28 Şubat 2011 Pazartesi

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

12. program

Kadınlar komik erkeklerden hoşlanırlar. İnsanlar güldükçe mutlu olur ve mutlu oldukça gülerler. Eğer sevgilinizi bu döngüye sürüklersek ve döngünün başına geçmenizi sağlarsak sizinle evlenmemesi gibi bir ihtimali baştan yok etmiş oluruz. Bu planımızı başarıya ulaştırdığımız anda bütün olumsuzlukları bir kenara bırakacak ve sizinle evlenmek için can atacaktır.

Öncelikle işe sevgilinizin mizah anlayışını analiz ederek başlayacağız. Profesyonel komedyen arkadaşımızın sizinle birkaç seans yapacak ve sizden sevgilinizin nelere güldüğünü öğrenecek. Kız arkadaşınızın zeka temelli şakalara mı, taklitlere mi, düşene mi, anlamadığı şeylere mi güldüğünü tespit ettikten sonra planımızın ikinci basamağına geçeceğiz.

Eğer sevgiliniz taklitlere gülüyorsa uzman tiyatrocu kadromuz size iyi taklit yapmanın sırrını verecek

Eğer sevgiliniz zeka temelli şakalara gülüyorsa işimiz biraz daha zor. Profesyonel çevirmen arkadaşlarımız size daha önce ülkemizde yayınlanmayan yabancı dillerdeki stand-up gösterilerinin metinlerini çevirecekler ve siz bunları ezberleyip şakalarınızı yapacaksınız.

Eğer müstakbel eşiniz düşene gülüyorsa uzman dublör kadromuz sizi takip edecek ve görüş açınızda bir yerlerde düşeceklerdir.

Eğer sevgiliniz anlamadığı şeylere gülüyorsa yapmanız gereken çok basit, burada size yardım etmemize dahi gerek yok. Saçma sapan konuşun.

İki ile sekiz ay arası bir gülme maratonundan sonra sevgiliniz size bağımlı olacak ve sizinle evlenmek için can atacaktır. Artı bir ücret öderseniz şirket olarak romantik ve unutulmaz bir evlilik teklifi de sizlere sunuyoruz.

biraz da benzetme

• Banka reklamlarında oynayan tipler gibisin. Gözlerinin ışıltısı yalanını örtüyor.

• İstediği yapılmadığında ağlıyor taklidi yapan bir çocuk gibisin, göz yaşların yok.

• Sonradan görmelerin, şımarık çocukları gibisin.

• Mor Çatı’daki lezbiyen kadar güvenilmezsin.

• Rujunu sürmediğini fark edince eczaneden maske alıp takacak kadar kokoştur.

• En güzel pozunu mezarlıkta çektirmiş, fotojenik olmayan bir kadın gibisin. O fotoğrafı kullanacaksın, başka şansın yok.

• Tövbekâr bir pornocunun kızının hayatı ne kadar zorsa senin de hayatın o kadar zor.

• Sevdiği kızın gelip doğum kontrol hapı istediği bir eczacı kalfası gibisin.

• O dua ederken bile Allah’a rica eden tiplerdendir.

• Evinde Picasso tablosu olan bir kör gibisin.

• Bir kör için çok fazla elektrik parası ödüyorsun.

• Babasının cenaze namazında telefonu oyun havası çalan bir kız kadar darmadağınım; işin kötüsü çantamda telefonumu da bulamıyorum.

• Anne ve babası süper kahraman olan sıradan biriyim.

• Kedi kadın ile batman’ın penguene benzeyen çocukları gibiyim.

• İkizim mutant ve herkes benden uçmamı bekliyor.

• Karanlıkta bir zenciyi teşhis edebileceğini iddia eden bir İzlandalı kadar yalancısın.

• Başarısızlıklarına bahane olsun diye anne babasının boşanmasını isteyen ergen gibisin.

• O kadar kötü bir insansın ki; cenazende birileri ağlasın diye göz yaşartıcı sprey sıkmak zorunda kalacağım.

Peki Balığı Kim Yedi?

Masaya üç bardak istedim. Biri benim, biri sevgilim, diğeri de eski sevgilimin hayali içindi. Ben ve sevgilim şarap istedik, eski sevgilimin hayaleti ise su; ben az pişmiş kuzu bonfile istedim, sevgilim ise balık; eski sevgilimin hayali ise yemek istemedi. Zaten önünde duran su dolu bardağa da bir kez bile dokunmadı. Eskiden, gerçekken de öyleydi; nedense pek yiyip içmezdi.

“ Muhteşem bir gelecek bizi bekliyor hayatım”, dedim. “Her şey hayallerimizdeki gibi olacak. Hem artık daha iyi kazanıyorum, ev işlerini yapması için bir yardımcı bile tutabilirim istersen. Annenin bizimle yaşamasını istiyorsun ama ben buna pek sıcak bakmıyorum biliyorsun; ona da bir çözüm buldum. Taşınacağımız evin hemen bir alt sokağında annene de bir ev tutabiliriz. Yemekleri beraber yeriz, hem sıkılmaz da. Düşünsene bizimle aynı evde yaşamayı o da istemez. Sonra spor yapmaya da başladım. Fark etmişsindir göbeğim her gün eriyor ve omuzlarım genişliyor. Takım elbisemi nasıl buldun? Özel diktirdim. Kumaşının İtalyan olduğunu söyledi terzi. Kravat ve mendilim de ipekten. Biliyorum ki ipeği seversin. Dokunmak ister misin?”

Sessiz kaldı sevgilim, kravatıma dokunmak dahi istemedi. Konuştuklarımı dinlemiyor, umursamıyor gibiydi. Sanki aklı başka bir yerdeydi.

Eski sevgilimin hayaline döndüm sonra ve ;

“ Sevgilim neden böyle sessiz bir fikrin var mı? Nasılsa sen de benim eski sevgilimsin. Beni en iyi sen tanırsın ve durumu en iyi analiz edecek olan da yine sensin. Neden sorularıma cevap vermiyor? Sence fazla mı ilişkinin üzerine düşüyorum? Biliyorsun seni çok sevdim, şimdi de onu çok seviyorum”

“ Seni o kadar da iyi tanıdığıma emin değilim; beni gerçektende tutkuyla sevdin ama zamanla sevgin boğdu beni, nefes alamaz hale geldim ve çıldırdım. Bakıyorum da şimdi de aynı sorun baş gösteriyor. O kadar da ellerini sokma kızın hayatına. Kızı geçtim annesinin nerede oturacağına bile karar vermeye çalışıyorsun.”

“ Sanırım haklısın eski sevgilimin hayali. Şimdi sevgilimle konuşmalıyım ki sıkılmasın bu uzun sessizlikten.”

Sonra sevgilime döndüm ve;

“ Balığına dokunmamışsın bile, oysa çok seversin balığı. Sigarayı bırakmamı isterdin ya hep. Artık pipo içmeye karar verdim sadece öğlen ve akşam yemeklerden sonra içeceğim. Kokusundan rahatsız olmazsın sanırım.”

Sevgilim yine sustu; olumlu ya da olumsuz manada başını sallamasını bekledim ama yine tepki alamadım. Herhalde canı başka bir şeye sıkkın diye düşündüm ya da korktuğum gibi her terk edilişimin önündeki o tatsız sessizlik hâkimdi. Panik halinde ağzımdan o sözler çıktı.

“ Seni seviyorum”

Ben de seni seviyorum, demedi.

Eski sevgilimin hayaline döndüm,

“ Neler oluyor, lütfen yardım et. Bu sessizliğin sonunun hayırlı olmadığı besbelli. Seni seviyorumuma bile cevap alamadım.”

“ Sakin ol ve sakın bir daha seni seviyorum diyerek işi zorlaştırma. Senin için ne kadar değerli olduğunu ona anlat ama sakın ellerini kızın hayatının içine de sokma”

Yüzümü sevgilime döndüm ve iki elim ile sağ elini tuttum. Elleri her zamankinden daha soğuktu.

“ Ellerin buz gibi hayatım, yoksa hasta mısın? Hasta olmak üzere misin? Kıyamam sana. Yemeğini muhakkak yemelisin, aç kalırsan daha da hastalanırsın. Hem sen hastalanırsan ben ne yaparım. Hayatımın mihenk taşısın sen. Geçmiş puslu günlerim üzerine doğan sabah güneşisin.”

Eski sevgilimin hayali;

“ Devam et, daha yavaş konuş.”

Devam ettim.

“Göz bebeğimsin. Karanlık dünyamı aydınlatan deniz fenerimsin. Seninle beraberken kendimi Macellan gibi hissediyorum. Her gün yeni bir özelliğini, her gün yeni bir güzelliğini keşfediyorum. Gördüklerimi, yaşadıklarımı benden önce kimsenin yaşamadığını; beden sonra kimsenin yaşayamayacağını da biliyorum. Bu bana narsist bir mutluluk veriyor önce, sonra da seni anlatan şiirler, romanlar yazmalıyım diyorum kendi kendime. Ki herkes bilsin bu yaşadığım mutluluğu. Yaşayamayacak olsalar da; bir yerlerde yaşandığını bilmek onları mutlu etsin.

Sevgilim, tüm geceyi saran tepkisizliği ile bana baktı; eski sevgilimin hayali biraz kıskanmış gibiydi.

“ Yine susuyor; yine sessiz, tepkisiz kalıyor” dedim eski sevgilime.

“ Bende anlayamıyorum, bana da güzel sözler söylerdin ama bu kadar güzellerini hiç söylememiştin. Hem benimleyken hayatın bu kadar düzenli de değildi. İşsizdin, şişmandın, umursamazdın…”

Eski sevgilimin sözlerindeki sitem aklımı iyice karıştırmıştı.

“ Diyorsun ki şimdi karşına çıksam her şey daha mı farklı olur”

“ Evet” dedi eski sevgilim hayali, “ Hem de her şey farklı olur” ve masanın altından elimi tuttu. Elleri eskisinden de sıcak ve yumuşaktı.

“ Bence onu seçmelisin” dedi sevgilim. Tüm gece süren sessizliğini bu sözleri ile bozmuştu. Eski sevgilim hayali de ben de buz kestik.

“ Nasıl olur” dedim. Sesim titriyordu. “ Onu görebiliyor, bizi duyabiliyor musun?

“ Ben de gerçek değilim, hayalim. Yine fark edemedin. Sen de, eski sevgilinin hayali de fark edemedi. İkinizi de mutluluk dilerim.”

Sonra sevgilim kalktı gitti. Başımı öne eğdim ve masadaki yenmiş, sadece kılçıkları kalmış baktım. Sonra da yeni sevgilime dönüp;

“ Madem hayaldi; peki balığı kim yedi?” dedim.

27 Şubat 2011 Pazar

pazartesi - göz yaşlarım

Sanıyor musunuz ben hiç ağlamam pazartesi manyakları? Geçenlerde hayvan satan bir dükkanın önünde bir bardakta tek duran bir beta balığı gördüm ve dükkan sahibine; “ Bu niye tek duruyor lan!” diye çemkirince aldığım cevap hüzün doluydu.

*saati sorduğumda hep birkaç dakika sonrasını söylemeli ki zamanın önünde bir insan olduğumu hatırlayayım.
*sabahları ılık su ile ıslatılmış havlu ile çapaklarımı silmeli.
*beni spor yapmadan fit kalmam için ikna edebilmeli.
*silaha dönüşen bir baston ya da şemsiye taşımalı.
*birkaç illüzyon numarası bilmeli

“Abi erkeklerle beraber koyunca hepsi bu balığa saldırıyor. Dişiler ile aynı ortama koyunca da dişiler birbirini öldürüyor, başka çaremiz yok” işte o an gözlerimden iki damla yaş önce yanaklarıma, ardından da bıyıklarıma süzüldü pazartesikolikler. Sonra dükkanda güvenlik kamerası var mı diye baktım ve kamerayı görünce dükkanı yakıp dışarı çıktım. Hayvanlara ne mi oldu? Bilemiyorum, biraz gözüm dönmüş.

evet evet evet

“ Benimle evlenir misin?”
“ Evet! Evet! Evet!”
“ Neden üç defa söyledin?”
“ Hı?”
“ Neden üç kez evet dedin?
“ Şey… Ne kadar çok istediğimi, sevindiğimi göstermek için”
“ Ben hiç öyle hissetmedim, sanki bir kez söylesen sana inanmayacakmışım gibi tekrarladın.”
“ Ya yok öyle bir şey.”
“ Benim hayat arkadaşım, bir şeyi bir kez söylemeli ve ben ona inanmalıyım. Biraz önce bir şeyler söylemiştim ya, boşver.”

20 Şubat 2011 Pazar

pazartesi - kadın kolları

Pazartesi

Bazen kendimi çok baskı altında hissediyorum pazartesikolikler. Dünya siyasetinde dengeleri korumak; daha az insanın ölmesi, daha az kişinin aç kalması için siyasete vermek zorunda kaldığım ayarlardan dolayı; siyasetçileri huzurumda karşılıyorum. Dikkat ettim de ne kadar çok kadın siyasetçi çıktı son zamanlarda, kadınlar hamamı gibi oldu bizim salon.

*Dizi izlerken ki bipp lerde bipp lenen küfüleri hemen bana çevirmeli
*Evde otururken dahi birkaç kez kıyafet değiştirmeli.
*Hayvanlı belgesel izlerken ağlamalı.
*Saçma sapan vecizeler uydurup, o sözleri hayali filozoflara mal etmeli
*Terliklerimi kimseye giydirmemeli.

Sırf beni görmek için dünya kadınları siyasete girmekte artık. İspanya’da birçok partinin kadın kolları, gençlik kollarından daha kalabalık; Berlusconiciğim sırf benle arayı sıcak tutmak için ülkenin güzel kadınlarını bakan yapmış. İyi de olmuş. Şu güne kadar erkekler yönetti de ne oldu? İki dünya savaşı.

17 Şubat 2011 Perşembe

tekel cinayeti

" Üzerinde parmaki zin var. Neden inkar ediyorsun ki? Cinayeti senin işlediğin gün gibi aşikar."
" Yalvarırırm inanın bana, ben cinayet işlemedim. Ne rahmetliyi tanırdım, ne de ömrümda o çakıyı elime aldım."
" Nasıl tanımazsın lan! İki bina yanında oturuyormuş. Hiç mi rastlamadın, hiç mi görmedin?"
" Gerçekten de tanımıyorum. Adını ilk kez sizden duydum, yüzünü ilk kez sizin gösterdiğiniz fotoğrafta gördüm."
" Adamın yüzünü haşat etmişsin be! Bu kadar yüzüne çalıştığına göre kesin büyük bir garezin vardı adama. Bir de rahmetli falan diyorsun. Söyle neden yaptın?"
" Ben yapmadım, ömrümde kimseye zarar vermedim ben."
" Çakıdaki parmak izlerini açıkla o zaman bize."
" Açıklayamam. Hiç böyle bir çakım olmadı benim. Benim çakım bile olmadı. Bunları ot çekenler kullanır. Çarşafı, ot sardıkları kağıdı kesmek için."
" Nerden biliyorsun lan!"
" Bilmiyorum, duydum işte bir yerlerden."
" Sen ot çekiyor musunn?"
" Sarma sigara bile içmem ben memur bey, yıllardır Tekel 2000 içerim o kadar."
" İşleri ne bizim, ne de kendin için kolaylaştırıyorsun aslanım. Adam komşun, cineyet aletinde parmak izin var, olay anında evde tek başınaymışsın ve eski bir sabıkalısın. Bu işten yırtamayacağının farkındasındır sanırım."

Zanlı kollarını masaya koyup, başını ellerinin arasına alır ve ağlamaya başlar... Bu işten yırtamaycağının farkındadır ve yırtamaz da.

İşin aslı ise daha basitti; alacak verecek davası. Maktulü, tekel bayiini işleten ve aynı zamanda ot satan adam öldürmüştü. Çakıdaki parmak izlerinin sebebi ise tekel bayiine, Tekel 2000 almaya giden adamın para üstü beklerken tezgahta oynadığı çakı ile dükkan sahibinin cinayet işlemesiydi.

16 Şubat 2011 Çarşamba

lovesickman

1. Güneş batarken ay çıkar, güneş her zaman batıdan batar. Ay, yirmi sekiz günde birkaç gün hilal olur. Önünde ise yıldız pek olmaz. Ay bazen kırmızı olur. Güneş batmadan sönmeye başlar…
2. Kravatı ve ceketindeki mendili aynı renk olan adamları çok resmi buluyorum. Gerçi mendil ve kravat farklı renk olsa daha mı iyi? Bilemiyorum. Zaten bu kılık kıyafet işlerinden hiç çakmıyorum.
3. Baston konusu da büyük muamma. Eğer bir insan çok topal değilse, bastonu silah olarak kullandığını düşünürüm. Köpekle gezen tipler gibi; çevresine akıllı ol yoksa köpeği üzerine sallarım der gibi yürürler.
4. Dikkat etmemiştim hemen yanında köpeği de varmış. Kıvrılmış uyuklayan büyükçe bir köpek. Hem tasması da yok. Hem baston hem de tasması bir köpek ile gezen orta yaşlı bir adam. Daha şüphe çekenini düşünemiyorum.
5. Köpeğin önünde iki tane kemik var ama hiç onlara tenezzül etmiyormuş gibi. Sanki hayvan tok. Acaba adam ne ile besliyor bu hayvanı ki kemikleri umursamıyor.
6. Kalbinin hizasındaki mendili kalp şeklinde, sanki bir gönderme var duruma.
7. Mendile dikkatli bakıyorum da sanki ceketinin içinde kalp hizasının biraz altında bir çıkıntı var. Ceketinin iç cebinde bir şeyler gizliyor olmalı bu adam. Yoksa bir silah mı? Neden olmasın. Adam muhtemelen sağ elini kullanıyordur. Ani bir durumda silahını en hızlı solundan çekebilir. Her an silahını kullanmak zorunda kalabilecek bir için en doğru yerde duruyor silahı.
8. Masasında pipo duruyor. Beni çok işkillendiren bir durum daha; bir insan neden pipo çer ki? Pipo tam manası ile dikkat çekmek için üretilmiş bir ürün. Hem şekli, hem içimi hemen dikkat çeker; hele kokusu açık havada bile metrelerce uzaktan alınır. Bu adam kesinlikle dikkat çekmek istiyor.
9. Sağ el orta parmağında yüzük var.
10. Sol kulağında ise küpe var. Yaşlı biri küpe takıyorsa son demlerinde birkaç güzel sevilme yaşamak istiyor diye yorumlarım. Zaten saçları da kazınmış. Saçları dökük bir adamın genç gözükmek için uygulayabileceği yegane çözümlerden biri. Öteki ise peruk takmak ki; bu adama uygun bir hareket olmadığı aşikar.
11. Yanındaki sandalyenin üzerinde bir parça dahi et bırakılmadan güzelce sıyrılmış bir balık iskeleti var. Adam tek başına gezip, tek başına yemek yiyecek tiplerden gibi geliyor bana.
12. Yo masayı incelediğimde bir içki şişesi ve birbirinden ayrı üç bardak görüyorum. Yalnız değilmiş ama yalnız kalmış.

ünlü dövücüler

İnci sözlük ve benzeri oluşumun içinde bir öfke olduğu aşikâr. Topluca bir maça gittiler ve maça alınmayınca da bir alışveriş merkezindeki tezgâhtar kızlara laf atıp dağıldılar. Siteye girdiğimde herkesin öfkesini dışa ya da birbirlerine akıtarak rahatladıklarını gözlemledim ki; bunun için psikoloji bilmeye gerek yok. Okuma yazma bilen herkes fark edecektir.

Bu ve benzeri oluşumlardaki insanlar bir şekilde rahatlıyorlar ve belki de huzur içerisinde uyuyorlar. Ama bu kalabalıktan bir kısmını artık sağa sola küfretmek, aşağılamak kesmeyecek. Daha ileri gitmek isteyecekler, daha fazlası arzulayacaklar. Kalabalık olmanın verdiği güce, daha önceki aşırı hareketlerinin sonucuna katlanmak zorunda kalmamaları da eklenince farklı eylemleri de olacaktır.

Benim öngörüm ise ünlü dövücüler hareketi;

İstanbul’da belirli yerlerde gezdiğiniz zaman ünlü görmemek imkânsız gibidir. Hem paralı, hem güzel görünüşlü, hem de şöhretli bu kişilere karşı kıskançlık ve kıskançlık temelli öfkeleri olan bu grup 5-8 kişi arasında örgütlenecek. Sonra yapılacaklar basit. Dövülmek istenen ünlüye saldırmak, kaba dayak atmak. İş adli makamlara uzanırsa beş kişi rahatlıkla üçünü şahit gösterip bu işten yırtabilirler. Zaten ülkemde adam dövmenin cezai bir karşılı yok.

Ünlü kişiyi dövmek her ne kadar o kişileri mutlu edecek olsa da; asıl tatmini olayı kameraya kaydederek alacaklardır. Bunu paylaşmak onları çok daha mutlu edecektir.

Sonrası mı? Bu sekiz kişilik kontrol sorunu yaşayan ekipten iyice sıyırır ve katil olur. Cidden ülkemde neden ünlü öldürülmüyor, o da başka bir muamma.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Tahrir Meydan'ında 12. gün

KARMAŞA

Tahrir Meydanı eylemin 12. günü

A: Bitsin istiyorum bu zulüm; insan gibi yaşamak benimde hakkım, bizim de hakkımız. Dünyayı izliyorum; diziler, filmler, facebook, internet... Sonra evden çıkıyorum, çevreme bakıyorum, her şey cehennem gibi geliyor bana. Tarifsiz bir baskı altındayım. Herkes birbirinin polisi sanki rahat nefes alamadığımı hissediyorum; bugün burada olmamın sebebi de bu.

Değişime inanıyorum. Bir şeylerin değişeceğine inanıyorum. Bu topraklar dünyanın en mucizevî toprakları. Tüm dünya bomboşken buralarda medeniyet vardı. Eğer doğru tarafa yönlenirsek yine tüm dünyanın önüne geçeriz. Ben akılcı bir adamım, derdim dünyanın büyük gücü olmak değil; sadece daha insanca ve özgürce bir hayat sürmek. Kabul; Amerikan, Avrupa dizilerini izleyip o hayata özeniyorum ama bu şartların Mısır’da asla gerçekleşmeyeceğinin de farkındayım.

Bugün ben buradaysam, bir şeyler değişecek ve eskisinden daha iyi olacak. Buna inanıyorum.

B: Dedem, Nil’in kenarında küçük bir çay bahçesi açmasının üzerinden yarım asırdan daha uzun süre geçmiş. Dedemin attığı tohum babam zamanında iyice serpildi ve Nil’in kıyısında işlek bir lokantamız ve işlek bir çay bahçemiz oldu. Güzel paralar kazanıyor, toplum tarafından saygı görüyorduk; ta ki Hüsnü Mübarek Nil’in çevresini akrabalarına peşkeş çekene kadar.

Önce mallarımızı almak istediler, kabul etmedik; sonra da güçlerini kullanarak bizi ezdiler, mallarımızı elimizden zorla aldılar. Zavallı dedem bu acıya fazla dayamadı ve öldü, babam ile ben de şimdi küçük bir bakkal işletiyoruz. Buradan, Tahrir Meydan’ından, Mübarek gitmeden ayrılmayacağım. Mübarek istifa edecek, kartlar yeniden karıkacak ve bu sefer joker benim elimde olacak.

C: Mübarek başa geçtiği zaman şerri hükümlerin dışına çıkmayacağına, Mısır’ı bir İslam Devlet’i olarak yöneteceğine ant içerek geldi. Benim için insanların koyduğu kurallardan önce Allah’ın koyduğu kurallar gelir. Eğer bir seçim yapmak zorunda kalacaksam seçimim sonucu ne olursa olsun bellidir.

Bir Müslüman olarak beni en çok üzen konu Filistinli kardeşlerimizin gördüğü zulme ses çıkarmamamız, o da yetmezmiş gibi giden yardımlara sınırımızı açmamamız. 1973’deki Ekim savaşında arkadaşlarını kaybetmiş bir adamım ben. Bir amaç uğruna ölen arkadaşlarım şu an mezarlarında ters dönmekteler. Zamanında İsrail’e karşı savaş yeminleri ile gelen Mübarek, şimdi İsrail’in, Amerika’nın bir kuklasından farksız. Buradaki binlerce Müslüman kardeşimiz, diğer ülkelerdeki Müslüman kardeşlerimizin yüzüne bakamaz oldu.

Allah’ın izni ile Mübarek gidecek, Allah’ın izni ile Filistinli kardeşlerimiz özgürlüklerine kavuşacak, Allah’ın izni ile İsrail haritadan silinecek ve tüm bunların fitili burada ateşlenecek.



D: Ben polisim, üzerimdeki kıyafete, isyancı tavırlarıma kanmayın, sivil polisim. Görevim kalabalığı tetikleyenleri belirlemek, kalabalığın taşkınlıklarını kontrol edip, sorumluları belirlemek; daha sonra da mümkünse kalabalığın dışına çekip paketlemek ya da daha sonra paketlenmek üzere isimlerini not almak.

Polis teşkilatımızın yönetici kademesini emekli askerler oluşturmakta. Bilenler bilir, Mübarek demek asker demektir. Kendisi de ordunun kendi içinde bir suikastın sonucunda başa geçmişti. Mısır’da polis demekte ordunun alt gücü demek. Bu kalabalık istediği kadar toplansın, bağırsın, isyan etsin; asla Mübarek’in sarayına kadar yürüyemez. Buna ne ordu, ne de polis izin vermez.


E: Suma’m; hayatım, manam, umudum… Suma’m; tünelin sonundaki ışığım, nefesim, ruhum.

Bugün burada olmamın sebebi Suma, hayatımın kadını. Komşumuzun biricik, efendi, güzel kızı. Her ne kadar onu sevdiğimi ona söyleyemesem de, onun da farkında olduğunu ve bundan mutlu olduğunu hissediyorum. İçimde temelsiz bir iyimserlik var. Onu ilk kez geçen sene; sokağımıza taşındığında gördüm. Tüm utangaçlığı ile yüzüme sadece bir saniye baktı ve evine kaçtı. İnanır mısınız daha sesini duymadım.

Zamanla babasıyla ve abisi ile tanıştım; aklıselim, iyi insanlar. Zamanla ahbap olduk, benim bu ahbaplığı ilerletmemde Suma’ya olan ilgimin kesinlikle etkisi var. Geçen çarşamba, babası; “Tahrir Meydanı’ndaydım harikaydı, tekrar gideceğim”, dediğinde “Bana da haber verin” dedim, verdi ve geldim.

Siyaseti pek düşünmemişim bugüne kadar. Aklım Hep Suma’nın hayali ile dolu. Şu an da durum farklı değil. Suma’nın babasının beni daha çok sevmesini sağlamaya çalışıyorum; biliyorum ki babası severse Suma’da sever beni.

F: Neden buradayım bilemiyorum. İçinde bulunduğum ruh halinin tanımı, tamamen şaşkınlık. Mübarek döneminde evimde çorbam kaynıyor, ailem aç değil, çocuklarımın da işleri var; büyük bir zenginlik ve refah içerisinde olmasak da Allah’a şükür yaşıyoruz. İyi kötü, yıllardır bizi yönetiyor Mübarek. Yerine gelecek kişi belki benim ve ailemin çok daha iyi koşullarda yaşamasına neden olacak, belki de bu günleri Mübarek’in başta olduğu günleri mum ile arayacağız. Hangi tarafta olacağıma karar veremiyorum. Buradayım ama sloganlar atılırken bağırmıyor, ağzımı oynatıyorum. Allah hayırlısını nasip etsin.

G: Bu deneyimi kaçıramazdım. Ortadoğu sonunda harekete geçti, içinde bulunduğu tevekkül durumundan uyandı. Mısır sonunda otuz yıldır kendisini sömüren Mübarek’ten kurtulmaya karar verdi. Ben siyaseti umursamam, Mübarek’i sevmediğim gibi yerine geleni de sevmeyeceğim, onun yerine geleni de, onun yerine geleceği de… Beni ilgilendiren bu kalabalıktaki insanların gözlerindeki nefret, umut, ateş, azim, hırs ve isyan. Her birinin gözlerinden bir başka duyguyu görüyorum. Aradan yıllar geçtiğinde, insanlar bu konuyu konuştuğunda ben, “ Ben oradaydım, Tahrir Meydan’ındaydım.”, diyebileceğim ve yarın bir gün buralarda yine böyle bir ateş yanarsa ateşin çevresindeki yerimi alacağım. Sırf oradaydım diyebilmek, o kalabalıktaki insanları gözlemleyebilmek için.

zaman çarpışması 2

Sevgililer gününü ve kandilini kutlarım; desem çok mu batılı olurum?

Kandilini ve sevgililer gününü kutlarım; desem çok mu hacı olurum?

Mevlit kandilini ve sevgililer gününü kutlarım; desem çok mu müslüman kardeşler ya da hizbulahçı gibi olurum?

Sevgililer günün kutlu olsun; desem çok mu salak olurum? Bana mı ne senin sevgililer gününden?

Kandilin mübarek olsun; desem sevgililer günün konusunu yok saydığım için sana platonik olarak âşıkmışım gibi mi olurum?

Dertlerimiz kum tanesi kadar küçük, sevinçlerimiz nisan yağmuru kadar bol olsun. Bu mübarek gecemiz sevapla dolsun. Kandilimiz mübarek olsun; desem komik mi, yoksa çapma cemaatçi gibi mi olurum?

Zaman çarpışmalarını seviyorum.

13 Şubat 2011 Pazar

pazartesi - aziz valentinzedeler

Bugün sevgililer günüymüş pazartesimania sahipleri. Konu hakkındaki görüşlerimi tekrarlamak istemiyorum. Ama net söylüyorum, bir elinde gül ile sevgilisi ile sokaklarda gezenler, ulu orta öpüşenler, sevgi dolu sözler sarf edenler, şen kahkahalar atanlar tam iki hafta boyunca listemden mahrum kalacaklardır.

*yolda süs köpeği gördüğünde önüme geçerek bana güvenli bir alan yaratmalı.
*esnerken ağzımı kapatmalı.
*yüzümde rujunun izini bırakarak cemi cümleye, biz sevişgen bir çiftiz mesajı vermeli.
*durup dururken, “ Sana güveniyorum “ diyerek bana güven aşılamalı.
*eski ünlülerle arkadaşlık kurup, onların kaybetmişliklerinden çıkarımlar yapıp, benimle paylaşmalı.


Değerli Sevgilisizler, caddelerde sokaklarda gezin ve kurala uymayanları ispiyonlayın. En çok ihbarda bulunan sevgilisize haftaya Çarşamba iki maddelik kısa bir liste göndereceğim.

Kahrolsun aziz valentin, Kahrolsun kapitalizm!

12 Şubat 2011 Cumartesi

bir ödül töreni teşekkür konuşmam

Bugünden elli yıl sonra kendimi bir genişçe bir salonu olan bir evimin salonunda, şöminenin karşısındaki sallanan sandalyemde, dizimi örten bir battaniyem ve kalp hizamda kocaman bir arması olan parlak koyu bordu robdöşambrımla hayal ediyorum. Evde birkaç çocuk var ve kaçı benden bilemiyorum. Torunlarım, çocuklarım, dostlarım ve mini etek giymiş hizmetçilerim var. Karmaşık da olsa bir düzen içinde hareket ediyorlar ve benim yokluğumun düzenlerini kısa vadede bozacağını düşünmüyorum.

Elimde şu an doğmamış ama o zamanlar için yetenekli genç yazar olarak tanınan bir yazarın romanı var. Yazdıklarını içten içe çok beğensem de; ne kadar beğendiğimi ne kendimle, ne de başkası paylaşmayacak kadar çok kıskanıyorum. Fikrim sorulduğunda ise “ Ben onların yaşındayken yeni fikirler üreten ve hiç durmayan bir fabrika gibiydim, günümüz yazarlarındaki temel eksiklik yaratıcı düşünce ve üslup.”, diyorum. Zaten çok da fikrimi soran yok.

Sonra gözüm şöminenin solundaki camdan rafları olan cam dolaba takılıyor. Aldığım ödülleri koyduğum camdan dolap. Bazısı önemli yarışmalardaki ödüller, bazısı yurtdışından kazandığım ödüller, bazısı da özel okulların sırf ben oraya gideyim de para vermiş öğrenciler ünlü görsün diye verilmiş ödüller… Sonra gözüm bugün burada aldığım ödülün olduğu rafa gidiyor. Sonra da şu an elimde olan ödüle. Bugünü düşünüyorum ama aradan yıllar geçtiği için hatıralarım puslu. Bu ödülü kim vermişti anımsamak için yerimden zar zor kalkıp, dolabı açıp ödülü elime alıyorum. Üzerindeki yazıyı zar zor okuyorum. Sonra da kendi kendime “ Amma çok ödül almışım ya, bunu anımsamıyorum bile, neden Nobel’imin yanına koydum ki?” deyip ödülü bir rafa koyup, sallanan sandalyeme oturup, battaniyemi dizime örtüm uyukluyorum.

Teşekkürler.

11 Şubat 2011 Cuma

İdam

yarım kalan bir hikaye daha....



Gecenin köründe, elinde silahı; önde ben, arkada o hiç konuşmadan yürüyorduk. Ellerimi kaldırmamı söylemişti, zamanla ellerimde ayaklarım kadar yoruldu. Her an beynimden vurulabilirim korkusu ile saatime bakmaya cesaret edemeden dakikalarca, belki saatlerce yürüdük. Beni silah zoru ile o eski sandalyeye çıkarttı. Ağaçta daha önce hazırladığı idam ipi duruyordu.

“O ipi başına geçir!” diye bağırdı, çaresiz kabul ettim. Sanırım ölümüme intihar süsü vermek istiyordu. Haksız da sayılmazdı. Cinayet, her ne koşulda olursa olsun risktir. Söylediklerini çaresiz yaptım. Bir şekilde asılarak ölmeyi vurularak ölmeye tercih ediyordum. Kurtulmak gibi bir şansım olmadığına kanaat getirmişim. Tevekkül içerisindeydim ve nedeni bilmediğim bir sakinlik sarmıştı beni.

İlmeği başıma geçirdiğimde gözlerinin içine baktım. Belki önce bana ateş edecek sonra da boğulmamı sağlayacaktı. Garanti ölüm. Son saniyelerim içerisindeydim ve hala birkaç saniye sonrasını öngöremiyordum. Sonra silahı ile sandalyenin ayağını vurup benim düşmemi ve haliyle boğulmamı sağlayacağını düşündüm. Acaba dikkatli polisler sandalyenin ayağındaki kurşun izini fark edip oradan silaha, silahtan katilime ulaşabilecekler miydi? Bulsalar, ruhum huzura kavuşur muydu? Ölünce bu dünyadaki hesapları hala düşünür müyüz ki? Yıllardır içinden çıkamadığım bu ve benzeri soruların cevaplarına birazdan ulaşacak olmanın gerginliği içerisindeydim. Doğruymuş, hayatta merak edilecek bir şey kalmayınca yaşamanın manası kalmıyormuş.

Bir sigara daha içti ve izmaritini yere attı. Nedense yine sevindim. Bir ipucu daha bırakmıştı polislere. Yaptığı yanına kalmayacaktı, ya da kalacaktı. Bunu belki görecek, belki görmeyecektim. Belki sevinecek, belki umursamayacaktım. Daha önce bu kader derin ve içerikli düşünseydim sanırım bu durumda olmazdım. Pişmanlık sarıyordu her yanı mı ve gerçekten de son pişmanlık fayda etmiyordu.

Bir dakika kadar gözlerimin içine baktı. Sonra da hiç sesini çıkartmadan dönüp gitmeye başladı. Ormanın zifiri sessizliğinde ayak seslerinin uzaklaştığını duyuyordum. Beni öldürecek kadar cesur ama ölümümü izleyemeyecek kadar korkaktı. Adımlarının çıkarttığı sesler yavaşça kayboldu. Ormanda tek başımaydım. Ölüm ilk kez bana bu kadar yaklaşmıştı. Ne yapmam gerekli bilemiyordum.

Burnumun içindeki gıdıklanma hapşıracağımın habercisiydi. Altımdaki sandalye zaten sallanıyordu. Ters bir hareket ölümüme yol açacaktı. Gelen hapşırık tutulmaz iyice sarsılarak hapşırdım. Sonra bir daha hapşırdım. Sonra bir tane daha. Ayaklarım ilk sandalyeye çıktığım anda ki gibi titriyordu.

Kendi kendime telkine başladım. Sesli şekilde kendimle konuşuyordum. Nasılsa kimse beni görmezdi. Hatta keşke görseydi. O hariç herhangi biri beni kurtarabilirdi. “Sakin ol! Sakin ol! Bu durumdan kurtulacağız. Tek yapman gereken enerjini düzgün kullanmak ve panik yapmamak.

10 Şubat 2011 Perşembe

red tel

Az önce sırı aradım senle birkaç kelime konuşmak için unuttuğum kitabı orada olup olmadığını sormak için. Telefonu açan bir kadın sesiydi ama yüksekle muhtemel sen değildin. Çünkü “sıra cafe mi diye mi açacağım” gibi bir şey dedi telefonu açtıktan sonra. Acaba başka kadın garson mu aldılar, acaba sen işi bıraktın mı?

9 Şubat 2011 Çarşamba

zaafsız savaşçı

- Uzun zamandır beraber çalışıyoruz evladım; ilk geldiğin gün dün gibi aklımda. Bir uçan tekmeyi bile atamıyordun, sol kolun çok zayıftı, hırsına her seferinde yenik düşüyordun. Şimdi sana bakıyorum da tam anlamı ile bir savaşçı oldun.
- Teşekkür ederim efendim.
- Asıl ben sana teşekkür ederim. Bana birçok şeyi sen hatırlattın. Senin başarın, benim başarım oldu. Beraber geçirdiğimiz onca zamanda bir kez bile bana terbiyesizlik yapmadın. Gelişmen, yetişmen için sırtına kaldıramayacağın yükler yükledim; ruhun gelişsin, olgunlaş diye kaldıramayacağın sözler söyledim, bir kez bile of demedin.
- Sizin sayenizde, sensei.
- Her şeyin bir sonu olduğunu da sana öğretebildim sanırım.
- Öğrettiniz efendim.
- Bugün eğitimimizin son günü evladım. Birazdan buradan gerçek bir savaşçı olarak ayrılacaksın. Hiçbir zaafı olmayan, kaybetmeyen, gerçek bir savaşçı.
- Siz nasıl layık görürseniz.

Sensei öğrencisine ayak açma çalışmaları yaptırdığı iki varilin oraya gitmesini istedi. Öğrenci hocasının dediğini yaptı ve bir ayağını bir varilin üzerine; öteki ayağını da diğer varilin üzerine koyup ayaklarını 180 derece açtı. Sonra öğrencisinin gözlerini bağladı ve;

- Hazır mısın evladım, dedi

Öğrenci hocasının ne yaptığını da, ne demek istediğini de anlamadı ama her zamanki gibi tereddütsüz itaat etti.
- Hazırım, dedi

Sensei, seri bir hareket önce sağ ayağını kaldırdı ve zıplayıp sol ayağı ile öğrencisinin testislerine tekme attı. Öğrenci acılar içinde yere düştü, testislerleri patlamıştı ve ağzından kan geliyordu. Hocası gözyaşları ile öğrencisinin yanına diz çöktü ve ağzından gelen kanı elleri ile silip;
- Özür dilerim evladım. Özür dilerim… Bir erkeğin dövüşteki en büyük zaafı testisleridir. Şu andan itibaren seni kimse yıkamayacak. Artık yenilmezsin, dedi ve ağlayarak uzaklaştı.

8 Şubat 2011 Salı

red

Kızılım, kırmızım, istisnai durumum, tünelin sonundaki ışığım…

Bugün ilk kez seni o bordo kazaktan daha farklı kıyafetle, kırmızı kazakla gördüm. Neşen yerindeydi, gülüyordun… Çok güzeldin.

Yine uzun uzun izledim seni. Sonra bir an yok oldun? Meğersem dışarı çıkmışsın. Sanırım sigara içiyorsun? Bilemiyorum da.

Kel bir adamla uzunca konuştun. Yüzün gülüyordu, derin bir kıskançlık hissettim, sonra adam gitti senin yüzün hala gülüyordu…

İncecik bileklerin var bugün fark ettim, bembeyaz ve zarif. Çay dolduruşunu izlerdim, içtiğim üç çayı da sen doldurdun, tepsiye sen koydun. Masamıza yeni bir garson baktı, Hasan’ın üzerine çay döktü, sonra bir başka garson başka masanın hesabını ödetti. İdris faciasından bahsetmiyorum bile. Sen orada olduğun sürece oradayım.

Dükkâna girer girmez gözlerim seni arıyor, ya yoksan ihtimalinden deli gibi korkuyorum. Ölene dek orada çalışmayacaksın, bir gün gittiğimde olmayacaksın, sonra gittiğimde yine olmayacaksın, sonra gittiğimde yine olmayacaksın… İşte o zaman ne yapacağım bilemiyorum?

İşte ondan her eve dönüşüm bir elveda gibi oluyor bana.

Çok saçma bir şey oldu dönüşte, arabada rober hatemo, beyazlar içinde sen, çalıyordu. Baktım şarkıyı söylüyorum ve seni düşünüyorum.

Pazar günü kuzen buluşmasında Fahriye ve Gülay’a bahsettim senden. Gülay tam anlamadı ama Fahriye durumu sevdi. Hiç tanışma büyü bozulur dedi. Ben inanmıyorum.

Çıkışta kitabı yine unutmuş gibi yaptım, Zehra. Yanımdaki yastığın altına sakladım. Bu seninle konuşacağım manasına geliyor. Tabi cesaretimi toplarsam, hem belki şansım varsa bir şaka yaparım ve yakından gülüşünü izlerim. Hatta kokunu duyarım. Tabi şanlıysam…

E.T.Ş (evlilik teklifi şirketi)

11. program


Kızlar babalarına benzeyen ama babalarının tasvip etmediği erkeklerden hoşlanırlar. Bir kız ile evlenmeyi kafanıza koyduysanız bu sözü unutmamalısınız. Şirket olarak profesyonel dedektif ve profesyonel psikolog arkadaşlarımızın işbirliği ile beraber sevgilinizin babasını izliyor ve özelliklerini tahlil ediyoruz. Daha sonra çıkarımlarımızı sizinle paylaşıyor ve yine uzaman psikoloğumuzun telkinleri ile size gereken doneleri bir nevi aşılıyoruz.

Seanslarımızın sonucunda eş adayınızın babasına benzeyen ama babasının tasvip etmediği bir adam haline geleceksiniz. En son olarak da profesyonel dedektif arkadaşımız; müstakbel kayınpederinizin kullandığı deodorant, kolonya, tıraş kolonyasını tespit edip sizin kullanmanızı önerecektir.

Koku terapileri ve seanslarımız sonucunda sevgilinizin size hayır demesi gibi bir ihtimal kesinlikle yoktur. Yapmanız gereken bir tektaş yüzük alıp romantik bir ortamda ona evlilik teklifinde bulunmak olacaktır. İsterseniz şirketimizin sizin için bu organizasyonu da yapacaktır.

7 Şubat 2011 Pazartesi

duello - bilgi yarışması projesi

Bu yarışmada iki yarışmacı yarışacak ve elenen gidecek, öteki yoluna devam edecek. Yarışmanın temel farkı sorulacak soruları yarışmacıların kendinin hazırlaması olacak. Her yarışmacı genel kültür, tarih, siyaset, sinema ve spor konularında 1,2 ve 3 zorluk derecesine göre ayarladığı ellişer soru ile programa katılacak. Program bilirkişileri yarışmacının sorularını değerlendirecek ve kabul edilebilir bir hale getirecek ve yarışma başlayacak.

İlginçlik olsun diye bilirkişiler kameralı bir odada soru sahibi ile sorularını tartılaşabilir ve program bitene kadar o odadan çıkmayarak soruların sızma ihtimalini bertaraf edebilirler.

Sorular sorulmaya hazır olunca iki yarışmacı karşı karşıya oturur ve sorularını sormaya başlarlar. Amaç 30 puanı almak olur. Zorluk derecesine göre bildiğin soru kadar puan kazanırsın. Bekleme süresi kısa tutulur. Temposu yüksek bir yarışma olmalı.

Soruyu soran yarışmacı, kendi sorduğu soruya da cevap vermek zorundadır, kendi sorduğu soruyu bilemezse o sorunun değeri kadar kendi puanından düşülür.

Puan farkı çoğaldığında 3 puanlık sorular sorarak fark kapatılmaya çalışılabilir ve soru soran kendi sorusunun cevabını bilemez ise kendinden de 3 puan düşeceğinden fark bir anda 6 puan azalır ve bu geriden gelene büyük bir şans verir.

Yarışmacı verdiği cevabın doğru mu yanlış mı olduğunu soruyu soran yarışmacının kendinden duyarsa da bir gerilim yaşanır.

Elbette ki bir sunucu durumu idare edecektir. Yarışmacılar arasında düzeyli bir atışmaya izin verecek ama işin çirkinleşmesini de engeleyecektir.

6 Şubat 2011 Pazar

red

Kızılım, en büyük merakım…

Geçen Perşembe akşamüstü Sıhhıye’de yürürken yine aklımdaydın. Acaba ne yapıyor, ne düşünüyorsun, diye düşünürken bir an seni görür gibi oldum. Aklım benimle oynamazken bile ben onunla oynamayı sevmişimdir hep… Derken bir kız önümde belirdi. Başörtülü, başı önce bir kızcağızdı. Senden biraz kısaydı; kaşlarını, gözlerini göremedim ama alnı seni andırıyor gibiydi.

Sonra onun sen olma ihtimalini düşündüm. Sonra o kızcağız yanımdan uzaklaştı gitti. Sonra durdum birkaç saniye. Sonra onun sen olmadığını kendime hatırlattım. Sonra sen olsan ne fark edecekti ki dedim. Ne yapacaktım?

pazartesi - Ortadoğudaki direnişe uyarım

Ortadoğu kaynıyor pazartesi meraklıları. Bir haftayı aşkındır insanlar meydanlarda özgürlükleri için direniyorlar. Belirli yerlerde ne yazık ki çatışmalar da yaşanıyor. Bu ülkelerin başındaki diktatörler ülkelerinden kaçmak için bir boşluk arıyorlar. Biliyorsunuz ki o boşluk benim pazartesi listesini açıklama anım. Ortadoğu uyuma, benden söylemesi.


*Sabırsız olmalı ama bunu bana yansıtmamalı.
*İyi bir yol arkadaşı olmalı.
*Ayağımı uzatmış şekilde Ortadoğu’daki direnişçilere “Helal olsun” dediğimde “Sen oturduğun yerden ötüyorsun, kalk da sende ülken için diren” deyip geçici isyanımı bastırmamalı.
*Evde maç yaptığımızda beni yenmemeli.
*Boşanma arifesindeki arkadaşlarını teselli etmek için “ benimki de öküz ama bir yuva kolay kurulmuyor” diyerek beni harcamamalı.
*Peruk takma konusunda istekli olmalı.
*Kraliyet ailesine gelin geldiğinin bilincinde, bir prenses gibi davranmalı.

2 Şubat 2011 Çarşamba

biraz da benzetme

• Yahudi mahallesinin Müslüman muhtarı gibiyim; kimse beni sallamıyor.

• Kapkaççıyı kovalar gibi yapan ortağı gibisin.

• Küme düşmeye aday takımın getirdiği yabancı futbolcu gibiyim; herkes benden mucize bekliyor.

• Sırf kokpitte uçmak üçün ünlü olmuş bir gibisin.

• Askerden döndükten sonra cinsiyet değiştirmiş gibi zamansızsın.

• Dizilerdeki engelli karakterleri oynayan oyuncuları gerçekten engelli sanacak safsın.

• Küçükken izlediğim ped reklamlarının üzerimdeki etkisi gibiydi; ne işe yaradığını bilmiyordum ama benim için üretilmediği aşikârdı.

• Özel gücü yalanları anlamak olan bir süper kahraman kadar yalnızım.

• Voleybol oynarken rakibine dirsek atacak kadar sınırları zorlardı.

• Yaşadıkların kutuplarda buzda kayıp düşmek gibi, kaçınılmaz.

• Sadece bacak görmek için artistik patinaj izleyecek kadar testesteronu yüksektir.

• Evdeyken bile maç izlemeden çalan istiklal marşını bile ayakta dinler ve sessizce eşlik eder. Öyle milliyetçidir.

• İdamı beklerken kanser olduğumu öğrenmiş gibiyim, bu yarışı kimin kazanacağı hiç umurumda değil.

• Bir portakalın iki yarısı gibiyiz, asla eş iki parçaya ayrılamayız.

• İlkokul karnelerini saklayan tipler gibisin, iyi ki bir takdir aldın.

• Nazım Hikmet ile Mevlana’nın ortak maceralarının romanını yazmış bir yazar gibisin. Tarih bilmiyorsun ve para için her boku yaparsın.

• Boks eldivenlerin takılıyken burnunu karıştırmaya çalışıyorsun.

1 Şubat 2011 Salı

kötü polis - kötünün iyisi polis

Çapraz sorgunun en önemli anlarından biriydi. Sorguya alan polisler Seven’deki Morgan Freeman ve Brat Pitt’in Türk versiyonları gibiydiler. Yaşlı polisin dökülmüş saçları ve göbeği adam kovalamayı bırakalı yıllar olduğunun kanıtı gibiydi; etrafına yaydığı bilge bir havası vardı. Genç polis ise keyif için adam dövecek gibi bakıyordu; önce hareket edip, sonra düşünen biri gibiydi.

Genç polis durmadan bağırıyor, masaya yumruk atıyor, küfürler savuruyor, tehditler saçıyordu. Yaşlı polis ise daha babacan bir tavırla suçunu itiraf etmesinin onun için iyi olacağını söylüyor, işbirliği yapması konusunda onu ikna etmeye çalışıyordu.

Zanlı, yaşlı polise piç bir bakış fırlattı ve “ İyi polis, kötü polis ha” dedi. Alaturka Morfan Freeman sanki bir öğretmenmişcesine bir ses tonu ile “ İyi polis olmaz evlat. Biz kötü polis ve kötünün iyisi polisiz” dedi ve zanlının saçlarını avuçlayıp, kafasını masaya sertçe geçirdi. Zanlı o an bayıldı.