26 Mart 2012 Pazartesi

pazartesi - artık nükleer tehditim

Siyah takım elbise giymiş, dik durmaya ve dik yürümeye gayret eden saçma sapan insanlar kapımı o kadar çok çalıyorlar ki; artık inanın ne benim, ne de sizin için haber değeri taşımıyordu damardan pazartesiciler. Ta ki düne kadar. İşte yine bir grup siyasi kapımı çaldı, röpteşambırımın önünü bile bağlamadan, gözümün çapağı ile kapıyı açtım ve sordum; “Bu sefer ne var?”

*Antep fıstığını ayıklayıp bana yedirmeli.

*Saatlerin ileri ya da geri alınmasını bana yansıtmamalı.

*Kin ve devlet işlerini birbirinden ayırmalı.

*Kübizm şakaları yapmalı.

*Dilberay taklidi yapmalı ama duracağı yeri bilmeli.

Bu sefer iyice delirmişler. Ellerinde jotstick gibi bir şey var, yedi tane. Üzerinde de bir düğme, düğmeninde üzerinde bir kapak, kapakda da “ luzüm görürseniz kırınız” yazıyor. Lüzum görüyorum olan dediğim gibi diz çöküp yalvarmaya başladılar. Bu dallamalar nükleer silah sahibi ülkelermiş ve bu butonlar nükleer silahı ateşliyormuş. Yıllarca bu büyük sorumlulukla yaşamaktan yorulmuşlar ve haklarını bana devretmek istiyorlarmış. Nedir benim bu dünyanın kahrını çektiğim yahu?

22 Mart 2012 Perşembe

Bir anda evi terk etmeye karar vermiş adamın son sözleri

*Ekmek almaya çıkıyorum.

*Biraz hava almam lazım.

*Kısa bir ara.

*Arkadaşlar iyidir.

*Ben bir çıkıp bakayım, rüzgar ne taraftan esiyor.

* “..... yazarım adını... Ey özgürlük...”

*Gezecek, görecek çok yer var.

*Bu dünyaya kaç kere gelicez arkadaş.

*I have a dream.

*Her yaşın ayrı güzeliği var, en güzel çağımdayım.

*Hiç tanımadğın birinin seni beklediğini düşündün mü hiç?

*Sıcak denizlere inmem gerek.

*Erken rezarvasyon yapılırsa yurt dışı turlar çok hesaplı.

*Sana Ezgi’den bahsetmiş miydim? Bizim okulun en güzel kızıydı.

*Ben hiç ıstakoz yemedim Nejla! Kurbağa bacağı yemedim, havyar yemedim.

*Kaptan Kusto bir gün dalmış derinlere; dalmış, dalmış... Ezanı duymuş müslüman olmuş.

*Şimdi burada kış ya, güney yarım kürede yaz.

*Çayını o kadar çok karıştırıyorsun ki; kulaklarım acıyor.

*İyi günlerindesin, hasta da sayılmazsın; nikah memuruna verdiğim sözü tutmamış sayılmam.

21 Mart 2012 Çarşamba

eski bir yarım yamalak...

Spor deri ceketli, taşlanmış kot pantolon giyen, saçları bol jole ile sağa yatırılmış, Barış Manço’nun kısa saçlı gençlik hallerini anımsatan bir adam arkamda dolmuş bekliyoruz. Çakal gibi tutarak ve derin nefesler alarak sigara içiyor. Bakışları ensemde hissediyorum. Bulunduğumuz güzargahtan dört tane dolmuş hattı geçiyor. En sık geçen o sigarsını bitirir bitirmez geçiyor ama o el etmiyor. Yedi dakika sonra diğer iki dolmuş üst üste geliyor. Yine hareket yok, binmiyor.

Bir sigara daha yakıyor. Garip diğer dolmuş gelmek üzere olmalı.

woody alen vari uçak korkusu.

şimdilik olayı kafamda kurduğuma göre inişte çok korkacağım, çünkü uçaklar genelde inerken düşermiş. havada ise sadece iki uçağın çarpışması ise sadece 3 kez yaşanmış.

hem tek tehdit uçağın düşmesi değil ki? ya kaçırılırsa? eğer hava korsanı çok uzun değilse arkasına saklanmak için kesin beni seçecektir. malum enli bir insanım. hem biri sorumluluk alıp hava kosanına saldıracaksa o kişi yine ben olmalıyım çünkü muhtemelen en intihara meyilli yine benimdir.

peki hava korsanı iletişim için beni seçerse. polisle beni telefonda konuşturursa? zaten telefonla konuşmalarda çoğu şeyi anlamıyorum, her şeyi bok ederim. zaten polis asla korsanın istediğini vermez, anlaşma sağlanamamasından beni sorumlu tutacaktır.

hem tam uçak kaçırma zamanındayız. nevruz sonrası, iranın hürmüz boğazını kapatma kararı, suriye sorunu... havalar ısınıyor; insanların en cesur olduğu dönem.

hadi paraşütle atlamak gerekti? hiç deneyimim yok.

19 Mart 2012 Pazartesi

İş Arkadaşları

Kapanmış marketin kepenklerine yaslanmış sağı solu izliyordu o adam. Dökük saçı, seyrek sakalına karışmıştı. Kekremsi kesik kokusu açık havada bile alınabiliyordu. Sağ elinde kağıdı yırtılmış bir şarap şişesi, sol elinde ise ucunu sıkarak kapattığı büyükçe bir kese kağıdı vardı. Uzaktan bizi kestiğini hissettim. Ya para ya sigara isteyecekti ve param da sigaram da vardı.

Yanımda da işten arkadaşlar vardı. Bir yerlerde içmiş, her zamanki gibi işten konuşmuş, şimdi de eve dağılacaktık. Bir iş arkadaşına ne kadar güvebilebilirse onlara da o kadar güveniyordum. O adamın bakışlarından rahatsız olduğumu hissettim bir an. Korkumun üstüne arkadaşlarımın verdiği sayısal üstünlüğü de alarak gittim;

“ Naber dayı! Nassın baalım?”

Arkadaşlarım bir anda sus pus kesildi. Bir yıla yakındır tanıdıkları benden beklenmeyecek bir hareketti bu. Çalışkandım, ağzım sıkıydı ama cesur, sokakta gördüğü şarapçıya laf atacak bir adam değildim. İçkiyi de ağzımla içerdim, kontrolü kaybetmezdim.

“İyidir, bir sigara versene” dedi şarapçı, bir şarapcıdan beklenmeyecek duru bir sesle. Adamın sanki iyi bir lokantada çalışan şef garsonvari sesi daha bir cesaretlendirdi beni ve;

“Sigara senin gibi ölülere işlemez, iç tabi.” demiş bulundum. Arkadaşlarım bu kendileri kadar bu aptal şakaya çok güldüler. Onların kahkahalarından utandım ve paketten bir sigara yakıp içmeye başladım ve bir de kulak arkası yapıp gıcır paketi adama verdim.

“Bir paket sigara ha? Şarapçıyla galga geçmenin bedeli. Oldu olacak anama bir küfret, sonra da bir şarap al. Hatta ağzımı burnumu kır, sonra iyi bir yemek ısmarla. Sizlerin vicdanı bu kadar mı kolay rahatlıyor?”, dedi; hem de tane tane ve beyefendi üslubunu hiç bozmadan.

Sert kayaya çarpmıştım, sanki adamın yumruğu ağzımının içine girmiş gibiydi, yutkundum, bir daha yutkundum. Soğuk bir damla terin omuriliğimden aşağı inişini hissettim. Söyleyecek sözü olmamak ne zor bir durumdu. Kaypak arkadaşlarım bu sefer benim düştüğüm duruma gülüyorlardı ki; ben duruma onların o kahkahalarından utandığım için düşmüştüm. Şarapçıya söylecek sözüm yoktu ama onlar vardı.

“Ne gülüyorsunuz lan!” diye ağzımdan tükmükler çıka çıka bağırdım. En gevrek olanları gülmeye devam ettiysede çoğu sustu. Sonra bana sarıldılar ve beraber yürümeye devam ettik.Şarapçıya bulaşma, takma; gibilerinden bir şeyler söylediler. Manasız bir sakinleşme yaşadım. Üzerimde üç dört adam eli vardı, biri omzumu okşuyor, biri hafiften kafama vuruyordu.

pazartesi - darbe hazırlıkları

Geçen sabah pencereden aşağı tükütüp, tükmüğümün düşüş zamanından mesafeyi bulmaca oynuyordum ki; zamanında beni askere çağıran folklor ekibi kılıklı adamlar apartmandan içeri girdiler müebbet pazartesicileri. Adamların soğuk bir mizahı var, geçen sefer çok güldüğümü anımsadım ve içeri aldım. Kalp hizasında en çok takısı olan " Efendim burası güvenli ise sizinle ülkemizin geleceği için çok önemli bir konuyu konuşmak istiyorum" dedi. Gülmemek için kendimi kasarak " Buyrun", dedim.

*Çok güzel, çikolatalı muzlu süt yapabilmeli.

*Dinlemekten sıkılmayacağımın iki ya da üç güzel anısı olmalı.

*Ekinoks tarihlerinde saçma sapan davranmamalı.

*Benden gizli terlemeli.

*Arkamdan iş çevirmeli.

Sonra bunlar coştular. İltica tehditinden, ülkenin elden gittiğinden, ihtilal yapmaktan, yönetimi ele almaktan falan bahsettiler. Öyle komiklerdi ki, gülüp bozmak istemiyor ama arada mutfağa, banyoya gidip gülüp gülüp geliyordum. Folklör ekibinin başı en sonunda "Sizi de cumhurbaşkanı olarak görmek isteriz" dedi ve o an sandalyeden düşmüşüm. " Hacı şaka mısınız lan? Bari önce radyoyu ele geçirin de bildiri okuyun" dedim ve kovdum.

17 Mart 2012 Cumartesi

İçindekiler

Romanın girişine içindekiler kısmı baskın olan duyguların olduğu sayfalar da olabilir, öylesine de yazılabilir

Kan sayfa 12

İntikam sayfa 43

Öfke sayfa 57

Çıkar çatışması sayfa 67

Öfke sayfa 90

...

...

...



gibi

12 Mart 2012 Pazartesi

Popçu Umur’a P.R çalışması.

*Şu an müzik dünyamızda kötü adam yok. Hepsi çiçek, böcek; sevgi, saygı; barış, marış derdinde. Ne zaman kral tv’yi ya da number one’ı açsak sakallı çocuklar ağır tempolu, munis şarkılar söylüyor. Umur bu boşluğu dolduracak.

*Umur öfkeli, tepkili ve dengesiz bir karakter çizecek. Elinde birası ile bardan çıkıp “ Şu KPSS kalkmalı arkadaşlar.”, dedikten sonra özel minibüsüne binecek.

Başka bir sabah pijamaları ile, saçı başı karışık yeni uyanmış hali ile bakkaldan çıkarken yakalanacak ve basına en az yirmi saniyelik küfürler edecek.

Sabah küfrettiği basını akşamında bir yerde görecek ve gidip hepsini öperek sabahları mutsuz uyandığında, afyonunun patlamadığından, emeklerinde saygı duyduğundan bahsedecek.

*Kadın olayını abaracak ama bir Serdar Ortaç çirkinliğinde değil elbette. Hayatına giren kadınlara acılar çektirecek, analarından emdiği sütü burunlarından getirecek. Ünlü olma derdinde kadınlarla beraber olacağı için bu kadınlar yaşadıklarını basınla paylaşacak. Takınacağı maço tavrını hiç reddetmeyecek ve zor adam rolünü oynamaya devam edecek.

*Kendisine düşmanlar seçecek ve onlara olan öfkesini dile getirmekten hiç çekinmeyecek. Mevcut durumda Yalın’a ve Fattahcan’a saldırmasını makul buluyorum. Hem öfkede, hem polemikte Umur ile yarışamayacak insanlar. Zıt kutup olmaları temsil etmeleri sayesinde Umur batırsa bile muhakak onu haklı olduğunu düşünen insanlar bulabilecektir.

*Umur muhakak küçük suçlar işleyerek başını kanun ile soruna sokacak. Hapse girsin demiyorum ama nezarette sabahlamaları olursa çok iyi olur. Acemice yapılmış küçük hırsızlıklar toplumda sempatiye yol açabilir. Bir oyuncakçı dükkanından uzaktan kumandalı araba çalarken çekilmiş güvenlik kamerası görüntüleri büyük haber ve doğal olarak büyük reklam olacaktır.

Sansasyon patladıktan sonra medyanın karşısına çıktığında; oyuncakçıdan araba çalmasının sebebini kimseye açıklayamayacağını ama altında yatan sebebin çocukluğuna kadar uzandığını pişmanlık ve utangaçlıkla söylemesi harika olacaktır.

*Yine sokakta gördüğü kör bir dilencinin önündeki parayı cebine atmalı ve bu görüntüler yayınlandığın da “ Gerçekten kör mü yoksa yalan mı söylüyor merak ettim. Hem adam dilenci. Kimse bana emekçilikten bahsetmesin” diyerek kendi değer yargıları olduğundan dem vurması Umur’a daha önce denenmemiş bir marjinalliğin yolunu açacak.

*Güzel şarkılar bulur ve fit görüntüsünü asla kaybetmez ise üçündü ya da dördüncü albümden sonra A sınıf bir şarkıcı, bir süperstar olacaktır.

11 Mart 2012 Pazar

pazartesi - sanırım ben yalnızlığa mahkumum

Yıllardır aklımda olan bir eylemi geçen perşembe günü gerçekleştirdim pazartesi müzdaripleri. Taktım kızıl peruğumu, yaptırdım makyajımı, giydim yeşil tek parça bir elbise, üzerime de ince bir hırka aldım Beyaz topuklu ayakkabılarımı giydim ve sokakta yürümeye başladım.

*Uykusuz kaldığında yüzü düşmemeli.

*Doğaüstü güçlerini sadece insanlık için kullanmalı.

*Namağlup bir rus ruleti oyuncusu olmalı.

*Benden önceki hayatında bir süre zorlu bir fakirlik dönemi geçirmiş olmalı.

*Tacikistan şakalarımı komik bulmalı.

Amacım kadınlar günü için alternatif bir kutlamaydı. Bizim sokaktan sola döndüm, ana caddede biraz salındım, vitrinlere baktım, bir cafede oturup bir yeşilçay içtim, makyaj malzemeleri hakkında bir eşcinsel vatandaşım ile sohbet ettim; tam alışveriş merkezine doğru dönmüştüm ki karşımda ellerinde soparlarla, meşalelerle dikilen onbinlerce kadın gördüm. Kocaman elleri olan çakma sarışın öne çıkıp;“ Sen kimsin? Onu bizim elimizden alamazsın!” diye bağırdı. “ Ayol ne diyorsunuz, bacım”,dedim. Benim şimdiye kadar gördükleri en mükemmel kadın olduğumu ve pazartesi listelerindeki tüm özellikleri bir tek barındırdığımı; haliyle beni öldürmek zorunda olduklarını söylediler.

Duyduklarım gözlerimi yaşarttı. Peruğumu çıkarttım ve “ Sanırım ben yalnızlığa mahkumum” deyip eve döndüm.

9 Mart 2012 Cuma

Kasmadan Hisse

Yüzyıldır aynı muhabbeti dinliyoruz. Eski Avrupalı, yeni Amerikalılar oldu ve Kızılderilileri yurtlarından attı. Onlara vahşet uyguladı. İçkiye alıştırdı, soylarını tüketti. Yoksa Kızılderililer doğayla uyumlu, barış halinde yaşayan masum insanlardı.

İşin aslı öyle değil işte. Avrupalılar kıtayı fethetmeden çok önce, hatta Kızılderililer ortaya çıkmadan orada şimdiki Eskimoların atası olduğu tahmin edilen Narşürkler yaşıyordu. Bayrakları, marşları, türküleri, dinleri, ritüelleri, bayramları, seyranları yoktu. Onlarda çadırlarda yaşarlar, sadece doyacakları kadar alanı eker; ticaretle, savaşla uğraşmazlardı. Kızılderililerin ot tüttürme ve mantar ile halisünatif durumlara geçmesi hep Narşürklü kültürünün etkilerindendir. Bir rivayet hiç ayık gezmezler, ayık gezeni de çok sevmezlermiş.

Sonra kuzey doğudan denizyolu ile Kızılderililer Amerikayı keşfetti. Uzun saçlı, sakalsız, kafalarında tüylerle gezen garip adamları gören Narşürklüler onları hiç yadırgamadı. Zaten ot ve mantardan her gece çok daha acayip şeyler görmeye alışmışlardı. Herkesin kendine yettiği, kimsenin yaralı parmağa işemediği bir kültürden geldikleri için de Kızılderililere hiçbir dostane tavırda bulunmadılar. Ne selam verdiler, ne küfrettiler.

Kızılderililer bu duruma çok anlam veremedi. Dostane bir tavırları olmadığına göre dost değillerdi ama düşmanca bir tavırları da yoktu ve düşman oldukları da söylenemezdi. Bulundukları durumu ataları daha önce hiç yaşamamıştı. Olayı anlamak için akılları sıra hayvanlardan benzetmeler kurdular. Kendilerini bir ceylan, Düşmanlarını ise bizonla eşleştirdiler. Bizon ceylan yemezdi ama isterse öldürebilirdi. Ölmek isteyemen ceylanın tek şansı vardı. Birleşip, gizlice saldırmak.

İşte o gün ilk totemlerini diktiler. Başında tüyler olan bir ceylan. Sonra da bir gece ilk Narşürk köyüne saldırdılar. Daha önce hiç savaşmadıkları için ne olduğunu bile anlamadan o köy yok oldu. Bu vahşet haftalarca sürdü. İlk zamanlarda sayıları onbinlerce ölçüldüğü tahmin edilen Narşürklülerden sadece bir yıl sonunda sadece birkaç köy; yüz, yüz elli kişi kalmıştı.

Cinayet işlemekten yorulan ve artık kan tutan Kızıl adamlar durdu ve kendi geldikleri gemilere Narşürklüleri doldurup, gönderdiler. Muhtemelen şimdiki Eskimolar Kuzey Kutbuna bu sayede gitmiş olmalı. Munis yapılar ve anlaşılmaz hayat tarzları göze alındığında bu çok da mantıksız gelmiyor.

Daha sonra tüm Kuzey Amerika’ya hakim olan Kızılderililer hızla çoğaldılar. Narşürklülerden kalma adetlerin birazını kendi adetleri ile harmanlayıp, zaman da ayak uydurarak barışçıla yakın bir hayat sürdürdüler. Ta ki beyaz adam gelene kadar.

Kasmadan hisse: Peki birileri gelip Beyaz adamı yurdundan kovarsa; onlara şiddet, vahşet uygularsa? O zaman kim Kızılderililerin yaşadığı vahşetten bahseder?

8 Mart 2012 Perşembe

5 koyun

“Benim için intikam hesaplaşma değil. Biraz daha fazlası. Mesela sen benim beş koyunumu çaldıysan; ki çaldın, benim senin beş koyununu çalıp bir de ağzını kırmam gerekir. Beşe karşı beş eşit olmaz. Benim beş koyunumun yanında gururum da kırıldı. Senin beş koyununa ulaşana kadar geçen sürede yüzüm yerdeydi. Sen koyunlarımı çaldığında, beni enayi yerine koyarken mutluydun. Ben ise mutsuz ve öfkeliydim. Beş koyuna karşı beş koyun peki gururuma, mutsuzluğuma ve öfkeme karşı ne?

Onun için seni döveceğim. Hem de tertemiz. Muhakkak bir yerlerini kıracağım ki; hemen iyileşme, en iyisi parmakların ki iş tutama, çalışama. Hatta etini yarmalı ve iyileşince izi kalacak bir yara da açmalıyım, alnına mesela ki ; o yaraya baktıkça beni anımsayasın. Birazdan ben mutlu bir adam olacağım ve de gururlu. Seni de burada mutsuz ve gururun yerlerde bırakacağım. Beş koyunumla evime yürürken yanıma bir şey daha alacağım. O da kadim bir ders.

O da intikamın değil, hesaplaşma vaktinin sana geldiği gerçeği olacak. Artık sıra sende olmuş olacak. Kırılmış parmaklarına, yarılmış alnına bakıp bakıp; önce iyileşmeyi, sonra kuvvetlenmeyi, en son olarak da doğru zamanı bekleyeceksin. Benimle hesaplaşacağın günü.

Sıra sana geldiğinde temiz bir dayak ya da on koyun senin hesabını kapatmayacak. Soğuk kış gecelerinde sızlayan parmaklarını, aynaya baktıkça gördüğün alnındaki o çirkin yaranın intikamını anca beni öldürerek alabileceğini bileceksin. Bugün sana şunu da öğretmiş olacak ki ben asla unutmam,sineye çekmem. Muhakkak intikamımı alırım. O gün eğer beni öldürmezsen, seni öldüreceğimi bildiğin için beni öldüreceksin.

Seninle öyle bir oyuna girdik ki; sadece yaşayan kazanır, ölen kaybeder. Şu an ipler benim elimde olduğuna göre en doğrusu seni öldürmek.”

Dıkşın!

6 Mart 2012 Salı

Boşanmalıyız Meltem

"Boşanmalıyız Meltem"
"Nasıl ya, neden? Her şey yolunda gibi duruyordu. Çok mutlu olmasak da iyiydik. Yoksa başka bir kadın mı var?"
"Yok başka bir kadın, sebep başka"
"Ne sebep ya? Ne!"
"Sebep birbirimizi cehenneme sürüklediğimiz gerçeği. Durmadan birbirimize yalanlar söylüyoruz. Yarım saat geç kalıyorum, nerede kaldığımı sorduğunda işim uzadı diyorum. Benim iki yıldır hiç işim uzamadı. Sadece sekreterimi gönderip, ayakkabılarımı çıkartıp biraz uzanıyorum. Biraz dinleniyorum. Sonra halı saha maçları. Biz sadece iki hafta yaptık, sonra bizden geçtiği kanısına vardığımız için bıraktık. Maça diye çıkıyoruz ve bir kafede oturup muhabbet ediyoruz. Sonra hemen her gün 'Naber, nasılsın?' sorularına 'İyilik' diye cevap veriyorum ama kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Sana sigarayı bıraktım dememe rağmen altı aydır gizli gizli içiyorum. Her şüphelendiğinde palavra atıyorum.
Sana gelince, harcamaların hakkında her seferinde yalan söylüyorsun. Zamanında aramızı bozmaya çalışan Sevcan ile görüşmeni istemediğim halde hala görüşüyorsun ve benden gizliyorsun. Kardeşine benden gizli para gönderiyorsun. Bir arkadaşlık sitesine başka bir isim ve resim ile üyesin ama bunu da benden gizliyorsun. Bunlar bildiklerim ve eminim ki bilemediklerim de var”
“Ama durum...”
“Lütfen sözümü kesme Meltem. Edeceğin her kelime ikimizi de yeni yalanlara, yeni günahlara sürükleyecek.”

5 Mart 2012 Pazartesi

Telefon

"Alo abi"
"Ne var lan?"
"Abi onu öldürdüm! Onu öldürdüm! Eski patronun kızını... Hayat'ı"
"Nasıl lan?

Kızın kapısına dayanmış ve içeri girmiş sonra da kıza açılmış bizim birader. Kız dalga geçmiş; bizimki de gururuna yedirememiş dövmeye başlamış, kafası duvara çarpmış, zaten ayıdır, öldürmüş.

"Kimse gördü mü lan?"
"Yok abi"
"Emin misin?"
"Evet eminim"
"Nerdesin şimdi?"
"Yanıbaşında"
"Şimdi hemen etrafa bak ve bir hortum ara"

Evde hortum yokmuş, Kova ile su doldurup hem cesede hem tüm kapılara, hatta her yere dök dedim. Parmak izi kesin vardır, gitsin. Başka iz varsa da gitsin. Sonra beni ara.

"Tamam abi ıslattım her yeri."
"Şimdi hemen eskimahalleye git ama sakın taksiye binme, dolmuşla git. Kahveye gir, eski arkadaşlarından birine direk dal, tekme tokat... Dövebileceğin biri olsun ama sakın çok hırpalama ve öldürme. Sizi ayırmaya çalışanlara izin ver. Bir sürü şahidin olsun."
"Neden abi?"
"Nedeni var mı? Cesetteki senin izlerini sildik, şimdi de sendeki ceset izlerini sileceğiz. Bak ellerine? Birini yumrukla öldürdüğüne göre kesin parmaklarında morarma ya da açılma olmuştur. Polis bir şekilde yakalarsa açıklaman gerekir kimi dövdüğünü"

Gitmiş ve emekli marangoz Cuma Amca'yı dövmüş. Adamın kaşı gözü mosmor. Elinden zor almışlar. Sonra da basmış gitmiş.

"Tamam abi, marangoz Cuma Amcayı dövdüm."
"Oradan da doğru hamama, iyice bir yıkan. Tellakla muhabbet kur, kendini anlat, Cuma Amca'yı neden dövdüğünü de. 'Arkamdan atıp tutuyormuş, pişmanım falan' de. Onun tanıklığı da lazım olabilir. Oradan çıkınca da patronun yanına git"
"Neden abi"
"Seni yanında görürse şüphelenmez. Duruma göre..."

Eğer adam öğrenmişse başsağlığı dile, yanında destekçiymiş gibi dur. Öğrenmemişse tekrar çalışmak istediğini söyle dedim. İnsan o dakikada suçluyu yanında aramaz, şüphelenmez.

"Öğrenmiş abi."
"Başsağlığı diledin mi lan?"
"Diledim abi."
"Adamın yanında ayrılma, adli tıpa gitmesi gerekecek, orada ol, tek durursan şüphe çekersin, hep kalabalıkla dur. Polis ellerinden şüphelenebilir ellerini gizlemeye çalış. Sakın yorum yapma, akıl verme, sus ve dur."
"Tamam abi"

Dediklerimi harfiyen yapmış.

Yakalanmadı tabi bizim ayı. Mahalledeki Cuma Amca da şikayetçi olmadı. Sorunsuz atlattık, Hayat da faili, meçhul kaldı.

(başlık bulamadım)

Bir insanın tüm hayatı yalan olur mu?Benim öyle. Gerçi insanlığım da tartışmalı ama neyse...

Kalın çerçeveli ve kalın camlı gözlüklerle yaşıyorum on yaşımdan beri ama gözlerim bozuk değil. Yerkürenin en iyi gören gözlerine sahip olma ihtimalim çok yüksek. Birinci olmasam bile kesin ilk üçe girerim. Ona rağmen bu çirkin gözlüklerle yaşıyorum ve gözlüğümü unuttuğum zaman ya da düşüp kırıldığı günlerde kör taklidi yapıyorum.

Beynimin kaçta kaçını kullandığımı bilmiyorum ama çokta çoğunu kullanıyorum. Masamda bir hesap makinası var ama daha hiç kullanmadım. Şimdiye kadar en uzun ödevim, araştırma dahil yedi dakika on saniye sürdü ama ne okul ne de sınıf birincisi oldum. İstesem en iyi üniversiteyi burslu okurdum ama onun yerine orta dereceli bir üniversitenin öylemesine bir bölümünü okudum.

Neden mi?

Tüm bunların müsebbini annemdir! On yaşımdan beri aynı şeyleri söyleyip duruyor " Aman oğlum göze batma, göze gelirsin", " Aman kuzucum biz senin ne kadar başarılı olduğunu biliyoruz, başkalarının bilmesine gerek yok", " Aman yavrum devir kötü, dikkatleri üzerine çekme".

Amentüm bu sözler oldu. Hep beden eğitiminden raporlu oldum. İstesem, istediğim dalda olimipiyatları kazanabilirdim ama aile, özellikle anne baskısı tüm bunlara engel oldu.

Şimdi bir küçük bir gazetede muhabirim. Haberden habere koşup duruyorum; adliyelerde, acil servislerde sabahlıyorum. Televizyonlarda görmüşsünüzdür, bir suçlu iki yanında polisle, polis arabasına giderken, " Pişman mısınız?" diye soran biri var ya. İşte o adam benim. Bir de eskiden uçabiliyordum.

4 Mart 2012 Pazar

pazartesi - eurovision zımbırtısı

Bilirsiniz televizyonla aram hiç yok ama manasız bir biçimde eurovisiona bayılıyorum pazartesi delileri. İnsanların çok kutsadığı, gereksiz mana yüklediği müzik denilen zımbırtının yarışması çok keyifli. Bir diğer nokta politikanın ucuzluğunun ortaya çıkması. Sonra insanların verdikleri oya mana yükleyerek kazananı belirleme çabaları. Her şeyi ile bir ucube karnavalı gibidir.

*Çoraplarını çıkartıp, bacaklarını açıp, kapıya tırmanabilmeli.
*Vücudunu geliştirmeye hiç kalkışmamış olmalı.
*Gözlerini kıstığı zaman yaşlı değil, gizemli görünmeli.
*Ellerime güzel masaj yapmalı ve bundan hiç sıkılmamalı.
*Kandırması kolay olmalı.

Neyse şarkılara baktım da hepsinde bana mesajlar gönderilmiş. Kiminde aleni, kiminde gizli. Sublümimal mesajlar havada uçuyor, karografiler desen ilanı aşk. Acaba ben de yarışmadan önce hangi ülkenin kazanacağı hakkında bir subliminal mesaj mı göndersem. Neyse unutturmayın bu aralar biraz dalgınım.

3 Mart 2012 Cumartesi

Meftun... Mazi ve mefta...

Birbirimize verdiğimiz hiçbir sözü tutmuyoruz farkında mısın?
Ve ben senin memelerini de gördüm.
Hatta sağdakini sıktım.
Durumu değerlendiriyorum da; artık arkadaş sayılamayız.
Meftun... Mazi ve mefta...
Sana çok derinlerden bir elveda.

Ada45, Parsel 09

"Merhabalar! Henüz ölmedim ama bir mezar istiyorum; ada45, parsel 09"
"Tam da oraları veriyoruz yeni ölenlere"
"Zaten onun için istiyorum. İsfanyar Okyar dün defnedildi. Kendisi ile beraber kıyameti beklemek en büyük dileğim."
"Demek çok yakındınız."
"Hayır. Bilakis çok uzaktık. Büyük düşmanımdı kendileri, o kadar çok beddua ettim ki inanamazsınız. Cesaretimi toplayıp öldürmek de çok istedim ama beceremedim. Malum müebbet cehennem. Kim ister ki? Her neyse benimle beraber mezara gidecek sırlarım var. Size küçük bir ipucu vereyim İsfandiyar'ın bana yaptığı kötülüklerle ilgili. Yanındaki mazerı bana verirseniz kıyameti ve yeniden dirilişi üçümüzün beraber beklemesini istiyorum."
"Üçümüz derken?"
"İsfandiyar, ben ve sırlarımız."
"Nüfus kayır belgesi, iki fotoğraf ve dört yüz lira lütfen"