28 Ocak 2013 Pazartesi

fahişe soru listesi


1.       Çalışma saatleriniz nelerdir?
2.       Meslektaşlarından haberdar mısın? İş paylaşıyor musunuz? Ernek toplantı, gün gibi bir durum var mı?
3.       Kendini kirli hissettiğin muhakkak, duşta çok kalıyor musun?
4.       Cinsellik ve penis senin için hala bir anlam taşıyor mu?
5.       “ahhh”, “ohhh” gibi sesler çıkartmanı
6.       Müşterin ile sevişirken, başka birini hayal ediyor musun? Yoksa başka şeyleri mi düşünüyorsun?
7.       Dışarı çıktığında müşterilerinden biriyle karşılaştığında ne tepki veriyorsun?
8.       Müşterin ne tepki veriyor?
9.       Her işin bir güzel yanı vardır, bu işin güzel yanı ne?
10.   Bu işin en kötü yanı ne?
11.   Mesleğini gizlediğin kişiler, mesleğini sorduğunda ne cevap veriyorsun?
12.   Erkekler yatakta ağızlarını tutamaz, büyük sırlarını söylerler mi? Ki cevabın evet odluğu biliyorum, bir tane alsam.
13.   Cinsel hizmetinizin yanında psikologluk gibi misyonun da var. Bu da insanı çok yıpratır, üzerindeki bu yükü nasıl atıyorsun?
14.   Metreslik teklifleri alıyor musun? Tepkin ne oluyor?
15.   Meslektaş meslektaşı bilir. Başka bir fahişeyle çalışmazken denk gelsen tanıyabilir misin? Evetse nasıl?
16.    Müşterinizin daha önce cinse deneyimi olup olmadığını anlayabiliyor musun?
17.   Müşterinizin daha önce bir fahişe ile cinsel deneyimi oup olmadığını anlayabiliyor musun?
18.   Sana aşık olanlardan nasıl kurtuluyorsun?

pazartesi - uydu


Devir bilgi devri pazartesi bir kelime bir işlemcileri. Üzerimdeki sorumluluğu düşündüğünüzde benim de teknolojiye ayak uydurmam gerekli düye düşündüm ve gazeteye ilan verdim; kelime başına para istediler diye de net yazdım, “uyducu aranıyor”. Amacım benim de yörüngede dönen ve dünyanın her yerinden anlık görüntü alabileceğim bir uydum olmasıydı. Kapıya gelen üç bine yakın uydu ayteni tamircisini kızılcık sopası ile kovaladıktan sonra muhtabım olacak birkaç çekik gözlü buldum.

*Sabahları mutlu uyanmamalı
*Kepçe operatörü olmalı.
*Ortak arkadaşlarımız olmamalı.
*Terminolojinin hayatında önemli bir yeri olmalı.
*Vatandaşlık görevlerini aksatmayan bir anarşist olmalı.

Google translate sayesinde konuyu enine boyuna konuştuk. En ufak ayrıntı bile bırakmadık. Çok efendi insanlardı. En sonunda çekik gözlülerin en çekik gözlüsü bana kağıda yazdığı rakamı gösterdi; “542.000.000USD”. Hiç, “Fiş almasam kaça olur?” şakası bile yapmadım. Çinlileri birbirine bağladım; yeni gazete ilanıma başvurular bekliyorum “Helyum baloncusu aranıyor”

23 Ocak 2013 Çarşamba

Aklıma gelen ilk yirmi ölüm şekli


13:40

1. kanserden
2. trafik kazasından
3. trafo patlamasından
4. gökdelenden düşerek
5. teleferikten düşerek
6. susuzluktan
7. işkenceden
8. seri katil elinde acıler içinde
9. çok benzediğin biri sanılıp öldürülme
10. devrimden
11. kan kaybından
12 .merdivenlerden düşerek
13. asansör boşluğundan düşerek
14. başına sarkık düşerek
15. boğazına bir şey kaçarak
16  gülmekten, boğularak
17. kurtların saldırısına uğrayarak
18. hipnozdan çıkamayarak
19. bir şey icat etmeye çalışırken, zehirlenerek
20. komik video çekmeye çalışırken uçan tekme atarken kafa süt düşerek

13:43

21 Ocak 2013 Pazartesi

xx-xy 2 giriş deneme


Ölen öldü kalan sağlar bizimdir, diyordu artık dünya. En azından salgın kontrol altına alınabilmişti. ülkeler kadınlar ve erkekler olarak ikiye bölünmüş, kimileri birleşmiş, kimileri daha da  bölünmüş; saldının on beşinci yılında dünya haritası tamamen değişmişti.

Serkan Türky erkek bölgesinde yaşıyordu.

amk liste


Angut Mal Köpek
Aptal Muşmula Kancık
Asaletsiz Meymenetsiz Kansız
Azimsiz Muğlak Karabatak
Asimile Medeniyetsiz Kereta
Arsız Mutsuz Kubar
Arıza Mıymıntı Kumarbaz
Aidiyetsiz Mantıksız Kafir
Afroamerikan Masküler Kunfucu
Anasız Mesuliyetsiz Kangren
Avratsız Marifetsiz Kürt
Aymaz Moralsiz Kereste
Afralı Manidar Kerkenez
Afaki Muntazam Kobay
Artniyetli Man Kafa

pazartesi - hayvanlar


Hayvanları sevmeyen insan sevmez; insan sevmeyen ilk fırsatta birilerinin bağırsaklarını deşebilir pazartesi karındeşenleri. Benim sizlere her hafta seslenmemin; dertlerinizle ve kötülüklerle savaşmamın altında hep hayvan sevgisi var. Neden bilemiyorum, seviyorum bu hayvanları. Komodo beylerbeyinin gönderdiği komodo ejderim -yadigar- yıllardır kapımın önünde mesela. Öyle muhteşem bir hayvan ki, bana zerre maddi külfeti yok. Kapı dışarı ettiğim ziyaretçilerimle besleniyor.

*Onu dinlemememi dert etmemeli
*Ruhunu terbiye etmeye çalışmamalı.
*Nerde intihar edecek birini görse iknaya koşmalı.
*Striptiz sevdalısı kız arkadaşları olmalı.
*Gamsızlıkla coolluğu karıştırmamalı

Salı günü dışarıda futbol topu büyüklüğünde kar yağarken "zzzzz", diye bir ses duydum ve baktım bir sivrisinek camıma dayanmış. Aldım onu içeriye, gelen misafirlerimin kanını emsin diye, "zzzz" ederken canladı ve Belçika first laydisine sıtma bulaştı. Canım ya çok tatlı...

17 Ocak 2013 Perşembe

xx-xy yanlış giriş!


1.      Serkan on iki yaşında

Serkan pazar sabahı uyandığında babasının sevgilisi Ferhat mutfakta krep hazırlıyordu. Amerika’da doğmuş ve büyümüş olduğu için kahvaltı anlayışı Serkan’dan ve babasından farkıydı. Peynir, zeytin yerine krep ya da kornleksi tercih ediyordu. İlk zamanlar durumu yadırgasa da zamanla alışmıştı Serkan. Annesinin acılar içerisinde ölüşünü de izlemişti, annesi ölürken babasının “Allah’ım beni de yanına al” diye ağlayışını da. Uyumlu bir adamdı Serkan’ın babası, içinde bulundukları olağanüstü duruma da ilk uyum sağlayanlardan biri o oldu. Zaten aynı partiye iki kez üst üste oy vermişliği de yoktu.

Ferhat’ın hazırladığı beslenmesini alıp okula gitti Serkan. Arkadaşları Mert ve Fahri ile muhabbet etmekten hiç ders dinlemediler ve son iki dersi astılar.



(Yalnış giriş!)

15 Ocak 2013 Salı

uyumsuz çiftler listesi


Kadın – erkek


Anaokulu öğretmeni – kamyon şoförü
Kitapçı  - çorbacı (işkembe)
Ev kadını- ev erkeği
Medyum, falcı – savcı
Veteriner – kasap
Astrolog – jeolog
Konsumatris – ahlak masası polisi
Reiki uzmanı – müezzin
Meyhaneci – şerefeci
Benzinci – bisiklet tamircisi
Fahişe – ramazan davulcusu
Aslan terbiyecisi – peta üyesi
Green peace üyesi – kömürcü
Fotoğrafçı – harita mühendisi
Gasilhaneci – gasilhaneci
Düğün fotoğrafçısı – mezar kazıcısı
100 metre koşucusu – maraton koşucusu
Yorgancı – postacı
Fizyoterapist – çıkıkçı
Hostes – miço
Resepsiyonist – gümrük memuru
Kimyager - torbacı

13 Ocak 2013 Pazar

pazartesi - oyun


Sessizlik beni de en az sizler kadar ürpertir pazartesi gürültücüleri. Geçen Salı işte tam öyle oldu. Öğlene doğru kalktım ve çıt çıkmıyordu. Sesslizlik öyle böyle değildi; bildiğiniz kulaklarım çınlıyor, bağırsaklarımın sesini duyuyordum. Heyecanla televizyonu açtım yayın yoktu. İnternet çalışmıyordu, sokaklara baktım kimse yok. Röpdeşambırımı giydiğim gibi sokağa attım kendimi, deli gibi koşuşturdum, ne olmuştu kadınlarıma?

*İcraati yüksek olmalı.
*Sinirli hali komik olmalı
*Gerektiğinde toz olabilmeli.
*Kaçak elektrik kullananları çok güzel dövmeli.
*Kıyafetlerimi ters giydiğimde bana hissetirmeden düze çevirebilmeli.

Akşam çöktü, yollarda bir tane bile insan göremedim. Her evin ışığı yanıyordu ama. Dayanamadım bir evin kapısını kırıp, girdim. Evdeki çakma sarışın bilgisayarının başındaydı ve beni gördüğü gibi bayıldı. Sonra ben de bilgisayarına baktım, bir oyun oynuyordu. Oyun benim oyunumdu, benim simülasyonumdu beni yönetiyorlardı. Ben olma hevesi hayatı durdurmuş, herkesi ekranı başına kilitlemiş, kimse oyunun başından kafasını kaldıramıyor. Listemi okuyan varsa duysun, oyunu yasaklıyorum.

9 Ocak 2013 Çarşamba

XX - XY


Salgın önce Londra Heathrow Havalimanında görüldü ve oradan tüm dünyaya çok kısa bir sürede yayıldı. Dört ay içerisinde sekiz yüz milyon kişi öldü. Geri kalan hemen herkes de taşıyıcıydı. Dış dünyaya kapalılığıyla ünlü Kuzey Kore, Tibet, Nepal hatta Antartika’da bile hastalığın izlerine rastlandı. Bilim adamları virüse basit bir isim verdiler. XX- XY.

Virüsün çalışma ve yayılma mantığı insanlık kadar eskiydi. Bir çocuğun ya da bitkinin oluşması için gerekli olan dişi ve erkek organdır. Virüs için de aynı şey gerekliydi. Sadece erkeklerin ya da sadece kadınların bulunduğu ortamlarda virüs yayılamıyordu. Erkeklerin bulunduğu ortamdaki bir kadın ya da kadınların bulunduğu ortamdaki bir erkek ise orada bulunan herkesin hızla ve acıyla ölmesine yol açabilirdi.

Şehirler, ülkeler ikiye bölündü; kadınlar ve erkekler diye. Anneler oğullarından, babalar kızlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Büyük olduğu varsayılan aşkların büyük kısmı hayatta kalma güdüsüne yenildi; küçük bir kısmı çiftlerin gizlice buluşmalarıyla sonuçlanan intiharlara. Ama ne olursa olsun insan yine uyum sağladı ve hayatta kalma refleksi her şeyin önüne geçti. Farklı şehirlerde hayatlarını idare ettirdiler. Hiçbir şey eskisi gibi değilse de, çok da farklı değildi.

Hayatta kalabilebilen insan hemen ikinci adımı düşündü, soyun devamlılığını. Bu sperm bankaları yoluyla  aşılabilecek bir çözüm değildi. Sadece kız çocuk doğurabilen anneler hayatta kalabiliyordu. Eğer çocuk erkekse; doğumdan hemen sonra hem anne, hem bebek, hem de doğuma yardımcı olmuş herkes virüse teslim oluyordu.  Ve bu da en fazla yüz yıl sonra erkek neslini tükeneceği anlamına geliyordu...

Kadınlar erkeklerden spermlerini istediler. Erkeklerin bir kısmı bunu kabul ettiyse de bir kısmı reddetti. Eşcinsellik artık kaçınılmaz bir gerçek olmuştu. Şehir efsaneleri, virüsü eşcinsel bilim insanlarının yaydığı fısıldadı ve bir şekilde buna inandı. İnsanların çoğu hem eşcinsellerden nefret ettiler, hem de eşcinselliğe yenik düştüler. Bunalıma giren birçok erkek gizlice kadınların şehrine girip kalabalıklara doğru koşarak bir intihar bombacısı gibi davrandılar. Benzer delilikleri kadınlar da yaptılar. Sınırlar çizilince kutuplaşma kaçınılmaz oluyordu. Virüsün ortaya çıkışının on beşinci yılında Üçüncü Dünya Savaşı ya da diğer adıyla Birinci Cinsiyet Savaşı başladı. Savaş herkesin öngördüğü gibi güçlü olduklarından dolayı erkek zaferi ile sonuçlanmadı. Erkeklerin gücüne kadınlar cesaretleri ile cevap verdiler;  bazı şehirleri erkekler, bazı şehirleri kadınlar fethetti ama bir galip çıkmadı. Onlarca milyon kişi daha öldü o kadar.

İki tarafın askerleri birbirileriyle savaştıysa da, bilim insanları da virüsle savaştı. Virüsün altmışıncı yılında kadın ve erkek bilim insanlarının ortak çalışmaları sonucu bir çözüm bulundu ve kalan insanlar aşılanarak sorun bir yıldan kısa bir süre sonra aşıldı. Şehirler birleştiğinde en genç erkek altmış iki yaşındaydı. Genç kızlar olgun hatta yaşlı erkekleri sevip, evlendiler. İnsanlığın beğenisi otuz yılda değişmişti; artık saçları seyrek ve karbeyazı  erkekler seksi sayılıyordu. Cinsiyetler arası çatışmalar ise yüz yıl kadar daha sürdü; ta ki başka bir virüs ortaya çıkana kadar.

öylesine bir yer - gölbaşı - liste



*bakkallarda bozuk para çıkmayınca mermi veriyormuş.
*herkes dilinin altında jilet saklarmış.
*kimsede açacak yokmuş, birayı ağızları ile açıyorlarmış.
*façası olmayanı hemen çiziyormuşsunuz.
*kırmızı ışıkta duranı yayalar dövermiş.
*sokak köpeklerini yiyolarmış
*gölbaşının altı hep cesetmiş.
*polisler halka kimlik gösteriyormuş.
*cinayet işlemeyene kız verilmez, hayat kadınlar selam bile vermezmiş.
*uyuşturucu eğitimi ana okulunda veriliyormuş. (nasıl kullanılırsa uzun süre kafa yapar diye)

8 Ocak 2013 Salı

ağır roman fablı


Bir gün bir kokarca roman yazmış. Kokarcanın abisi de ünlü bir karikatüristmiş. Varoş mahallede berber bir babanın iki zeki çocuklarıymış bunlar. Masal bu ya ikisi de ünlü oluvermiş. Yazar kokarca farklı arkadaşlar edinmiş zamanla. Yazdığı romanında konusu olan çıktığı mahalleden olmayan arkadaşlar. Doğudan göçmüş bir ailenin çocuğu olan, tok sesli, arada televizyona çıkan ünlü bir sincapla hemen kaynaşmışlar. İkisi de çıktıkları deliği sevmiyorlarmış. Sincap edebiyatla çok ilgiliymiş. Yazıldıktan on beş gün sonra yasaklanan bir roman bile yazmış. Yasaklanma sebebi underground bir roman olmasıymış. Küfür ve seks gırla gidiyormuş. Bizim sincap edebiyatla ilgili olduğu kadar edebiyatçılarla da ilgiliymiş. Sevgilisi çok çok çalışkan ve zeki bir şair olan bir örümcekmiş. Sincapla örünceğin iki ortak noktası daha varmış; ikisi de doğuluymuş ve ikisi de erkekmiş. Sincap, örümceği öyle sevmiş ki kitabını örümceğine hitap etmiş.

Bir gece kokarca ve sincap; birkaç arkadaşı ile taksim de içmiş. Sonra eve gelip uyuştucu almaya karar vermişler. Diğer arkadaşları uyuşturucularını alıp gitmiş ve evde sincap, kokarca ve dişi bir kurbağa kalmış. İşler karışmış ve sabah dişi kurbağa elinde sigara sönüğü, kulağında küpesi çekildiği için bir yırtık ve anal zorlanma ile polis gitmiş. Hamamböceklerinden oluşan polis timi hemen sincapla kokarcayı yakalamış.

Sincap ve kokarca hamamböcekleriyle konuşmamış. Mahkemede hakim olan file de “Suçsusuz, kendi rızası ile yaptık”, demişler. Hakim fil bunlar tutuksuz yargılanırken 8’er yıl kitlemiş. Sincap hemen teslim olmuş; kokarcayı, hamamböcekleri amcasının cenazesinde yakalamışlar.

Mahkeme süresi boyunca kokarca gazeteci olan bokböceklerine hep küfretmiş. Zaten ağzı hep bozukmuş. Sincap ise hiç konuşmamış. Çünkü sincabın ünlü avukatı kedi balığı “Sus!” demiş. Mahkeme bitince kedibalığı daha da popüler olmuş. Hatta aydınlık için bir dakika karanlık eylem fikri bile ondan çıkmış.

Sincap ile kokarca cezalarını dolana kadar hapishanede hiç konuşmamış, çıkınca da ilişkilerini tamamen kesmişler. Herkes o geceyi merak etmesine rağmen ikisinin da ağzını bıcak açmamış. Sincap belgesel seslendirmiş ve kamera arkası görevler yaparak hayatını sürdürmüş. Birkaç kısa filmde rol alsa da kimsenin onu kamera önünde görmeye tahammülü yokmuş.

Kokarca ise birkaç roman daha yazmış ama hiçbiri ilk romanın etkisini yaratmamış. Abisi herdevrin adamı bir dinci olmuş, onunla da arası bozulmuş. Daha önce filmi çekilen romanının dizisi de çekilmiş ama o da yayından kalkınca iyice yıpranmış. Sonra da boğaz köprüsünden atlamış.



Sincap: alp buğdaycı
Kokarca: metin kaçan
Kokarcanın abisi (karikatürist): hasan kaçan
Örüncek: murathan mungan
Kedi balığı:ergin cinmen

bir günlük

Uyadığımda başımda Öykü vardı, dün sanki yeteri kadar çalışmamışız gibi kollarında en az on kilo kadar test kitabı ile bana bakıyordu. Hemen çözsün diye iki test verdim ve inceden uyuklamaya devam ettim. Babamın hastaneye gideceğini biliyordum, kapıyı Öykü'ye babamın açtığını duyduğuma göre henüz evden çıkmamıştı.

Bir yandan Öykü soru çözüyor; öte yandan ben yarı rüya, yarı gerçek bir durumda yatakta yatarken kapı bir kez daha çaldı. Gelen temizlikçi kadındı. Konuşamadığı halde ağzı kapanmıyor ve sesler çıkartıp anneme bir şeyler anlatıyordu. O gelince yataktan kalktım, babam " gazete ve ekmek al" dedi. Zaten ben uyuklarken çayın suyunu koymuş bile. Tam odamdan çıktım ki temizlikçi kadın önümü kesti ve gitme gibilerinden bir şey anlatmaya çalıştı. Ellerimle gazete okur gibi yaptım, o zaman yolumu açtı. Bir dilsize derdini anlatabilmek insanın çok hoşuna gidiyor. Arabayla bakkala gidip geldim ve arabayı ısıtmadığımdan yolda en az dört kez stop ettirdim.

Alt sokağa geçerken kapalı bir kız, inanılmaz bir hızla yürüyordu. Giydiği kot pantolon bacaklarının ve kıçının tüm hatlarını sergiliyordu ve düzgün bacakları vardı. Sabah sabah libidomu yükselten ilk olayı görmüştüm. Araba ile önünden geçerken yüzüne baktım. Bu güzel bacakların sahibinini güzel de bir yüzü olmalıydı ama gerçek öyle değildi. Karşımda yıpranmış bir yüz vardı; kırklı yaşlarında olmalıydı. Birbirimize yarım saniyeden daha kısa bir süre baktık ve ben arabayla yoluma devam ettim. Bakkala kadar da yaşadığım bu ilizyonu düşündüm.

Nefretimin karşılıklı olduğu bakkalla diyaloğu mümkün olduğu kadar kısa tutarak alışverişi bitirdim. Çıkarken de yarım ağızla " hayırlı işler" dedim. Demesem daha iyiydi ve genelde de demiyordum. Elimde ekmek ile kahvaltı sofrasına oturduk. Temizikçi kadın önce annemi sonra da yüzünü gösterip, en son beni göstererek anama ne kadar benzediğimi anlattı. Nasılsa duymuyor diye "çektiğim damar kurusun" dedim, inceden gülüştük. Çayımı ve kızarmış ekmeğimi yerken kadının adını düşündüm. Bir dilsize adı nasıl sorulabilirdi; hadi sordum diyelim, 'halime' olan adını nasıl anlatabilirdi?

Kahvaltıdan kalktık, Öykü test kitaplarını yükledi ve dedemlere doğru yola koyulduk. En üst katta Tayyar amcayı gördüm, iki üç basamak kaldığından bana yol verdi.

"İyi günler", dedim. gününün iyi geçmesini dilediğim insanlardan değildi ama ben bu adama genelde selam verirdim.
"İyi günler, gazete dedene mi?" dedi, yıllarca tükettiği nikotinin sesine kattığı buğuyla
"Evet abi", dedim
"Boşver dedeni, eskiden deden mi vardı" dedi.
Güldüm ama komik değildi, zaten diyaloğumuz boyunca hiç durmamış, yanından akmıştım. Kıskandı diye düşündüm. Dedemlere çıktık ve Öykü biraz daha soracaklarını sordu. İşimiz bittiğinde ben oturma odasındak kanepeye uzadım, bilgisayardan bir southpark bölümü açtım ve izlemeye koyuldum. Uyku çökünce de bilgisayarın ekranını kapatım uyumaya başladım.

Uykumu bir kapı zili bozdu. Kalkıp açmadım; dedem açtı, gelen anıldı. Sonra uykuma devam ettim. Anıl uyandırdı, "Dedemi berbere götürecekmişsin", dedi, sallamadım. Sonra bir daha gelince kalktım, sen götürsene diye tersledim. O da söylenerek gitti. Aşağı indim ve üstüme bir şey ve arabanın anahtarını aldım. Anıl da geliyordu "Gerek yok", dedim. tam arabayı ısıttım ki dedem geldi.Evimize 500 metre uzaklıkta olmayan berbere araba ile gittik.

Berberin önünde park edecek bir yer olmadığından dedemi önünde indirdim ve park yeri aradım. Taa bizim sokağın başında buldum ve berbere yürüdüm. Dedemi traş edecek adam yemek yiyordu; berberin sahibi Baki abi, birini traş ediyordu. En dipteki beyaz saçlı berber de boş boş oturuyordu ve bekleme sırasında ortalama yaşı 8o olan beş adam oturuyordu. Dedemin yanına oturduğumda bana hastalığından bahsetti biraz. Evde çok dinlemediğim dedemi, nedense orada iyice dinledim. Halamın inandırdığı yalanlara ben de inanıyormuş gibi yaptım. Belkide mahalle baskısındandı. Berberin yemeği bitince dedemi traş etmeye başladı.

Sıkıntıdan eli kolu oynayan çırağı izledim biraz. Biraz dedemin omuzlarından düşen saçları, biraz da dışarıdan geçenleri. Dört liseli kız, kalabalık olmanın verdiği özgüvenle içeri bakıp yüksek sesle bir şaka yapı kadrajımdızdan çıktılar. Baki abi eleştirer gözle bakıp, eleştirel bir şekilde "cık, cıki cık"'ladı. Arada tay tv açıldı ve Şanlıurfadan br kum pist yarışı izlendi. Tahminimce kanser olan bir yaşlı amca şans oyunlar hakkında tespitlerde bulunarak sohbet açmaya çalıştı ama olmadı. Nihayetinde dedemin traşı bitti.

Berbere parayı ben verdim ama yirmi lirayı bozamadı. Çırak iki onluk yapmaya giderken dedem parayı verdi ve çırağa da bir lira verdi. Halam, dedem daha evden çıkmadan hazırlığını yapmıştı. Birbirimize uzun süredir inceden gıcık olsak da benim parayı verme çabam bir anda dedemin duvarlarını indirdi. Arabaya kadar bir şeyler konuştuk, eve çıktığımızda da devlet meselelerini ve siyasetin yozlaşması hakkındaki fikirlerini anlattı. Pek katılmasam da çok gıcık gimedim.

Babamı aradık, hala hastanedeydi. Meraklı ve heyecanlı bekleyiş devam ediyordu. Dedem çay içmeye annemi çağırsa da annem gelmedi. Dedemle çay içtik ve biraz daha sohbetten sonra "Benim program başlıyor" dedi dedem. Evlendirme programıydı, benim program dediği. Ben de müsade isteyip evime gittim.

Evde anıl yoktu ve telefon kabloları ortadaydı. Geldi olmadı, bir kez daha elektrikçiye gitti; geldi yine olmadı, yine gitti. Sonunda telefondan ses alabildik. İnternet ağlantısını da sağladığı gibi babam eve geldi. Ağzının içine baktık, böbrekleri hakkında kötü bir haber var mı diye. Radyolojiye gitmelisin dediler, dedi. Okadar. Rahat bir nefes aldık ve yemeğimizi yedik. Tam sofradan kalktık ki Öykü yine geldi. O kadar çok kitapla gelmişti ki babası indirmesine yardım etmek zorunda kalmıştı.

İngilizce ve fen yazılısı vardı ve kendine güvenmesi hoşuma gitmişti. İngilizceden güzel testler çözerken ben kitap okumaya çalışıyordum. Sonra odaya duştan çımış Anıl geldi, abi hastayım, dedi. Battaniyeye sarılı bir şekilde yattı. Anca misafirleri geldiğinde ya da babam hastaladığında olduğu gibi annem börek yapmıştı, onu yedik. Öykü yazılıya çalışmaya, Anıl da konuşarak kitap okumamı sabote etmede devam etti. "Yeter git! Uyu sabah erkenden gelirsin", diyerek Öykü'yü postaladım.

Anılın kıl dönmesine soğan koyma konusunda zorla ikna ettiysek de sonra bu konuda annemle olay çıkarttı ve birbirlerine bağırdılar. Babam "Bir susun lan" diye Anıl'a doğru ama ortama bir azar kayınca herkes sustu. Anıl'ın odasında sarma sigarasından biraz içmeye çalıştım ama olmadı. Sonra odama geçip intaharla ilgili birkaç öykü okudum...

6 Ocak 2013 Pazar

FH15 ve son


“ Zayıf birini bulunca fazla falga geçiyorsun ve bu huyunu sevmiyorum. Sonra biraz güce tapansın. Bundan da nefret ediyorum. Küfürbazsın; küfrün sana yakıştığı, seni as ve isyankar gösterdiği gibi bir yanılgının içindesin. Teşhircileri eleştiriyorsun ama teşhiri seviyorsun. Füze gibi memelerin olmadığı için ayak bileklerinin fotoğraflarını koyuyorsun. Her ne kadar bunu dalga geçer gibi yapsan da hoşuna gidiyor. Kabalaşıyorsun ve bundan nefret ediyorum”
“Bitti mi?”
“Söyleyeceklerim de, bu ilişki de”

pazartesi - toz


Çarşamba sabahı bir ürperti ile uyandım pazartesi pürüpakları. Evde bir terslik, bir farklılık var ama çözemiyorum. Elimde büyüteç sağa solu inceledim ama nafile. Gözlerimi kapattım ve fotoğrafik hafızamla odayı tararken bir şey fark ettim. Sehpahanın üstünde beyaz bir toz. Tüm yüzeyi kaplamış. Hemen öylesine bir numara çevirdim ve telefonu açan kadına durumu anlattım, sekiz dakika sonra polisler ve olay yeri incelem kapımdaydı.

*Pandomime ilgisi hobi düzeyinde olmalı.
*Gülerken göğüsleri çok sallanmamalı.
*Çantasında her zaman kolonyalı mendili olmalı.
*Yaz kış denize girenler derneği fahri üyesi olmalı.
*Nasılsa çıkmaz diye milli piyango almamalı.

“Şarbon ya da başka bir kimyasal saldırı olmalı”, dedi derin dekolteli kadın emliyet müdürü. “Olabilir, lütfen şu düğmelerinizi ilikleyiniz, arkadaşlarınız çalışamıyor”, diye tersledim. Örnekleri aldılar ve evi dört köşe temizleyip gittiler. Yarım saat sonra düğmeleri ilikli şekilde kadın emliyet müdürü kapıyı çaldı. “Efendim sonuçlar çıktı, sehpahanızdaki toz bildiğimiz tozmuş” dedi. “Toz ol!” deyip kapıyı kapattım. Benim evde hiç toz olmazdı ki. Gazetemi açtım, sol alt köşede (Belçika firstlaydsi trafik kazası geçirdi, hastanede yatıyor) yazıyordu.

2 Ocak 2013 Çarşamba

nerede satıldığını bilmediğim birkaç şey


*boğma teli
*ağız topu
*file atlet
*fare zehiri
*kamçı
*

1 Ocak 2013 Salı

FH14


“Kim o üç kişi?”
“Hangi üç kişi?”
“Benimle oynama ve beni kandıramaya çalışma, biliyorum ki istesen ikisini de güle oynaya yaparsın. Hatta beni kandırırken bir yandan da akşam ne yiyeceğini ya daiş yerinde kafa takılan bir sorunu da çözebilirsin ama yapma; kim o üç kişi?”
“O üç kişi artık sadece bir kişi”
“Geçeceksin o işi. Tamam biri baban, diğer ikisinden biri de ben değilim. Merak ettiğim ben olmayan o iki kişi”
“Özel güçlerim, kullandırtma bana. Cevap vermeyeceğim.”
“Vermezsen verme”