25 Kasım 2017 Cumartesi

Nasıl Yaşayacağımı Sen Mi Göstereceksin

Nasıl Yaşayacağımı Sen Mi Göstereceksin
         -show me how to live, klip cover-
         -Vanishing Point filmine bir saygı duruşu-

Okul gergin bir yerdir ama okulun ilk günü en gergin gündür. Kimseyi tanımıyorsunuzdur. Bina yenidir, sıralar yenidir, yüzler yenidir, öğretmen yenidir. E yeni olan her şey sana yabancıdır. İlk ders bitip teneffüs zili çaldığında sınıfta kimse ne yapacağınızı bilemez. Hemen herkes dışarı çıkar ve bir anda bir grubun parçası olursunuz. Biraz tesadüfi, biraz sezgisel, biraz da şansla belki geri kalan ömrünüzün en iyi arkadaşlıkları başlar.
Recep, Samet, Kadir ve Ulvi'nin yaşadığı da tıpa tıp aynı durumdu. Linçten sonra İstanbul sokaklarına beraber karıştılar. Uzunca bir süre yürüdükten sonra hepsi kendilerini Kadir'in arka camında "nasıl yaşayacağımı sen mi göstereceksin" yazan; beyaz, çelik jantlı, 96 model Şahin’inde buldular. Dört gün boyunca hiç durmadan arada şoför değiştirerek Anadolu topraklarında araba sürdüler. Paraları yoktu; benzin ve yemek için bazen gasp yapmak zorunda kaldılar, bazen de onları tanıyan pompacılar "Lafı mı olur abi, içimizi soğuttunuz siz!" diyerek para istemediler. Çoğu da direnmedi. Onlar da hiç para almadı.
Linçten sonra işledikleri suçlardan dolayı polis daha da bir peşlerindeydi.
Kaçma psikolojisinden yavaş yavaş çıkmışlardı üstelik; Anadolu'yu gezen bir grup gezgin gibiydiler. Şehir tabelalarının önünde fotoğraf çektiriyor ve polise şaşırtma olsun diye bir gün sonra instagram sayfalarında #adımadımanadolu #cennetvatanım #anadolu #birşahindörtsüvari #tüplüveöfkeli #sikiyosayakala #beyazsahin gibi taglerle paylaşıyorlar, bazen yolda onları tanıyan insanlara el sallayarak farklı bir yolculuk deneyimi yaşıyorlardı.
Sabahın körüydü ve Samet'in sabah namazı için kırsalda bir çeşme yanında durmuşlardı. Sabahları kırsal çok soğuk oluyordu. Samet sünneti ve farzı kıldı, Recep sadece farzı hızlı hızlı kıldı, Kadir puflayarak sigarasını içerken, Ulvi "Allah kabul etsin arkadaşlar" dedi ve yola devam ettiler.
Çok farklı hikayeleri olan dört genç adamdılar. Hepsi ülkenin farklı yerlerinde doğmuş ve büyümüştü. Ulvi kaçak yollarla gittiği Almanya'dan altı ay sonra yakalanarak sınır dışı edilmiş ve bir kelime dahi Almanca öğrenememiş içine kapanık bir Elazığlı iken; çekik gözlü Samet, fedakarlığı tüm arkadaşlarınca ün salmış, engelli kardeşinden başka hiç kimsesi olmayan ve kardeşi kaybolduktan sonra hafif cozutmuş bir Osmaniyeliydi. Recep asabiyet sorunu çözülsün diye aldığı antidepresanların kendisini aptallaştırdığını keşfedince ilacı yazan doktorun burnunu anlatılması ne yazık ki imkansız bir uçan tekme ile kırıp aylarca hapis yatmış ve ödemesi gereken maddi ve manevi tazminatları olan Sakaryalıyken; Kadir ise sessiz sedasız ve kimsesiz, hayatta en sevdiği şeyi arabası olan, lider karakterli ama karakteri ile de bir türlü barışamayan tipik Denizliliydi.
Saatte 150 km hızla giden bir tabuttaydılar ve konu bir şekilde oy verdikleri partilere geldi. Recep "Büyük Birlik" dedi, Samet "HDP” dedi, Ulvi “Akparti”, Kadir ise “CHP” dedi. Biraz vakit geçtikten sonra da her dört erkek yan yana geldiğinde olduğu gibi futbol konuşulmaya başlandı. Recep “Çok alakam yok ama ben her zaman Fenerbahçe’yi tuttum” dedi. “Sorsanız beş oyuncu sayamam”. Samet ise “Ben Beşiktaşlıyım. Hem de kendimi bildim bileli. Kardeşim de Beşiktaşlıydı ama futboldan hiç anlamazdı” dedi. Derin bir sessizlik oldu Samet’in acısından sonra. Ulvi “ Ben Borussia Dortmundluyum” deyince arabada bir kahkaha koptu. İnanın dördü de birbirinden farklı gülüyordu. Samet kih kih’lerken, Kadir hahaha’lıyor; Ulvi puhahah’larken, Recep ayağını bir kapana kaptırmış ayı gibi sesler çıkartıyordu. “Neden lan Borussia Dortmund?” diye sordu Kadir. Ulvi ”Abi taraftarları çok iyi” dedi. Kadir “Bence de taraftar takımdan önemli, Ankaragüçlüyüm, sırf taraftarından” dedi. Sonra da bir Ankaragücü marşı söylemeye başladı.
-melodi nilüferin caddelerde rüzgar şarkısı-

“Statlarda rüzgar
Aklımda maç var
Zengin p.çlerinde
Polar var mont var
Harley davidsonlar
Ayfon 6’lar
Ananızı s.ksin
Tüm garibanlar”
Derin bir nefes ve
“Lara lara lay lay!
La la la lay lay!
Lara lara lay lay!
La la la lay lay!
Lara lara lay la
Lay la la lay!”
Araba bir anda bu marş ile inlemeye başladı. Dördü de durmadan bu marşı söylüyorlardı. Namazından niyazında karakter olan ve ahiret korkusundan dört gündür uyuyamayan Samet bile küfürlü kısmı en çok bağıra bağıra söyleyendi ki; sollarından bir araba bunları sıkıştırmaya başladı.
Siyah bir şahindi araba. Camları filmli olduğu için içinde kim olduğu belli olmuyordu ve plakası yoktu. Gölgelerinde anlaşıldığı kadar ile iki kişiydiler. Bir kez soldan değdirdiler beyaz Şahin’e ve yoldan çıkartmaya çalıştılar.
Kadir direksiyonu sıkı tuttu ve siyah Şahin’i o itti. Siyah Şahin yoldan çıkar gibi oldu ama çıkmadı. Arkasından gitti bir süre beyaz Şahin’in ve arkasından vurdu. Arabadakiler sağlam sarsıldı. Sol şeride çok sert bir manevra ile geçti Kadir ve frene asıldı. Beyaz Şahin’e çarpmaktan son anda kurtuldu Siyah Şahin, istemsizce öne geçti. Bu sefer Kadir arkadan yüklendi Siyah Şahin’e ve tamponuna yapışık bir şekilde biraz gittikten sonra arkadan hafifçe yanından geçip sağından dokundu ama arabayı yoldan çıkartmadı. Bir kez daha denedi ama bir türlü olmuyordu. Nasıl Kadir arabasını ne kadar iyi tanıyorsa, siyah Şahin’in sürücüsü de bir o kadar cevvaldi.
Birbirilerini birkaç kilometre ittiler ve en sonunda siyah Şahin’in arka sol lastiği patladı. Lastik patlayınca arabanın kontrolünü kaybeder gibi oldu. O anda Kadir solda bir kez daha vurdu ve arabayı taça attı. Siyah Şahin önce yoldan çıktı, sonra da engebeli araziye o hızla girdiği için üç yan takla atıp anca durabildi.
Frene asıldı hemen Kadir. Geri vitese takıp siyah Şahin’in hizasına geldiler. Patlama falan yoktu.
“Yoldan çıkarken araba sanki birine vurdu" dedi Samet. Kadir, "Kırsalda kim olabilir, sana öyle gelmiştir" diye cevap verdi. Ulvi "Köpektir belki" dedi umursamazca; Recep ise "Neyse ne boşver! Bu olay midemi bulandırdı, hızlı hareket edelim" dedi.
Dediği gibi de yaptılar. Son sürat hareket ettiler. Yeni yeni başlayan muhabbetleri son olaydan sonra bıçak gibi kesilmişti. Hepsi bir tedirgin ve hepsi bir gergindi. Sanki arkalarından polis arabaları kovalıyormuş gibi bir hisse kapıldılar. Kadir direksiyondaydı ve bir çeşme bulup sağa çekti; hepsi çömeldi ve dakikalarca hiç konuşmadılar. Arabadan Gökhan Doğanay’dan Düştüm Dara Beladayım çalıyordu. Şarkı bitince sıra ile kalkıp aynı şarkıyı yeniden açıyorlardı ki; polis sirenlerini duydular.
Duyar duymaz da yerlerinden fırlayıp arabaya bindiler ve Kadir gaza asıldı. Polis arabaları arkalarındaydı ve yaklaşıyordu, Kadir ise hızlanabildiğince hızlanıyordu. Dikizden baktığında en az 10 polis arabasının arkalarında olduğunu saydılar. İyi model polis arabaları daha hızlı gidebilecek olmalarına rağmen beyaz Şahin'e yaklaşmıyorlardı. Takip gibi bir şeydi yaptıkları. “Gazımızın bitmesini bekliyorlarsa çok beklerler” dedi Recep. Haklıydı da. En az 300 kilometrelik gazları vardı
Yarım saat kadar böyle yol aldıktan sonra, önce polis arabaları dikizden kayboldu, ardında da sirenleri duyulmaz oldu. Arabadaki dörtlü de polisi atlatamadıklarının farkındaydı.  Kadir ayağını gazdan hiç çekmiyordu.  İbre 140 ile 160 arasında gidip geliyordu.
Polisleri gerilerinde bırakmalarının üzerinden az bir zaman geçmişti ve sağlarındaki mavi tabelada kurşunlarla delik deşik edilmiş BALA yazısını, yolun üstünde de odundan yapılmış bir ‘BALA’YA HOŞGELDİNİZ’ tabelasını gördüler. “Hoşbulduk” dedi Ulvi. Çok gereksiz bir hareket olmuştu Ulvi’nin şaka girimi. Arabada kimse Ulvi’ye tepki vermedi.
Bala’ya girmelerinin üzerinde de çok geçmeden yolun daraldığını fark ettiler, bir dakikadan da kısa süre sonra da iki buldozerin kepçeleri ile yolu kapattığını. Halk iki buldozerin etrafındaydı ve polis kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Birkaç polis de silahları ile beyaz Şahin'e nişan almışlardı.
Kadir buldozerleri görür görmez "Beyler durmuyorum!", diye bağırdı. Aynı anda Samet, Ulvi ve Recep de; "Durma!" diye bağırdılar. Bu dört adam, dört gün sonra ilk kez bir konuda aynı kanıya varmışlardı. Ayağını gaz pedalına yapıştırdı Kadir.
Ve buldozere çarptılar.
Sonrası sağlam bir patlama ve büyük bir ateş topu.
Beyaz Şahin üzerine basılmış bir kola kutusu gibi ezildi. Arabanın kaputu ise bir şahin gibi havalandı ve buldozerlerin arkasına doğru süzülüp düştü.

Üstü başı yırtık, yüzü gözü kirli, saçları üç numara, burnunda sümükleri yeşil yeşil kurumuş, dört beş yaşlarında, çelimsiz bir çocuk koştu ve kaputu çeke çeke evine götürmeye başladı. Akşam işten gelecek olan hurdacı babasına verecekti. Diğer Balalılar da itfaiyenin yangını söndürmesini benzer kaygılarla bekliyorlardı.

19 Kasım 2017 Pazar

ömür abim ile mantar deneyimi

Ya 99 ya da 2000 yazıydı değerli kuzenler. Çok net hatırlamıyorum. Bunun nedenini hikayenin sonuna doğru bulabilirsiniz.

Okul falan yok, evde oturup futbol menejerlik oynamaktan başka bir şey yapmadığım yıllar. Üstüne üstlük bilgisayarım bozulmuş ve intiharın eşiğindeyim. Son akraba ziyaretlerimi yapıyordum; amacım hem son kez helallik almak hem de vazgeçmek için umut aramaktı.

Hava leş gibi sıcaktı, iğrenç bir öğlendi  ve anneannem her zamanki sevecenliği ile saçıma, sakalıma ve göbeğime kızıyordu. Ben de evdeki eşyaları incelerek nasıl intihar edebileceğimin yollarını arıyordum. Bıçak kullanarak zordu, hiç kullanmamıştım ve beceremezdim, ki bıçaklı cinayetler öfke cinayetidir, kendimle o kadar büyük bir derdim yoktu. Küveti doldurup içine tost makinesi ya da saç kurutma makinası atsam diye düşündüm ama onlar da anneannemin evinde yoktu, ki anneannem küveti doldurdum diye ağzıma tükürürdü. Zaten ev kotta, atlasam olmaz da derken kapı çaldı. Gelen Ömür abimdi.

Hayatta kendimden daha çok üzüldüğüm tek insandı Ömür Abim. Ömer ve Mehmet Ali abilerin ortancası olmak. Ömür Abime derdimi anlatmaya karar verdim ama bir yandan da korkuyordum. Adamın zaten derdi başından aşkındı. Bardağı taşıran son damla olmak istemiyordum ama benim de de sıkıntımı anlatmam gerekliydi. İçim şişiyordu.

"Abi" dedim, "Canım çok sıkılıyor"
"Neyin var be tosba?" dedi
"Canım sıkılıyor abi" dedim "Bu koalisyon çok dayanmaz. Refah partisindeki gençler ayaklanıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan karizmatik bir lider portresi çiziyor. ANAP ve Doğruyol partileri tükendi, merkez sağ oyları çekerler, liberallerden de oy alırlar. Mehepe de baraj altı kalırsa tek başına iktidar olur bunlar. Bu gazla birçok seçim kazanabilirler, kazanan her seçim Tayyip Erdoğan'ı sertleştirebilir  artı yalnızlaştırabilir ve ilerleyen 15 yılda bir askeri darbe girişimi ve bir..." diye anlatıyordum ki abim susturdu beni.
"Senin derdin bu tosba" dedi "Çok düşünüyorsun ama icraat yok." "Mehmet Ali abiyi dövsem yardım eder misin abi?" dedim.
"Çok isterdim ama edemem", dedi. Sonra "Gel aşağı kömürlüğe inelim, sana son projemi göstereyim" dedi.

Kömürlüğe indiğimizde manzara çok ilginçti. Ömür abim her yerde mantar yetiştiriyordu. Beyaz tatlı minnoş mantarlar. "Tosba" dedi. Elinde saat gibi bir şey vardı. "Bu alet nemi ölçüyor" nem olmazsa mantar olmaz. İnsan da bir şeylerle uğraşmalı. Yoksa insan olmaz"dedi. Ben ortamın atmosferine bayılmıştım. Gayet serin ve nemliydi, tüm yazı orada geçirmek istedim.

Sonra Ömür Abi bir parça mantar kopartıp bana verdi ve bu çiğ yenir dedi. Sonra aynı mantarın kalanını da o yedi.

Sadece birkaç dakika sonra inceden başım dönmeye başladı ve düşmemek için duvar kenarına oturdum. Baktım Ömür Abi de bir triplerde. Sağa sola uçan tekme atıyor; bağırıp çağırıyor. "Abi ne yapıyorsun?" dedim , " Kerim Abdul Cabbarı dövdüm sırada Chuck Norris var. Su gibi olacaksın tosba, girdiğin kabın şeklini alacaksın. Su gibi çarpacaksın, şelale gibi olacaksın" dedi. Bir baktım ben de ayağa kalkmışım düşman figürasyonu dövüyorum, kuşak olarak Ömür Abim üstte olduğu için esas kötü adamları o dövüyor. Yarım saate yakın Japon dövünce bende takat kalmadı ve çöktüm, ama Ömür Abim ninja adam. Bir saat daha dövdü adamları. Sonra yanıma çöktü. "Bu adamları neden bu kadar dövdüm biliyor musun tosba?" dedi. "Film çekimi değil mi abi bu? Bende çok sert vurmadım" dedim. "Ne filmi tosba!" dedi ve ense köküme tokatı çaktı. "Bir kız seviyorum; çekik gözlü, imam hatip mezunu Lucy Liu. Kayserili Chun-li" dedi.

Gönül işleri uzmanlık alanım olduğu için kimsenin veremeyeceği bir akıl verdim. "Abi seviyorsan git konuş" dedim.

Sonrası da biraz kopuk bende. Ama   Nasıl olduysa Hatice yengemin kapısının önünde buldum kendimi. Sanırım Ömür Abim daha önce kendine gelmiş ve geri dönmüştü çünkü tektim. Eve 50 saat kadar sonra Ankara'ya dönebildim. Kayseri'ye yaptığım içsel yolculuk hiçbir işe yaramamıştı ve hala kafamda intihar fikri geziyordu ki babamın bilgisayarı yaptırdığını gördüm. Ve eylül on beşe kadar hiç makinanın başından kalkmadım.