hamiş: herkese hakkını helal eden biri intihar eder mi?

japon masası - sokak kavgası - diyaletik

her seferinde dayak yemem ki. diyalektik kelimesi çok nankördür mesela. batı için çatışmadan çıkan sonucu ifade eder. klasik örnek 'tez- antitez ahanda sentez'; doğu diyalektiği denilen şey ise uzlaşmacıdır. ben batı kadar sert değilim ama doğu kadar uzlaşmacı da değilim. ben neyim müntekim:D

sokak kavgaları hakkında bir şeyler anlatayım dur. temel sebep kızdır. aslında bana sorarsan tüm kavgaların altında bunu bulabiliriz. neyse kavga genelde plansız şekilde başlar. taraflar birbirini iter ve güçleri tartar. o ilk itmede kimin güçlü olduğu belli olur. ondan sonrası cesarettir. biri birini döver ama genelde kimse yıkılmadan ayırırlar. kavga biter.

bundan sonra da selamlaşma dönemi başlar. aylarca nefret ettiğin, uykuya onu dövmek hayali ile uyuduğun adamla artık selamlaşırsın. çok samimi değildir ama selamlaşırsın. ben kelimelerle böyle olmalıyım. birbirimizin ağzının burnunun yerini değiştirmeden ayrılmalı sonra selamlaşmalıyız.

son olarak japon masası denilen bir teori var, şöyle; kurabiyelerle dolu ama sadece bir zehirli kurabiye olan masaya iki japon kralı oturur. ev sahibi zehirli kurabiyeyi bildiği için ilk yemeye başlar. bir o, bir misafiri yer ve bu sayede diğer kralı zehirler. ilk hamleyi yapanın kazanması üzerine yazılmış bir teori. işte kavga da böyledir, ilk yumruğu atan kazanır. kelimelerde bana bulaşmıyor ilk yumruğu ben atıyorum.. nasıl bağladım:D

22 Haziran 2011 Çarşamba

benzetme

· Ten renginle simanla tam çingenesin, Çingeneden sosyete olmaz.

· Her taksiye bindiğinde çantasından mp3 playerını çıkartıp çalınmasını isteyen bir kadın o. Onunla evlenemem.

· Odasının bir duvarında sadece kendi fotoğrafları var. İşbirliği yapılamaz.

· Tam harekat başlayacakken cep telefonunu çalan ve melodisi oyun havası olan özel harekatçı gibisin. Dostlarının düşmana ihtiyacı yok.

· Yarışmacı arkadaşlarına başarılar dileyecek kadar yavşaktır.

· Yarışmacı arkadaşlarına tüm yüreği ile başarılar dileyecek kadar rekabetten uzaktır

· Bunun babası evde maymun beslerdi, bu çocuk maymunla büyüdü, bunu unutma, üzüm üzüme bak baka…

· Herkes kıyafet alarak rahatlarken o kitap alarak rahatlar. Ne yapsın ne giyse yakışmıyor.

· Evde tekken kapı çaldığında televizyonun sesini kısan çocuklar gibiyiz, söyle daha ne kadar kaçabiliriz?

· Öğretmen soru sorduğunda en hızlı o parmak kaldırırdı, soruları pek bilemezdi ama reaksiyonu harikaydı.

· Akvaryumdaki balıklar her gün farklı bir şeylerle yemleyerek deney yaptığnı sanan bir ocuk gibisin. Anca balıkları öldürürsün gerizekalı.

· Kış uykusundaki ayıya herkes pandik atar. Seninki cesaret değil!

· Karnımdan giren kılıç sırtımdan çıkmış ve sırtımı yasladığım ağaca saplanmış gibi sıkışmış hissediyorum kendimi.

· Canlı yayında topluca şarkı söylerken, aynı mikrofonu paylaşmak zorunda kalmış iki yeni çıkmış şarkıcı gibiyiz. Sesimiz duyulsun diye kıçımızı yırtıyor; arada mikrofonu birbirimize uzatıp riyakarlık yapıyoruz.

· Öyle sıkıcısın ki; seninle geçirdiğim her saniye bekleme salonunda kürtaj olmak için sıra beklemek gibiydi

· Kendini süper kahraman sanan bir tramvay sürücüsü gibisin.

21 Haziran 2011 Salı

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 16

Neden bilemiyoruz ama araştırmalarız sonunda fark ettik ki kadınların suçlulara, suça yatkın adamlara, kötülere, eski hükümlülere karşı kadınların bir zaafı var. Özellikle ailesinde bir hükümlü olan kadınlarda bu oran çok yüksek. Eğer eş adayınızın da ailesinde böyle bir durum varsa bu programımız tam size göre.

Rahmetli Keman Sunal’ın Sevimli Hırsız filmini andıran bir proje ile karşı karşıyayız. İlk olarak profesyonel oyuncu kadromuz, sizi sevgiliniz ile beraberken, polis hatta özel harekatçı kılığında sizi yaka paça göz altına alacaklar. İki saat sonra sevgilinizin yanına gideceksiniz ve “geçmişim peşimi bırakmıyor…” gibilerinden bir şeyler söyleyeceksiniz.

Bir diğer gün ise paraya çok ihtiyacı olan birine bütçenizi aşan bir yardımda bulunacak, parayı nerden bulduğunu soran eş adayınıza bu konu hakkında konuşmak istemediğinizi söyleyeceksiniz. İlerleyen zamanla beraber modern bir Robin Hood imajı çizmiş olacaksınız ve unutmayın ki hiçbir kadın bir kahramana hayır diyemez. Bu proje ile ilgili size en öenmli önerimiz şu olacaktır, çok konuşmayın. Sessizlik iyidir.

Artık size düşen bir çiçek yaptırıp, tektaş yüzük ile beraber bir evlilik teklif etmektir. Eğer isterseniz şirket olarak romantik evlilik teklifleri de sunuyoruz.

20 Haziran 2011 Pazartesi

kesişim

Cevdet: İşgüzar bir gümrük memuru. Her gümrük memuru gibi açıklanamaz bir servet sahibi. Hayvan, özellikle güvercinleri sever. Sadece siyah kravat takan bir çirkin gülümseme sahibi. Evinin bahçesindeki güvercin kafesinin önünde kendi kravatı ile boğulmuş olarak bulundu. Faili malum, Güngör.

Güngör: Otomobil tamircisi, madde bağımsızı- her zaman içmez-; kontrolsüz öfke sahibi ve birkaç yaralaması var. Cevdet’in karısı Melis’in eski nişanlısı. Nişan atıldığı günden beridir de belalısı. Cevdet’in katili. Edirne cezaevinin uzun süre misafiri hatta ev sahibi. Gardiyan Gafur’un içerideki adamı.

Gafur: Eski adıyla gardiyan, yeni adıyla infaz koruma memuru. İki eş, iki çocuk ve sayısız günah sahibi. İleri derece cop kullanabilen bir sadist. Hapishane içerisindeki uyuşturucu trafiğinin trafik polisi. Cımbız İsmail’in adamı.

Cımbız İsmail: Üst orta sınıf bir mafya üyesi. Silik mimikleri, kısa cümleleri, acımasız kararları ile kariyerinde bir üst noktayı hedeflediği aşikâr. Hobisi işi olan sayılı şanslı insanlardan biri. .Uyuşturucu, kadın ve kaçak sigara sektörlerine hâkim bir karakter ve Önder Bey’in sağ kolu.

Önder Bey: Çok beyefendi bir insan. Kendi parası ile bastırdığı üç berbat şiir kitabı ve iki sarışın Rus sevgili sahibi. Risk sever bir kumarbaz, iş adamı görünümlü bir mafya lideri, karda yürür iz bırakmaz bir kutup ayısı.

Tatiana ve Tiina: Önder Bey’in birbirlerinden habersiz gibi görünen sevgilileri. Büyük bir planın küçük seksi parçaları. Sevişme ve yalan söyleme konusunda iki profesyonel. Obaryev’in yeminli ve paralı askerleri.

Obaryev: Rus görünümlü bir Yahudi, Yahudi görünümlü bir agnostik. Enerji sektörünün sayılı ensesi kalınlarının, en ensesi kalın olanı. Zaafsever bir zaafvermez. Sırf zaaf olmasın evlenmez ve aydınlıkta sevişmez. Büyüye, fala falan inanır; Saskayeva’nın sözünden çıkmaz.

Saskayeva: Büyüleyici bir büyücü. Büyülerinin bir kısmı işe yarar, geri kalanda da büyüleyiciliği ile işi götürür. Çok para kazanır, tüm parasını iki yaşında kaçırılan oğlunu bulmak için harcar. Bu iş için sadece para değil bol miktarda da adam harcar. Eli bol, kalbi karanlıktır.

Mücahit: Cımbız İsmail’in evlatlığı. Dibine düşmüş bir armut. Üvey babası gibi acımasız, biyolojik annesi Seskayeva gibi tanımsız. Büyük bir potansiyel sahibi. Keyif için işlediği birçok suçun bulunamayanı. Dizi yıldızı Gülşah’a aşık bir platonik ve istediği her şey gibi Gülşah’ı da elde etmesine çok kısa zaman var.


Gülşah: Yeni dizi yıldızı, eski figüran. Çenesi ve burnu kalkık bir ateş parçası. Her erkek ergenin rüyası bir kez ziyaret etmiş bir peri. Genç kızların rol modeli. Arkasındaki profesyonel ekibin söylediklerini harfiyen yerine getiren bir kukla.

Gülşah’ın arkasındaki ekip: İçlerinde Gülşah’ın annesinin, anne unvanı ile bulunduğu; avukat, stilist, basın danışmanı, eski bir sinema oyuncusu ve bir savruk aklın bulunduğu oluşum. İsimleri yok, hiyerarşileri karışık, kar payı ile çalışan komün benzeri durum.

Bir savruk akıl: İQ problemi ve asperger sendromu sahibi bir ergen irisi. Adı Cezmi, büyük hayalleri var. En büyük hayali; yayınında ve yapımında emeği geçtiği Gülşah. Zaten o savruk ergen aklı, ergen aşkından başka ne ayakta tutabilirdi ki?

0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0

Zaman aktı ve olacaklar oldu; Mücahit ile Cezmi’nin yolları sonunda kesişti. Cezmi öldü, Mücahit hapse girdi, Gülşah ülkeyi terk etti. Mücahit’in yolu Edirne cezaevinde, Güngör ve gardiyan Gafur’la kesişti. Güngör’de, Gafur’da bir süre Mücahit’i koruyup kolladılar. Yediği önünde yemediği ardında olsa da Mücahit içeriden çıkamayacak gibiydi. Hırsız baba Cımbız İsmail öz oğlu gibi sevdiği -çaldığı- oğlunu içerden çıkartamayacağını kabullendi ve çıkartabilecek tek güç olan Saskayeva’ya her şeyi anlattı. Oğlunu ben çaldım ama emri Önder Bey verdi, dedi. Saskayeva çıldırdı. Tek telefonlar Obaryev’e durumu anlattı. Obaryev telefonu kapattı ve hemen Tiina’yı arayıp infaz emrini verdi. Tiina zaten bu günün hayalini kuruyordu. İntihar süsü verdi ve Tatiana’yla beraber ülkesine döndü.

Mücahit ise bir duruşmasına giderken bir anda ortadan kayboldu. Kimse ne oldu, nasıl oldu anlamadı. Soyaçekiminden olsa gerek Rusçayı çok hızlı öğrendi. Cımbız İsmail, Güngör ve Gafur ise ölü bulundu. Gülşah da en son Rusya’da görülmüş.

eniştemin abisinin kayınbabası

Öğlen kalktım, baktım, cünüp cenabette değilim; babaannemim mezarına gideyim dedim. Mezarlığa yaklaşırken de hazır mezarlığa gittim, hiç tanımadığım birilerinin cenaze namazını kılayım; dedim ve mezarlık camisine gittim. Nasıl kalabalık anlatamam müntekim. Uzak bir yere park ettim, el frenini çektim ve yürümeye başladım. Uydum imama, kıldım namazı arabaya gittim el frenini indirip yola çıkayım dedim olmadı. El freni inmiyor. Tüm gücümü verdim olmadı, kıçımı yırttım olmadı; kaldım.

Sonra Muzo’yu aradım. Hemen geliyorum, dedi ve geldi. Yarım saatte onla uğraştık ama halettik, o haletti. Ne işin var la burada, dedi. Eniştemin, abisinin kayınbabası ölmüş de, dedim.

19 Haziran 2011 Pazar

pazartesi - tesadüf

Türkiyede genel seçim olmuş pazartesimüdavimleri, milletvekili falan seçmişsiniz hiç haber vermiyorsunuz. Oy vereceğimden değil ama ortamı koklamak isterdim. Sizlerin demokrasi yalanına kanıp, oy vererek ülkenin geleceğine yön verdiğinizi sanmanız beni oldum olası güldürmüştür. Hadi neşem yerinde size Clinton’u nasıl başkan seçtirdiğimi anlatayım.

  • Cam silerken tüm mahalleli sokağa toplanmalı
  • Limanları romantik mekanlar olarak görmeli
  • İptidai hareketleri olmamalı
  • Nefesini uzun süre tutabilmeli
  • Tart yerken tartılmaktan korkmamalı
  • Oyunkuran bir karakteri olmalı
  • Nerdesin? Soruma fiziksel olarak başka yerlerde olsam da kalbim ve ruhum hep seninle, gibi cevaplar vermeli.

Seçimden önceki haftaki liste buydu, tesadüf işte.

15 Haziran 2011 Çarşamba

game project 2 - silah ve poker

Bir tenis filminde görmüştüm. Bir şey pokeri diyordu. Blöf yapmak üzerine basit bir oyun. İki kişi oynanıyor. Desteden karşılıklı birer kart çekiliyor ve kendin görmeden alnını ortasına koyuyorsun. Gördüğün kart karşındakinin kartı.

Sonra blöf başlıyor. Poker gibi. Giriyor musun, girmiyor musun? Ne kadar arttırıyorsun?

Bu oyuna ilave olarak silahında olacak ve silahında üç kurşun. Karşındaki rakibi iki çeşit yenebiliyorsun. Ya tüm parasını alırsın, ya da öldürürsün. İki durumda da yeni rakip geliyor karşına. Tabiî ki kurşun hakkını kaybettiğin oyunda kullanıp, öldürdüğün kişinin parasını almak en makulü. Kazandığın paralar ile kurşun alma şansın olacak ama kurşun çok pahalı olacak. İlerleyen bölümlerde karşındakinin de silahı olacak. Böylelikle gerginlik daha da artacak. Kazanırken öldürülmekten çekinip silahı kullanmak zorun hissedeceksin. Adam zaten kaybediyor, ya seni de öldürürse?

Daha ilerleyen kısımlarda üçlü – dörtlü oyunlar olabilir. Rakibin arkasında koruması olabilir ki bu iki kurşun demek. Kazanılan para ile daha iyi silahlar ve isabet yeteneği arttırabilir.

Oyunun görünüşü ise basit olacak. Yüzün rakibine dönük, masada karşındaki adama bakıyorsun; önünde masa ve paralar var. Karşında adamı görüyorsun. Yüzde gülümseme, sinirlenme, gerilim gibi mimikler olabilir. İlerleyen turlarda bu azalır, profesyonel kumarbaz mimik vermez.

white's koridor

Uzun ve geniş bir koridorları vardı. Kaç metre bilmiyorum ama en az yirmi adım. Müstakil evin bir ucundan öteki ucuna kadar bu koridordan geçilebiliyordu. Koridorun ortasında üst kata çıkmak için ahşap merdivenler vardı. Merdivenlerin altında ise beyaza boyanmış tahtalardan yapılmış çirkin görüntülü bir dolap vardı, Uzun çekmeceleri olan.

Koridorun boyunca uzayan duvarlar somon sarısıydı. Belki üç dört yıl önce boyandığı için olsa gerek boya canlılığını yitirmiş, solgun duruyordu. Koridorun başlanıcındaki portmantoyu ve merdiven ayrımını saymazsak koridorun ferahlığını bozacak hiçbir yarıntı yoktu. Tek kişilik bir yatak bile atılabilecek, bir kompartımandan daha geniş güzel bir oda gibi kullanılabilirdi.

Benim ilgimi çeken yine koridorun ortalarına doğru, salona açılan girişteki resimlerdi. Annenin, babanın ve oğullarının yağlı boya portreleri. Anne ve babanınki benzese de oğlan çok benzemiyordu. Şu an on sekiz yaşında olmalı. Portre içildiğinde ise on dört, on beş. Üç küsur yıl ebeveynleri değiştirmese de ergeni hemen hemen bir genç adam yapmıştı.

14 Haziran 2011 Salı

güvenilmez

1. Eldivenlerini çıkartmadan gezen adamlara güvenme, parmak izlerini gizlemek istiyor olabilirler. Parmak izini gizleyen kişi her an suç işleyebilir.

2. İki lafından biri milliyetçilik olan kişilere güvenme. Her pisliği yapar; vatan için, derler.

3. Bir kız grubundaki en güzel üçüncü kıza güvenme. En güzel olamayacağının farkındadır ve bu ezikliği asla atlatamaz.

4. Çöp toplayıcıları ve kağıt toplayıcılara güvenme, gecenin görünmezleridir onlar.

5. Çilingirlere güvenme. Sebebini söylememe gerek yok sanırım.

6. Ekmekçilerin cinneti başka kimsenin cinnetine benzemez, tek seferde binlerce kişiyi öldürebilirler.

7. Sanal dünya temelli oyun oynayanlara güvenilmez, bu kişiler kendinden mutlu değildir.

8. Pazarda meyve alırken seçmeyen adama güvenilmez, meyve seçmeyen arkadaş ortak hiç seçemez.

9. Ramazan bayramına, şeker bayramı diyen kişilere güvenilmez. Dinde reform olmaz.

10. Durup dururken gülen, yüzünde gülümseme eksik olmayan insanlara güvenme. Neye güldüğünü asla bilemezsin. Ya sana yapacaklarına gülüyorsa?

11. Her gece haber izleyen insanlara güvenilmez. Neden izliyor acaba? Di mi?

12. Askerliğini yapmamış insanlara güvenemezsin. Haliyle kadınlara hiç güvenemezsin.

13. Reklamlar çıktığında kanal değiştirmeyen insanlara güvenemezsin. Kapitalizmin kölesidir onlar.

14. Kurban bayramında kurban kesmeyen insanlara güvenemezsin.

15. Kızılaya kan bağışlayan insanlara güvenemezsin. Acaba hangi günahlarından arınmaya çalışıyor.

16. Yılbaşında milli piyango bileti alıp hiçbir şey çıkmayan insanlara güvenilmez. Şansız adam güvenilmez olur, ona gelecek şansızlık gelir seni vurur.

17. Erken boşalan birine güvenemezsin. Zamanlama önemlidir.

18. Kol saati taşımayan insanlara güvenilmez. Zaman önemlidir. Zamanın değerini bilmeyen senin değerini hiç bilmez.

19. “Memleket neresi?” sorusuna İstanbul, Ankara gibi büyük şehir ismi veren kişilere güvenilmez. Sanki dedesi başka yerden göçmedi. Geçmişine sahip çıkmayanın bugününden hayır gelmez.

20. Solaklara güvenilmez, dünya sağlaklar içindir. Solaklar hırs yapar, hırs kötü sonuçlara yol açar.

21. Yazlıkçılara güvenilmez. Akıllı adam yazlık mı alır?

22. Klasikleri okumamış adama güvenilmez. Adı üzerinde klasikler. Okumak lazım.

23. Buzdolabında sebzesi meyvesi bozulan insana güvenilmez. Bunlar kadir kıymet bilmez.

24. Buluşma yerine vaktinden önce gelen insanlara güven olmaz. Bunların boş zamanı çoktur ve boş zamanlarını fesatlıkla geçirirler.

25. Tikli insanlara güvenilmez. Tik ne ya? Nasıl güveneyim?

26. Sessiz sessiz gülen insanlara güvenilmez. Sinsilik belirtisidir.

27. Hayvan sever insana güvenilmez, ne malum yarın hayvanı senden daha çok sevmeyeceği?

28. Saçlarını kazıtan insanlara güvenme. Olay mahalline saçlarını bırakmaktan kaçıyor olabilirler.

29. Çayını şekersiz içenlere güvenme. Şeker zihni, beyni çalıştırır. Şekerden kesilmez.

30. Güzellik uzmanlarına güvenilmez, önemli olan iç güzelliğidir.

31. Gümrükte çalışanlara güvenilmez, sebebi aşikar sanırım.

32. Misafirine sallama çay ikram eden ev sahibine güvenilmez. Çayı böyle yapan yemeği nasıl yapar kim bilir?

33.

hastane odası

Güneşi direk almasa da oda çok aydınlık. Bunun nedenini ise bilemiyorum. Zaten heyecanlı, şaşkın, üzgün, mutlu, umutlu ve gerginim. Odanın içinde iki tane yatak var ve iki yatağın da ortasında bir perde. Perde beyaz, duvarlar açık renk, yerlere döşenmiş kalebodurlar da beyaz ve üzerinde küçük canlı renklerle döşenmiş taşlar motifli. Odanın sonundaki yatağın hizasında küçük bir televizyon var onun bile rengi beyaza yakın metal. Odada karanlık tek şey yatakların başında duran makinelerin siyah ekranları.

Siyah ekranda basamak basamak döşenmiş istatistikler var. Kalp ritmi gibi duruyor biri, sanırım bir başkası nabız, en alttaki tansiyon ve birkaç tanesinin manasını bilemiyorum belki de bilmekten korktuğumdan soramıyorum.

Yatakların ayak hizasındaki duvara monte edilmiş metal bir aparat var. Hasta dosyaları orada duruyor, dosya kapakları açık ama soluk bir mavi. İçindeki kağıtlar beyaz ve mavi tükenmez kalemle doldurulmuş, anlaşılamayan yazılarla dolu. O aparatın tam altında da tekerlekli bir masa duruyor. Hastalar yemek yerken o masa yatağın yanına çekiliyor. Güzel alet.

Odanın hemen girişinde sağdaki açılan kapıdan bahsetmedim. Tuvalet ve banyo orası, kapıyı hiç açmasam da öyle olduğunu biliyorum. O kapının üstünde de klima var. Duvara gömülü olduğu için sadece hava üflediği kısmı gözüküyor.

kötü özelliklerim

Küfürbazlığımı ortanca dayımda almışım. Adam hayatı boyunca uluorta küfürler savurdu ama başı hiç belaya girmedi. Gözümün önünde polislere bile küfretti ama kolluk dayımdan korktu; duymamazlıktan geldi sonra da ortamdan tüydü. Ben de zamansızca ve amansızca küfürler ettim ama hep başım belaya girdi. Ya dayak, ya da ettiğim küfrün mislisini yedim. Küfretmek cesaret işiymiş onu anladım. Cesaret ne kadar iyi bir özellik tartışılır ama eğer küfrediyorsan cesur olacaksın. Karşındaki; bu küfreden adam daha da ileri gider, kavgaya da girer, ben bulaşmayım; diye düşünmeli. İşte ortanca dayım her ağzını açtığında, her küfründe, karşısındaki bu enerjiyi verir. Ben veremem ihale bana kalır.

Yalancılığımı Nevriye teyzemden almışım. Yalanın tarihini her gün yeniden yazar. Yaşayan efsanedir. Nevriye teyzeme dünya da denk birkaç insan vardır; Picasso, Goethe, Beethoven, Maradona… Teyzemin şansızlığı dar ve kapalı bir çevrede yaşaması o kadar; bir de şan, şöhrette gözü yok. Tanınırsa ona ekmek yok onun farkında.

Öyle yalan söyler ki; tereddütsüz inanırsın. Birçok kez gördüğüm, bildiğim konularda öyle yalanlar söyledi ki; ben gördüğümden, bildiğimden şüphe edip teyzeme inandım. Sanılmasın ki beni saf buldu kandırıyor, herkesi kandırır. Hayatı boyunca bir gün bile çalışmadığı halde annesi, işsiz kocası ve iki oğlunun geçimini sağladı. Bakkala bir kez para verir, yirmi kez alışveriş yapar. Canı et mi istedi, bilmediği bir mahalleye gider, kasapla konuşur; ağzından girer, burnundan çıkar akşam tüm sülale kuzu yeriz.

Teyzem yalanlarına inanır. Ben de yalan söylerim ama mumum yatsıya kadar dahi yanmazken; Nevriye teyzem ise dibine ışık verir. Eğer biri gözlerinizin içine bakarak “biz aslında uzaylıyız, burası Mars” derse ve içinizi önce bir şüphe sarıp, sonra “kadın haklı” diye içinizden geçirirseniz o Nevriye teyzemdir. Tamam, sizi kandırmış olabilir ama olaya iyi yönden bakın, bir efsane ile konuştunuz.

Hırsızlığı da büyük dayımdan öğrendim. Sülalenin tek hırsızıdır – ben hırsız sayılmam, beceremedim- ve sabıkası tertemizdir; karakolun yerini bilmez. Çok sessizdir, nefes alırken bile ses çıkartmaz. Yengem kaç kez uyurken öldü sanmış da yaygarayı kopartmış; dayım da yengemi dövüp uyumaya devam etmiş. Küçük elleri vardır mesela, kadın elleri gibi uzundur parmakları. Hırsızlık için doğmuştur dayım. Cepçilik de yapar, kapkaç da, ev de soyar. Çoğu kez misafirliğe gittiği evin yan dairesini soyar ve bunu kimse anlamaz. Çalma hastalığı - kletpmani – falan da yoktur. Bilakis bir cerrah kadar dikkatlidir, kontrollüdür.

“ Dayı şu işi bana öğretsene” dedim. “ Olur ama benden nutuk falan bekleme, sadece izle” dedi. Kıçında dört ay geçirdim. “ Gençliğin hapishanede geçecek, başka iş bul” diyerek kovaladı beni. Şimdi hırsız değilim. Ufak tefek bazen; hobi olarak.

Diyeceksin tüm kötü özellikleri anne tarafından mı aldın, bildiğim kadarı ile “evet”. Babam belli değil benim.

12 Haziran 2011 Pazar

pazartesi - sosyal paylaşım siteleri

Evde oturmuşum ayağımı izlerken birden içeri kıvırcık saçlı uzunca zayıf bir adam girdi ve kırık bir türkçe ile“ efendim adınıza sahte facebook ve twitter hesabı almışlar” dedi, pazartesikolikler. “Sen kimsin lan kıvırcık?” dedim. “ mark zuckerberg” dedi. Sonra benim gözüm dönmüş, kendime geldiğimde adamcağız şöminenin içinde bacaya tırmanmaya çalışıyor, beceremiyordu.

  • Tai masajı bilmeli, kimono yakışmalı.
  • Salata gelmeden yarım saat önce sebzeleri çıkartarak salatanın sofraya ılık gelmesini sağlamalı.
  • Benden paranın satın alamayacağı şeyler istememeli
  • Saçma sapan konuştuğunda Türkçe esnek bir dil bahanesine sığınmamalı.
  • Ensemi ıssırmamalı

Adam haklıymış pazartesi müptelaları. Gerçekten de adıma sosyal paylaşım sitelerine üye olunmuş. Ama benim böyle bir ortama girmeyeceğimi bildiğinizden sanırım kimse ne facebookta arkadaşlık teklif etmiş ne de twitterde bir tane takipçim var.

10 Haziran 2011 Cuma

benzetme

· Bumerang gibisin, doğru atsam her seferinde bana geleceksin ama ben atmayı bilmiyorum. Tuğla gibi gidiyorsun.

· Zaman öldürmek için tanımlar üzerine tartışan bir filozof gibisin. Zamanı kimse senin kadar iyi öldüremez.

· Seçim otobüsleri gibisin. Sadece kuru gürültü.

· Eskisi kadar neşeli değilsin. Örümcek ağı tutmuş bir dönme dolap gibisin.

· Hapşırırken bile burnunu tutar. Öyle adrenalin bağımlısıdır. Hamiş: hapşırırken burnunu tutarsan ölebilirsin.

· Eski kelimeleri kullanmayı matah bir şey sanan bir müşkülpesenttir

· Ölmüş akrabalarının ailelerini, merhumun doğum gününde sadece hatırlatmak için arayan birine güvenemem.

· Alışveriş merkezindeki türbe olmaz.

· Sırf aklına gelen özlü sözü söylemek için anlatacaklarından vazgeçerek farklı bir şey söyleyenlerden korkmam.

· Trafik kazasında ölenlere doğal afetlerde ölenlerden daha çok üzülürüm. Sanki birincisi ecel gibi gelmiyor bana.

· Hastaneye her gittiğinde diyetisyenin önünden geçen bir sıfır bendendi. Kıskanılmayı çok severdi.

· Özel bir yeteneği olmadığı için her gece annesine küfrederek uyuyan ergen gibisin.

· Her mağlubiyetinden şeytanı sorumlu tutan bir adamla anlaşma yapılmaz.

· Cinayet işledikten sonra sıçan bir seri katil gibisin. DNA’nın sistemde olmadığına o kadar eminsin.

· Bardağın hep dolu tarafını gören adamlardansın, sırf hava olsun diye kendine pesimist diyorsun.

· Ferdi’ci babanın Pantera’cı oğlusun.

Alışveriş Merkezindeki Türbe

Alışveriş merkezinin içinde türbe var. Şaşırıyorum ama o kadar da çok şaşırmıyorum. Sabo hep beni farklı yerlere götürür. Bu en acayibi ama. İçeri girelim, diyor. Yok, diyorum ama dinlemiyor bir şekilde beni içeri sokuyor. Sabo bildim bileli böyledir, bana istediğini yaptırır, tabağımdaki son dolmayı alır yer, kızamam.
İçeri giriyoruz, tabi önce ayakkabılarımızı çıkartıyoruz. Türbede resmi olan sakallı yaşlı adam içerideki yatakta yatıyor. Boyu en az iki metre on santim olmalı, kırlaşmış sakalları ise yarım metre. Başında el örgüsü, kahverengi bir takke var. Ölü gibi yatıyor ama ölü gibi değil. Yatağının yanında kocaman bir yorgan var. Yorgana basmadan kenardan geçip Sabo’nun otur dediği yastıkların oraya geçiyorum. Kırmızı, sert, rahatsız yastıklar. Ortam da çıt çıkmıyor. Sessizliğe ben de uyum sağlıyorum.
Sabo yanıma oturuyor, yüzünde bir gülümseme var. Türbedeyiz ama ikimizin de aklında dua etmek yok. Sessizliği yerdeki kocaman yorganın açılması bozuyor. Yorganın altında yedi sekiz tane çekik gözlü çıkıyor. Japon mudur, Tatar mıdır, Çinli midir hiçbir fikrim yok ama hepsi de Ninja gibi duruyor. Sabo’ya bakıyorum, “ Nasıl ya? Ben bu yorgana basıp geçmedim mi? Bu adamlar orada nasıl durdu?”. Sabo gülüyor, yüzünde şaşkınlık yok. Demek ki çekik gözlüleri biliyor. “ Sen yorganın yanından geçtin, ondan üzerlerine basmadın” diyor. Ninjamsılar yorganın içinden çıktılar, dikildiler, hepsinin üzerinde beyaz bir entari var. Ayağa kalktıklarında dikkat ediyorum da hepsi kısa adamların, beni şaşırtmaktan memnun gibiler.
“ Bu ne ya Sabo?” diyorum, " Kim bu adamlar?”. Adamların Türkî Cumhuriyetlerden geldiğini, özel bir görevleri olduğunu söylüyor Sabo. Özel görev ne diye sormuyorum. Ortam öyle acayip ki bilmek istemiyorum. Bilirim başım ağrır, bilmesem daha iyi diye bir his çöküyor üstüme. Türkî Ninjalarla müslümanca selamlaşıyoruz; Selamın aleyküm, Aleyküm selam. Arkalarındaki camda insanların biriktiğini söylüyor biri. İstediklerini verelim de defolup gitsinler diyor en uzun olan. Ninjalar entarilerini çıkartıyorlar. Anadan üryanlar ve cama arkalarını dönüp kadın gibi hareketler yapıyorlar. Kıçlarını sallıyorlar elleri ile penislerini saklayıp öpücük atıyorlar. Bu işlem bir iki dakika sürüyor. Şaşkın şaşkın izliyorum. Saboya bakıyorum onunda yüzünde bir mahcubiyet var. Kaç yıldır tanıdığım Sabo’yu ilk kez mahcup görüyorum, en az camdan soyunana Türkî Ninjalar kadar ilgimi çekiyor görüntü. Nasıl bir yer burası ya? Bunlar ne? Bunlar bu koca yorganda kesin sabaha kadar sevişiyorlardır yedisi sekizi birden.
“ Sabo burası neresi? Neden beni buraya getirdin?” diyorum. “Hadi çıkalım” diyor. Kalkıyoruz, girdiğimiz gibi saygıyla, sessizce önce türbe benzeri dükkânı, sonra alışveriş merkezini terk ediyoruz. Ben bir yalan uydurup gördüğüm ilk dolmuşa biniyorum ve Sabo’dan ayrılıyorum. Beni hep Sabo arar buluşurduk, artık Sabo aramıyor.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Dindar polis

Sağ elinde bıçak, sol elinde ise bir erkek çocuğu vardı. “Yaklaşmayın keserim! Daha öncede öldürdüm, yine öldürürüm!” diye bağırıyor, tehditler savuruyordu.

Arkasında duvar vardı, sağı, solu tutulmuştu; önünde ise kırklı yaşlarını aşmış, saçlarını tepesi dökülmüş geri kalanı ise seyrelmiş ve terden sırılsıklam olmuş bir polis vardı. Birkaç adım daha yaklaştı ve “ Arkadaşım yapma!” dedi. Sesi soğuk değildi ama içten de değildi. Dümdüz bir ses tonu, empatinin zerresini taşımayan.

Silahını indirdi ve arkasındaki polis arkadaşına verdi.

“ Silahımı bıraktım ama sağına soluna bak. Kaçamazsın. Buradan iki türlü çıkışın olacak. Ya çocuğu bırakırsın ya da ölürsün. Çocuğunun kılına zarar verirsen yine ölürsün. Şimdi sana bir şans vereceğim. Yani bir hayat şansı, ömrünün son anına kadar hapishanede geçireceksin ama yaşayacaksın. Eğer şu ana kadar işlediğin günahlar için Allah’tan af dilersen inanıyorum ki affedecektir”

“ Çok insan öldürdüm. Beni Allah affetmez”

“ Nerden biliyorsun? Sen kimsin de bunu biliyorsun! Bak şu an elinde bir çocuk var ve onun hayatını kurtarabilirsin. Bir insanı kurtaran tüm insanlığı kurtarmış gibi olur, Allah bunu görecek ve seni affedecektir. Sana yemin ediyorum, her gece senin için, senin affedilmen için bende dua edeceğim. Şimdi bıçağı yere at, çocuğu bırak. Şu an yeni hayatının başlangıcı olsun”

game project 1 -saylır

Eş seçme ve soy devamı oyunu

Ya da karşısındakinin özelliğini alan bir mutant. Tabi kendisi ile ortamalası.

Oyun karakter seçimi ile başlıyor. Kız ya da erkek karakteri seçiyorsun. Bunun önemi şu ilerleyen kısımda da o cinsiyette devam edeceksin.

Skills, yetenekler, özellikler… bu tarz şeyler olacak. “zeka, çekicilik, dış görünüş, özgüven gibi….

Sistem milat ile başlayacak. 2000 li yıllarda bitecek.

Oyun mantığı basit, evleneceğin kişiyi ve geliştireceğin yeteneği seçiyorsun. Ömrün sonuna kadar o yeteneği geliştiriyorsun ve doğan çocuğun senin geliştirdiğin yetenek ve eşinle senin yeteneklerinin ortalaması olarak gelişiyor. Her ömür 60- 80 yıl arası sürecek.

Biz “A” kişiyiz ve karşımızda nesle göre 4 ve 9 arasında seçenek çıkacak. Bu adaylardan kendimize eş olarak istediğimizi seçeceğiz ama bizim istediğimiz bizi isteyecek diye bir durum yok. Dış görünüşümüz düşükse iyi çok iyi dış görünüşü olan bir kişi bizi reddedecektir. Yine zekamız düşükse yüksek zekalı bir eşin bizi seçme ihtimali yoktur. Reddedildiğimiz zaman özgüvenimiz düşecek ve otomatik olarak karşımızdaki eş sayısı da düşecektir. Doğru karar karakterin gelişmesini sağlar.

Karakter gelişir de ne olur? Basamak basamak statü kazanır karakter. Zekası 10 olan kişi esnaf olur, zekası 50 olan kişi mühendis, 70 olan kişi bilim adamı, 100 olan ise dahi.

Güzelliği 30 olan kişi tezgahtar, 50 olan kişi fuar hostesi, 80 olan kişi top model…

Tabiî ki karakter edindiği statünün üstünü göremeyecek ve bir üst statüye merak ile ulaşmaya çalışacak.

Çekicilik

1

2

3

4 figüran

5

6

7 reklam oyuncusu

8 dizi oyuncusu

9 en iyi yardımcı oyuncu

10 sinema yıldızı

Zeka

1 çırak

2

3

4

5 mühendis

6

7 bilim adamı

8

9

10 dahi

Güzellik

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

“”” Görev başarı ile tamamlandı, istersen hayatının geri kalanını bir doktor olarak devam ettirebilirsin”””””

Ya da: insanlığın içine sızmakla görevli bir uzaylısın. Her kurbanın özelliklerini alarak insanlar içinde statü atlıyorsun. Amacın dünyayı yönetmek.

7 Haziran 2011 Salı

kulaklarım çınlıyor

Kulakların çınlıyor bu aralar. Kim bilir kimler anıyor beni. Hem kimse iyi anmaz ki, kim bilir kimler sövüyor bana, anama, ecdadıma...

5 Haziran 2011 Pazar

pazartesi - polen alerjim

Her beşeri gibi benimde kusurlarım var pazartesi müptelaları, polen alerji. Bahar geldiği zaman hapşururum, gözlerim kaşınır ve vücudum gerginleşir. Mamafih bu sene bahar bitti yaz geldi bende bir değişiklik yok, bağışıklık sistemim yine kendini aştı, alerjiyi yenmişim sanmıştım ki durum öyle değilmiş.

  • Takip edilmekten korkmalı.
  • Her organizasyonda ön sıradan sıkışık olmayan bir yerden bilet bulabilmeli.
  • Gözlerini kısarak baktığında çocukları korkutabilmeli.
  • Korsan kitap almamalı.
  • Duymamazlıktan gelişi çok iyi olmalı, karşısındaki gerçekten duymadığını düşünmeli.


Kendilerine mutluluk hareketi ismini veren bir grup deli, evimin çevresindeki tüm ağaçları, çiçekleri kopartmış, ben öfkeden delirmeyeyim diye yerlerine birebir plastik kopyalarını koymuş. Bu sayede de beni polenden korumuşlar. Onlara diyecek bir çift sözüm var. Aferin.

2 Haziran 2011 Perşembe

Hissetmedim

Sonra sabah kalktım işe gittim, geldim; hiçbir farklılık hissetmedim.

Öyle bir hafta geçti, ben yine bir farklılık hissetmedim.

Kimileri hissetmiş, ama ben hissetmedim.

Tüm kediler ölmüş ama ben hiç hissetmedim.

Hem öyle her yeri fareler de basmadı.

Bastıysa da, ben hissetmedim.

1 Haziran 2011 Çarşamba

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 15

Herkes hayattan adalet ister ama hayat kimseye adil davranmaz. Şirket olarak bu programımızda bu önermeyi temel alıyoruz. Müstakbel eşiniz de bugüne kadar sayısız haksızlığa uğramış; birçok kez ezilmiş, hor görülmüştür; her insan gibi… Ve yine her insan gibi hayattan dileği adalettir. Kendisine adaleti veren bir adama hangi kadın hayır diyebilir?

Profesyonel araştırmacı kadromuz kısa ve yoğun bir çalışma ile sevgilinizin hayatını araştıracak ve bugüne kadar uğradığı haksızlıkları tespit edecektir. Bunu da uzman kadromuz bu gizli bir şekilde eş adayınızın hayatına; gerek bir kanka, gerek otobüsteki yaşlı bir teyze, gerekse musluk tamircisi olarak girip; uğradığı haksızlıklardan en çok kalbini deşen, canını yakanları tespit ederek size rapor olarak sunacaktır.

Programımızın bundan sonraki kısmını ise şirketimizin intikam tugayı olarak adlandırdığım uzman ekibimiz gerçekleştirecektir. Potansiyel hayat arkadaşınızın canını yakan kişilerden intikamlar alacağız. Aldığımız her intikamı da siz almış gibi göstereceğiz. Aldığımız her intikamdan sonra sevgilinizin yanına bir kahraman olarak gideceksiniz.

Gecikmiş olsa da hayatında adalet sağlanması sevgilinizi mutlu edecek, adaleti sağlayan sizi de onun gözünde kahraman edecektir. Bundan sonra yapılmanız gereken ise basit. Bir tektaş alıp sevgilinize evlilik teklif etmek. Eğer isterseniz yıllarca unutulmaz muhteşem bir evlilik teklifini de şirket olarak planlıyor ve uyguluyoruz.