30 Nisan 2011 Cumartesi

neden öldürdün?

" Söyle bakalım neden öldürdün?"

" Keyif için. Bıçağı alırsın ve kalbe batırırsın. Kalp atmaya devam eder. Bıçağın sapında kalbin atışını hissedersin. Sonra kanamaya başlar, elin kan olur. Sıcak kan. O sıcak kan yaşadığını hissettirir sana. Adamın gözlerine bakarsın. Gözlerinin tam içine. Sana yalvarır gibi bakar. Hala yaşama umudu vardır ama yanılır, ölecektir. Onun öleceğine ben karar vermişimdir. Gözlerine birkaç saniye daha bakarsın. Umudunu kaybedişini görürsün. Sonra göz bebekleri yavaşça büyür ve kalbi durur. Artık bıçağın sapında kalbin atışı hissetmezsin. Hayatta bu meydan okumanın verdiği keyfi hiçbir şey vermez."

29 Nisan 2011 Cuma

Zeynep’in mutfak cinayetleri

fotoroman projesi:

Geniş ve aydınlık bir mutfakta çekilecek kısa bir fotoroman fikri. Zeynep abla mutfaktadır ve evine gelecek misafirlere yemek yapacaktır. Şık bir mutfak önlüğü ve güzel taranmış saçları ve yüzünde gülümsemesi ile ev kadını rolündedir.

Geri kalan akraba ise misafirliğe gelenler rolünde olacak; hatta herkes kendini oynayacak. Abartılı makyaj ve farklı kıyafetlere gerek yok. Sadece bol miktarda kan yerine geçecek salça kullanılacağından kirlenmesinde sakınca görmeyecekleri kıyafetler seçmeleri daha uygun olur.

Zeynep abla mutfakta yemek yaparken misafirler sırası ile mutfağa girer ve

* yemekte ne var abla?
* kısır yapmadın mı?
* böreği çok yapmışsın
* kıymalı börek yasaydın keşke
* şunun tarfini versene
* abla böreğin göbeğini menin tabağa koysana

Gibi bir şeyler söyler ve Zeynep abla cinnet geçirip mutfak gereçleri ile konuşanları öldürür.

Çekimlerde devamlılık önemli unsur olacak. İlk planda öldürülen kişi son ana kadar öldüğü yerde sabit bekleyecek. 11 kişi mutfağa gelse ve 4’er fotodan 44 cinayet fotosu çekilse toplam mutfak çekimi bir saati biraz geçebilir. Ondandır ki; sebatı yüksek ve oyuncu ilk öldürürlür...

Cinayetler bitince; son sahnede bir masa etrafında toplanılır ve zehnep abla ayakta biz masada yemek yeriz ve hep bir ağızdan “ eline sağlık çok güzel olmuş” deriz “ zeynep apla da “ afiye olsun” der ve biter

28 Nisan 2011 Perşembe

mekan tasvir - bekar odası

Küçücük evde ona da küçük bir oda düşmüştü. Hepi topu birkaç metre karelelik bir oda. Pek eşyası yoktu. Ders çalışması için bir masa, bir sandalye. Küçük bir yatak ve yerde bir şilte. Ne bilgisayarı ne de televizyonu vardı. Kıyafetlerini koyacak bir dolabı bile olmadığı için kapağını açtığı bavulunda duruyordu kıyafetleri.

Bavulun içindeki iki üç tane pantolon, birkaç tişört ve kazak vardı. Kapısının arkasına çakılmış üç uzun çivide de gömlekleri asılıydı. Tüm kıyafetleri temiz ve ütülenmişti. Kapının solundaki prizin hemen altında eskimiş, beyaz bir ütü yapayanlız duruyordu. Prize ise eski bir kasetçalar takılıydı. Araba teyplerine benzeyen kasetçalara iki yumruk kadar hoperlör siyah ince iki kablo ile bağlıydı.

Masasının sol üstünde defterleri, sağ üstünde ise kitapları üst üste duruyordu. Kitaplarının bir kısmı ise masasının sağ arka ayağının yanında üst üste duruyordu.kalem kutusu yoktu ondan ki kalemleri deftelerin yanında dağınık şekilde duruyordu. Zaten odasındaki sayılı dağınıklıklar kalemlerinin gelişigüzel duruşu ve şiltesinin üzerindeki kumaşın haliydi. Odasındaki her şey düzgündü. Yorganını yatağının üzerine sermese de katlayıp yatağının ucuna her zaman koyuyordu.

27 Nisan 2011 Çarşamba

mekan tasvir - halısaha

İlk karşıma çıkan ilk kapıyı itmeme rağmen kapının direndiğini gördüm. Zaten hiç bilmediğim bir mekana ilk kez girmek benim için zordu, kapının manasız direnmesi tadımı az da olsa kaçırmıştı. Hem yağmur da yağıyordu...

Kapıyı çekip açtım iki adım daha içeri girince karşıma diğer kağı çıktı bunu de ittim ama bu da açılmadı, ilk kapıdan edindiğim tecrübe ile kapıyı çekerek içeri girdim. Tavan çok basıktı. İki metre boyu olan biri bu basıklığı benden daha çok hissedeceği emindim ama ben oldum olası basık mekanları sevemedim.

İkişerli dizilmiş dört tane plastik masa vardı. Yerler beyaz kalebodurlarla kaplanmıştı ve kalebodurların arası simsiyahtı. Herkesin ayakkabıları ile girdiği bir mekanda bu çok doğaldı. Sol tarafa açılan iki kapı vardı. İlk kapı kötü dekore edilmiş bir yönetici odası gibiydi. Diğer oda ise halısahaya gelenlerin maça hazırlandığı soyunma odasıydı. Odanın önünde bir duvar vardı ki masaların oraya oturanlar soyunanları görmesin.

Geniş salonun sağ kısmında çay ocağı vardı. Üzerinde A4 kağıda bilgisayardan çıkartılmış “ lütfen içtiğinizi ödeyiniz” yazıyordu. Çay ocağının karşısında ise bir üzerinde telefon birkaç bloknot ve takvimin bulunduğu bir masa vardı.

Plastik masaların yanlarında o çirkin hemen herkesin sahip olduğu olduğu plastik sandalyelerden değil de demir ve rahatsız sandalyeler vardı. O sandalyelerden birine oturup camdan dışarı baktım. Camın dışarısı demirlerle korunuyordu ki; gelecek isabetsiz bir şut camı kırmasın. Camdan dışarı baktığımda manzara ise süperdi. Halısahanın kalesi hemen önümüdeydi. Camdan elimi uzatsam üst direğe dokunabilirdim.

Mekandan çıkarken ilk kapının sağında sekiz adamın fotoğrafı dikkatimi çekti. Muhtemelen bu derneğin eski başkanlarıydı. Hepsi erkekti, hepsi orta yaşın üzerindeydi ve hiçbiri yakışıklı sayılmazdı.

biraz da benzetme

• Bir japon balığı kadar hürsün.

• Kalecisi sakatlanmış bir teknik direktör gibiyim; üstelik oyuncu değiştirme hakkımda kalmamış.

• Senin yaptığın nefesini tutarak intihar etmeye benziyor.

• Menepozlu anasından uzun saçları olması ile övünen ergen gibisin.

• Diş çektirirken dişçinin gözüne bakan tiplerdendir

• Dolgu yaptırırken dişçinin gözüne bakan tiplerdendir.

• Sadece dişçiye gitmeden önce dişini fırçalayan adamlardandı.

• Kendimi çıplaklar kampında ilkokul öğretmeniyle rastlaşmış kadar şansız hissediyorum.

26 Nisan 2011 Salı

Mutlu adımlar zayıflama merkezi

İnsan midesini üşütünce kusar ve yemek yiyemez hale gelir. Kuracağımız zayıflama merkezinde bu sistem ile kilo sorunu olan müşterilerimizi zayıflatacağız. Tedavi yöndemimiz basit ve etkili. Midelerine midelerine soğuğu dayayacağız.

şaplak üzerine

Sevişme esnasında kıça atılacak şaplaklar önemlidir
1 şaplak olmaz, 2 şaplak eyreti kalır amaca hizme etmez. 3 – 5 arası iyidir. 6 fazla olur, 7 de tadı kaçar... 8’i hiç deneyemedim.. hayalim 11 şaplak:P

seni seviyorum

...........................
“ Seni seviyorum”
Tedirgin birkaç saniye ve derin bir sessizlik ve
“ Gitme ya da intihar etme...”
“ Ne saçmalıyorsun? Ne gitmesi ne intiharı?”
“ Birbirimizi ne kadardır tanıyoruz? Sekiz yıl sanırım. İlk kez bana ‘seni seviyorum ’u ben sana söylemeden söyledin. Bu bir veda. Bunu anlamayacağımı mı sandın? Sakın gitme ve sakın ölme... Atlatabiliriz.

pazartesi - sabah sporu

Gücümün karşılığı olan riskleri ben ilk günden benimsedim Pazartesi sevdalıları. Ben büyüdükçe risklerde büyüdü. Ama çarşamba günü ilk kez bu kadar büyük bir tehlike yaşadım. Sabah yine biraz geç kalktıktan sonra spor yapan şişko teyzeleri izleyeyim de biraz neşem yerine gelsin diye parka gittim. Banka yayılıp kendime sesli sesli gülerken bir anda suikast girişimi ile karşı karşıya kaldım.

*hesap makineli saati olmalı
*planlı programsız olmalı.
*bahçe işlerinden anlamalı.
*şehirler arası yollarda araba kullanmayı sevmeli.
*nükleer enerji taraftarı olmalı

Güney yönünden yaklaşık bin tane çıplak adam üzerime doğru koşmaya başladı. Amaçları benim göz zevkimi bozup, zihnimde tahripe yol açmak. Ben hemen gözlerimi kapatıp, cenin pozisyonu alıp, bağıra bağıra “Ölürüm Türkiye’m”’i söylüyordum ki, sabah sporu yapan şişko teyzeler adamları dövdüler ve üzerlerini örttüler. Daha sonra beni omuzlarına aldılar ve eve kadar “Baş koymuşum Türkiyem’in yoluna”’yı söyleyerek bıraktılar.

yerel - genel

Yazar her ne kadar uluslararası olmak, yazdıklarını tüm dünyadaki edebiyat severlere ulaştımak istese de okuyucu her zaman yereldir. Okuduğu romanda kendisinden bir şeyler bulmak istediği gibi, çevresinden, ülkesinden de bir şeyler bulmak ister.
Okuyucu ister istemez kendi dilindeki insan isimlerine yatkındır. Okuduğu romandaki yabancı menşeili isimler okuyucunun romanı içselleştirmesine engel teşkil edebilir.
Bundan dolayı yazacağım romandaki karakterleri mekanları türk tutacağım. Ama kitabım hangi dile çevrilirse karakterlere o dil de isim verebilirim. Mekan konusunda da esnek davranmak romana bir şey kaybettirmez. İstanbuldaki bir boğaz turu ile ilgili kısım Mısırlılara, Mısır’da bir Nil turu; İtalyanlara ,italya’da bir venedik turu olarak okutulabilir.

pazartesi - ihtiyatlı olmam gerek

Ya hafızamı kaybedersem pazartesimania müttelaları? O zaman dünya ne hale gelir hiç düşündünüz mü? Beni gören her kadın “sen sevgilimdin”, “sen kocamdım”, “senin metresindim”, “biz bi kere sevişmiştik” diyerek beni kandırmaya ve beni elde etmeye çalışmaz mı? İşte bu riske karşı bir dizi önlem aldım.

*hanım bir su kap da içeyim dediğimde bardağımın üstüne küçük bir şemsiye koymalı.
*istifa mektubunu cebinde taşımalı.
*bir zamanlar fırtınalar estirmiş olmalı.
*gecenin köründe beni uyandırıp, “İlham geldi mi bey?” diye sormalı



Öncelikle her tv kanalına hayatımı anlatan belgeseller çektireceğim ve sıra ile her gün tv de yayınlanmasını şart koşacağım. İkinci önlem olarak da seviştiğim kadınları damgalayacağım ki kimse o hafızasız halimden faydalanmaya kalmasın ya da insan sevdiğine kıyamaz, sevişmediklerimi mi damgalasam ki?... ihtiyatlı olmak gerekli pazartesikolikler. İçinizdeki şeytanın çıkmasına ben sebep olmayayım.

pazartesi - akademik çevreler

Bir haftadır filozoflara taktım pazartesikolikler. Birçok sıfatım var “ üstüninsan, alemin kralı, dayanılmaz, karşıkonulmaz, iq üst sınırı....” gibi. Ama kimse bana filozof demiyor. Aslında varoluş hakkında birçok tez de üretmiştim, saçlarım dağınık garip bakışlar fırlattığım bir sürü fotoğrafım da mevcut. Neden bu akedemik sınıf beni çekemiyor, cinsel hayatları olmadığından olabilir mi? Ama ben artık çekiciliğimle anılmak istemiyorum.

*Tellaklık tecrübesi olmalı.
*pişmanlık duygusu gelişmiş olmalı.
*kendisini kaşımamı istememeli.
*ölmüş kişilerle öldükten sonra kavga etmenin hayalini kurmalı.
*yolda birileri fotograf çekilirken kafasını kadraja sokup fotoğrafa müdahil olmalı

Oksforda, cambiriçe, sütçü imam üniversitesine ve çankırı karatekin yüksek okuluna sadece adımın yazdığı birer mail gönderdim. Bakalm boşluğu nasıl dolduracaklar? Acaba birkaç üniversite kapatsam gözleri korkar mı?

haz hakkında birkaç şey

1. “Hiç hazetmediğim hareketler bunlar”, dedi. “Neler” dedim? “Bunlar” dedi.
2. Besmelesiz başladığın her hazzına şeytan ortak olur, dedi. Nikahlı karımla sevişirken de mi?, dedim. Ne yazık ki, dedi.
3. Küçükken 3 şeyden haz alırdım, futbol, yemek yemek ve televizyon. İkisi gitti sadece yemek yemek kaldı.
4. ‘Haz’, ‘hazretleri’ kelimesinin kökü olabilir aslında. Hazretleri kelimesi saygıyla beraber sevgiyi de muhteva etmekte.
5. Haziranda hazır yemek hazetmiyorum Hazal.
6. Bir kız ismi olarak Hazal; bu dünyayı sev, eğlen, güzel bir ömür geçir, haz al.
7. Hedonizm, hazcılık; dünyaya zevk almak için gelmiş olma durumu. Ne çok yanlış, ne de tamamen doğru.
8. Hazin, hüzünlü demek, haz, zevk. Hazdan hazine bir in var.
9. En mutluluk verici ay hangisidir diye genel bir soru sorulsa haziranın en çok oyu alacağını düşünmüşümdür hep. Okullar tatil olur, yaz gelir, kızlar güzelleşir; tüm bu hadiseler haziranda başlar, eylülde biter. Haziran, haz iran.
10. Haz iran dan iranlılara gönderme yapacak kadar da kasmamalıyım durumu.

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

program 13


Kadınlar şefkatten hoşlanırlar ve kendilerine yapılan iyiliği kolay kolay unutmazlar. Zaten kendinisine yapılan iyiliği unutacak bir kadın ile evlenmeninde size bir faydası dokunmayacaktır. Planımız sizin için biraz zor biraz acı dolu olsa da başarılı olmasını garanti ediyoruz ama açık söylemek gerekirse kız arkadaşınızı eşek sudan gelinceye kadar döveceğiz.

Evet doğru duydunuz; sevgilinizi, müstakebel eşinizi iyice bir döveceğiz. Öncelikle kız akradaşınız ile bir randevu ayarlayacaksınız. Profesyonel dövüş sanatçısı arkadaşlarımız, kız arkadaşınız buluşmaya gelmeden hemen önce kendisine bir pusu kuracaklar ve Allah ne verdiyse girişecekler.

Uzman dövüş sanatçılarından oluşan kadromuz sevgilinizi öyle bir özenle dövecekler ki; gerekli bakım yapıldıktan sonra sevgiliniz de ne bir yara izi, ne de dayak yemekten oluşan bir sorun kalacak. Sevgilinizin darp edilişin son anlarında siz olaya müdahil olacak ve profesyonel dövüş sanatçılarından oluşan kadromuzu kovalayıp, sevgilinizi hasteneye kaldıracaksınız.

Sizin işiniz bu dakikadan sonra başlayacak. Sevgilinize sonsuz bir şefkat ile yaklaşmalı ve iyileşmesi konusunda yardımcı olmalısınız. Sevgiliniz sizinle beraber iyileşitikçe size bağlanacaktır. Daha sonra size düşen ise bir tektaş yüzük alıp romantik bi şekilde evlilik teklif etmek. İsterseniz şirket olarak bu organizyonu da üstleniyoruz.

düz adam

Çocukken, öğrenciyken en çok Haziranı severdim. Yaz gelirdi, dersler azalırdı, sonra okullar tatil olurdu. Şimdi okul bitti yine en çok Haziranı seviyorum. Günü gününe tatili müjdelemese de yazı müjdeliyor. Eskiden Eylülü sevmezdim; günlerin kısaldığını, okulların başlayacağını hissederdim; içim sıkılırdı. Şimdi ise Aralığı sevmiyorum; hem günler iyice kısalıyor, hem yeni bir yıla daha geçiyorum, bunalıyorum.

En çok tavşanları seviyorum. Küçük, munis, tatlı hayvanlar... Kimseye zararları dokunmaz, sorun çıkartmazlar, sessizdirler. Düzgün temizliğini yaptığınız zaman mis gibi de kokarlar. Hem tavşanı kim sevmez ki? Herkes sever. Yılanları ise sevmiyorum; hatta sevmemek bir yana korkuyor ve nefret de ediyorum. Öyle korkunç geliyorlar ki bana. Bir tanesi görsem sanırım nefesim tükenene kadar koşarak kaçar, arkama bile bakmam. Soğuk, çirkin, korkunç hayvanlar. Bir belgeselde bir yılanın tavşanı yuttuğu görmüştüm. Kötü her zaman olduğu gibi iyiye saldırıyor ve iyiyi yok ediyor, diye düşünmüştüm.

Çiçekleri ise her zaman sevdim. Küçükken bahçemizde güllerim, odamdaki saksıda ise aşk merdivenim vardı. Onları sulamak, sabah onlarla bir kaç kelime etmek, zamanı gelince onları budamak, onların topraklarını değiştirmeyi severdim. Şimdi bahçesiz bir evde yaşıyorum ve camımın kenarında yine bir aşk merdivenim var. Sabah ona selam vermeden evden çıktığım vaki değildir. Birbirimizi çok severiz.

Müzik de hayatımın bir değişmezidir. Ergenliğim pop müziğin ikinci dalgası denk gelmişti, Yonca Evcimikler, Tarkanlar, Hakan Pekerler; bayılırdım. Sonra Sezen Aksu, Fikret Kızılok, Nazan Öncel dinlemeye başladım. Şimdi ise biraz klasik müzik dinliyorum, biraz da eskilerden, ama müziksiz bir hayat düşünemem. Ne zaman bilgisayarımın başına geçsem ya da arabaya binsem, ilk işim müzik açmak olur.

Yemek yemeye de, yapmaya da bayılırım. Patates kızartması değişilmezimdir, keşke bir de kilo aldırtmasa. Sonra mantı için, yaprak sarması için yapamayacağım yoktur. Bir gün size bir biber dolması yapayım da hayatınız değişsin. İşte o kadar iddalıyımdır bu konuda. Çayı çok severim. Sabah kahvaltımda muhakkak olmalıdır. O ilk yudumun mideme doğru akışını ve beni ısıtmasına bayılırım. Gün içinde de içerim ama ikinci en önemli çay vaktim akşam yemeği sonrasıdır. Televizyonun karşısına geçtiğimde elimde çayım olmalı. Hem öyle paketten aldığım çayı direk içmem. Özel tomurcuklarla harmanlarım. Sallama çay ile ise aram pek yoktur. Anca bir yokluk durumunda katlanabilirim.

Televizyon izlemeye de bayılırım. Eskiden yarışma programlarının müptelasıydım, şimdi ise dizilerin. Haftanın dört gecesi doluyumdur; çok önemli bir şey olmazsa, elektirikler kesilmezse dizilerimi muhakkak izlerim. Haberleri de izlerim ama siyasi kısımları çok ilgimi çekmez, daha çok ülkede ve dünya da olan diğer gelişmelerle ilgilenirim. Ayıptır söylemesi reklamlara da bayırılım ama bunu herkese itiraf edemem. Bazen dizinin reklam dönüşünü kaçırmamak reklam izliyorum, derim ama işin aslı farklıdır. Reklamlar güzeldir.

İlişkilerimde ise hep aynı şeyi aradım. Sevilmeyi, saygı gösterilmeyi, ilgiyi, sadakati... Bazen buldum, bazen bulamadım. Eğer saygı duyulmazsam, aldatılırsam o ilişkiyi yürütmem ayrılırım. Sevgim anında bitmez tabi ama nasılsa bir süre sonra biter, her insan gibi.

Sevdiklerimle ve sevmediklerimle beraber düz bir insanım işte. Herkesin sevdiğini seviyor, sevmediğini sevmiyorum.

kalpazan saldırı

yarım yamalaklar...



Kalpazan saldırı...







Hırsızlar daha önce girdiklere eve tekrar tekrar girerler. Sebebi aşikar. Artık o evi tanıyorlardır.



-

İntikam hikayeleri



Dayak ve gasp



“beni dövdün bu yüzük senindir” der ve yüzüğü ona verir, sonra da polisi arayıp dayak yeyip gazpa uğradığını söyler.



-

Hırsıza komplo. Posta kutusundaki almaz, falan.





Ölmüş sevgilinin telesekreterine mesaj bırakmak



Sesini duymak için.





O hatta kontör yükleyip kapanmasını engellemek.





--

üvey kızım...

Bu bir intikam hikayesi değil. İntihar ile intikamın ilk iki hecesi aynı olduğundan belki de hep korkmuşumdur intikamdan. Hakkım yendiği zaman elbette hakkımı ararım ama maruz kaldığım kötülüklere asla kötülük ile cevap vermem. Bu iyi biri olduğumu göstermez; sadece intikam peşinde koşmadığımı gösterir. İntikam bana göre bir duygu değil.



-o-



Her çocuk anne ve babasının karışımıdır. Sevgilim, Gülhan’da tam anlamı ile öyle. Annesi kadar sevgi dolu, şefkatli, cana yakın ve fedakâr; babası kadar azimli, hırslı, başarılı ve güçlü. İkisi kadar zeki ve heyecanlı. İstediğim her şeye fazlası ile sahip; gencecik ve isyankâr.



Sevgilin annesi, Güldeste; bana aşkı ve hayatı öğreten ilk kadın; ilk karım. Bir bahar öğleden sonrası onu vişneçürüğü tişörtü ile gördüğümde işte hayatımın kadını demiştim; babasının şehri terk ettiği günün gecesinde deliksiz uyurken de evliliğimizin sonsuza kadar sürmeyeceğini tahmin etmiştim. Her şey tahmin ettiğim gibi gerçekleşti, Orhan hayatımıza girdi. Önce komşumuz, sonra Güldeste’nin iş arkadaşı oldu. Sonra da bir gece Güldeste “ Orhan’a aşık oluyorum ya bir şeyler yap ya da ayrılalım” dedi. Karım başkasını seviyorsa ve bunu bana açıkça söylüyorsa yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Ne ortak malımız, ne de çocuğumuz vardı, tek celsede boşandık. Boşandıktan sonra arkadaş kalabilirdik ama ikimizde bunu istemedik. Önemsiz bahaneler yaşadığımız şehri terk ettik. İkimiz için de en iyisi buydu.



Orhan ile Güldeste beraber mutlu olmuşlar ve şu an kalbimin atmasının yegane sebebi olan Gülhan’ı yetiştirmişler. Gülhan’ı tanısanız eski karım ve kocasının evlenmesinin ne kadar doğru bir karar olduğunu görürsünüz.




devamı gelmedi, belki gelir........

çiğdem belgeseli

çiğdemin lise arkadaşları ile facebook ile irtibata geçeceğim. daha sonra aralarında çiğdem belgeselinde konuşmak isteyenler ile arkadaşlarının istediği mekanda 5 - 9 aralığındaki görüntüleri çekeceğim. arkadaşlarından isteyeceğim yegane şey çiğdem ile geçen neşeli ya da güzel anılarını paylaşmaları. içinde göz yaşı, bunalım olmayan güzel bir belgesel çekmek.

bunu hüsam için de yapmak isterim.

acaba ben hangi anımı anlatırım?

Deniz - Olta - Balık‏


“Deniz de mavidir, gök de. Sahilden denize baktığında görürsün zaten ikisinin de birleştiğini. Herkes görür bunu ama kimse kabul etmez. Sorsan deniz de ayrıdır, gök de. Mavi mavidir, açık ya da koyu. Mavi, mavidir ve tüm maviler birdir. Tüm yeşiller de yeşildir. Kim bana akasya ile çimin, gürgen ile yosunun ayrı olduğunu söyleyebilir? Tüm yeşiller de birdir, tüm maviler de...
Sanırız ki oltalar kayıklardan, takalardan, gemilerden atılır. Ama işin aslı öyle değildir. Oltalar evlerden atılır. Sanırsınız ki oltaları balıkçılar atar, aslında oltayı denize salan başkasıdır. O evleri yöneten kadınlardır. O kadın genelde ya annedir, ya da hanım; bazen de hala ya da teyze. Bir de babalarının biricik kızları vardır ki en büyük güç onlardır. Balıkçı bazen annesine kızar balık tutmaz, karısına kızar balık tutmaz ama o biricik kızına kızıp balık tutmayan balıkçı yoktur. O biricik, küçük kızlar yok mudur; adama cinayet bile işletir.
Balıkçı oltasını denize atar ve “Rastgele!” der. O evdeki küçük kızda biraz büyür serpilir, anlar dünyanın düzenini, hayatın akışını o da, oltasını sokağa atar ve “Rastgele!” der. İyi bir koca arar, iyi bir balıkçı arar, güçlü bir balıkçı arar; her kadın gibi. Sokaktaki balıkçı açtır, çok açtır, sağa sola bakınır av var mı diye? Sonra oltayı görür. Bilmez ki olta tuzak. Oltadaki yemin peşinden koşar ve hemen gelir oltaya. Sonra o serpilmekte olan kız oltasını yavaş yavaş çeker, bakar balık ağır mı, güzel mi? Beğenirse balığı yavaş yavaş, nazlana nazlana çeker oltasını. Oltanın ucundaki evinin erkeğini, doğacak çocuklarının babasını.
Beğenmezse çektiği balığı, oltanın kancasını kanata kanata çıkartır balığın ağzından ve balığı tekrar denize atar. Sonra da oltasına yeni bir yem takar ve salar denize. Unutur biraz önce avlayıp beğenmediği balığı, unutur ağzını kanattığı, dilini yardığı zavallı balığı; yeni avlarına bakar.”

“ Peki sen hiç evlendin mi Rıfat Abi”
“ Yok evlenmedim”

pazartesi - biyografi sorunsalı

Biyografilerimin yazılmasını ve yayımlanmasını yasaklıyorum pazartesikolikler; mevcutları da toplatıp, yakacağım. Piyasadakileri şöyle bir göz gezdirdim de eşeğin kulağına su kaçırmışsınız: İlk ereksiyonumu iki yaşında olduğum bilgisi tamamen yalan. İlkokulu yarım saatte bitirdiğim bilgisi yalan. İsmet inönü’nün cenaze namazını kıldırttığım yalan. Tasarruflu ampülleri akp’ye karşı bir tavır olarak icat ettiğim yalan…



Benim imzamı benden iyi atmalı.
Hayatta kalma güdüsü güçlü olmalı.
Yaşlandıkça güzelleşmeli.
Şaka olsun diye arkadaşlarına dava açmalı.
Halter sporunu sevmeli


İşin ilginci tüm biyografilerimi kadınlar yazmış. Nedense abartmaya meyilli oluyorsunuz. Bu arada Apollo 13’ün düşüşüne sebep olduğum bilgisini nerden buldunuz bilmiyorum ama doğru; aptallar fırlatmayı, liste saati ile çakıştırınca olan oldu tabi.

güneş - bir eski arkadaş

Güneş tabiki ilk akla gelen. Güneş ne oldu acaba? Brüksele gitmişti, okul başkanı mı neydi, okul göndermişti, sonra Bilkenti kazanmıştı ve güzel bir kızdı. Esmerdi ve saçlarını bir kurşun kaleme sararak topladığını anımsıyorum. Bana bir lakap da takmıştı “Sayko”. Çoğu lakap aşağılamak, dalga geçmek için takılır ama o beni övmek, belki de aralarında bir aidiyet hissedeyim diye takmıştı. Bir de sarışın arkadaşı vardı, aynı sırayı paylaşırlardı. Anadolu sosyolojiyi kazanmıştı. Onun da modern bir adı vardı, nedense anımsayamıyorum. Zengin çocuğu muydu bilemiyorum ama elit çocuğuydu Güneş. Mesela evde internetleri vardı ve internet kısaca ‘net’ dendiğini ilk ondan duymuştum. Sınıf farkını ilk hissettiğim o ortamda bana hissettirmeyen azıcık ergenden biriydi o.

Bölümü uluslararası ilişkilerdi ve bence bölümünü bitirmiştir, en fazla yarım dönem uzatarak. Öğrenciliği güzel geçmiştir, en az birkaç tatilini yurt dışında geçirmiştir. Çok yakışıklı olmasa da tatlı bi sevgilisi olmuştur; muhtemelen kumral, esmer bir adamla düşünemiyorum onu. Çok sevgili değiştireceğini sanmıyorum, iki ya da üç sevgili ile geçmiştir öğrenciliği. Okul bittikten sonra da; Güneş işsizlik çekmemiştir, hemen bir şirkette iş buşmuştur. Hatta muhtemelen öğrenciyken de biraz çalışmıştır.

Her sabah erkenden kalkıp saçlarını güzelce topluyor ve hafif makyajını yapıyordur. Şık ama gösterişsiz kıyafetler giyer Güneş, kendi gibi. Siyah bir pantalon, beyaz gösterişsiz bir gömlek ve siyah bir ceketle düşünüyorum onu şu an, tabi topuklu ayakkabılarla. Kıyafetleri ütülü, tertemiz ve üzerine oturuyordur; yine çıtı pıtıdır Güneş ama bir iki kilo fazlalığı olduğunu düşünüyordur.

İşinde iletişim önemli bir yer tutuyordur ve bu konuda başarılıdır. Uzun uzun anlatmaktan hiç yorulmuyor ve dinlerken, anlatanın gözlerine bakarak “ Seni gerçekten dinliyorum” mesajını veriyordur. Çalışkandır Güneş, patronları onun başarısız olduğunu kesinlikle düşünmüyordur; harikalar yaratmıyor, çalıştığı kuruma sınıf atlatmıyordur belki ama iyi çalışanlar listesindedir.

Ya şu günlerde evlenmiştir ya da evlenmek üzeredir. Kariyerinden vazgeçmeyecek kadınlardandır Güneş. Eşi muhakkak kariyerli biridir ve geliri yüksektir. Tutunamayan biri ile beraber olamaz Güneş. Tutunamayan birisi sevebilir, aşık olabilir, sevgili dahi olabilir ama asla evlenmez Güneş. Kesinlikle güzel bir evi vardır. Dar, karanlık bir evde düşünemiyorum onu. Ev içinde tatlı pijamalarıyla ya da komik tişörtleri ile takılır. Hatta eşinin tişörtlerini giyer arada. Küçücük bedeniyle o büyük tişörtün içinde çok tatlı olur ve çok tatlı olduğunun farkındadır da. Güneş’in farkındalığı yüksektir.

Eşinin ailesi ile arası iyidir. Sorun çıkmaması için gerektiğinde susabilecek kadar akıllıdır. Zaten fıtratında kavga dövüş yoktur ki onun. İki ya da üç tane iyi arkadaşı vardır. İki kız arkadaşı onun gibi akıllı ve sakindir. Biri muhtemelen sarışındır ve özel hayatı çalkantılıdır. Güneş ona akıl da verir, omzunda ağlamasına da izin de. Bir de iyi anlaştığı erkek arkadaşı vardır. Şirin, göbekli bir tip. Beraber çok gülerler. O çocuk inceden bir şeyler besler kalbinde Güneş’e karşı ve Güneş bunu bildiği halde bilmiyor gibi davranır. Sevilmek, beğenilmek her kadın gibi onunda hoşuna gider ve o arkadaşının ona asla açılmayacağı gerçeğini bilir. Güneş zeki görünür ama göründüğünden de zekidir.

Arabası muhakkak vardır, belki öğrenciyken bile. Küçük bir arabası vardır ama hani bayan arabası denir ya işte onlardan, ford ka gibi bir şey. Otomatik vitestir arabası ama düz vites kullanmayı da bilir. Güneş çoğu kadından farklı olarak geç kalmaz. Bazen geç kalması gerektiğini hisseder ve odasında ya da tuvalet masasında aynaya bakarak zaman geçirir ve öyle geç kalır; yoksa zamanında hazırdır, hatta zamanından da birkaç dakika önce hazırdır.

Güneş’in iki çocuğu olacaktır, aralarında beş yaş fark olan ve Güneş çok iyi bir anne olacaktır. Hamilelik depresyonu elbette yaşayacak ama kısa sürede atlatacaktır. Çocuğuna annesinin ya da kaynanasının bakmasını istemeyecek ve ondan dolayı bir bakıcı kadın tutacaktır. Annesi ve annanesi arada sırada gelip bakıcıya ve bebeğe bakacaklardır. Güzel isimleri olacaktır çocuklarının, tıpkı kendi adı gibi. Çocuğu dört ya da beş yaşına gelince de pahalı bir kreşe yazdıracaktır. Çalışmaktan bir gün bile vazgeçemeyecek aynı zamanda da çocuklarına istediği kadar zaman ayırmamanın mutsuzluğunu yaşayacaktır.

Çocukları büyüdükçe onları muhakkak kurslara yazdıracaktır. Gitar kursu olabilir, basketbol kursu olabilir, bale kursu olabilir… İş temposuna rağmen çocuklarını kursa bırakıp, kurstan alacak zamanı da bulacaktır Güneş. Anne olduktan sonra zamanı planlamakta daha bir uzman olacaktır.

Muhtemelen aldatılacaktır Güneş, çok üzülecektir ama boşanmaktan korkacaktır. Bir süre sonra ise dayanamayacak ve boşanacaktır. Mahkeme elbette çocukları Güneş’e verecektir ve Güneş daha çok yıpranacak ve yaşlanacaktır. Saçlarında beyazlar belirince hemen saçlarını boyatacaktır, yüksek ihtimal koyu kahveye. Küçük yüzünde kırşıklıklar belirecek ve bu onu çok mutsuz edecektir. Aslında bu günleri öngörmüş; pahalı kremler kullanmış, düzenli cilt bakımı yaptırmış ve asla makyajla uyumamıştır. Kabullenmeyi bilir Güneş, bunu da atlatacaktır.

Boşandıktan sonra Güneş’in peşinde koşanlar olacaktır. Daha önce evlenmemiş birini kalbi istese de aklı istemeyecek, çocuğu olmayan birini de yine aklı reddecektir. Hala yaşadığını hissetmek için küçük flörtler edebilir Güneş ama bu flörtler asla evliliğe dönüşmez ve öyle güzel planlar ki; hiçkimse hiçbir şey fark etmez. On yaşındaki her şeyini karıştıran kızı bile.

Çocuklarlarının ergenliği zamanında ikinci bir bunalım daha yaşayacaktır Güneş ve bekar bir anne olmaya en büyük laneti o günlerde edecektir. Çocukları babalarıyla ilişkisini kesmese de; zamanla yabancılaşmıştır. Ondan dolayı tüm yük Güneş’in omzundadır. Zamanla beraber uyum sağlayacak ve bu sorunu çözecektir Güneş ama uyum sağlaması zaman alacak ve özel hayatındaki en büyük sorunu da bu günlerde yaşayacaktır. Sevgilisi de onu aldatacak ve Güneş bir erkeğe güvenmeyeye yemin edecektir.

Çocukları evden uçana kadar Güneş harika bir anne olmaya devam edecektir. Kızının evleneceği çocukta, ayrıldığı kocasından izler görmek onu tedirgin etsede hiçbir engel çıkarmayacaktır; küçük kızının evleneceği çocuğu ise daha çok sevecektir. Çalışmaya ise devam edecektir Güneş. Gençlik döneminde olduğu kadar verimli çalışmasa da yine de çalışkan ve sorumluluk sahibi bir çalışan olarak tanımlanacaktır. Zaten kariyeri başarılı geçmiş ve üst düzey yönetici sınıfındadır.

Emekli olma fikri Güneş’i korkutsada vaktin geldiğini fark etmiştir artık. Zaten iki kızından da birer torunu olmuştur. Torunun ikinci doğum gününde eski eşinin bakışlarından tekrar birleşmek istediğini okumuş olsa da buna yanaşmamıştır. O adama karşı ne eskisi gibi sevgi; ne de eskisi gibi öfke duymaktadır. Öylesine bir adamdır onun için.

Emekli olur sonunda Güneş. Torunlarının bakıcılarının, torunlarına iyi bakıp bakmadığına bakar, sonra birkaç kursa yazılır ama hevesi çabuk kaçtığından bırakır sonra komşularından biri ile bağıra çağıra kavga eder. Güneş aldatıldığından sonra ilk kez böyle bir kavga etmiştir. Salonundaki tekli koltuğuna oturur ve kendini rahatlamış hisseder. “ Bunu daha sık yapmalıyım” diye düşünür ve daha sık yapar. Huysuz bir ihityara göre çok naif bir yüzü vardır.

Sonra Güneş ölür. Ölü bulunur. Kalp yetmezliğinden. Torunları ilkokula gidiyordu ve kızlarının gözyaşları ile defnedilir. Cenazede eski kocası cenaze sahibi gibi davranır ve Güneş’in ruhu buna çok sinirlenir.

psikiyatristik denemem real

Karanlık koridorlardan geçtik ve muayenehanenin önündeki üç kişilik banka annemle beraber oturduk. Yol boyu havadan sudan konuşmuştuk; annemin ittiği, zoraki sohbette. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışsa da beceremiyordu. Hangi anne oğlu ile psikiyatriste gitmek ister ki? Karşımızdaki bankta da bir anne ile kızı oturuyor ve sıralarını bekliyorlardı. Anne kız olduklarını hemen anlamış olsam da sonra belki tanışmıyorlardır dedim, onlar da kendi aralarında konuşmuyorlardı aynı bizim gibi. Annem ile kızın annesi sıranın kimde olduğu konulu kısa bir konuşma geçirdiler ve sessizce beklemeye devam ettik. Gerdindim ama gerginliğimi gizlemeye çalışıyordum, gerginliğim dışarıdan gözlemlenebiliyor muydu bilmiyordum.

Doktorun odasından şu an anımsayamadığım biri çıktı ve o kız içeri girdi. Sanırım kırk dakikaya yakın durdu. Başım duvara yakın durduğu için içerideki sesleri duymaya çalışıyordum, arada doktorun sesi duyuluyordu ama kızın sesi hiç duyulmuyordu. Sonra doktor dışarı çıktı ve bir test getirip kıza bıraktı ve dışarı çıktı. On onbeş dakika sonra da tekrar geldi ve odasına girdi. O esnada zavallı bir kadıncağız doktorunu arıyordu ama doktoru bugün kanser hastaları ilgilendiği için ulaşamıyordu. Kızı ilaçlarını almadığı için gelmişti, onun kızı otuz beş yaşındaymış, çayına ilacı katsam olur mu diye soruyordu. Sonunda bir kadın doktor ilgilendi kadıncağızla. zayıf bir yüzü ama kocaman kalçaları olan bir doktor.

Kızı ilaç almadığı için bir çare bulmaya çalışan kadın, benden önce sırasını bekleyen kızı ile gelmiş olan kadınla konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Sonra içeriden kız çıktı ve annesi içeri girdi. Kızın büyük bir burnu olduğunu o zaman gördüm. Hep yere, biraz da bana doğru bakıyor gibiydi. Elinde bir defter vardı, öğrenci olmalıydı. Siyah saçlarını ne ortadan ne de yandan; ikisini ortası bir şekilde sola doğru ayırmıştı. Derken annem bir sebeple kalktı, zaten daha önce de su almak için kalkmıştı; belli ki ortam onu geriyordu ve yürümek istiyordu.

Yaşlılığına az kalmış kalın kaşlı şişman bir kadın ve esmer uzunca bir adam geldi bekleme koridoruna sonra. Kadın hemen oturdu, adam dolandı; derken kadın içeriden çıktı ve benim sıram gelmişti. Annem yanımda olmadığından üste montomu onun üstüne annemim montunu en üste de annemin aldığı suyu koyup, kapıyı bir kez çalıp içeri girdim.

Oturmadan önce doktorun elini sıktım ve ” Barış” dedim, sonra da masanının önündeki sandalyeyi kendime göre hazırlayıp oturdum, kendine güvenli gözükmeye çalışıyordum nedense? Doktor bir şeyler yazarken bende odayı inceledim. Çok kalabalık, karışıktı ve dardı. Camdan dışarı baktığımda odanını manzarasının Bülbülderesi Caddesinin başlangıcı olduğu gördüm. Tam hizamdaki elektirk lambası ise saat öğlen iki buçuk olmasına rağmen yanıyordu ama takıntılı görünmemek için konuya değinmedim. Sanırım parmaklarımı birbirine geçirmişti ve doktorun benimle ilgilenmesini bekliyordum.

” Sorun neydi?”, “Neden geldiniz?” gibisinden bir şey söyledi. Sesinden, vurgulamasından kürt olduğu belliydi.
” Sosyalleşmekte sorun yaşıyorum, yeni insanlarla tanışamıyorum, arkadaş edinemiyorum. En son on yıl önce kendim arkadaş edindim” dedim.
” Son on yılda hiç arkadaş edinmedin mi?”, dedi.
” Arkadaşlarımın arkadaşları ile arkadaş oldum ama arkadaşlarım hep eski arkadaşlarım, taa ortaokuldan beri gelen” dedim sonra da; ” Çok dışarı çıkmak istemiyorum, evde durmak istiyorum” diyerek devam ettim.
” Haftada kaç kez dışarı çıkıyorsun?” dedi.
” İki ya da üç kez” dedim ve biraz abes kaçtığını hissettim. ” Sanırım asosyel kişilik bozukluğum var” diye devam ettim.
” Dışarıda tek yemek yerken insanların seni izlediğini düşünüyor musun? Yolda yürürken insanların seni izlediğini?” dedi.
” Hiç dışarıda yemek yemem ki, hem iki haftaya kadar uzun saçlıydım ve Keçiörende, varoşta yaşadığım için insanlar bakıyordu” dedim.

O sırada başka bir doktor geldi ve bir şey kullanmak için izin istedi. Telefondu sanırım, dikkatimi oraya veremedim. Sadece o doktor çıkana kadar hiç konuşmadık ve ben sağa sola ve dışarı bakıp durdum. Diğer doktor gittikten sonra benim doktor;

” Sende kaygı bozukluğu var” dedi ve bir şeyler yazmaya başladı. Reçete yazdığının farkındaydım ilaç kullanacak olmak canımı sıkmıştı. başka ilaç kullanıp kullanmadığımı sordu ve anlatmaya başladı.

” Sana şu ilacı yazıyorum 35’lik ve 70’lik olarak, ilk beş gün kahvaltıdan sonra 35’liği sonra da 70’liği kullan ve ayın 26’sında gel öyle konuşalım” dedi.
” Yan etkisi var mı?” dedim
” Ağız kuruluğu ve kabızlık yapar dedi. Bir de boşalma süreni uzatır, beş dakika olacakken yirmi dakikaya uzar” dedi ve reçetemi uzattı.

İlk hissim ne kadar çabuk bittiğiydi. oysa benim daha anlatacaklarım vardı. Teşekkür ettim ve odadan çıktım. Annem beni görünce kalktı ve en son gelen kalın kaşlı şişman kadın ” Geçmiş olsun yavrum” dedi. Öyle dolu dolu öyle içten bir geçmiş olsu dilemişti ki bu kadar olurdu.

pazartesi - geldi seçim vakti.

pazartesi - geldi seçim vakti
Bu pazartesi partiler milletvekili listelerini açıklayacaklar pazartesimanyakları. Tabi hepiniz bu işin neden pazartesine kaldığını merak ediyordur. Sebebi aşikar, benim sessizliğim. Tüm siyasi liderler kapımı çikolata, çiçek yaptırıp çaldı. Her seferinde çikolataları yeyip, çöplerini üzerlerine attıktan sonra çiçeği kafalarında paralayıp gönderiyordum, bu sefer ise farklı bir strateji geliştirdim. Onlar yokmuş gibi davrandım.

* cam kenarında benim oturmamı istemeli.
* mezarını ve mezar taşını satın almış olmalı.
* bana müzik dinlemeyi sevdirmeli.
* güzel yürümeli.
* file kıyafetleri olmalı.

Parti liderleri salonda otururlarken duş aldım, tırnaklarımı kestim, bıyıklarımı taradım, eski bir çakma sarışınla nette takıldım. Zavallılar şaşkın şaşkın saatlerce bekleyip gittiler. Hele biri tam 33 saat durdu ki; isim vermeyim, tarafsızlığım bozulmasın.

psikiyatristik denemem

psikiyatristik denemem, altzine.
Karanlık koridorlardan geçtik ve muayenehanenin önündeki üç kişilik banka annemle beraber oturduk. Yol boyu havadan sudan konuşmuştuk; annemin ittiği, zoraki sohbette. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışsa da beceremiyordu. Hangi anne oğlu ile psikiyatriste gitmek ister ki? Karşımızdaki bankta da bir anne ile kızı oturuyor ve sıralarını bekliyorlardı. Anne kız olduklarını hemen anlamıştım; onlar da kendi aralarında konuşmuyorlardı aynı bizim gibi. Annem ile kızın annesi sıranın kimde olduğu konulu kısa bir konuşma geçirdiler ve sessizce beklemeye devam ettik. Gerdindim ama gerginliğimi gizlemeye çalışıyordum, gerginliğim dışarıdan gözlemlenebiliyor muydu, bilmiyordum.

Doktorun odasından şu an anımsayamadığım biri çıktı ve o kız içeri girdi. Sanırım kırk dakikaya yakın durdu. Başım duvara yakın durduğu için içerideki sesleri duymaya çalışıyordum, arada doktorun sesi duyuluyordu ama kızın sesi hiç duyulmuyordu. Sonra doktor dışarı çıktı ve bir test getirip kıza bıraktı ve dışarı çıktı. On onbeş dakika sonra da tekrar geldi ve odasına girdi. O esnada zavallı bir kadıncağız doktorunu arıyordu ama doktoru bugün kanser hastaları ilgilendiği için ulaşamıyordu. Kızı ilaçlarını almadığı için gelmişti, onun kızı otuz beş yaşındaymış, çayına ilacı katsam olur mu diye soruyordu. Sonunda bir kadın doktor ilgilendi kadıncağızla. Zayıf bir yüzü ama kocaman kalçaları olan bir doktor.

Kızı ilaç almadığı için bir çare bulmaya çalışan kadın, benden önce sırasını bekleyen kızı ile gelmiş olan kadınla konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Sonra içeriden kız çıktı ve annesi içeri girdi. Kızın büyük bir burnu olduğunu o zaman gördüm. Hep yere, biraz da bana doğru bakıyor gibiydi. Elinde bir defter vardı, öğrenci olmalıydı. Siyah saçlarını ne ortadan ne de yandan; ikisini ortası bir şekilde sola doğru ayırmıştı. Derken annem bir sebeple kalktı, zaten daha önce de su almak için kalkmıştı; belli ki ortam onu geriyordu ve yürümek istiyordu.

Yaşlılığına az kalmış kalın kaşlı şişman bir kadın ve esmer uzunca bir adam geldi bekleme koridoruna sonra. Kadın hemen oturdu, adam dolandı; derken kadın içeriden çıktı ve benim sıram gelmişti. Annem yanımda olmadığından üste montomu, onun üstüne annemim montunu ve en üste de annemin aldığı suyu koyup, kapıyı bir kez çalıp içeri girdim.

Oturmadan önce doktorun elini sıktım ve ” Burak” dedim, sonra da masanının önündeki sandalyeyi kendime göre hazırlayıp oturdum, kendine güvenli gözükmeye çalışıyordum nedense? Doktor bir şeyler yazarken bende odayı inceledim. Çok kalabalık, karışıktı ve dardı. Camdan dışarı baktığımda odanını manzarasının Bülbülderesi Caddesinin başlangıcı olduğu gördüm. Tam hizamdaki elektirk lambası ise saat öğlen iki buçuk olmasına rağmen yanıyordu ama takıntılı görünmemek için konuya değinmedim. Sanırım parmaklarım birbirine geçirmişti ve doktorun benimle ilgilenmesini bekliyordum.

” Sorun neydi?”, “Neden geldiniz?” gibisinden bir şey söyledi. Sesinden, vurgulamasından kürt olduğu belliydi.
” Sosyalleşmekte sorun yaşıyorum, yeni insanlarla tanışamıyorum, arkadaş edinemiyorum. En son on yıl önce kendim arkadaş edindim” dedim.
” Son on yılda hiç arkadaş edinmedin mi?”, dedi.
” Arkadaşlarımın arkadaşları ile arkadaş oldum ama arkadaşlarım hep eski arkadaşlarım, taa ortaokuldan beri gelen” dedim sonra da; ” Çok dışarı çıkmak istemiyorum, evde durmak istiyorum” diyerek devam ettim.
” Haftada kaç kez dışarı çıkıyorsun?” dedi.
” İki ya da üç kez” dedim ve biraz abes kaçtığını hissettim. ” Sanırım asosyel kişilik bozukluğum var” diye devam ettim.
” Dışarıda tek yemek yerken insanların seni izlediğini düşünüyor musun? Yolda yürürken insanların seni izlediğini?” dedi.
” Hiç dışarıda yemek yemem ki, hem iki haftaya kadar uzun saçlıydım ve varoşta yaşadığım için insanlar bakıyordu.” dedim.

O sırada başka bir doktor geldi ve bir şey kullanmak için izin istedi. Telefondu sanırım, dikkatimi oraya veremedim. Sadece o doktor çıkana kadar hiç konuşmadık ve ben sağa sola ve dışarı bakıp durdum. Diğer doktor gittikten sonra benim doktor;

” Sende kaygı bozukluğu var” dedi ve bir şeyler yazmaya başladı. Reçete yazdığının farkındaydım ilaç kullanacak olmak canımı sıkmıştı. başka ilaç kullanıp kullanmadığımı sordu ve anlatmaya başladı.

” Sana şu ilacı yazıyorum 35’lik ve 70’lik olarak, ilk beş gün kahvaltıdan sonra 35’liği sonra da 70’liği kullan ve ayın 26’sında gel öyle konuşalım” dedi.
” Yan etkisi var mı?” dedim
” Ağız kuruluğu ve kabızlık yapar. Bir de boşalma süreni uzatır, beş dakika olacakken yirmi dakikaya uzar” dedi ve reçetemi uzattı.

İlk hissim ne kadar çabuk bittiğiydi. oysa benim daha anlatacaklarım vardı. Teşekkür ettim ve odadan çıktım. Annem beni görünce kalktı ve en son gelen kalın kaşlı şişman kadın ” Geçmiş olsun yavrum” dedi. Öyle dolu dolu öyle içten bir geçmiş olsu dilemişti ki bu kadar olurdu.

pazartesi - çıkmaz demeyin, şansınız deneyin

Geçenlerde akşam üzerin uyandım ve camdan aşağıya bakarken evimin önüne on dört tane bankaların para taşıdıkları araçlardan park ettiğini gördüm pazartesi hastaları. En öndeki arabadan dökük saçlı, kısa boylu, şişkoca, kısa bıyıklı bir adam koşarak indi ve kapımı çalmaya başladı. Kapıyı açmadan, ” Hayırdır birader, eceline mi susadın?” dedim. Adam başını kaldırıp beni camdan görünce heyecanlandı ve ceketini ilikleyip ”Siz ne ulu bir insansınız efendim. Ben milli piyangodan geliyorum, bu güne kadar alınmayan ikramiyelerin kesin size çıktığını ama almayacak kadar yüce gönüllü olduğunuzu düşündüm ve madem siz gelmiyorsunuz biz size gelmeliyiz deyip…”, baktım adam nutuğa bağladı. ”Dayı sus yeni kalktım” dedim.

* Geceleyin beni dürtüp, ” bey kalk çılgın bir fikrim var” diyerek beni uyandırmalı

* Otorite ile sorunu olmalı.

* Parmak izi bırakmamalı.

* Yanında ben yokken yüzünde sıkılgan bir ifade olmalı.

* Yürürken elini kolunu çok sallamamalı.

Adam sustu ve bekledi. Kahvaltımı ettim ve baktım hala bekliyor, ”Efendim nereye bırakalım?” dedi. “Oraya bırakın”, dedim. Adamlar 14 araç dolusu parayı bırakıp gitti. Para ne işe yarar ki pazartesikolikler? Gelin alın lan. Siz şimdi korkar gelemezsiniz de. Puff…

16 benzetme

1. Mezarlıklarda su satan çocuklar kadar duygusuzsun.
2. Kötü durumlarda hemen şaka yapan insanlar gibisin, keşke sussan da acımızı adam gibi yaşasak.
3. İki de bir “çok mutluyum” diyerek mutsuzluk çığlıkları atan bir kız çocuğu gibisin.
4. Üniversite bitirmiş ve işsizlikten kendini örgüye vermiş bir kadın kadar mutsuzum.
5. İki lafının biri içki olan tövbekar bir hacı gibisin.
6. Benim kim olduğumu biliyor musun?, diye soran bir ‘hiç kimse’ gibiyim.
7. O alkışı ilk başlatan adamlardandır, dikkat et.
8. Eskiden Tarkan konserini en önce izlemek için sekiz saat bekleyen bir kızdım, şimdi ise ucuz nohut almak için BİM’in önünde sıra bekliyorum
9. Kaptan mağara adamı gibisin ne arasak arayalım üzerinde var.
10. Sivrisinekten dolayı tatile gitmeyecek kadar korkaksın.
11. Beğenmediğin resimlerini, “sürrealist çalıştım” diyerek satmaya çalışan bir ressam gibisin.
12. Burnuna estetik yaptırdığını kabul etmeyen bir kadın gibisin.
13. Seninki kan görmemek için karını başkasıysa seviştirmeye benziyor.
14. Facebooka vesikalık fotosunu koyacak kadar resmisin.
15. Yolda yürürken araba camlarından kendini izleyen adamlardan korkmalı.
16. Bedava tatil için sevgili yapan kadınlar gibisin.

oy vermemek için 46 sebep

1. Kalabalık diye oy vermem.
2. Mezun olduğum okula gitmek istemiyorum, kötü hatıralardan ötürü oy vermem.
3. Yine, eski öğretmenleri görmemek için oy vermem.
4. Daha önce oy verdim ve vermesemde kazananda değişiklik olmuyor, kendimi değersiz hissettiriyor.
5. Sıra çok olur diye oy vermem.
6. Tuvaletler sidik kokuyor, o eziyeti çekmem.
7. Karışık bir işlem hem.
8. Elime boya sürdürmek istemiyorum da.
9. Oy vermek taraf olmaktır, ben tarafsızlığımı korumalıyım.
10. Siyasetçiler hırslı insanlarlar ve ben hırslı inanları sevmem.
11. Her sene seçimlerde cinayet işlenir birkaç kişi ölür, risk almaya değmez.
12. Haziran, sıcak; herkes ter kokar.
13. Seçimden önce parti konvoyları ses ve görüntü kirliliğine sebep oldu, tepki olarak oy vermem.
14. Kibirliyim ondan oy vermem.
15. Oyumun bir oydan daha fazla değerli olması gerektiği kanısında olduğumdan oy vermem.
16. %10 barajına tepki olarak oy vermem.
17. İnternetten verilse veririm ama.
18. Yeni evlenen, aşık olduğum komşu kızını görmemek için oy vermem.
19. Tek güne sıkıştırılmış eylemleri sevmiyorum, mesela seçim bir hafta olmalı, tek gün diye oy vermem
20. Hükümlüler oy kullanamıyor diye oy vermiyorum. Onlarda insan. Kimisi diğer seçime kadar dışarı çıkacak.
21. Çok parti olduğu için oy vermiyorum.
22. Birden çok partiye oy verme seçeneği olmadığı için oy veremiyorum. Belki oyumun %25 ini bir pariye %50 sini bir başka partiye verim kalanını boş atacağım.
23. Kesin sonuçlar çok sonra açıklandığı için oy vermiyorum.
24. Oy sayanlara güvenmediğim için oy vermiyorum.
25. İnsanlar çirkinleştiği için seçim olayını sevmiyorum.
26. Askerlerde oy veremiyormuş. Saçma, bu saçmalığa alet olamam.
27. Bir partiye üye olmadığım için oy vermiyorum.
28. Çok fazla yalan var.
29. Seçimden sonra ölenlerin oyları düşmüyor? Ama onlar ölüler, dünya ile ilişkileri bitti. Ölenlerim oyları düşmeli.
30. Evet ya! 29. sebepten yola çıkınca 18’ine giren girdiği gün oy versin. Seçim her an olsun.
31. Üç tam, bir yarım darbe yaşamış bir ülkenin evladıyım. Seçim manasız.
32. Ben teokrasi istiyorum.
33. İmparatorluğa dönelim, o dönemde insanlar değersizliklerinin farkındaydı, şimdi ise kendimizi bir bok sanıyoruz. Oy vermesem de seçim sonuçları değişmiyor.
34. İnsanları oylarını satıyor ama benim oyuma bir alıcı yok.
35. ‘Evet’ damgası saçma, onun yerine ‘oy veriyorum’ ya da ‘seni seçmiyorum’ gibi bir şey yazsa belki düşürüm.
36. Ben o anımın görünyülenmesini istiyorum ama yasak.
37. Bir sürü seçim yasağı var ve ben yasak sevmem.
38. Oy kutsaldır diyorlar, ben ateistim.
39. 5 yıllık oy mu olur? Belki iki sene sonra fikrim değişecek; seçimler yıllık olsa düşünürüm. Ama düşünürüm diyorum, söz vermeyeyim.
40. Ya oy vereceğim parti kazanamazsa, bir kaybetmişliğe daha ihtiyacım yok.
41. Neden oy vermeye tek kişi giriliyor ki? Ben belki dayımla beraber oy vermek istiyorum.
42. Mekan kısıtlaması pek gereksiz. İstediğim yerde oy vermeliyim. İlla okul, sınıf ve sandıkla sınırlandırılıyorum ki?
43. Oyumun bir oydan az olduğunu düşündüğüm için oy vermem.
44. Seçim gecesi grafik ağrılıklık programları sevmediğim için oy vermem.
45. Bir milletvekili ölünce, en çok oy alıp kazanamayan kişi, o yere geçmediği için oy vermem.
46. Ben hiç sınıf başkanı olamadım.

boardwalk empire

Boardwalk empire’daki fahişenin intiharından hemen önce Jimmy’e söyle(ye)mediği sözler;


Aynaya bakmadan hemen önce göreceğin yüzü tahmin edersin Jimmy. Bir saniye kadar önce, belki bir saniyeden de kısa bir süre önce. Sonra aynaya bakarsın ve hemen hemen tahmin ettiğin, her gün gördüğün yüzünü görürsün; belki saçın bozulmuştur düzeltirsin ya da yanağında bir tüy vardır alırsın.
Bense her aynaya baktığımda hayal kırılığı yaşıyorum Jimmy. Aynaya bakmadan önce gözümde canlanan yüzü göremiyorum artık. Aynaya bakmadan önce o eski güzel yüzümü görüyorum, gülümsediğimde ortaya çıkan gamzemi görüyorum, parlayan gözlerimi görüyorum... Ama aynaya bakınca ise alnımın solundan başlayan ve kaşlarımın arasından devam edip, sağ yanağıma kadar uzayan dikiş izlerini görüyorum. Her aynaya baktığımda hayal kırıklığı yaşıyorum Jimmy.
Biliyorsun ki ben bir fahişeyim. Kimse yüzü bu halde olan bir fahişeyi istemez. Şu an kendini sorumlu hissettiğin için ve bana acıdığın için yanımdasın ama biliyorum ki gideceksin. Kitabın arasındaki o resmi gördüm. O yakışıklı erkek çocuğunun resmini gördüm, oğlunu gördüm Jimmy. Biliyorum ki onun yanına gideceksin, çocuğununun ve annesinin yanına.
Hem o yakışıklı oğlunun beni bu halde görmesini de istemem. Beni görüp korkmasını da istemem. Hem ben artık böyle yaşayamam Jimmy. Elveda Jimmy!

biraz da benzetme

• Kardeşini öldürmek için iç savaş başlatacak kadar gözü karadır.

• Çocuklarına seri katil ismi veren bir baba gibisin.

• Çocuğu çalamadığı için piyanonun kasasını dolap olarak kullanan anne gibisin.

• Sabah uyanır uyanmaz uyku kapı içiyor gibisin.

• İlkokula giden oğlunun dönem ödevini yapıp aldığı 5’e sevinen bir baba gibisin.

• Koca aileden fidye için alkolik üvey evladı seçmek gibi senin yaptığın.

• Kolunda rolex olmasına rağmen saatin kaç olduğuna cep telefonundan bakıyor gibisin.

• Sırf kalabalığı sevmediği için siyaset yapmayan bir dahi politikacı gibisin.

• Pedofilisini insanları hipnozla çocukluklarına götürerek tatmin eden bir psikolog gibisin.

• Sirozdan ölen imam gibisin

• Sirozdan ölen din öğretmeni gibisin.

• Çirkin kızlarla sevabına sevişen bir playboy gibisin

• Cartel’in ilk şarkısı olan Cartel’de nakaratı söyleyen kadın solist gibisin. Sesini de, şarkıyı da herkes biliyor ama kim olduğunu kimse bilmiyor.

• Şişko bir beden öğretmeni kadar saygı duyulmazsın.

• Yaptığın hazır çorbanın hazır olmadığını iddia eden sevgili gibisin. Gecenin sonundan umudum olmasa ben bu çorbayı içmezdim.

• Einstain’in terzi oğlu gibisin. Dünyanın en iyi terzisi olsan da nafile.

• Mafya babasının stilist oğlu gibisin.

• Sen sağ elinle, dansözün göğüslerine 20 tl takarken; sol elinle, belinden 50 tl alırsın.

düet fikri

Düet yapılmış bir şarkı için klip fikri. Basit be beşeli bir şekilde A’nın söylediği kısımlar B; B’nin söylediği kısımlarda A ağzını oynatsın. Şaka uzadıkça tadı kaçar ondan dolayı tüm klibi bu şekilde çekmek olmaz, bundan kelli şarkının büyük kısmında söyler gibi yapmalar olmaz, belirli kısımlarda olur ve gülünür.

sabit fikir

Saatlerim durmuş pilsizlikten
Ayaz ,kar, kış; dışarı çıkamıyorum.
Biçareyim zamanı sınıflandıramıyorum
İyisimi ben biraz daha uyuyum
Toparlanırım belki yeni günle beraber

Fiyakam bozuluyor her geçen saniye
İzafiyet izin almıyor elbette benden
Karşı koymalarım beyhude olsada
İnciniyorum her defasında
Rahatlatır belki bir edebiyat dergisi beni.


hamiş: sabit fikir, felixz

bardak

Bir anda ellerimde kaydın,
Sonra kafan üstü yere düştün
Yerden sektin ve yanlamasına bir daha düştün.
Kırılmamıştın, umutlanmıştım...

Ama tekrar sektin,
Tekrar düştün. Bu sefer kırıldın.
Önce iki, sonra beş parçaya bölündün.
Hatta tuzbuz oldun.

Sen, en eski hatıram.
En sevdiğim çay bardağım.
Karımın vedasınının dördüncü yıldönümünde
Sen de bana veda ettin.

25 Nisan 2011 Pazartesi

pazartesi - muhteşem aşırtma golüm

maçın son dakikalarıydı pazartesi manyakları. dört gol atmış olmanın ve takımımın önde olmasının verdiği mutlulukla sahada mutluluk deparları atıyordum. top kalecimizdeyken ortasaha çizgisinin taç çizgisi ile buluştuğu yerde durup top istedim. kaleci degaj ile topu bana gönderdi. yüzüm rakip kaleye dönükken seken topun altına sağ ayağımın üstü ile girip muhteşem bir aşırtma gol attım...

* kahkaha efektlerindekiler gibi gülmeli.
* tercihen bir savaştan kaçmış olmalı.
* derisinin altından damarları gözükmemeli.
* bavul toplama konusunda çok başarılı olmalı.
* uzun tren yolculuğuna müsait bir yapısı olmalı.

sonra bir baktım kimse sevinmeye gelmiyor pazartesi sevdalıları. biraz daha dikkatle baktım kimse yok, ne rakip takımda ne bizim takımda. binlerce kadın halısahanın tellerine yapışmış beni izliyor ve çılgınca golümü kutluyorlar. ben ise yapayanlız futbol oynuyor. tamam erkek milletini sevmiyorum da futbol da tek başına oynanmıyor ki...

23 Nisan 2011 Cumartesi

sabahın körü ve gündüz düşüm

Evliyim ve çocuksuzum. Eşim çalışıyor ben evde yazan bir yazarım. Ne zaman eve gelse beni evin bir yerinde uyurken buluyor ve son zamanlarda yazdıklarım bir boka benzemediği için işe bir el atması gerektiğini düşünüp; bir ofis kiralayıp orada çalış, diyor. Ama daha nazikçe, yapıcı bir şekilde, biraz da sevişgence. Kabul ediyorum ev iki avukatla aynı ofisi paylaşıyorum. Sekreter parasını ödemem, benim işime yaramaz diyorum; kabul ediyorlar. Sessizlik takıntılısı değilim ama kimsenin müzik sesi odasından dışarı taşmasın, diyorum; onu da kabul ediyorlar. Çok uyumlu insanlar.

Odamda masam ve iki koltuk var. Güneş görüyor, içerisi çok geniş değil ama ferah. Bazen kitap okuyorum, bazen bir şeyler yazıyorum, neşem yerinde... Arada yemek bile yapıyorum, pek seviliyorum, her gün güneşli. Sonra kursiyer asistan almaya karar veriyorum ve yarışma düzenliyorum. Kazanan bana para ödeyip benim kurseyim ve asistanım olma hakkını kazanıyor. Kazanan elbetteki bir kız. Sen benim asistanımsın, diyorum; ofisteki başka biri senden bir şey isterse yapmak zorunda değilsin. Koruyucu kollayıcı bir yanım da var.

Sonra bir gün ofiste otururken pedikür menükür yaptıralım diyorum ve bir güzellik merkezini arıyoruz. Telefonu açan kadın pek cilveli ve neşeli. Ben de pek girişkenim, flörten bir konuşma oluyor elbette. Üç kadın ve bir erkeğe pedikür menükür hizmeti istediğimi söylüyorum, sembolik bir pazarlık yapıyorum ve yüzde on iki bir indirimi kapıyorum. Elemanı gönderiyorum diyor, siz de gelin sohbete devam ederiz diyorum; o da geliyor ve sohbete devam ediyoruz.

Önce avukat arkadaşıma pedikür manikür yapılıyor sonra sekretere, sonra asistanıma... O esnada sohbet akıyor, hepimizin yüzünde manasız bir gülümeme var. Anlık sessizliklerde bile gülümsüyoruz. Sonra eşimi arıyorum; gel, ofiste pedikür manikür yaptırıyoruz, diyorum yanında arkadaşı var onu da alıp geliyor. Sonra kankamı arıyorum, dalga mı geçiyorsun, diyor; ciddiyim bak çabuk gel, diyorum geç de olsa geliyor. Manikürcü kızcağız yoruluyor ama neşesi yerinde, iyi bir bahşiş alacağını seziyor. Kız bana manikür yaparken güzellik sahibinin sahibi olan kadın bana yüz masajı yapıyor. Eşim geldikten sonra daha mesafeliyiz ama şakalaarda bir duraksama yok. Sonra eşim arkadaşı ile gezmeye devam ediyor biz de flörten şakalara devam ediyoruz.

Herkes bakımlı el ve ayaklara sahip oluyor ekstralarla beraber fiyatı öğrenip güzellik salonu sahibi olan kadına ödemeyi yapıyorum, sonra da çok yüklü bir bahşiş de emekçi manikürcüye veriyorum. Emekçi manikürcü benden ve yanında çalıştığı cilveli kadından habersiz benim asistanıma, çarşambalar boş günüm, beni direk ararsanız daha ucuza gelirim, diyor. İyi ki bundan iş bitince haberdar oluyorum. Emekçi manikürcüyü o an sevmiyorum.

Sonra eşim ve arkadaşı ile eve gidiyoruz. Güzel el ve ayaklarımızla televizyon karşısında zaman öldürürken içimden sevişmek geliyor. Tam da o an. Hanımı bir bahane ile yatak odamıza çekip hızlıca bir posta sevişiyorum. Yatakta ben ayak salak yatarken eşim arkadaşının yanına gidiyor ve durumu anlatıyor. Yazarım ya, böyle abukluklarım toplum tarafından kabul görüyor.