30 Mayıs 2010 Pazar

Pazartesi - birimler

Geçenlerde arabayla gidiyorum pazartesi sevdalıları gösterge 40km gösteriyor ama ben uçuyorum. Birkaç hız cezasını "abi pardon tanıyamadık" diyen çorbacılar sayesinde atlattıktan sonra sorunun göstergelerde olduğunu sezdim ve sanayiye gittim. Üstü başı kir pas içindeki esmer vatandaşların halini hatırını sorarken baktım bir, korkunç bir kalabalık üzerimize geliyor. Kadın parfümü kokusundan kalabalığın muhtevasını anladım ve hemen uzaklaştım. Araba tamircileri ve kadınlar ne yaptı bilemiyorum.

 

 

*Çocukluğu güzel bir evde geçmiş olmalı

*Kaliteli file çorapları olmalı ve bu çorapları alışveriş filesi olarak da kullanmalı

*Babası eski politikacı olmalı.

*İçki biçiş kursu şakama her gün katıla katıla gülmeli.

*İzafiyet en büyük zafiyeti olmalı.

*Aktivist olmalı. Beni bu tür işlere bulaştırmaya çalışmamalı.

 

 

 

Saatt 50km hızla 3 saatte İstanbula indim Pazartesi sevdalıları. Çok acayip bir durum. Ama alıştım. Bence her on yılda bir ölçü birimleri değişmeli. Bu insanları dinamik tutacaktır.

28 Mayıs 2010 Cuma

Süper bir fikir ve akibeti

Aslında bu fikrin ya filmi çekilir, ya romanı yazılır. Ben en iyisi hikayesine girişeyim bir ara. Olmadı kısa kısa öyküsünü yazarım, o da olmadı notunu alırım, o da olmadı unuturum. Sonra bu başkasının aklına gelince ve bir şekilde değerlendirince "Ulan benim de aklıma gelmişti" der hayıflanırım.

dominant ergen

Seninle yaşıt olmak ne kadar da zordur. seninle aynı liseye gitmek... Arkadaşlarını düşünüyorum da büyüme hevesindediler. Büyüyüp senin gibi olmak istiyorlardır. Ya sen ne istiyorsun? Yeteri kadar büyümedin mi?-

kısa kısa 5-4

Kocasını sadece bir kez aldatmış olan kadınlardandı Serap. Kocası öleli sadece iki sene oluyordu ve kızları Mercan on yaşındaydı. Zaman aksa da Serap’ın zihnini yıllarca o günah gecesi kurcaladı. Acaba Mercan’ın gerçek babası kimdi?

Serap kocasını bir okul arkadaşının arkadaşı ile aldatmıştı. Yıllardır görmediği okul arkadaşı ile buluştu önce, sonra da onunla. İçten içe onu arzuladı yine. O da Serap’ı. Yine adamın evine gittiler ve yine seviştiler. Serap evden çıkmadan önce içini kemiren şüpheden kurtulmanın yolunu buldu ve banyodan onun tarağını çantasına attı.

DNA testi için kızının saç teli ile onun tarağını verdi ve sonuçları bekledi.

Sonuç: Kızı ondan değildi. Ne sevindi ne üzüldü Serap. Sadece yıllardır merak ettiği sorunun cevabını bulduğu için mutluydu.

İşin aslı. Onun saçları dökülüyordu ve saç ektiriyordu. Tarağındaki saç yeni ektirdiği saç tellerinden biriydi. Kızın babası o idi.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Size de söz vermeye gelmiyor pazartesi sevdalıları. Bir ara dedim bir bakıyorum baykal dönsün diye açlık grevi yapan kitlenin 400 katı kızımız açlık grevine başlamış. Biraz kilo verin diye bekletecektim ama nasıl yufka yürekli olduğum malum.

 

*Tavsiye maktubu. -ne kadar az, o kadar iyi-

*Daha önce ördüğü kazakların, atkıların ve berelerin olduğu bir katalog

*Elektirik kesilince kullanılan benzinle çalışan makina.

*Temiz kağıdı -yazınca başka yerlere çekilebileceğini fark ettim-

*Çizgi roman kolleksiyonu

*Resimli soy ağacı

*Bir çok renkten oluşan iç çamaşırları.

*Kelepçe

*Seyrüsefer cihazı

*Takım çantası

*Tüm Sait Faik kitapları -mümkünse imzalı-

*Tatmin edici sayıda peruk.

*Nemlendiri krem

*İmzalı Roy Keane forması

*Yüklü bir hayat sigortası

*Kokmadığına dair bir belge

*Pembe kafa kağıdı

*Güzel kız arkadaşlar - yatıya misafir sevmem mamafih yatıya misafire gitmeyi severim-

*Tabu, monopoly benzeri tüm oyunlar

*Drama kursu diploması

*İçki biçiş kursu diploması

*Kırılmış  bir dünya rekoru

*UFO gözlemlerinin bulunduğu bir dosya

*Ezberlenmiş en az bir düzine şiir.

*Kısa ama etkili birkaç küfür

*En az sekiz yabancı ülkede bulunulduğuna dair pasaport kaydı, resim ve görüntü.

*Dört büyük sır

*Mal varlığını ezbere sayamayan bir baba -akli dengesi yerinde olmalı

*Zengin akraba.

*Beyaz eşyalar hariç tüm eşyalar

*Mikroskop ve teleskop

*Emir komuta zinciri

haiku deneme 1-2-3

Xcan yapma dedim
Bu benim doğal dedi
Kılıcının parlak yüzünü gördüm.
Bu gördüğün son şey idi

23 Mayıs 2010 Pazar

Prensip -Prens

Prensip sahibi olmak ne kadar havalı bir durumdur. Bunun sebebi biraz kelimenin içinde gizli sanki. "Prensip" içinde "Prens" kelimesini geçirmiyor mu? Prensesi her zaman prens öper.

Pazartesi ve Prensiplerim

Her zaman söyledim. Ben kapitalisme meze olmam. Bunu bilmiyormuş gibi acun geldi geçen - adam bildiğin kel- "Abi süper format aklıma geldi. 36 kadını aynı eve sokucaz ve çekicez. Her haftasonu da ölümüne dövüşecek kadınlar. En son kazanan dişi de senin imzalı resmini alacak olur mu?" dedi. "Olmaz " dedim.

*Caz , blues falan fistan gibi saçma sapan şeylere ilgi duyuyormuş gibi yapmalı.
*Ben her sene "taşınalım bebekk, sıkıldım şerefsizim bu evden ya.", dediğimde hemen eşyalarımızı toplamaya başlamalı ve emlakçı emlakçı gezmeli.
*Herhangi bir kadın beni görüp etkilendiğinde hemen onun yanına gidip "Üzülme kardeş" demeli.
*Benim sonunu okumadığım kitapların sonunu okuyup bana çaktırmadan sonundan bahsetmeli.
*Çeyizinde (elektirk kesilince kullanılan benzinle çalışan makina) olmalı.
*El yazısı çok güzel olmalı.

Bir genç kızın çeyizi çok önemlidir. Bu konuyu bir ara deşeyim. Her genç kızın çeyizinde olması gerekenleri yazayım. Hadi gene iyisiniz.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Elektirikler Kesilince

Sabah uyandığımda ilk iş elim kumandaya gitti, her sabah ki gibi. Hem saatin kaç olduğunu öğrenecektim, hem de güne çizgi film ile başlamak hoşuma gidiyordu. Gece uyurken yastığımın altına koyduğum kumandayı, hemen her sabah olduğu gibi yerde budum ve kumandanın rasgele bir tuşuna bastım. Televizyon açılmadı. Gözlerimi ovuşturup baktığımda, televizyonun altında yanması gereken kırmızı ışığın yanmadığını gördüm. Tüm kalbimi bir karamsarlık aldı. Elektrikler kesikti.

Mutsuz mutsuz tavana baktım bir süre. Hayatta en nefret ettiğim şey olmuştu. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde bir süre daha yattıktan sonra kalkıp bir çay koyup, kahvaltı yapayım dedim. Ketıla suyu koydum ve tuşuna bastım; şapşal gibi. Ketılın ışığı yanmayınca acı gerçekle bir kez daha yüzleştim. Çaydanlığım da yoktu ki benim. Çay içmek için elektriklerin gelmesini beklemeye karar verdim. Bari omlet yapayım diye düşündüm ve yumurtayı çırptım, tavaya yağı koydum ve ocağı açıp ateşleme düğmesine bastım. Elektrik olmadığından ocak yanmadı elbette. Sigara içmediğimden evde kibrit, çakmak da yoktu. Evde tek olmama rağmen içimden bir küfür edip bakkala kibrit almaya gittim. Müşterisizlik çenesine vurmuş olan, geveze bakkalın geyiğine yakalanmadan hızlıca kibriti alıp, çıktım; ve omletimi hazırlayıp, yedim. Kahvaltım bitmişti ama elektirik hala gelmemişti.

Her sabah kahvaltıdan kalkınca internette gazetelere bakardım. Bunu yapamayacağımı bilmem bile tadımı tuzumu kaçırdı. Bakkal gidip gazete alasım da hiç yoktu. Giden elektrikle beraber canım hiçbir şey yapmak istemiyordu.

O sıkıntı ile berbaber canım banyo yapmak istedi. Ilık bir duş beni her zaman kendime getirirdi. Duş fikri bile beni sakinleştirmeye başlamıştı ki elektiriklerin hala gelmediği gerçeği tepemi iyice attırdı. Evin tüm camlarını açtım sonra. Temiz hava iyi gelir diye düşündüm. Boş boş evde dolandım, sabit bir şey düşünmeden. Camları kapatmaya niyetlendiğimde baktım da benim neden evde hiç bitkim yoktu? Kızdım kendime.

Belki beş aydır elimde olan ama okuyamadığım romanı yine elime aldım. Ayracın olduğu sayfadan başlayarak okumaya başladım. Yarım sayfa okuduktan sonra fark ettim ki; ben bu kitaptan hiçbir şey anlamamışım.

Canım iyice sıkıldı. Öyle bir duygu sardı ki benliğimi ifadesi çok güç. Sanki etrafımdaki her şey yanıyor ve beni sıcaklık değil de duman sarıyor. Zor nefes alıyorum, içime çektiğim her nefes bana aynı şeyi söylüyor. "Boğuluyorsun ve öleceksin.", ama ölmüyorum. Bir yerlerde duymuştum, insan yanarak ölmezmiş. Yanarken çıkarttığı dumandan ölürmüş.

Bu korkunç sıkkınlık içinde beni mutlu edecek tek şeyi yapmak aklıma geliyor. Annemi aramak. İçimi saran heyecan ile annemi arıyorum. Uzun uzun çalmasına rağmen annem açmıyor. Hep geç duyar zaten telaşlanmıyorum. Derken telefonu açıyor annem. "Nasılsın kuzucum?" diyor. Bu iki kelime bile beni yangından kurtarıyor. Nasılsın, iyi misin faslından sonra telefonumdan o ses geliyor. O korkunç ses. Şarzım bitiyor. "Hadi yavrum Allah'a emanet" diyor ve telefonumun şarzı bitiyor.

Elimde telefon bir süre daha duruyorum. Saat Akşam 6'ya geliyor. Havanın kararmasına sadece bir saat var. Ben karanlıkta ne yapacağım? Bu korku ile geveze bakkala gidiyorum ve bir düzine mum ve iki kibrit alıyorum. Bakkalın sohbet açma çabalarını yüzüne dahi bakmayarak savuşturup kaçıyorum.

Evde dönünce aklıma geliyor. Telefon edip sorunu nasıl öğrenebilirim? Ev telefonum telsiz olduğu için elektrikler gidince çalışmadığını biliyorum ama yine elime alıp bakıyorum. Elektronik ekranında "Baz yok" yazıyor. Baz ne demek acaba. Şunu farkediyorum ki, elektrikler kesikken durumun sebebini öğrenmek için hiçbir şansım yok ve elektrik kesintisini, elektriksizlikten şikayet edemiyorum.

Derken buzdolabım o gürültü ile çalışmaya başlıyor, anında ev telefonundan kısa bir "bip" sesi geliyor. Sonra kombinin alevini duyuyuyorum. Elektrikler geldi. İçimi çocukça bir mutluluk sarıyor. Koşarak evdeki tüm ışıkları yakıyorum. Hemen bilgisayarı ve televizyonu açıyorum. Sanki kanım damarlarımda daha hızlı akmaya başlıyor. Bunu hissediyorum, sanırım bende evdeki tüm eşyalar gibi elektrikle çalışıyorum.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

uzun uzun gaz verme

bebeğim, bitanem, gif masterım, bilgisayar mühendisim, sanal alemin kraliçesim, şizofrenim, kaprislim, pazartesi sevdalım, gölbaşılım, kumarbazım, poker bilimcim, sanal bilincim, sahibim, korkunç sarışınım, hayvan severim, insan sevmezim, avrupaya yüzünü dönmüşüm, cesaret timsalim, fanatik fenerbahçelim, güzel bacak fetişistim, facebookerim, anti twittercım, delim, dolum, kara bahtlım, mücevheratım, mutevazım, korkusuzum, duyarlım, ıq'lum, eq'lum, acımasızım, sadistim, sapkınım, dominantım, yardım severim, cankurtaranım, pintim, hintlim, egosantiriğim, işkencecim, acımasızım, yufka yüreksizim, deniz kızım, organik besincim, inorganik tavırlım, tavizsiz karakterim, dozunda dekolte verenim, azgüvenlim, özgüvenlim, maceraperestim, sergüzeştim,

18 Mayıs 2010 Salı

Zenginlik dönemi romanım için havalı fikir

Astist pazarına giderim ve beğendim tiplerdeki insanları bir günlüğüne kiralarım. Ön karakterleri oluştumak için yazdığım bir şeyleri onlara okutur ve onları okuyor halini kaydederim. Fotolarını çekerim... Böylelikle karakterler zihnimde hem ses hem görüntü olarak oluşur; hemde çok eğlenceli ve havalı olur.

16 Mayıs 2010 Pazar

Bir pazartesi anısı

Bu hafta sizlerle eski bir anımı paylaşmak istiyorum pazartesi sevdalıları. O zaman bu derece tanınmıyorum; neyse bir sabah vapurdayım, gözlerime toz kaçtı ve göz kırpmaya başladım. O an vapurda olan tüm kızlar onlara göz kırptım sanmış ve sevinçten delirmişler. Ondandır ki hep güneş gözlüğü ile gezerim ve vapura binmem.- çok ince bir iğneleme oldu ya-


*Ben halı saha maçından yorgun argın geldiğimde benim bacaklarıma masaj yapmalı.
*Kaybetmeyi bilmemeli, kaybettiğinde sağa sola sataşmalı.
*Şehir planlaması hakkında bilgi sahibi olmalı, biz dünyayı gezerken, gezdiğimiz şehirlerin altyapılarını eleştirmeli. Örneğin biz Londradayken "Trafik ters akıyor" ya da biz Yeni Delhideyken "Manasız kalabalığı başka şehirlere akıtmalılar" gibi...
*Birkaç şarkıyı çok güzel söylemeli.
*Boşlukları doldurabilmeli.

Kimse göz kırptım diye delirmemeli pazartesi sevdalıları. Nikahı kıymadan da kimse sevinmesin.. Yaa

13 Mayıs 2010 Perşembe

Vatansever Kalapazanlar

Yazılacak..


Düşman ülkenin parasını basıp saldırıyorlar.  ülke işin içinde. 

Adam öldürmekten korkan hırsız

Adam hırsız, ya da kapkaççı. yaşlı kadının çantasını çalarken kadın kalpten ölüyor. Bunun üzerine sunni teneffüs yapıyor. CSI'mda bu cinayeti kadının dudak çevresindeki sunni teneffüsten kalan salyalardan dolayı buluyor.


ayakta alkışlıyorum..hikayeden ziyade CSI ile dalga geçen bir şeyler yazmada kullanılabilir.

söz oyunu,

beremen mızıkacıları, bremen mızıkçıları.... şiir yazılabilir..

şiir için kinayeli son uyak

.................. yok, olmaz

.................yok olmaz

zekice soru denemesi 2

senin ile benim tc kimlik numarlarımızın çarpımının 4'e bölünebilme ihtimali kaçtır?


Cevap.. tc kimlik numarları çift hanelidir. iki çift sayının çarpımı çifttir. bir çift sayını ikiye bölünebilme ihtimali %50dir.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

zekice soru denemesi 1

bir dindar, sabah even çıkmıştır ve dolaşıp dolaşıp eve gelmiştir. bu dindarın tüm dolaşmalarının sonunda attığı adım sayısı tek midir çift midir?

tek ise neden tektir? çift ise neden çifttir?


cevap: tektir.. sağ atakla evden çıkar 1, sol 2, sağ 3.... eve sağ atakla girer.. sağ ayağa hep tek sayı gelir.

mizahi şiir denemesi

Kahkahalarının altındaki hüzünü bir tek ben gördüm.
Sonra da, "Aman bana ne?" diyerek kıçımı döndüm.
Egoisttir insan, ondan var oldu.
Beni böyle sev bebekk..

Bir yeni kuruşun hikayesi

1 kuruşun hikayesi... Sene 2010. Esinlenme; Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı, "ben, para".

Sene 2010. Ben bir yeni kuruşum. Türkiyede hali hazırda geçerliliği bulunan paraların en küçüğüyüm. Eflasyonun canavar olarak adlandırıldığı Türkiye'de paradan sıfırlar atılınca ben ortaya çıktım. Sıfırlar atıldı; türk liraları, yeni türk lirası oldu. Namı değer eski bozuk paralar da kuruş oldu.

Kuruş kavramı yaşlılara bir şeyler ifade edebilir; mamafih yaşı otuzdan küçük olanlar için yeni bir kavradım. Bir yeni kuruştum.

Para olmak kulağa hoş gelebilir. Çünkü çoğu insan paraya tapar, para için ölür, öldürür. İnsan var oldukça, açgözlülük olacaktır. Her ne kadar insanlar paraya tapsa da kimse kuruşa tapmaz. İki yüz yeni liralar var. Üzerinde Yunus Emre'nin resmi olan. Tapacak, tamahakar insanlar ona tapar. Beni hemen hiçkimse umursamaz.

Değerimi, değersizliğimi, şöyle açıklayayım. İki yüz yeni türk lirasının yirmi binde biriyim. Benden kırk bin tanesi asgari ücretli birinin maaşı ediyor. Biraz daha açayım, benden beş yüz tanesi ile en az gramajlı ekmekten sadece bir tane alabiliyorsun.

Parayım ama değersiz bir parayım. Ben yere düşsem kimse almaz. Nerden mi biliyorum. Şu an beş yaşındayım, iki kez yere düşürüldüm ve kimse beni yerden almakta istekli olmadı.

Hİkayem ise şöyle. Yeni Türk Liraları çıkmadan iki ay önce darphanede basıldım, gıcır gıcırdım, pırıl pırıldım, pasparlaktım. Sonra kendimi bir banka şubesine transfer edilirken buldum. Silahlı korumalar koruyordu beni. Banka şübesinin önüne park edince bananın güvenlik görevlisi benim olduğum çuvalı aldı ve vezneye verdi, veznedar da bizi böldü ve gişelere dağıttı. Sonra ise yaşlı bir teyze geldi elinde bir defterle. Ölmüş kocasından ona kalan maaşı almak istiyordu. Meymenetsiz meymenetsiz gişedeki kıza baktı ve teşekkür etmeden benim dahil olduğum parasını aldı ve çıktı. Gişedeki kızın yumuşacık elinden yaşlı teyzenin kupkuru eline geçişim beni zorlu bir hayatın beklediğine delaletti.

Yaşlı teyze evine gittiğinde kapıyı çirkef ve çirkin gelini açtı ve evin alışverişi yapacağım diyerek elinden benimde dahil olduğum paranın bir kısmı aldı. Onun da elleri kuruydu.

Çirkef gelin markette gönlünce alışveriş yaptı. Cam sileceği, yumurta, ezine peyniri, kola, bir kilo yağsız kıyma, bir kilo tavuk kanadı, bir kilo tavuk budu, bir kilo dana pirzola, iki tane bulaşık eldiveni, bir kilo çilek, bir kilo erik, bir kilo hindi sosisi, sekiz tane kalem pil, iki tane beşli pakette naneli sakız, dört paket slim sigara, iki adet margarin, bir litre saf zeytin yağı aldı. Benimde bulunduğum paranın çoğunu kasiyer kıza verdi. Kaziyer kızın elleri yumuşacıktı.

Bir hafta kasanın bozuk para kızmında durdum. Kasa belki bin kez açıldı kapandı ama beni kimseye vermedi. Bazen vermesi gerektiği halde vermedi. Beni başkalarına vermek istemeyecek kadar çok mu seviyordu? Elbette hayır.

Kırklı yaşlarının sonunda bir adam geldi markete. Alışverişinin tutarı dokuz lira doksan dokuz kuruştu. On lira verdi ve kasiyer kızcağız fişi verdikten sonra gözlerini dikti ve "Lütfen para üstünü verir misiniz?" dedi. Biraz önce içten olmayan soğuk gülüşlü kasiyer kız bu sefer somurttu ve kasanın derinliklerinden beni bulup adama verdi. Adamın elleri kuru değildi; yumuşak hiç değildi.

Sokakta, elindeki beni çevire çevire yürümeye başladı. Orta parmağı, işaret parmağı ve baş parmağı arasında beni dakikalarda çevirdi. O kadar çok çevirdiki nevrim döndü. Keşke şu adamdan kurtulsam diye içimden geçirirken bir mucize gerçekleşti ve küçük dilenci bir çocuk adama musallat oldu. "Abi nolur bir ekmek parası". Çocuğun tek dediği buydu ve adamın peşini bırakmıyordu. Adamda elindeki beni verdi ve hızlı adımlarla uzaklaştı.

Çocuk bana baktı ve "Bunla ekmek mi alırınır ulan!" diye arkasından bağırdı adamın ve beni havaya atıp, tam yere düşecekkken de bir tekme attı. Hayatımda ilk kez uçtum. Sonra yere düştüm, biraz yuvarandım ve orada kaldım. Üzerimden birçok insan geçti. Kimse beni görmedi, gören de umursamadı, görmemezlikten geldi.

Yerde ayaklar altında saatler geçirdim. Üstüm başım tozladı, insanlar beni ezdikçe parlaklığım gitti, eskidim. Gece geç saatte bir sarhoş buldu beni. Hiç üşenmeden aldı ve cebine attı. Birkaç gün cebinde durdum. Sonra ise benim gibi bir çok bozuk parayı denkleştirip bir içki dükkanına gitti ve bizim kaşılığımızda bira aldı.

Bir uzun sessizliği ve karanlığı da bu içki dükkanında geçirdim. Buranın kasası o kadar çok açılmıyordu. Kimse beni istemiyordu, sürünüyordum, sanki hapisteydim. Çokca zaman geçtikten sonra bir adama sigara parasının üstü olarak verildim. İçki dükkanının sahibi, " Abi kusura bakma anca böyle çıktı" dedi. Beni vermekten utanıyordu.

Bir süre de bu adamın cüzdanın bozuk para kısmında durdum. Deri cüzdanında durmak çok sıkıcıydı. Adamın kıçı terledikçe, derinin kokusu arttı. Hiç yoktan kasada bu tiksinç koku yoktu.

Bu cüzdan da bir hırsız sayedinde kurtuldum. Cüzdanı nasıl çaldı bilemiyorum ama bozuk para kısmını açtı ve benim de olduğum paralar eline aldıktan sonra yere atıp kaçtı. Kovalanamıyordu ama kovalanmaktan korkuyordu. Kendimi yerde gördüm, biraz ileride de cüzdan yerdeydi. Sonra biri cüzdanı aldı ve gitti. Beni ise kimse yerden almadı. Yine insanlar üzerimden geçti.

Birkaç gün bu ıssız sokakta yerde durdum. Üzerime kuşlar pisledi, arabalar geçti, köpekler ezdi... Kimse beni umursamadı. Derken üzerinde çok şık bir takım elbisesi olan, eski moda fötr bir şapkası olan, saçları dökük, temiz traşlı, belki yetmiş seksen yaşlarında, parlak ayakkabıları olan yaşlı bir adam gördü beni. Zar zor eğilip beni yerden aldı. Kupkuru elleriyle beni gözlerine yaklaştırdı. Siyah mavi gözlerini kısarak bana baktı. İşte o an beni tekrar yere atacak dedim. Eğildiğine bile pişmandır. Ama öyle olmadı, beni cebine koydu. Sonra evine gitti ve beni cebinden çıkarttı. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel evdi bu. Hatta ev değil sanki saraydı. Her yer tertemizdi. Beni diğer paralarının yanına götürdü. Bankadan sonra ilk kez bu kadar çok para görmüştüm. Beni, benim gibi bir kuruşların yanına koydu. Yanımızda yirmi beş kuruşlar, elli kuruşlar, bir liralar, hatta iki yüz liralar vardı. Bize öyle sevgiyle bakıyordu ki sadece genç bir erkek çocuğu sevdiği kıza böyle bakabilir. Saydı bizleri, yüzünde çocuksu bir gülümseme ile. Sonra da kasanın kapısını kapattı.

Bir yılı aşkın süredir buradayım. Bir ayda bir kasayı açıyor bizim ihtiyar. Gerçi son kasayı açmasının üzerinden de sanırım kırk gün falan geçti...

11 Mayıs 2010 Salı

Zaman çarpışması 1

İnsan hayatındaki en zor anlardan biri de aynı güne birden fazla önem arzeden durum düşmesidir. O anlarda kişi bir dilemma içinde kalır.

"ikilem: 1 . İki önermesi bulunan ve her iki önermenin vargısı olan tasım, kıyasımukassem, dilemma.
2 . İnsanı istenmeyen seçeneklerden birini, çoğunlukla iki seçenekten birini izlemeye zorlayan tartışma, sorun veya usa vurma durumu."

Benim bu durumu ilk yaşadığım an 2006'nın son günüydü. Çünkü 1 Aralık 2007 günü kurban bayramının ilk günüydü. Saçma sapan ülkemde içki içilmesinin normal sayıldığı yegane günler yılbaşlarıydı. Yine farz olmamasına rağmen bayram namazlarında camiler dolar taşardı. Gece içip sabah namaza gitmekte olmazdı...

Yine bir diğer sorun da bayram mesajlarıydı. Elimde cep telefonum düşünüyordum. Mesajda önce bayramımı yoksa yeni yılı mı kutlasam? Hangisini önce yazarsam sanki önceliğim oymuş gibi olacaktı.

"Yılbaşınızı ve kurban bayramınızı kutlarım." Bu mesaj yılbaşını, kurban bayramından daha çok umursadığımı göstecekti.

"Mübarek kurban bayramızı ve yeni yılınızı kutlarım". Bu mesaj ise dini değerleri ne kadar önemsediğimi.

Zaten karar verme aşamasında zor dakikalar geçirirken ekşisözlükten şok haberi almıştım, Saddam Hüseyim idam edildi. Görüntülerin linki bile vardı.

Yine benzer bir dilemma İstiklal Marşı okunurken bir yandan da ezanın okunması durumudur. Bu duruma hiç denk geldiğimi anımsamıyorum. Ama kesinlikle birilerinin başına gelmişti.

Bu dilemmayı üç şekilde ele alabiliriz.

1. İstiklal marşı okunurken ezanın başlaması. Bu durumda aslında yapılacak fazla bir şey yok. Başlanmış İstiklal Marşı'nı yarım bırakmak olmaz; ki bence bu soruyu marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy'a sorsak alacağımız cevap çok sert olurdu. "Tabiki marşı kesip ezanı dinlemesin!" Böyle bir konuda Mehmet Akif'in tavrı çok nettir.

2. İstiklal Marşı için hazırlıklar tam yapılmışken ezanın başlaması. Bu durumda ezanın bitmesi beklenir benim ülkemde. Ezan bittikten sonra da İstiklal Marşına geçilir.

3. Çok düşük bir ihtimal de olsa İstiklal Marşı ile ezanın aynı anda başlaması. Tam "Korkma sönmez..." derken ezan başlarsa Marşı okuyan kalabalık bir afallama ve şaşkınlık geçirecektir ve marşa katılım sanırım daha az olacaktır ya da söyleyenler daha az sesle söyleyecektir.


Bu marş ezan çarpışması statta olursa ne olur? Maçlardan önce İstiklal Marşı, zaten hoparlörden okunuyor. Zaten bu durumda genelde dudak oynatılır.

Tarih veriyorum. 1 Ekim 2010 Cuma. Bu tarihte İstanbul'da akşam ezanı saat 18:57' de okunacak. Eğer bu tarihe bir maç olursa tahminin akşam ezanı ile İstiklal Marşı aynı anda okunacak.

7 Mayıs 2010 Cuma

Pazartesi isyanları

Yunanistanda gerçekleşen isyanı görmüşsünüzdür Pazartesi sevdalıları. Atina ters düz oldu. Sebep olarak basında yansıyan ekonomik sorunlar gösterilse de asıl sebep malum benim. Geçen sene sadece altı milyon yunan kadının listeleri çevirisizi orjinalini okumak istediği için türkçe öğrendiğini duymuşsunuzdur. Açık söyleyeyim sadece Atina'yı yıkarak beni misafir edemezler. Sevgi emek ister.

* Altın madalyalı bir sporcu olmalı. Ülkesini temsil etmiş, istiklal marşını okutmuş, bayrağını göndere çektirmiş olmalı. Böyle bir gururu taşıyan biri ancak benimle olabilir.

*Sinirlendiği zaman alnındaki ya da boğazındaki damaları çıkmamalı. Malum bazen biraz sinir bozucu olabilirim.

*Saç şeklime hiçbir şekilde karışmamalı.

*Çok çabuk giyinebilmeli. Evde çıplak dolaşırken, kapı çaldığında, hızla giyinip kapıyı açmalı. Ben kapı açmayı sevmem.

*Benimle geçireceği her anı açacağı bir blog ile geri kalan kadınlarla paylaşmalı ve nispet yapmalı.

İşte böyle pazartesi hayranları. Biliyorum kolay değil. Ama başka şansınız da yok. Sevdalılar, ilk hedefiniz Selanik, ileri! 

Kurnaz - Kahin

Kurnaz adamdı eski futbolcu. Gençliğinde iyi futbol oynardı. Futbol hayatı bitince ise, ticarete atılmış ve güzel para kazanmıştı mamafih şöhreti özlüyordu. İnsanlar eskisi gibi onu tanımıyordu. Hele genç nesil onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Para, ona huzur ve mutluluk getirmemişti. Attığı golleri görürdü rüyalarında ya da seviştiği güzel kadınları. Şimdi de güzel kadınlarla sevişiyordu ama eski tadı alamıyordu. Sebebini ise artık ünlü olmamasına bağlıyordu. Eskiden kadınlar ünlü futbolcu ile sevişmek istiyorlardı, şimdi ise sadece para karşılığı sevişiyorlardı onunla.

Eskiden gazeteciler görüşme yapmak için kapısında yatarlardır. Bir tek kelimesini yazmak için karda kışta gece klüplerinin önünde beklerlerdi. Geçenlerde bir gazeteci çocuk onunla görüşmek isteyince heyecanlandı. En güzel kıyafetlerini giyip gazeteciyi bekledi. Gazeteci ise bir saat geç kaldıktan sonra umursamaz bir tavırla eline bir kağıt tutuşturdu ve "Soracağım sorular bunlar. Lütfen biraz acele edelim" dedi.

Dediği gibi acele de etti çocuk. Görüşme on beş dakika sürdü ve gitti. Diğer gün gazetede ise kendini, kendisi gibi eski birkaç futbolcu arkadaşı ile yapılmış röportajın içinde, birkaç satırda buldu. "Hey gidi günler", dedi içinden. Neydik, ne olduk?

Şöhreti özlüyordu. Hatta hissettiği sadece özlem değildi. Çok daha yoğun bir duyguydu. Şöhretsiz yaşamam ben dedi kendine. Bir yolunu bulmalı ve tekrar tanınır olmalıyım.

Eski arkadaşlarına baktı. Daha doğrusu eski arkadaşlarından ünlü olanlara baktı. Ya teknik direktörlük yapıyorlardı ya da yorumculuk. Teknik direktörlük bana göre değil dedi kendine. Çekemem ben o stresi. Hem yıllardır uzağım futboldan. Şimdi gidip ikinci ligde mi uğraşacağım. Ben en iyisi yorumcu olayım. Bir gazeteye de yazı yazarım olur biter.

Bir arkadaşına isteğini anlattı. O arkadaşı da, başka bir arkadaşına. Bir başka arkadaşı da, bir tanıdığına... Sonunda bir televizyonun genel yayın yönetmeni olan Ahmen Bey ile bir akşam yemeği ayarladı.

" Benim zengin adamım Ahmet Bey. Bu işi istiyorsam para için değil futbolu sevdiğim içindir."

Ahmet zeki adamdı. Karşısındakinin ne söylediğinden çok, ne demek istediğinine bakıyordu. Karşısında bir futbolcu eskisi vardı, zengin bir adam vardı, söylediklerini ezberlediği belli bir adam vardı, ses tonu ve hitabeti fena olmayan bir adam vardı, yakışıklı olmasa da bakımlı bir adam vardı, giyinişine önem veren bir adam vardı.

"Bizim işimiz sadece futbol değil. Bunu iyi biliyorsunuz. Bizim işimiz şov, gösteri, gösteriş, kavga, heyecan... Bunları yapabilir misin? Kurnaz bir adamsın biliyorum. Kurnaz biri her zaman işime yarar. Eğer futbol oynadığın zamanlardaki gibi kurnaz olursan bu işte çok ilerlersin.

Bir sürü eski futbolcu televizyonlarda, gazetelerde. Çoğu bağıra çağıra tartıştığı ve tuttuğu takıma hala bağlılıklarını gösterdikleri için oradalar. Sen çok transfer yapmış bir adamsın. Farklı bir şeyler ortaya koy bende seni medyanın göbeğine koyayım. Beni ara ve güzel bir fikirle gel."

Yemek bittiğinde eski futbolcu hem umut, hem de umutsuzluk doluydu. Ahmet Bey'in söylediği açıktı. Farklı bir şeyler bulamazsa ona bu dünyada yer yoktu.

Futbol ile ilgili farklı bir fikir bulması için eskisi kadar futbolla iç içe olmalıydı. Gidebildiği tüm maçlara gidiyordu, eski futbolcu arkadaşları ile eskisinden katbekat daha çok görüşüyordu, sabahlara kadar futbol tartışma progrmları izliyordu, yine arkadaşları ile halı saha maçları bile yapmaya başlamıştı. Futbolla geçen günlerinde futbolu çok özlemediği kanısına vardı. O şöhreti özlüyordu.

Öğlen vakti oynanan bir futbol maçına gitmişti yine tek başına. Taraftarı pek olmayan iki takımın sıkıcı maçıydı. Maçı yayınlayan kanal da oynanan futbolda yayınlayacak pek bir şey bulamamış olmalı ki kameralar tarafları gösterirken ona yakın çekim yaptı. Maçı anlatan adam da, eski futbolcuyu tanıdı ve ondan bahsetmeye başladı.

Bir anda eski futbolcunun telefonu çaldı arayan eski bir arkadaşıydı.

"Abi naber nasılsın?"

"İyilik aslanım senden naber?"

"Benden de iyilik abicim maçı izliyordumda seni gördüm. Spiker kaç dakikadır senden bahsediyor."

Şaşırmış ve mutlu olmuştu eski futbolcu. Hem spiker onu tanımıştı; hemde canlı yayında ondan bahsetmişti. İçinin kıpır kıpır olduğunu hissetti ve tam o anda gol oldu.

"Golü gördün mü?" dedi telefondaki arkadaşına.

"Yok abi ne golü, korner kullanıyorlar" dedi arkadaşı ve o anda korner kullanıldı ve gol oldu.

"Abi televizyona görüntü biraz geç geliyor. Sen tabi canlı izlediğinden golü bizden önce görüyorsun. Bizde sözde canlı yayında maç izliyoruz" dedi.

Eski futbolcu kocaman bir kahkaha patlattı. Arkadaşına " Sağolasın aradığın için, görüşürüz arkadaşım." dedi ve telefonu kapattı.

Gülüyordu eski futbolcu. Hemde bir çocuk gibi. Sonunda aklına bir fikir gelmişti. Sonunda eskisi gibi ünlü olabilecekti. Hatta eskisinden de ünlü olacaktı. Hemen Ahmet Bey'i aradı.

"Harika bir fikrim var Ahmet Bey. İddialıyım tüm basını sarsacağız."

"Buna çok sevindim. Söyle bakalım nedir planın?"

"Telefonda olmaz Ahmet Bey. Önemli konular yüz yüze görüşülmeli. Akşam yemeğinde anlatırım size her şeyi"

Akşam oldu. Yemek masasına oturdular.

"Aklıma harika bir fikir geldi. Göreceksiniz hem kanalınız, hem ben kazanacağız", dedi.

Ahmet karşısındaki eski futbolcuya bakıyordu. Gördüğü ise mutlu bir adamdı, kurnaz bakışlı bir adamdı, kendine güvenen bir adamdı, içindeki çocuğu zor zapteden bir adamdı.

"Nedir fikriniz?" dedi. Kendini çok kaptırmış gibi göstermek istemiyordu. Karşısına biraz sonra çok zekice bir fikir çıkacağının farkındaydı.

"Canlı yayınladığımız maçlar aslınca canlı değil bunu biliyorsunuz. Tahminin altı ya da yedi saniye geç olarak yayımlıyorsunuz maçı."

"Uydulardan kaynaklı böyle bir geçikmemiz var. Radyolar maçı, televizyondan birkaç saniye önce yayınlar ama hiçbir iletişim kaynağı maçı oynandığı anla aynı anda yayınlayamaz."

"Bunu biliyorum. Malum yayıncı kuruluş değilsiniz. Sadece milli maçları ve avrupa maçlarını yayınlıyorsunuz. Ben bundan sonraki maçların canlı yorumcusu olacağım."

"Eee. Harika fikrinize gelelim."

"Fikrim şu. Yayınladığınız maçları yedi saniye değil de, on saniye geç yayınlayacaksınız. Bu bana ve yanımdaki spiker arkadaşa üç saniye kazandıracak. Böylelikle ben bazı öngörülerde bulunacağım ve bunlar tutacak. Böylelikler herkes bana kahin diyecek. Ben de sizinle on senelik bir kontrat imzalayacağım ve başka hiçbir kanala gitmeyeceğim. Kısaca ben şöhret ve para kazanacağım. Siz de şöhret ve para kazanacaksınız."

"Sana neden kurnaz dediklerini anlıyorum. Bu çok kurnazca, zekice bir fikir. Sana istediğin üç saniyeyi yayıncı arkadaşlar sağlayacaktır."

Aradan altı ay geçti. Kurnazımız bu sürede altı maçta yorumcu olarak göreva aldı. Serbest vuruşlara bakıp "Gol olur" ya da "Gol olmaz" dedi. Asıl ününü ise "Bu penaltı gol olmaz" dediği penaltı kaçınca yakaladı. Maçtan sonra nasıl bildiği sorulduğunda ise " Futbolcunun topa koşuş açısı çok yanlıştı." dedi.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

kısa kısa 5-3

Liseli ergen ve kelime oyunu

Lise müdürü onun isyanlar ve saçma sapan hareketlerinden bıkmıştı. Ders başlamadan önce sınıfa girdi ve isyankar liseliye sert bir ses tonu ile; "Oğlum! Gel bakayım yanıma!" dedi. İsyankar liseli ise yerinden kalkmadan "Ne vardı hoca?" dedi.

Lise müdürünün sinirleri zıplamıştı. " Bana saygı duymak zorundasın! Ben bu okulun müdürüyüm".

Liseli isyankar ise yarından kaltı ve kravatını düzelterek, "Saygı gösteriyorum ya hoca.", dedi.

kısa kısa 5-2

House'vari bir laf sokuş


- Merhaba ben doktor Johnathan Prizefull.
- Merhaba. Demekki adının önce statünü söylemek istiyorsun. Demekki işin, statün adından daha önemli. Demek ki işin olmadan sen bir hiçsin. Benin hiçlerle konuşacak kadar zamanım yok. 

4 Mayıs 2010 Salı

kısa kısa 5-1

İkisininde, iki ayrı cep telefonu vardı. Birinde iş ve ev arkadaşlarının, akrabalarının numarası vardı. Ötekinde ise sadece birbirlerinin numarası. Birbirlerini seviyorlardı.

Birbirleri için birer telefon taşımak ikisinin de çok hoşuna gidiyordu. İlişkilerine gösterdikleri özenin bir simgesi gibiydi. Kız bir gün telefonunu gösterip, "Sanki kalbini elimde taşıyorum" dedi, "Sen beni her aradığında, her mesaj çektiğinde bu telefonun titremesi bana böyle hissetiriyor."

Erkek, kızı öylesine; sadece sesini duymak için aradı. Kız ise elinde telefonun titremesini hissediyor ve içinden "Kalbi yine benim için atıyor." diyordu.

Elinde telefon kızı ararken erkek, ansızın öldü. Telefon elinden düştü ve bataryası çıktı.

Kızın elindeki telefonun titreşimi durdu. Erkeği o aradı, ulaşamadı.

Tango ve sex

-Danstan hiç hoşlanmıyorum. Daha doğrusu beceremiyorum.
-Tahmin edeyim. Tango öğrenmek istersin değil mi?
-Evet.
-Sakın acele etme. Tango kurslarına iki sebepten gidilir. Birincisi, sen otuz beş yaşını geçmişsindır, tüm arkadaşların evlenmiştir ve sende artık evlenmek istiyorsundur. Bu mekanlar iyi bir tanışma mekanıdır. Seninle ortak amaçlardaki erkekler bulabilirsin orada.
-İkincisi?
-İkincisi ise evlenmişsindir. Eşinle birbirinize dokunmaktan sıkılmışsınızdır ve cinselliğiniz de bitince ilişkiyi renklendirmek için gidersiniz tango kursuna. O gazla bir kaç ay sevişirsiniz. Sonra o da biter.

izmir cinayetlerinin çözümü ardından profilimin karşılaştırmam.

*Yaşı aralığını tutturdum. Beyaz ve erkek olmasını da.

*Amacının para olmadığını söylemiştim ama şu ana kadar amacının para olduğu söyleniyor. Daha önce yaptığı bir çok hırsızlık var.

*Silah kullanımında ehil olmadığını söylemiştim. Asker ya da polis değil demiştim. Garson çıktı.

*Planlı ve kontrollü biri ama kontrolü kaybediyor demiştim. Net dikkatsizliğinden hatta aptallığından yakalanması beni bu konuda haksız gösterse de daha önce bir çok hırsızlık yapıp yakalanmaması, hatta daha önce bir kızı bıçaklayıp yakalanmaması beni haklı gösteriyor.

*İlk iki icnayet işlediği sokağın onun için önemli olduğunu söylemiştim ve o çevrede yaşıyor olması beni bu konuda da haklı çıkartıyor.

*Anne ya da kız kardeşinin ölümünün katilde travmaya sebep olabileceğini söylemiştim. Böyle bir vefat yok ama çevresi tarafından çok sessiz bir insandır ve türkçe pek bilmezdi denilen annenin memleketine dönmesi ve olayların başlaması ilişkili olabilir.

*Küçükken uğradığı cinsel saldırı ya da tacizden şüphelenemiştim. bu konu muamma.

*Yakalanana kadar devam edecek demiştim. Yakalandı ve devam edemedi.

*Sıkışırıldığı zaman çevrede kadın polis olmamalı demiştim. Gerçekten de yokmuş. Polis teşkilatını tebrik ederim.

Öğrendiklerim:

*Seri katil tanımımda cinsel tatmini çok temelde alıyordum. Bu yanlışmış.

*Çocukluğunda hayvanlara eziyet eden çocukların ileride seri katil olma ihtimallerinin olduğu.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Pazartesi hayranları için uyarı

İsviçreli bilim adamları yaptıkları son çalışmalarda; bir kız çocuğunun genö kızlığa geçiş evrelerini şöyle sıraladılar.

-vücutta tüğlenme,
-bu tüğlenmeden rahatsız olma
-memelerde büyüme
-pazartesi listelerinin takibi.

Buradan uyarıyorum. 18'ini geçmeyen gelmesin. Dildo ile döverim, kapanmaz yaralar açarım benliklerinde. Buönemli uyarıdan sonra listemize geçelim.

*Divan edebiyatı ve modern danstan anlamalı. Bunları harmanlamalı.
*Mangal yakıp, söndürebilmeli.
*Hırsız arkadaşları olmalı ki; bir şeylerimiz çalındığında arkadaşlarını arayıp, geri getirtebilmeli.
*Saçlarımı örmeli.
*Bir Smith wesson'u gözleri kapalı söküp takabilmeli.
*1 Mayısta tatil yapabilir.

Aman ha! başımı belaya sokmayın. Unutmayın ki zaman sizleri büyütecek, bende ise değişiklik olmayacak.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

ZİFİRİ

Geceler karanlıktır,
Her insan zifiri.
Gündüzler aydınlıktır.
İnsanın tabiati zifiri.

Derken bir telefon çalar,
On saniye konuşursun, kapatır.
Biri seni önemsemiştir
-Emine-
Alem zifiridir, sen ise şavk-i.

Herşey zifiridir ve de izafi.
Mamafih; zifiri değildir izafi.
"Işıksızlık, karanlıktır zifiri."
Ansızın bir telefon çalar,
Şavk vurur ruhtan içeri.