29 Nisan 2015 Çarşamba

Mavi torostaki bir akşamüstü

Yağmur yeri tokatlarcasına yağıyordu, hava cidden çok soğuktu ve rüzgar da bizi şamarlıyordu. Benim ise cebimde sadece otobüs param vardı ve o otobüs tam yarım saattir gelmiyordu.

Sonra o gri toros araba durağa yaklaştı ve "Öveçlere gidiyorum" dedi. Asla yapacağım bir şey değildir ama hemen ön koltuğa atladım ve "Selamın aleyküm" dedim. Benden başka kimse o arabaya binmedi.

"Vealeyküm" dedi, devamını getirmedi. Adamın arabasına bindiysem ve benden para istemediyse muhabbetine katlanmam gerekir diye düşündüm ama adam bir türlü konuşmaya başlamadı. Trafik kilitti, milim milim ilerliyorduk; dışarıda insanların şemsiyeleri rüzgardan dönüyor, parçalanıyor hatta kaldırımlarda başıboş şemsiyeler uçuşuyordu.

"Ucuz şemsiyelerden hep, beş liraya şemsiye mi olur? Bir de nasıl oluyorsa yere iki damla yağmur düşsün bu şemsiyeciler sokaklarda bitiyor. Sanki yağmur yağmasını bekliyormuşlar gibi değil mi abi" dedim. O ise hiçbir şey demedi, hiçbir mimik vermedi. Bir anda torosun içi dışarıdan daha soğuk oldu benim için. İşte bu anlarda kendini tartıyorsun. Olası bir kavgada kim kazanır önce onu düşünmeye başladım. Daha gençtim, daha uzundum ve daha güçlü duruyordum; önce iterim, bakarım sarsabiliyor muyum? Sarsabilirsem ne ala, ama sarsamazsam topuklarım. Ondan daha güçlü olmayabilirdim ama ondan daha hızlı koşacağım kesindi. Yolumuzun üstünde; hem başbakanlık, hem meclis, hem deniz kuvvetleri komutanlığı, hem kara kuvvetleri komutanlığı, hem polis okulu vardı ve hepsinin önünde korumalar yirmi dört saat nöbet tutuyorlardı.

Kırmızı ışıkta durduk. Gerçi saatler gibi geçen on beş dakikadır aynı kırmızı ışıkta duruyorduk ama sonunda ışığı görebilmiştik. Bıkkınlık hissiyle ışığın tam altına girmişti adam. Yeşilin yandığını da ondan görmedi. Arkadan kornalar çalmaya başladı ama hareket etmedi, Sonra yanımızdaki araba geçince hareketlendi. O kadar kornaya tepki vermediğine göre çok derin düşüncelere daldığı belliydi. İyi de ne düşünüyordu bu adam? Beni nasıl öldüreceğini mi yoksa nereye gömeceğini mi? Araba o kadar cinayete uygundu ki. Belki çalmıştı arabayı ve beni araba ile yakacaktı. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Sessizlik canıma okuyordu ve arabaya bindiğime köpek gibi pişmandım.

Radyo da kapalıydı. Acaba açmak için hamle mi yapsaydım? Zaman kırılmıştı, akmak bilmiyordu ve yapabileceğim bir şey yoktu; ben de sessizliği kırarak karşı bir hamle yapmalıydım. Gerçi araba onun olduğu gibi haliyle radyoda onundu, arabanın nereye gideceğine o kadar vereceği gibi radyonun ne çalacağına da o karar verirdi. "Radyoyu açsana abi ya, haberleri dinleriz" dedim.

Adam bana öyle derin bir sessizlikle cevap verdi ki... Hani bir kuyuya taş atarsın da ses gelmesini beklersin ve gelmezse korkarsın ya. işte tam öyle, o kadar derindi ki sessizliği; çıt çıkarmadı. O bir dakikayı anlatamam.

Sessizlikte adamın nefesini dinleyeyim dedim, adamın nefesinden bile çıt çıkmıyordu.

Yolun yarısına gelmiştik ve boğuluyordum sanki görünmez iki el vardı ve boğazımı sıkıyordu. İnmek istiyordum ama gelecek otobüsler dolu olacağından beni almazdı da artık ve eve kadar yürüyecek gücüm yoktu. Bu araba tüm enerjimi emiyordu. Arabaya bindiğimde gerekirse kaçabileceğimi planlamıştım ama artık o gücü kendimde bulamıyordum. Aslında bu durumda tüm çağdaşlarım gibi cep telefonuma sığınırdım ama şansızlık bu ya telefonumu evde unutmuştum. saatim de yoktu, arabanın saati de yoktu. kaç dakikadır ya da saattir bu arabada olduğumla ilgili hiçbir fikrim yoktu, sadece tahmin yürütüyordum.

Trafik biraz akmaya başladı ama biraz. Adam tahminim bir saattir hiç üçüncü vitese takamamıştı torosunu, kafayı mı kırıyordum bilmiyorum ama arabadan sanki çok az ses geliyordu. Yeni bir konu açmaya kalkmaya da benim cesaretim yoktu. Tek tesellim arabanın henüz güzargahtan çıkmamış olmasıydı. Hem birkaç mobeseden geçmiştik beni öldürse bile kesin yakalanırdı. Adalet ne kadar zamansız bir duyguydu.

Artık iyice eve yaklaşmıştık. Ama evimin önünde inmeye hiç de niyetim yoktu. Bu buz gibi torosçunun evimi bilmesini asla istemiyordum; onun için biraz ötede inmek isteyecektim, tabi başarabilirsem.

Artık kaç saattir yoldaydık bilmiyordum ama hava kararmıştı. Evimi de geçmiştik; yüz metre, iki yüz metre derken "Usta ben ineyim" dedim, durmadı. "Abi ben ineyim" dedim, durmadı. "Müsait bir yerde!" diye manasız bir cümle ile bağırdım ama hiç bana bakmadan sürmeye devam etti. Adamın omzundan tutup sarsmaya başladım; bana baktı ve hemen arabayı durdurdu. ellerini sağa sola açıp alt dudağını sarkıtarak 'ne var' dercesine bana baktı. Ben de adama nefretle bakarak indim, kapıyı da sertçe çarptım. Adam yavaş yavaş gitmeye devam etti. Plakasının yanında içinden ehliyet kemeri geçen mavi bir kulağa benzer işaret vardı.

kör kız arkadaşın avantajları


1.sosyal medya yüklerinden yırtılabilir. mesaj okudu, resim beğenildi, arkadaşlık teklifi kabul edildi gibi sorunlar olmaz.
2.sinirlenince yüzüne baka sessizce küfürler sallanılabilir ya da alenen hareketler çekilebilir.
3.dokunmaktan korkmaz.
4.ışık açık sevişilebilir.
5.seks esnasında küçük hatıra fotoları alınabilir.
6.ucuz kötü kafelere götürmek sorun olmaz. hatta kıraathaneler bile konsept kafe olarak kakalanabilir.
7.kılık kıyafet, saç gibi angaryalarla çok uğraşmaya gerek olmaz
8.konser, maç gibi ortamlara sıra beklemeden girilebilir, hatta özel yerlerde izlenebilir.
9.yalanların ortaya çıkma ihtimali daha düşüktür.
10.etraftaki kızları kestiğini anlaşılmaz.
11.aşk olayını gözlerinde büyüten insanların gözünde saygınlığınız katbekat artar.
12.sanırım tren biletleri de daha ucuz.
13."ben de her şeyi yapabilirim" kompleksinde olacağından eliniz sıcak sudan soğuk suya değmez
14.ailesi size karşı gizlese de minnet duyar. kaynananız size bayılır.
15.herkes sizi iyi biri olarak tanımlar ve bu ayrıldığınız zaman bile devam eder.
16.aldatması daha kolaydır.
17.cep telefonuyla ya da candy saga crashla çok zaman kaybedip beyninin uyuşturmayacağından daha berrak bir zihne sahiptir.

27 Nisan 2015 Pazartesi

pazartesi - krematoryum özlemi

İnsanların son isteklerini yerine getiren insanlara saygı duyarım pazartesi vasiyetkarları. Temiz hava almak ve bu seneki trend bikini renklerine karar vermek için çıktığım bir doğa yürüyüşüm esnasında tam da böyle birini gördüm, sekiz kurşunla öldürülmüş bir adamın başında duruyordu. Kanın pıhtılaşması ve cesedin renginden cinayetin yedi ile on dakika arasında işlendiği aşikardı. Beni görünce korktu tabi, hemen yanına gittim ve "Vasiyeti neydi merhumun?" diye sordum.

*Doğada kalırsak ben çadırlarda çürümeyeyim diye kulübe yapmasını bilmesini.
*Kısa vadeli çalışma planları olmalı.
*Biraz hissiz olmalı.
*Elmanın kabuğunu soymamalı ama koçanıyla da beni yüz göz etmemeli.
*Savaşlar hakkında iktisadi bilgileri sağlam olmalı.
*Asosyal sorumluluk projelerinde pasif görevler almalı.
*İskambil falları ile vaktini çarçur etmeli.

Bir şey diyemedi, belli ki acısı büyüktü. Elindeki benzin bidonundan merhumun yakılmak istediğini anladım tabi. Krematoryumsuzluk bu ülkenin kanayan bir yarası. Benzini döktük ama ikimiz de sağlığına özen gösteren insanlar olduğumuz için ateşimiz yoktu. Baktım adamın gözlükleri büyüteç gibi, güneş de tepemizde; doğru açıyı aldım ve adam tutuştu. "Küllerini de nereye dökmeni istemişse oraya dök" dedim ve uzaklaştım. Alev tonları ve füme ve siyah  uygun bence.

19 Nisan 2015 Pazar

pazartesi - uzun olmamalı

Hata ile yanlış arasında ince bir çizgi vardır ya, bence yoktur pazartesi münhasırları. Sonuç olarak ikisi de aynı kapıya çıkıyorsa cezası aynı olmalı. Durmadan sevindikleri için voleybolunu büyüleyici bulduğum bilirsiniz. Dünya şampiyonası finalini beni kırmadılar ve bizim evin bahçesinde oynadılar. Finalde Belçika ile İtalya vardı.

*Silah ile ıslah edebilmeli.
*Basıp basıp gidişlerimi çekici bulmalı.
*Bilmediğim kelimeleri sözlüklerden silmeli.
*Sözünü kesenin, hatıra olacak bir parmağını kesecek kadar çılgınlaşabilmeli.
*Açık seçik hikayeleri akıl almaz bir ciddiyetle anlatabilmeli.
*İhbarcı bir karakteri olmalı.
*Ben mavi ekran verdiğimde kimseye çaktırmadan resetimi atabilmeli.


Tamam da Belçika ne alaka diye düşünmeye daldım. Öyle dalmışım ki, Belçika üç sıfır İtalyanlar şişledi ve bende şimşek çaktı. Otuz sene önceki bir pazartesi listesinde “Uzun olmamalı” yazmıştı. Belçika’daki Felemenkçe çeviride bu “Uzun olmalı” olarak çevrilmiş. Hata ya da yanlış anlamam, jetime atladım geliyorum. Sakinleşene kadar önüme çıkanı döveceğim.

17 Nisan 2015 Cuma

pis dergi 2

özal o 17 nisanda ölmeseydi meksika hava yollarında pilot olmama kadar uzayacak bir hikayem olabilirdi

beşiktaş ankaraya geliyordu. işte özal öldü, maç iptal oldu. on beş gün sonraya ertelediler ama o gün de anneannem öldü ve maçı izleyemedim, biletler yalan oldu.

ama özal ölmeseydi beşiktaş maçı 2-0 kaybedecekti. yetmezmiş gibi berbat oynayacaktı ve çocukluk kahramanım sarı fırtına metin'in şekeri mi düşecek bir şeyler olacak; inanılmaz hırçın bir maç geçirecek, rakip stoperin ayağını kırıp kırmızı kart görecek çıkarken de benim gözlerimin içine baka baka küfredecekti.

ve ben de hem metin, hem de futbol aşkımdan soğuyacatım. Başka hayallerime Batu'yu ortak edecektim ve badmingtoncu olmak isteyecektik. Bir antreman dönüşü elimizde raketler, beyaz tişört ve beyaz şortlarla bizi gören bir grup manasızca bizi dövecek, zavallı Batu aşırı yumruktan ölecekti.

ben de artık çaresiz spora tövbe edecek, arkadaşsız da kaldığımdan kuzu kuzu ders çalışmaya başlayacaktım. dersler o kadar da manasız değilmiş, öğrenecek ne kadar çok şey varmış, sınavlardan 100 almak ne kadar da güzelmiş gibi saçma cümlelerle kendimi kandırıp liseyi onur listesinde bitirecek; askeri liseyi kazanıp pilot olacak, sonra da mecburi hizmet bitince para için orduyu bırakıp Meksika hava yolları için çalışacaktım.

ama olmadı.

pis dergi proje

neden büyük adam olamadım.


"sigarayı yeni yaktım, bir sonraki dolmuşa binerim, Batu'da beklesin biraz" demeyip o dolmuşa binseydim şimdi beni Adana Valisi yapacak olaylar silsilesinin başlangıcını yapabilirdim.

o otobüse binseydim iki durak sonra Serap'a yanıma oturacaktı. birbirimize değen diz ve dirseklerimizden alacağımız elektrik sayesinde içlerimiz kıpraşacak, aynı durakta inip biraz yürüdükten sonra Serap bana gülümseyerek Pamir Apartmanına girecekti

bir kızın bana gülümsemesi durumuna hazır ve alışık olmadığımdan, panikleyecek ve bir daha rastlaşırız diye yanıma Batu'yu alıp Avni apartmanı çevresinde iki hafta kadar sokak köpeği gibi takılacak ve sonunda tekrar Serap'la karşılaşacaktım.

serapla tanışmam için ise ayaz bir sonbahar, çetin bir kış, yazı müjdelemeyen bir ilkbahar geçecek, bu süre içerisinde benimle sokaklarda sürten Batu hiç aşk içermeyen bir veremden ölecekti.

benden önceki sevgilileri tarafından çok yıpratılan Serap bende aradığı huzuru bulacak, elini tutmamın üzerinden çok geçmeden ve daha Batu'nun etleri çürümeden evlenecektik. Zamanında doğru ata oynayan babası sayesinde büyüyen şirketine beni müdür yaptıracaktı.

çocuğumuz olmayınca Serap kendini dernek işlerine verecek, oradan siyasete karışacak, derken kadın kolları başkanı olacak ve bir gün parti binasının en üst katından kendin boşluğa bırakacaktı.

benim ağlayışlarımı elli kameraman elli ayrı açıdan çekecekti. görenin içi parçalanacaktı. Hükümet yetkilileri beni uzun uzun teselli edecek ve ters bir açıklama yapmamı engellemenin yollarını arayacaktı. askerden kaçmak için yedi yılda aldığım açıköğretim diplomamın üçü
ncü kez hayrını görecektim. vali olur olmaz ilk işim de odamı dekore ettirip elbette yeni bir makam arabası sipariş etmek olacaktı.

olmadı.

13 Nisan 2015 Pazartesi

annem teyzem

teyzem kaynanam. teyzemken benden pek haz etmediğini söylemekten çekinmezdi, artık iyice sapıttı. bana kepçe diyor. o kadar da kepçe olmasa da kulaklarım. kulaklarım aslında anneme benziyor. annem de teyzesine benziyor. biz neden insanlardan uzak yaşıyoruz diye babama sorduğumda, dayın yüzünden, diyor. dört dayım var. akrabalık problemlerinden nefret ettiğim kadar kurtlardan nefret etmiyorum.

kurtlar geceleri uğuluyor ve bu bana ninni gibi geliyor.

bu evde gittikçe yok oluyorum. mezarlarımızı evimizin bahçesine gömüyoruz. tükeniyoruz buralarda. gitmek istiyorum. annem de gitmek istediğini söylüyor. eski teyze oğlum, yeni kocam da. hep gitmekten konuşuyoruz. ama hiç gidemiyoruz.

televizyonumuzda 12 kanal var. ben televizyon sevmiyorum, başımı ağrıtıyor.

evin duvarları beni çekiyor. gerçekten, burada edebiyat parçalamıyorum. mıknatıs gibi. sırtımdan geçiyor. bazı geceler sırtımı duvara verip uyukluyorum. yatakta uyumaktan daha çok dinlendiriyor. eski teyze oğlum, yeni kocam durumu çok abarttı. beni annesine şikayet etti.

tam sekiz dakika azar işittim. dört dakika teyzem, dört dakika da kaynanam olarak azarladı beni. o beni azarlarken duvar beni iyice kendine çekti. önce kıçım sonra belim duvara yapıştı. teyzem fark etmedi.

annem teyzemden iki dakika büyük 

bir kapı

hiçbir cisim insan yüzüne benzememeli. tasarımcılar yeni bir şey tasarlarlarken en çok buna dikkat etmeliler. çünkü korkunç oluyor. bir kapı biliyorum, yüzü babama vesikalığından daha çok benziyor.

ve ben ne zaman babamı ya da o kapıyı görsem bayılıyorum, psikologlar psikiyatriste git; psikiyatristler de şu ilaçları iç hiç aksatma, diyor. hacıya hocaya götürecek bir akrabam olmamasının şans mı yoksa şansızlık mı olduğunu asla bile
meyecek olmam, asla bilemeyecek olduğum diğer şeyler kadar beni biliyor.

bir kapı biliyorum, yüzü babama vesikalığından daha çok benziyor. yere düştüğüm zaman üstüm toz olmuyor.

12 Nisan 2015 Pazar

pazartesi - mıknatıs etkisi

Gece sporu sanırım benim bağımlılığım pazartesi antikaloricileri. Uyku sizlerin üzerine oturduğu o dakikalarda ben enerji doluyorum. Ve hemen taytımı çekip koşmaya başlıyorum. Yüksek tempoda dağ tepe koşmayı sevdiğim için kimse peşimden de gelemiyor. Ama geçen Perşembe gecesi ilginç bir deneyim yaşadım.

*Sosyal politika üretebilmeli.
*Görümcesi ile içli dışlı olmamalı.
*Hoşgörü mesajı verenleri hoşgörmemeli.
*Kahvaltılarda yumurta tokuşturmaya kalkmamalı.
*Kardinallerde biriyle mektup arkadaşı olmalı.
*Uçurtma yapabilmeli.
*Bozdu mu orturtmalı.


Tam kestiremiyorum ama muhtemelen Orta Anadolu’da bir yerdeydim. Saatlerdir koşuyor ve yorulmuyordum ama inceden sola çektiğimi hissettim. Sanki bir mıknatıs beni çekiyor gibiydi, istesem durabilirdim ama merakıma yenilip koşmaya devam ettim. Ben koştukça çekim kuvvet arttı. Sonra beni çekenin bir ağaç olduğunu fark ettim. Üzerinde benim adım kalp soru işareti kazınmıştı. Sonra hatırladım tabi, üç günlük ilköğretim hayatımın bir günü pikniğe gitmiştik de tırnağımla kazımıştım. Hemen o ağacı dünya UNESCO dünya mirası ilan ettim.

6 Nisan 2015 Pazartesi

pazartesi - ilkelleşememem

Aylardır sizlerden habersiz bir plan üzerinde çalışmıştım, şimdi ise açıklıyorum; ilkelleşme, ilkelleştirme kararı almıştım pazartesi neandantalleri. Artık geriye gidelim ve kim daha hızlı geri giderse o güçlü olsun. İlk planda evdeki tüm tuvalet kağıtlarını camdan attım ve hayvan postundan kıyafetler giyme kararı alaraktan, ava çıktım. Tam dokuz gün bir vahşi hayvan bulamayınca, bir petşopa saldırdım ve ava başladım. Tam kırk yedi hamsterdan kendime bir röpdaşambır diktim. İp olarak da bağırsaklarını kullandım.

*Biz telefonla konuşurken televizyonunun sesini kapatmalı.
*Sofra bezi olmalı.
*Köyünden mevsimlik sebzesi gelmeli ama köylülerini hiç sevmemeli.
*Belgesel izleyerek kendini kandıran tiplerden olmamalı.
*Benden selam söylemeli bütün aşklarına.
*Boya badanadan çakmalı.
*Evinde ne işe yaradığını bilmediği bol ışıklı bir makine olmalı.


Röpdoşambırımı giyince ilkel şartlarla tetris oynayamayacağımı fark ettim. Sizlere ulaşamayacağımı hissettim. Olan zavallı vahşi hamsterlara oldu. Bugünden sonra bu faremsilerin öldürülmesini yasaklıyorum. Her ülkede özel hamster mezarlıkları yapılsın ve en son olarak Amsterdam’ın adını da Hamsterdam olarak değiştiriyorum. Hayırlı, uğurlu olsun!