29 Temmuz 2013 Pazartesi

pazartesi - tahtırevanım var

Camdan bakarken Usain Bolt’u gördüğümde, aylardır hemen hiç yürümediğimi fark ettim pazartesi kuvvetli tabanlıları. Tahtırevan ile gezmeye kötü alışmışım. Hem o kadar çok alışmışım ki; kapının önünde kafam kadar bisepsleri olan dört kadın kim ve neden oradalar hiçbir fikrim yok. Gerçi masrafsız bir ulaşım yolu. Muayenesi, taşıt pulu, benzini falan yok ama yine de ata binmenin yerini tutmuyor

*Muayen günleri dolunaya denk gelmeli.
*Yürürken benim gölgeme basmamaya özen göstermeli.
*Asgari dört dakika nefesini tutabilmeli.
*Çok güzel şapka ve bereleri olmalı ve onları kimse ile paylaşmamalı.
*Sineksavar, hamamböceğiezer olmalı.
*Ayak işaret parmağı, ayak baş parmağından kısa olmalı.
*Yaylada akrabaları olmalı.


Sonra “çıstak çıstak” müzik çalan bir beyaz şahinin sesi dört sokak öteden geldi. Dayanamadım ve hemen atladım tahtırevanıma. Bu insanları cezalandıramadan duramıyorum. Usain Bolt’u da steple olarak aldık ve hareket geçtik. Kadınlar hızlı koşuyor ama bir türlü yakalayamıyoruz. En son Bolt’un sırtına atladım ve hala koşuyoruz. Şansımıza kulaklarım muhteşem de, hala “çıştak çıstak” sesleri hala duyabiliyorum. Hatta bu sefer ben izleyeceğim, bırakacağım Bolt dövsün.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

solucan

*Solucanın hayatı bir dejavudur aslında.
*Gücünü hiçliğinde alıyor. Ne başı ver ne kıçı. Gözü yok, ağzı yok. Kemikleri yok.
*Öldüğünde cenaze namazı kılındıktan sonra defnederken başı nereye çevrilecek problemi
*Omurgasız ve dik duruşsuzluğundan belki de aşağılanması.
*Bir de nedense balıklar çok sever solucan. Ama solucanlar balık sever mi?
*Şimdi bunların ağzı yok ya nasıl nefes alıyor? Suya girince boğuluyorlar mı ki?
*Solucan adam diye bir süper kahraman olmamasını anlamladırabiliyorum.
*Guinnes Rekorları için avuç avuç solucan yiyen üç kişi hatırıyorum. Acaba o solucanlar nasıl öldü? Boğularak mı, mide asidiyle eriyerek mi?
*Mezarlıklar solucan cenneti olmalı, gördüğüm en büyük solucanı dedemin mezarının beş metre ötesinde görmüştüm. O kadar şişmandı ki…
*İsminin kaynağı ne ki? Peki Latincesi?
*yirmi saniyelik derin araştırmalarım sonundan;
-2000 çeşidi var.
-3.5 metreliği var
-Fosforlusu var
-İnternet kültüründe de solucan kelimesinin yeri var. Spam gibi bir şey olmalı
-Trorje virüsü de bir solucan
*Solucanların uçma ihtimalinin korkunçluğu
*Balıkçılara solucan satan çok fakir insanların çok fakir çocukları. Bardağı bir lira.
*So (l) u can

*

23 Temmuz 2013 Salı

çirkinler tarikatı

11 Aralık 1997 Perşembe günü Başbakan Erbakan tarikat liderlerini Köşk’e iftar yemeğine davet etmişti. Sakallı şoförlerin kullandığı mersedeslerden; sarıklı, sakallı adamlar indi ve Erbakan’la beraber iftar sofrasına kuruldular.

Her ne kadar ortamda ramazandan kaynaklı bir huşu olsa da bir iftar yemeğine birden fazla tarikat lideri fazlaydı. Oruçlar Medine hurmaları ile açıldı. Çorbalar, ara sıcaklar, ana sıcaklar havada uçuştu. Garsonlar oruçlarını bir yudum su ile açıp bir saniye bile nefes alamadılar. Misafirler çok yemek ile tabağı sünnetlememek arasında gidip gelip, tabakta yemek bırakmayı daha doğru buldular. Her ne kadar büyük çoğunluğu göbekli olsa da; çok yemek tarikat liderliği ile çelişen bir durumdu.

 

Tatlılar servis edilirken Erbakan Hoca konuşmaya başladı. Siyonizmden, Rothschild Ailesinden, misyoner faaliyetlerden, milli görüşten, ekonomi politikalarından bahsedip durdu. Kimse alkışlamadı, konuşma uzadıkça uzadı, kimse yüzünü düşürmeden dinlemeye çalıştı; konuşma bittikten sonra dualar edildi, iyi niyet temennileri havada uçuştu ve herkes sofradan aç kalktı. Sakallı şoförler arabalarını köşkün önüne çektiler ve sarıklı, sakallı adamlar geldikleri mersedeslerine binip köşkten ayrıldılar.

 

Son model soluk yeşil mersedesi Burak kullanıyordu. Arka koltukta oturan yeşil sarıklı adamın adı ise Hamdi’ydi ve halk tarafından Çirkinler Tarikatı olarak bilinen tarikatın lideriydi. “Hemen bir ocakbaşına çek! İki lokma yedim yemedim, orucumu bile açmış sayılmam!” dedi. Burak, Hamdi Efendinin açken ne kadar lanet bir insan olabileceğini bildiği için gaza asıldı.

 

Asıldı asılmasına ama önündeki mersedesin ani frenine aynı hızla tepki veremediğinden arkadan sertçe bindirdiler. Herkes arabasından hışımla indi. Çarpılan arabanın sahibi Gerzeği Tarikatının lideri Halit Gerzeğiydi ve Hamdi Efendi ile beraber aynı iftardan çıkmış; hızla yemek yemeye aynı ocakbaşına gidiyorlardı.  Karanlıktan ve öfkeden kimse kimseyi tanımadı ve bol katmanlı küfürler havada uçuştu. Burak öteki arabanın şoförünün boğazını sıkmıştı ki; Halit Gerzeği’yi tanıdı ve dondu. Donduğu için ön dişlerini kıracak olan o yumruğu savuşturmak yerine sadece izledi. Burak yeri öpünce Hamdi Efendi de çaresiz saldırdı.

 

O anı görmeliydiniz. Birbirinin boğazını sıkan iki tarikat lideri. Birbirlerini tanıdıkları gibi durdular ve küfürlerin yerini beddualar aldı. İş büyümesin diye de herkes arabasına atlayıp yoluna devam etti. O geceden sonra Çirkinler Tarikatı da, Gerzeği Tarikatı da; dergahlarındaki her dua ve zikirden sonra birbirlerine beddua ettiler.

 

 

 

ıı.

 

Ettiğin duanın ya da bedduanın kabul olması; Allah’ın sevdiği kulu olduğun manasına gelir mi?

 

 

 

ııı.

 

 

Hamdi Efendinin geçmişini pek bilen yoktu. Sorduklarında yirmi iki yaşına kadar köyünden hiç çıkmadığını ve mürşidinin dizinin dibinden ayrılmadığını; sonra mürşidi ile bir gece aynı rüyayı gördüklerini ve sabah helalleşip yola koyulduğunu anlatır ama soranlara asla gördükleri rüyayı da, mürşidinin kim olduğunu da anlatmazdı. Çok garip adamdı. Bir kere saçları yeşildi. Saçının asıl rengi bozdu ama bitkilerden bir boya yapar ve saçlarını yeşile boyardı. Eğer biri saçlarının gerçekten yeşil olup olmadığını sorduğunda boyadığını söylerdi ama kimse kolay kolay Hamdi Efendiye saçlarınız boya mı, diye soramazdı.

Öyle deli gibi hareketleri yoktu ama konuşurken eli kolu biraz çok oynardı. Çok sigara içmekten sesi boğuklaşmıştı. Sigarayı sadece kendi içmez, herkese önerirdi. "Kalben çekilmiş bir nefes ibadet gibidir", derdi. Farklı giyinirdi, bazen takke sarardı, bazen kot pantolon gömlek otururdu. Eski püskü entarisini çok severdi ve onu giydiği zaman üstüne dökülmesin diye asla yemek yemez, çay içmezdi. Her gün en az iki kez banyo yapardı ve ellerini sıkça köpürte köpürte yıkardı. Bu aşırı hijyen çabası ellerinde yaralar çıkmasına sebep olmuştu. Müritleri ellerindeki yaraların sebebinin geceleri, sabaha kadar Allah’a el açmasından dolayı olduğunu düşünür ve bir nevi kerameti sayarlardı. Hamdi Efendi’ni yine kimseye benzemeyen farklı bir kokusu vardı. Az kekremsi farklı bir koku. Biraz saçlarının boyasından, biraz da bol bol sabunlanmasından kaynaklı. Müritleri kokusunun da kerametlerinden olduğunu düşünürdü.


Namazı kolaylaştırmışlardı, her vaktin farzı bir rekattı ve günün istedikleri bir vakti beş rekat namaz kıldıkları zaman günlük namazlarını eda etmiş sayılıyorlardı. Bir gün coştun ve otuz beş rekat namaz kıldın mı o hafta rahattın. Abdest sadece el yıkayarak alınabiliyordu. Hac vazifesini yok sayıyorlardı. Sigara orucu bozmuyordu. Zekat ve fitreleri ise tarikat topluyor ve tarikatın giderleri için harcanıyordu. İçinde bulundukları bu şaşırmışlık halini ise kimse garipsemiyordu.

Tarikata, Çirkinler Tarikatı denmesinin sebebi ise barizdi. Herkes çirkindi. Güzel ya da yakışıklı kimsenin tarikatta yeri yoktu. On dokuz, otuz yaş aralığındaydılar. Hepsinin lise hayatı ezik geçmişti; ne okul takımındalardı ne de popüler kızlar arasında. Dersleri de hiç iyi olmamıştı. Hep fakir ailelerin fakir çocuklarıydı. Hemen hepsinin dalga geçilebilecek belirgin biz özelliği vardı. Büyük burunlu kız, sivilceli oğlan, şişko çocuk, saçları seyrek kız gibi… Ortalama zekaya sahiptiler, hiçbiri hazır cevap değildi. Zeki gibi görünmeye çalıştıkları zaman iyice batmışlardı ve bu onları utangaç ve korkak yapmıştı. Aileleri de kendileri gibiydi, belki ondan aidiyetleri zayıftı. Hiç sevgi yüzü görmemiş, sevmiş ama karşılık alamamışlardı. Çok azı üniversiteye gitme imkanı bulmuştu ve bulanların da lisedeki makus talihleri devam etmişti.

Sonra bir kısmının yolu Hamdi Efendi ile bir şekil kesişti. Genelde tanıdık yolu ile olurdu bu işler. Birkaç kez dergah dedikleri sadece dış kapısı kapalı başka hiç kapısı olmayan o varoştaki beş katlı apartmana gelirler. Yer, içer, etrafı izlerler; sonra da aralarına katılmak isteyip istemediklerine karar verirlerdi. Kalmak isteyenler Hamdi Efendi’nin huzuruna çıkardı. İşte o zaman derin bir sessizlik olur, herkes yeni gelenle Hamdi Efendi’yi izlerdi.

Hamdi Efendi her yeni gelen ile saatlerce ilgilenirdi. Kadın erkek ayrımı yapmadan onların ellerini tutar, onların ağlamasını sağlar, gözyaşlarını elleri ile siler, bağrına basar, onlarla ağlamaya başlar, kulaklarına bir şeyler fısıldar, sanki ilkokul öğretmenleriymişçesine öper, tekrar sarılır, yine bir şeyler fısıldar ve yeni gelenleri ömürleri boyunca hiç yaşamadıkları sevgi ve şefkate boğardı. Müritleri onun bu yakın ilgisinden sonra sırtlarındaki kambur gitmiş, tozları alınmış gibi hissederdi.
Kimseye iltimas göstermezdi. İlk geldikleri günden sonra kimse de o ilgiyi tekrar yaşayamazdı ama yaşamak umudu ile beklerlerdi. Hem bu öyle bir sihirdi ki; müritler yeni gelene gösterilen ilgiyi izler, izlerken kendi anıları canlanır ve kendilerini yine iyi hissederlerdi.

ıv.

Hamdi Efendi’nin ünü Susurluk kazasından geliyordu. 3 Kasım 1996 Pazar akşamı Çirkinler Tarikatında herkes Show TV’de Nikita isimli ajan filmini soluksuz ve bol çekirdekli izlerken altyazıda: “Susurluk’ta trafik kazası! DYP Milletvekili Sedat Bucak, Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı’nın bulunduğu mersedes kamyon ile kaza yapmıştır. Kazadan sadece Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştur” yazıyordu. Herkesi bir şaşkınlık almış olsa da filme odaklanmaya devam edeceklerdi ki; Hamdi Efendi ayağa kalktı ve o sevdiği eski entarisinin cebinden bir kağıt çıkarttı. Buruşuk belki aylardır cebinde olduğu belli bir kağıttı. Kağıdı hemen solundaki Burak’a verdi. Burak kağıdı açtı ve okudu. Tükenmez kalemle yazılmış iki kelime vardı “Trafik kazası”.

Önce derin bir sessizlik oldu. Biraz saçmaydı durum. Ama müritlik böyle bir şeydi. Sonra kalabalıktan biri;

“Tekbiiiir!”, diye bağırdı. Bunu duyan herkes,
“AllahuEkber!”, diye karşılık verdi.  Bu böyle sekiz on tekrar olarak geçti. Sonra haberleri izlemeye devam ettiler.

Gariplikler üstü üste geliyordu. Susurluk kazasındaki kamyonun şoförü Hasan Gökçe’nin de yolu bir süre Çirkinler Tarikatıyla kesişmiş daha sonra adam aralarından kopmuştu. Tarikattaki herkes olaya adaletin tecellisindeki Hamdi Efendi’nin parmağı gözüyle bakıyor ve bunu da çevrelerindeki herkese anlatıyorlardı. O kadar çok kişi tarikata hücum etti ki; iş kontrollerinden çıkmaya başladı. Ne o apartmana sığıyorlardı ne de Hamdi Efendi gelenlere şefkat seansını gerçekleştirebiliyordu. Para artıyordu, güç artıyordu ama bu kadar da büyümeyi planlamadıkları belliydi.

Burak çok daha büyük bir apartman ararken, bir akşam o eski apartmanlarının önünü polisler sardılar. Bir Emniyet Müdürü elinde megafonla bağırıyordu.

“Teslim olun!”

v.

Teslim oldular. Gelen polis otobüsleri içeridekileri almaya yetmedi. O beş katlı apartmandan bu kadar çok kişinin çıkmasını beklemiyorlardı. Müritler; ne polis otobüslerine, ne karakollara ne de adliyeye sığdı. Çoğunun ifadeleri göstermelik olarak alınıp serbest bırakıldı. Tüm ihale Hamdi Efendi ve Burak’a kalmıştı.

Yarısı yalan yarısı doğru birçok suç ile suçladılar. Alıkoyma da vardı, haksız kazanç elde etme de; hırsızlık da vardı, halkın dini duygularıyla oynama da. Zaten dönem 28 Şubat Dönemiydi, hemen hemen tüm tarikat liderleri bir şekilde içeri alınıyordu. Halit Gerzeği’yi de aynı gece baskını ile apar topar içeri almışlardı. İkisi da onar yıl hapis cezası aldıysa da Hamdi Efendiyle Burak’ın mahkûmiyetleri çok zor geçti çünkü Susurlukçuların arkadaşları hala polisti. Geleneksel ve yenilikçi tüm işkence yöntemleri üzerlerinde denendi. Burak’ın iki kez kalbi durdu ve ilkyardımla hayata döndü.  Hamdi Efendi ise gün ve gün aklını yitirdi.

İyi hal, şu ve bu eklendi; Susurlukçular işkenceden sıkıldı ve sekiz senenin son çeyreğinde tahliye oldular.
Burak da, Hamdi Efendi de salındıktan sonra ne ailelerinin yanına gidemedi. Çirkinler Tarikatı tuz ve buz olmuştu. İçerdeyken o kadar çok acı çekmişlerdi ki tövbekar bile olmuşlardı. Biraz parası olan Burak kutu kadar bir ev tuttu. Hamdi Efendi de bazen onunla kalıyor, bazense ortadan kayboluyordu. Evdeyken de her akşam saat dokuzda evin ışıklarını bir dakika yakıp söndürüyordu.


İkisinin de 28 Şubat’ı bin yıl sürdü.

21 Temmuz 2013 Pazar

pazartesi - kızılderililiğim

Kovboylar mı, pazartesi vahşi batınileri? Salı gününden cumaya kadar gerçekten de evimin etrafında kovboylar vardı. Genelde böyle alışılagelmedik bir şey gördüğümde birkaç kişi kapımı çalar, ya kültürlerinden ya da dinlemediğim başka şeylerden bahseder ve dayaklarını yer giderlerdi. Ama bu sefer durum kesinlikle farklıydı. Bunlar gerçek kovboylar olmalılardı.


*Askerlik sorunu olmamalı.
*Üzerinde marka olan kıyafetleri olmamalı.
*Tempo tutarken ritmi kaçırmamalı.
*Dolguları dişiyle aynı renk olmalı.
*Ben konuşurken notlar almalı.
*Tüm teyzeleri nihilist olmalı.
*Ergenken ‘pek salak’ olmalı.
*Dünya gülümseme gününde gülümsememeli.


Üç gün ve gece sessizce bekledim. Gizlice çatıya çıkıp güvercin ve martı yakalayıp yoldum ve kendime kızılderililerin kafalarına taktıkları tüylü şeyden yaptım. Evdeki mobilyaları yontup yay ve oklar yaptım. İlk kez yaptığım bu şeyleri sanki her gün yapıyormuş gibi sakin ve ustalıkla yapıyordum. Altıma Belçika first laydisinin geçen sene hayvanları koruma gününde bana hediye ettiği deri kilodumu giyip makyajımı da yaptığım gibi sokağa fırladım. Ve elbette yüzdüğüm kafa derilerine türk hava kurumuna bağışladım.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

pazartesi - bir garip öğleden sonram

Üzerime sanki ölü toprağı serpilmiş gibi hissediyorum pazartesi miskinleri. Kolumu kıpırdatacak halim yok. Biraz önce tetriste çubuk geldi de 4 blog yıkmaya bile üşendim. Ellerim ve ayaklarım kelepçeli; kurtulmaya bile mecalim yok. Salonumun ortasına bir direk dikilmiş ve on beş dakikada bir hanım kızımız o direkle dans edip, akrobatik hareketler yapıp, soyunuyor.

*Eski sevgilileri ülkeyi terk etmiş olmalı.
*Onu gören dilenciler kaçışmalı.
*Yağmur dualarının aranan siması olmalı.
*Apartman önünde halı yıkamamalı.
*Karamsar değil, kötümser olmalı
*Karnı hiç ağrımamalı.
*Otobüse bindiğinde kimseyle göz teması kurup, kedine aşık etmemeli.


Neyse sonra tuvaletim geldi de; kelepçeleri parçalayıp tuvalete kalktım. Kalkmamla beraber herkes evden kaçmaya başladı. Çığlık çığlığa koşuşturuyorlar, merdivenlerden yuvarlanan yuvarlanana. Herkes gitti striptiz direği ve tekerlekli sandalyede bir adam kaldı. Adam metalik bir sesle “Selamın aleyküm, ben Hawkings” dedi. “Aleyküm selam”, dedim ve kendisi merdivenlerden aşağı yuvarladım.

12 Temmuz 2013 Cuma

Fehmi

*Tüm ölüm haberlerini; konu, komşu, akrabaya o verirdi. PTT’de çalışırdı ve beleşe konuşabiliyordu.
*Halayların korkulu rüyasıydı. İki sene Diyarbakır’da kaldığından kimse ona ayak uyduramazdı.
*Halı yıkamasını çok severdi. Islanmayı ve ıslak halı kokusunu. Rahmetli annesinden yadigar bir durumdu. Koca adam kapısının önünde halı yıkıyor!
*Çok yavaş araba kullanırdı ve çok fazla kaza yapardı. Suç hep onun olurdu. Suçunu hemen kabul eder, üstelemezdi.
*Zırt pırt ev değiştirip dururlardı.
*Oğulları ile ilgili abuk subuk düşleri vardı. Küçük oğlunun salsa şampiyonu, büyük oğlunun Kalkınma bakanlığında müsteşar olmasını istedi. Her düş gibi bunlar da gerçekleşmedi.
*Hep en iyi, en pahalı bayram şekerlerini alırdı. Misafirlerine elleri ile yaptığı limonatalardan da ikram ederdi.  Meşhur limonataları sayesinde misafirleri çok olurdu ve karısı buna çok sevinirdi.
*Kan kardeşinin sevgilisi ile evlenmişti.
*Arabasının torpidosunda Yaşar Kemal’in İnce Memed’i altı yıldır dururdu, bir türlü başlamak nasip olmamıştı.
*Gece tuvalete kalkarsa bir daha asla uyuyamazdı.
*Asansörsüz bir apartmanda yaşayamazdı. Dört kez asansörde kalmış olmasına rağmen her seferinde panik olmadan sorunu atlatmıştı.
*Evine bir kez hırsız girmiş ve eli boş dönmüştü. Ziynet eşyalarını çok iyi saklardı.
*Teknoloji bağımlısıydı. En güzel telefon ve en donanımlı bilgisayar onda olmalıydı.
*Twitter’a Türkiye’den kayıt olmuş ilk otuz kişi arasındadır. Ona rağmen sadece otuz takipçisi vardır.
*Tükenmez kalem yürüten tiplerdendir.
*Esnafla pek konuşmazdı. Alışverişi karısı yapar, poşetleri o taşırdı.
*Karısından gizli her sene check-up yaptırırdı.
*Bir keresinde yan komşuları fahişelerdi. Hiç sorun etmedi; bir kez bile kapılarını çalmadı.
*Avrupa haritasını ezbere bilir; Asya ülkelerinin çoğunu Afrika’da sanırdı.
*Çocuklarının öğretmenleri ile arkadaş olmaya çalışır ve bunu pek başaramazdı.
*Nejat Uygur’u çok sever, ne zaman dua etse ustayı es geçmezdi.
*Saçlarını karısı keserdi, sakallarını kendisi. Oğulları berberle on sekiz yaşında tanışabilmişlerdi.
*Bazen televizyondan sıkılıp radyo dinlerdi.
*Fanatik Fenerbahçeliydi. Sarı lacivert, çirkin mi çirkin desenli kravatını pek sık takar, maç izlemeye kahveye giderdi.
*İlk kez uçağa, sırf uçağa binmek için binmişti.
*Akşam yemeğinde sesli ossurdu diye küçük oğlunu dövmüşlüğü vardı.
*Hiç rüya görmediğini söylerdi. Gerçekten mi görmezdi yoksa bir şey mi gizliyordu elbette kimse bilemezdi.
*Bazen karısı ile beraber banyoya girerdi.
*Sabıka kaydı yoktu. Bunun nedeni polisler ve savcıların yeteneksizlikleri ve basiretsizlikleriydi.
*Kan kardeşini karısı için öldürmüştü.
*Kan kardeşini karısı için paramparça etmişti.
*Kan kardeşinin cesedini kimse bulamamıştı.
*Kan kardeşinin bir mezar taşı dahi yoktur.
*Herkes kan kardeşini Almanya’da yaşıyor zannederdi. 80 döneminin malum sebeplerinden dolayı.
*İlk birkaç yıl kan kardeşinin ailesine, kan kardeşiymişçesine mektuplar gönderdi “ Beni aramayın; sizden de, Türkiye’den de nefret ediyorum. Burada yeni bir hayat kurdum” gibilerinden bir şeyler yazdı. Birkaç yıl sonra bundan da sıkıldı.

*Onu adı Fehmi.

9 Temmuz 2013 Salı

çirkinler tarikatı ilk giriş... kına ayrıntısını atlama

Kameralar şehrin göbeğindeki on katlı binaya baskın yaparlarken en çok dikkatlerini çeken dairelerin tüm kapılarının açık olması oldu. “Yat yat yat! Bu bir baskındır” diye bağıra bığıra içeri girdiler. Zerre direniş göstermeyen beş yüze yakın insanı apar topar polis otobüslerine götürüp binanın kapısını hem mühürleyip hem zincirlediler. Dönem 28 şubat dönemiydi ve tarikat, şıh, şeyh gibi sözcükleri ard arda söylemek bile cesaret istiyordu. Geceleri sohbet için toplanan kadınlar yanlarına kına götürüyorlardı ki; olurda polis basarsa kına gecesi deyip geceyi nezarethanede geçirmemek için.


Topladığı kalabalığa bakan polis liderlerinin kim olduğunu seçememişti. Hepsi birbirine benziyordu. Hani sokakta gördüğünüzde dönüp bir daha bakmayacağınız tipler.

serkan (çirkinler tarikatına giremedi... ama iyi bir insan)

Serkan güzel adamdı. Huyu suyu iyiydi; üçün beşin hesabını yapmazdı, kimsenin zaaflarını yüzüne vurmazdı, sokağın delisiyle dalga geçmezdi, atıp tutmazdı; daha ne söyleyeyim ki? Bu kadar güzel bir adam olmasına rağmen de bir sevgilisi de olmazdı garibimin. Karşılıksız aşklar yaşardı ve efendi gibi acısını sessiz sedasız çekerdi. İş gücü de vardı ama biraz çirkindi. Zaten hep bu yüzden kaybederdi.

Sonra bir ara gözden kayboldu, yokluğunu geri döndüğü an fark ettim, kimbilir kaç aydır görmüyordum. “Nerdeydin olum sen?” dediğimde. “Abi bir tarikata girdim” dedi. İster istemez bir sessizlik olduktan sonra anlatmaya başladı. 1212“Malum çirkin adamım abi. Hayat bana ve benim gibilere hiç adil davranmıyor. Herkes bizi ya aşağılıyor ya da yok sayıyor. Ne kızlar sevgili oluyor, ne erkekler kanka olmak istiyor. Onları da anlıyorum ama için için de kızıyorum. Sonra bir gün, bir arkadaş gel seni bir yere götürücem dedi.  Kimse bana gel demezdi, merak ettim gittim. Kadınlı erkekli bir grup çirkin insan.”


Sonra anlattı da anlattı. Demek gizli kalmak gibi bir amaçları yoktu.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

şiirimsi

Sahip olduklarım kadar değil,
Ödün verebildiklerim kadar varım.
Sensizliğim denizin maviliği kadar aşikar
Uğruna harcayabileceğim en az bir ömrüm var.

Eğer gerçek değilsen ve zihnimin bir oyunuysan bana;
Sabah akşam şükretmem gerek şizofrenime.
Kim? Hangi akıl yaratabilir?
Bu kadar güzel bir hayali sevgili?

Seni görmeden ölenler için üzülmüyorum
Çünkü onlar güzelin manasını bilmeden ölecekler.
Her sabah seni düşünerek uyanmadan

Her kadında seni aramadan…

pazartesi - nazar saldırısı

Malumunuz hava ısındı, vücudumun ihtiyacı var diye kısa bir öğlen güneşlenmesine karar verdim pazartesi ultravioleri. 166 faktörlü güneş kreminde vücudumu beş saat yatırdıktan sonra slip mayomu giydim ve kapının önüne attığım şezlongumda sere serpe güneşlenmeye başladım. Daha önce hiç böyle deneyim yaşamamıştım; teşhircilikle karışık bir trans hali. Güneş iliklerime işledikçe dünya işlerinden de soyutlandığı hissediyordum.

*Odasının dörtte üçü ayna olmalı.
*Tabağındaki yemeğin proteinlerini bana ayırmalı.
*Dalağı gevşek olmalı.
*Geçmişin yükünü sırtında taşımalı.
*Sokak ortasında çıplak koşma ve geceleri çıplak denize girme anısı olmamalı.
*Komşularının çöplerinde analiz yapmalı.
*Halhal konusunu tartışmaktan korkmamalı.


Elimi sırtıma götürdüğümde ise derimin soyulduğunu hissettim. Yılan mıydım da ben deri atıyordum? Panikle çevreme baktım. Herkes bana bakıyor; bakanların çoğu da mavi gözlü. Bir nazar saldırısı altında olduğum besbelliydi. Havlumu bile alamadan eve koştum ve çıplak derime nazar boncukları taktım. Sonra kurşun dökmesi için yüz yaşında büyücü bir kocakarı buldum. Ritüel esnasında kadıncağız havaya uçtu. İkinci bir emre kadar hiçbir mavi gözlü insan güneş gözlüğünü çıkarmasın.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

çirkinler tarikatı "keramet"

Kerameti geleceği görmesiydi. 17 nisan 93 de Özal kalp krizinden öldüğünü duyduğu an cüzdanından bir kağıt çıkarttı ve müritlerine gösterdi. buruş buruş bir kağıtta 'kalp krizi' yazıyordu. "Biliyordum" ama engellemeye gücüm yetmedi diyerek ağlamaya başladı. O ağladıkça müritleri daha da bir ağladı. Şanı Özal'ın öleceğini bilen hoca olarak da yürüdü, gitti.

23 kasım 2353  gecesi Show Tv'de Nikita isimli yabancı ajan filmi yayınlanırken flas haber olarak susurluktaki trafik kazası haberi geçiyordu. Emin Efendi sigarası ağzında, elini entarisinin cebine arttı ve on on beş tane buruşuk kağıda bakıp durdu. Sigarasının külünün üstüne düşmesi umursamadı bile. Sonra bir tanesini


 kazaya karışan kamyonun şoförü Hasan Öztürkün kardeşi Ufuk da Çirkinler Tarikatındaydı. Tarikattaki herkes kadar kaybeden ve herkes kadar çirkindi. Kaza olduğunda Emin Efendi cebinden yine bir kağıt çıkarttı. Bu sefer 'büyük kaza' yazıyordu. Tekbirler ve gözyaşları ile yine o apartman inledi. Hele daha sonrakazaya

4 Temmuz 2013 Perşembe

dünyayı bir daha ele geçircek olsam yapacaklarım

*Herkesin birbirlerini daha çok sevmesini sağlarım.
*Otobüslerdeki ayaktaki yolcular için bir tane tutucak koyarım. herkes birbirine sarılarak ayakta durabilir. koltukta oturanlar da sarılmak zorunda kalır.
*Sınıflarda öğretmen ders anlatırken tüm öğrenciler el ele tutuşturur ve hapşurmaları gerekse bile o elleri bırakılmamasını sağlarım.
*Düğünlerde sadece halay çektiririm, halaya kalkmayanı oyarım.
*Yollarda kimseye sarılmadan ya da elini tutmadan yürüyen biri görülürse polisin sarılmasını ve elini tutmasını sağlarım.
*Süt dişlerinin yerine kalıcı dişleri çıkan herkesin dişleri söktürür ve protez diş taktırırım. herkes bembeyaz pırıl pırıl ve düzgün dişlerini göstererek gülmek zorunda kalır.
*İnsanların ter bezlerini yazları alır, kışları tekrar taktırırım.
*İnsanlığın adem ve havva'dan değil, adem ve polyanna'dan geldiğine inandırırım.
*Tüm sevimsiz hayvanları itilaf ettiririm ve kürkü yaygınlaştırırım.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

hayalini kuruyorum listesi

*Sen kusarken saçını tutmanın hayalini kuruyorum

*Sen ağlarken gözyaşlarını ellerimle silip seni izlemenin hayalini kuruyorum

*Tam uyku bastırdığında ya da gece ansızın uyandığında kafan hafif gidik olduğunda seninle dalga geçmenin hayalini kuruyorum

*Bana çay verirken dekolteni izlemeyi uzun tutmak için şekeri yavaş yavaş koymanın hayalini kuruyorum

*Eve misafirimiz geldiğinde bana “Gitseler de bir sevişsek” bakışını atmanın hayalini kuruyorum

*Beraber her film izlediğimizde, gördüğümüz her öpüşme öpüşme sahnesi sonrası, “Böyle mi öpüşülür, biz daha güzel öpüşürüz”, deyip öpüşmemizin hayalini kuruyorum.

*Seninle saatlerce baş başa oturup, hiçbir şey yapmayıp ve tek kelime dahi etmememize rağmen hiç sıkılmamanın hayalini kuruyorum.

*İzlediğin bir filmden, bir böcekten ya da olur olmaz herhangi bir şeyden korktuğunda bana yaklaşıp sığındığının hayalini kuruyorum.

*Sen alışveriş yaparken mağazanın önünde oflaya sıkıla beklemenin hayalini kuruyorum.

*Sen hapşurduğunda “Çok yaşa” demediğim için günlerce bunun tribini çekmenin hayalini kuruyorum

*Arkadaşlarımla gece erkek erkeğe dışarı çıkmak için sana çok kapsamlı ve katmanlı bir yalan söylemenin hayalini kuruyorum.

*İkimiz baş başayken ortam ossuruk koktuğundaki gerginliği yaşamanın hayalini kuruyorum

*Otobüse bindiğimizde kimse seni fortlamasın diye kendimi siper etmenin hayalini kuruyorum

*Beraber bir bankta oturup gelip geçen hakkında tahmin yürütüp gözlem yapmanın hayalini kuruyorum.

*Dilini bilmediğimiz bir ülkede, hiç bilmediğimiz bir adrese; el ele tutuşup yürüyerek bulmaya çalıştığımızın hayalini kuruyorum.

*Sen uzun bir telefon konuşması yaparken; seni dinlemiyormuş gibi yapıp, dinlemenin hayalini kuruyorum.

*Temizliğe ya da bulaşığa yardım etmediğim için bana nefretle bakmanın hayalini kuruyorum.

*Sana yazdığım bir şiiri hep cüzdanında taşımanın hayalini kuruyorum.

*Senden çok önce uyandığım halde kahvaltıya karışmamak için uyuyor gibi yapmanın hayalini kuruyorum.

*Daldığımda; “Ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda “Seni” demek ve hiçbir seferinde yalan söylememenin hayalini kuruyorum.


*En mutsuz anında yüzünde ufak da olsa bir tebessüm yaratmanın hayalini kuruyorum.

pazartesi - sağlık sektörü

Her ne kadar ölümlü olduğumu gösteren herhangi bir ibare olmamasına rağmen sağlığıma dikkat etmem gerektiğini düşünüp  bir check-up yaptırmaya karar verdim pazartesi ecellileri. Özel bir hastaneye adımımı atmamla beraber üç kalp krizi, dört çıldırma vakası vuku buldu. Çığlıklar bayılanlar, koşanlar; koşanlara koşarak çarpanlar. Ortam savaş alanı gibiydi.

*Okuduğu hiçbir hikayeyi beğenmemeli
*Uzayla hiç ilgilenmemeli
*Klima ve vantilatör çarpmamalı
*Kıçı kınalı keklik gibi fellik fellik dolanmamalı.
*Onu örnek alan iki tana alt kuşak hayranı olmalı.


Kırk dört saat sonra ölenler defnedildi ve paniği atlattılar. EKG, MR, EMG, röntgen falan çektiler; tam kan, tam idrar, tam tükürük, tam bok ve tam sperm örnekleri aldılar. Kolesterolden başka bir sorunumun olmadığını söyleyip gayet kabarık bir fatura ve diyet listesi verdiler. Artık her hafta o hastanenin kapısından bir bakıp, panik yaratıp çıkıyorum. Tahminim bir aya gümler sağlık bezirganları.