31 Aralık 2012 Pazartesi

FH13


“ Fotoğraflarında seksi ya da güzel olmak yerine hep şirin olmaya çalışıyorsun. Bu sayede azıcık seksi ya da güzel kokan bir fotoğrafın diğer insanlara çok seksi ya da güzel geliyor. Şirinliğinle ilizyon etkisi yaratıyorsun. Kocaman gözlükleri ve diş telleri olan Amerikalı liseli kızın balo günü tuvaletiyle iki katlı evlerinin üst katından aşağıya doğru inerken yarattığı etki gibi.”
“ Peki sen hangisini tercih edersin?”
“Evinde seksi dışarıda şirin. Mutfakta aşçı, ‘burasını tam hatıramıyorum’, yatakta fahişe”
“Çok beklersin”
“Çok bekliyorum.”

30 Aralık 2012 Pazar

pazartesi - elbette yeni yıl özel


Yeni yılımız hepimize kutlu olsun pazartesi kelebekleri. Umarım yeni yıl hepimize sağlık, barış, umut, mutluluk getirir.Sadece insanlar için değil; bitkiler ve hayvanlar için de güzel bir yıl olur. İnsanlık şiddet, intikam, tiksinçlik, gaz kaçırma gibi kötü özeliklerinden sıyrılır. Sabahları gülümseyerek güne başlarlar ve gülümseyerek uyurlar.

*Karikatür çizebilmeli
*Ses bombası sahibi bir seks bombası olmalı
*Hızmasını ben yokken takmalı.
*Çizme yakışmalı
*Kendinisine ikizi gibi benzeyen biri varsa onu bizimle yaşamaya ikna etmeli.

Gerek tek hücreliler gerek çok hücreliler mutlu mesut olurlar. Eşeyli üreyenler, eşeysiz ürüyenleri hor görmez. Yağmur yağması gerektiği kadar yağar, güneş gerektiği zamanlarda ortaya çıkar. Hiçbir kadında bikini izi olmaz ve çingene gibi gezmezler. Ruh çağıranlara ruh; şeytan çağıranlara şeytan gelir. Kafası üzerinde dönen ergenlerin boyunları incinmez. Hoş geldin 2023. Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun.

28 Aralık 2012 Cuma

FH12


“Uyan uyan bir rüya gördüm.”
“Nedir nedir?
“Dalga geçme bak, hala titriyorum. Az önce rüyamda delirdim. Kestane.peynir.gömlek. adam.kapiya sikişan gömlek.telefonda konuşan kadin. Klavye. Kizin çoraplari.
“Analiz etmemi bekleme. Hatta anlatma bana rüyalarını. Hatta kimseye anlatma. Hatta...”
“Tamam kes be”
“Kabusunun hıncını benden çıkartamazsın”
“Kimden çıkartıcam?”
“Git tanımadığın birine bir kötülük yap. Nereye gidiyorsun?”
“Freud’unn  rüya tabirlerine bakıcam.”
“1900’lerin başında yaşayan aristokrat bir erkek  alman olsan bak derim ama o tabirler sana rüyanı anlatamaz”
“Yardımcı olmuyorsun bari karışma”
“ Delirme gördüysen, aklının kibrine kapılmış biri olmandan dolayı bu seni çok korkutur. Ki zaten delirmek ölmek gibi değil midir? Bence delirmişin bedeni kalır ama ruhu çoktan göç etmiştir. Kestaneyi Freuden olarak inceleyelim. Kabul et şekil olarak kedi yumurtalığını andırır ama çizilmiş hali ise vajinaya benzer. Nasıl gördüğün önemli ama argoda “kestaneyi çizdirmek” diye bir laf da vardır. Peynir... ne peyniri?”
“Belli değildir, beyaz peynir işte”
“Beyaz tenli olduğun için sana çoğu zaman beynir gibisin denmiştir ve bu seni kasmış olabilir. Malum herkes, özelliklede ergen mevcut durumdan asla memnun değildir. Bilinç altına yerleşmiş bir korku bir aşağılanma olabilir. Gömlek ve adam beraber miydi? Adamı tanıyor muydun?”
“Gömlek masamın üstündeydi, adamı ise tanımıyordum. Tam görmedim zaten. Sadece adamdan korkuyordum.”
“Gömleği her ne kadar kadınlar da giyse, erkeği temsil eder. Odanda masanın üstündeki gömlek erkek egemen hayattaki baskıyı sembolize edebilir. Yine aynı şekilde tam görmediğin ama sana korku salan adam da benzer bir baskının dışa vurumu olabilir. Rüyanda korkunun altı dolu değil; demek ki genel bir korku var. Hem kapıya sıkışan gömlek bir kaçamayı anlatıyor. Gömlek üzerinde mi?”
“Evet”
“Bak üzerine sinen erkeklikten özün olan kadınlığa kaçmaya çalışıyorsun ama o seni bırakmıyor. Kapı geçişi de sembolize edebilir. Erkekleşmekten kaçıyorsun ama üzerindeki erkeklik, gömlek, senin kaçmanı engelliyor ve seni çaresiz bırakıyor. Rüyanın devamında ise telefonla konuşan kadın var. O kadını da çok sevmiyor, benimsemiyorsun ama erkek baskısından kaçmaya çalıştığın yerde de o var. Kadın nasıl bir tipti?
“Adam gibi, belirli bir tipi yoktu.”
“Dediğim gibi ne kaçtığın şeyi, ne de nereye kaçtığını bilmiyorsun. Sebebi üzerindeki erkek baskısından başka bir şey olamaz. Feruden olarak olaya batığımızda her insan doğduğu yere yani anne rahmine dönmek ister. En mutlu, huzurlu olduğu yer orasıdır. Sen de kendini huzurlu hissettiğin yere gitmeye çalışıyorsun. Nereye? Klavyeye. Yazmanın senin için bir tutku olduğu öyle aşikar ki. Gerçekte olduğu gibi klayvene, yazmaya kaçıyorsun. En sonda da çoraplar var. Kız çoraplar. Kadın ve erkek kıyafetlerini düşündüğümüz de en belirleyici olan kıyafetlerden biridir çorap. Sizin çoraplarını çok güzeldir; kilotlu çorap, muz çorap, şu çorap, bu çorap, fileli çorap çeşit çoktur. Erkek çorabı ise bildiğin çirkindir; üç dört renktir ve estetik değildir. Kişinin cinsiyetini çorabından anlayabilirsin. Baştan beri bahsettiğim erkeklikten kadınlığa kaçışı daha iyi ne anlatabilir?
“Amma saçmaladın ha”


25 Aralık 2012 Salı

FH11


"Demek cinlerin yaman. Cinlerin cevval. Birkaç günlüğüne bir otele yerleşmemi salık verir misin? Ya da arkadaşlarımın birinin yannında mı kalsam? Hangisi bana kaç gün tahammül edebilir ya da hangisinin bizde kalmasına izin verebilirsin?"
"Cinlerim yaman. Cinlerim cevval."
"Biraz nakit, biraz da kredi kartı desteğine ihtiyacım var. Cinlerin ılıman. Cinlerin liberal olana kadar."
"Cinlerim yaman. Cinlerim cevval."
"Bakkala gidiyorum diye evden çıkıp bir daha evine dönmeyen insanları şimdi çok daha iyi anlıyorum"
"Cinlerim yaman. Cinlerim cevval"

FH10


"Polisleri sevmiyorsun"
"Elbette, sen"
"Ben insan ayırmam, kimseyi sevmiyorum"
"Peki beni"
"Seni de bazen hiç sevmiyorum"

Derin ve kasvetli bir sessizlikten sonra...

"Bazen dedim. Sen de bazen beni sevmiyorsun, bunu hissedebiliyorum. hayat aslında yer çekimsizdir. Bazen sevdiğinden bazen nefret edersin. Değişir. Seni anlık sevmemezliklerim olsa da, seviyorum."
"Biraz ikna oldum."
"Sen asla tam anlamı ile ikna olmazsın, bazen nasıl müslüman olabildiğine bile şaşıyorum. Dürüst ol, bazen içinden hepsi bir yalanmış gibi geçmiyor mu?"

Derin ve kasvetli bir sessizlikten sonra...
"Bazen"

24 Aralık 2012 Pazartesi

pazartesi - 21 aralık


20 aralık gecesi dışarıdan bazı sesler duydum ama Clementine’yi izlediğim için tırım tırım tırstığımdan dışarıya bakamamıştım pazartesi korkusuyla barışıkları. 21 aralık öğlenden sonra gibi kendime gelip camdan baktığımda da güneşi göremedim. Hatta öyle karanlıktı hiçbir şey göremedim. Gözlerimi kıstım, kıstım bir noktaya odaklandım, o nokta bir kıçtı. Hemen Belçika istihbaratının doğum günüm için gönderdiği termal kamerayı kullandım

*Şükran günlerini kutlamalı, hindi doldurmalı
*Sohbeti uyku getirmeli.
*Renkli İstanbul turlarına atmalı
*Sicilyalı olmalı
*Polise mukavemet gösterebilmeli.

Görüntü inanılır gibi değildi, dün evimin çevresine çelikten bir iskele dikmişler ve gece yarısı o iskeleye zerre boşluk bırakmayacak kadar sıkı dizilip, güneşi vücutları ile kapatmışlar. Megafonu aldım sebebini sordum, cevap yok. Öyle sıkılar ki ses geçmiyor. Oltamla bir tanesini yakaladım, heyecandan konuşamıyor, “Maya, kıyamet” gibi bir şeyler geveliyor. Karanlık diye uykum geldi, uyumuşum, sabaha gitmişlerdi. Maya takviminin son günü ile alakalı bir koruma önlemi olmalı.

20 Aralık 2012 Perşembe

FH9


"Durup dururken seni düşündüm bugün, hobilerim arasındasın"
"Başka ne gibi hobilerin var?"
"Bazen seni çıplak da düşünüyorum, bazen de yatakta istekli düşünüyorum"
"Anca hayalini kurarsın"
"Benim işim bu, hayal kurarım"

Meşgul - deneme


o kadar meşgulum ki bu akşam... annemin doğum günü, kız arkadaşımın en gıcık olduğu arkadaşına hava atacağı akşam çakıştı. hatta yetmezmiş gibi bugün dünya kadınlar günü. annemi de kız arkadaşımı da ekersem iki kez ekmiş olacağım. neslihan - kız arkadaşım- ve annemin olması gerekenden daha fazla ortak noktaları var. freud, oidipus diye kimse kafa şişirmesin fiziksel benzerlik yok. hangisi daha güzel sorusuna ise cevap vermeyi reddediyorum

neslihanın kalbini doğum gününde kazanmıştım. doğum günün bildiğimi bile bilmiyordu. sabahın köründe elimde devasa bir demet gül ve çikolata ile kapısını çalmıştım. sonra yürüdük gitti. babam bir kere annemim doğum gününde şehir dışındaydı ve

18 Aralık 2012 Salı

FH8


“Beni kıskandığınu biliyorum ama bundan rahatsız olmuyor. Kabul edelim, romanlardakine yakın bir hayat yaşıyorum. Sen romanları seviyorsun, şiirleri biraz daha fazla olabilir, gerçek üstülüğüm etkiliyor seni. Beni seviyorsun ama asıl sevdiğin hayalini yaşamam. Benimle konuşurken, beni izlerken gerçekleşmese de hayalin gerçekleşebileceğini, başkası tarafından gerçekleştirilmiş olması mutlu ediyor seni. Peki ne kadar sürecek bu delilik?”
“Sonsuza dek”
“Hadi ama... Sen yeni bir hayal kurup, onun  başka bir vücutta gerçekleştiğini görene kadar.. En iyimser tahminle”

16 Aralık 2012 Pazar

Animasyon

Kitabı tam açmadan parmağınla sayfaları hızlıca hareket ettirince olan küçük animasyonlardan olabilir. Sayfanın yanında çok ilgi çekebilir ama tam sayfa numarası yazan sağ alt köşeye konabilir

pazartesi - gösteri hakkı


Toplumsal tepkileri, yürüyüşleri, slogan atmaları, aktivistleri, eylemleri çok severim pazartesi içten tepkilileri. İnsanların haklarını araması ya da kendilerini hak arıyor sanması güzeldir; toplumun gazını alır, isyanları engeller. Pazar gecesine kadar bu tip olaylara olan sempatim vardı ama artık yok. Bir grup kendini bilmez, ipi salınmış alkolik sokağıma dayandı ve sloganlar atmaya, pankart açmaya başladı.


*Salıncakta sallanmayı çok sevmeli.
*İpuçlarını değerlendirebilmeli.
*Çirkin mimiklerini botoxla öldürmeli.
*Arama kurtarması iyi olmalı.
*Örümcek hisleri olmalı.

Camdan bir baktım, yüz seksen iki erkek. “Listeler bitecek, özgürlük gelecek” diye bağırıyorlar ve ellerinde “Hayırdır arkadaşım bir derdinmi var ben erkek arkadasiyim” diye pankartlar. Megafonumu aldım ve “Sorun istemiyorum, sessizce dağılın” diye uyardım. Baktım dinlemiyorlar, gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve biber gazımla ortama daldım. Gözlerine gözlerine sıktım. Sizden ricam gözleri kızarmış kimi görürseniz ihbar edin, daha hıncımı alamadım.

15 Aralık 2012 Cumartesi

FH7


“Origami de nereden çıktı?”
“Çekik gözlülerden, sanırım sarı pipililerin en emparyelist olanından, Japonlardan”
“Origami de nerenden çıktı?”
“Biliyorsun çok sıkılıyorum, bazen elimi koyacak yer de bulamıyorum, ikisi için de çözüm olabilir diye düşündüm. Hem çocuklarla aramın hep iyi olmasını isterdim, ona da yarar”
“Bunları elinde zıplayan kurbağayı yapmadan önce mi düşündün, sonra mı?”
“Cevabı biliyorsun.”
“Biliyorum.”

13 Aralık 2012 Perşembe

FH6


“Dişim ağrıyor”
“Ama hiç fırçalamıyorsun”
“Pufff”
“Gedelim mi dişçiye?”
“Önce ağrı kesici ve antibiyotik sonra ağrı kesici alayım. Hem geçer belki.”
“Geçer, ama sonra yine ağrır lafa bak antibiyotik. Biyotik olmayan.”
“Ölüyorum.”
“Ölüyoruz”

12 Aralık 2012 Çarşamba

FH5 - yüzde elli buçuk


“Gerçekten ilginç miyiz, yoksa ilginç olmaya mı çalışıyoruz?”
“Bu soru beni çok defa hedef aldı. Her ne kadar gardımı alsam hiçbir zaman tam anlamı ile savuşturamadım, FH”
“Sanki bize bu soruyu soran herkes, aslında yaralamak istedi bizi”
“Sana yüzde yüz katılıyorum ve sana yüzde yüz katılmayı hiç ama hiç sevmiyorum”
“Bana yüzde kaç katılmayı seviyorsun?”
“Yüzde elli buçuk”

İstifa mektubu


İstifa tek taraflı bir müessesedir ve her istifadan bir istifade eden vardır. İstifamdan kimlerin istifade edeceğini zaman gösterecek. Temelinde yalan olan her ilişki gibi sizinle beni bir mutlu sonun beklemediği en baştan beri biliyordum. Hatta Teoman arada sırada doğru söyler,  “mutlu son yoktur”. Kimseye mutluluklar, başarı ya da başka olumlu bir şey dilemiyorum. Hatta sizlerle ilgili tek dileğim aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir yerlerde karşılaştığımızda kendi kendime “ Şu adam kimdi ya? Bir yerden çıkartacağım ama nereden...” diye iç geçirmek. Eğer selam verirseniz ve “Merhaba” gibilerinden bir şey derseniz adınızı bile hatırlayamamak. Umarım rastlaşmayız ama olur da denk gelirsek; en iyisi beni görmemezden gelmeniz. Çünkü ben öyle yapacağım.

Günahlarınızın karşılığını hem bu, hem de öteki dünyada görmeniz dileğiyle...

11 Aralık 2012 Salı

FH4


“Büyük cümleleri seviyorsun ama söylesem reddedersin”
“Büyük cümleleri değil, büyük anlamları olan cümleleri seviyorum”
“Yani reddediyorsun.”
“Reddediyorum, keşke seni de daha önce reddedseydim”
“Reddedilemez bir telifle çıkınca karşına reddedemedin”
“Neydi senin reddedilemez teklifin?”
“Unutmuş olmana çok sevindim”

10 Aralık 2012 Pazartesi

FH3


“Şirin mi olmak istersin, yoksa güzel mi?”
“Şirin mi olmamı istersin, yoksa güzel mi?”
“Seni Şirin mi bulmamı, istersin yoksa güzel mi?”
“Başkalarının beni şirin mi bulmasını istersin güzel mi?”
“Allah kahretsin ki; şirin”

FH2


“Makyaj yapma, kapanmasın çillerin.”
“Sadece bir günlüğüne, hatta birkaç saatliğine üstünü örtüyorum o kadar?”
“Ama neden böyle bir şey yapıyorsun? Onu anlayamıyorum.”
“Sanki bu hayatta her şeyi anlıyorsun, anlıyorum. Sebebini bilemediklerin listesine bir tik daha at, fazla kurcalama”

pazartesi - havayi fişekler

Çarşambayı perşembeye bağlayan gece yarısı alt benliğime yaptığım serkeşt serüvenim, silah sesleri ile bölününce pek mutlu oldum pazartesi sipercileri. Hemen dede yadigarı tüfeğimi kaptığım gibi cama konuçlandım. Amacım birkaç düşmanı poposundan vurarak etkisiz hale getirip, psikolojik işkence yöntemleri deneyerek zaman öldürmekti. Gez göz arpacık; sağa sola baktım bir berşeri bile yoktu

*Devasa düşleri olmalı
*Konu komşudan haberdar olmalı
*Daha önce vurulmuş olmalı
*Kimseye benzememeli, kimse onu andırmamalı
*Temel içgüdüleri ile barışık olmalı.

Sonra kafamı bir kaldırdım, havayi fişekler patlıyor. Oldum olası sevemediğim bir eğlence anlayışı. Röpdoşambırımın kuşağını bağladığım gibi olay mahalline yürüdüm. Düğün falan varsa talan edip kendime geleyim diye düşünüyordum ama kalabalığı süzünce durumun vehametini anladım. Belçika'nın düşman işgalinden kurtuluşunu kutluyorlarmış. Ben bu görgüsüzlüğün hesabını sormasını bilirim. Tüm ordular ilk hedefiniz Brüksel ileri!

9 Aralık 2012 Pazar

FH1 ne düşünüyorsun?


F.H

“Ne düşünüyorsun”
“Gerçek acıdır derler ama yeterli değil bence. Gerçek can sıkıcı da olabilir, ya da kırıcı da. Hala ne düşündüğümü duymak istiyor musun?”
“Sanırım evet”
“Dudaklarını düşünüyorum, bir de sabahları nasıl koktuğunu.”

3 Aralık 2012 Pazartesi

pazartesi - kan kokusu


Her ne kadar siz sıradan insanlarla pek ortak yönüm olmamasına rağmen ben de bir insanım pazartesi primatları. Geçenlerde zıpkınımın ucunu bileylerken anlık bir dalgınlık yaşadım ve sağ el baş parmağımı çizdim. Kanadı. Postu ilk kez deldirmiştim. Kana baktım, kırmızıydı. Aynı filmlerde gördüğüm gibi. Ben kana baktım, kan aktı, ben kana baktım, kan aktı...

*Eski sevgililerini kanıt bırakmadan öldürmüş olmalı.
*Tüylerle kaplı iddalı kostümleri olmalı.
*Halaylarda ikinci kişi olmalı.
*Sürpriz kelimesinin altını doğru doldurmalı.
*Günde on kişiden fazla ile selamlaşmamalı

Ne zaman kanım duracak gibi olsa yarayı kaşıdım ve kanatmaya devam ettim. İnsan kendini bir hafifmiş hissediyor. Kan kokusu da çok farklı, insanın genzini yakıyor. Baktım çok eğlenceli hemen türk kızılayını göreve çağırdım. Kan bağışında bulunmam neşeyle karşılandı. 4 gündür durmaksızın kan veriyorum, on iki tankeri biraz geçti. Dünyanın kan sorununu da çözdüm; artık istediğiniz gibi kendinize zarar verebilirsiniz.

26 Kasım 2012 Pazartesi

pazartesi - cd


Çarşamba günü kuzey yarımkürede sokağa çıkma ve camdan bakma yasağı ilan ettim ve biraz yürüyüş yaptım pazartesi spesifikleri. Ellerim ceplerimde ıslık çala çala yürümeyi öyle özlemiş ki. Eski günleri düşündüm, gelecek günleri düşündüm, dünyanın halini düşümdüm, küresel soğumayı düşündüm... Düşündüm de düşündüm. Sonra gözüme bir şey çarptı, uzun uzun onu da düşündüm.

*Yedek parçası bulunabilmeli.
*Entegrasyon ve uyum sorunu olmamalı.
*Kendisini dünya vatandaşı olarak tanımlamalı.
*Hipnotize olmaya yatkın olmalı.
*Arkadaşlarımdan nefret etmeli.

Bazı evlerin balkonlarında cdler asılı. Yine bazı arabaların dikiz aynalarında da cd asılı. Bunun bir manası olmalı. Muhtemelen isyankarlar arası bir haberleşme. Bu ev ya da bu araba isyana destek veriyor, isyan hayali kuruyor demek gibi bir mesaj veriyor. Hemen sıkıyönetim ilan ettim ve cdsi olan herkesi toplattım. Şimdi toplama kamplarında topluca oturuyorlar.

24 Kasım 2012 Cumartesi

ovacık - "ilk'e bağla"


Yemeği çok kaçırdığım bir gece, maden suyu almak için markete çıktığım zaman kaçırıldım. Polise de söylediğim gibi dört kişilerdi, biri arabayı sürüyordu, dördünde de kızıl peruk vardı, dördü de esmerdi ve sakal bıyıkları yoktu, dördünü de ilk kez görüyordu, dördü de çok kuvvetliyli, dördünün de silahı yoktu, kendi aralarında da, benimle de bir kelime bile konuşmadılar. Siyah bir kartalın arkadasında Ovacık'a kadar gittik. Beni iyice  dövdüler, bolca bacaklarıma vurdular, ayağa kalkamaz hale geldiğimde de oradaki alıç ağacına bağlayıp gittiler. Dövmemeleri için yalvamış olsam da umursamadılar, nedeni sorduğumda da cevap vermediler. Diğer gün öğlene doğru ayıldım sanırım. Güneş tepemde olsa da alıç ağacının gölgesi beni koruyordu. Çok derin bir susuzluk hissettim uzun süre. Tüm gücümle iplere asılsam da çözemedim. Çaresizce öleceğimi düşündüm. Uzaklardan arada sırada araba sesi geliyordu ama ben arabanın sesini zor duyduğuma göre arabadakiler beni duyamazdı. "İmdat!" diye bağırdım arada sırada. Sonra kendimi, beni bulacakların yerine koydum. Bu ıssızda birinin "İmdat!" diye bağırdığını duysam ne yapardım? Kesin arkama bile bakmadan topuklardım. Ondan bağırmaktan vazgeçtim. Zaten susamış olduğumdan her bağırışımda boğazım acıyordu.

Üstüme bir tevekkül çöktü. Ölürsek de ölürüz, buraya kadarmış havasına girdim. Sonra renkler kararmaya başladı, bayılmışım. uyandığımda her yanım koyundu. iki çoban köpeği bana doğru havlıyordu. yaşlı bir adam dua ederek başımdan aşağı su döktü, bir daha bayıldım ve hastanede gözümü açtım.

Polis soruşturmasından bir şey çıkacağını bir an bile düşünmemiştim zaten. ağzımla burnum yer değiştirmemiş olsa yalan söylediğimi bile düşünebilirlerdi. yaralarım iyileşti, korkularım azaldı ve eskisi gibi kendi başıma dışarı çıkabilmem bir yılımı aldı. bir öğleden sonra çekirdek almak için evden çıktım ve kuruyemişçinin önünde beni yine aldılar. tarife ilk seferden farklı değildi. Önceden izlediğim korku gerilim filmini tekrar izler gibi olduğumdan eskisi kadar korkmadım da, ağlamadım da, yalvarmadım da. yine ovacığa gittiğimizi anlayınca sevindim bile geçen sefer başımda dua eden amcayı bulup teşekkür edememiştim, belki bu sefer nasip olur diye düşünüm.

aynı alıç ağacına bağlayıp gittiler. geçen seferden farklı olarak arabayla geri geri gelip egzos borusunu kafama kadar yaklaştırıp beni dumana boğdular. sanırım gaz yaradı ve daha çabuk bayıldım. yine susuzlukla uyandım ve her şey istediğim gibi gerçekleşti; geçen seferki amca beni yine buldu, koyunlar ve çoban köpekleri ile barebar. başımdan aşağı su boca ederken,

"Neden seni böyle dövüyorlar? Onlara ne yaptın?" dedi.
"Bilmiyorum amca", dedim.
"Var bir şeyler var", dedi

O " Var bir şeyler var" demesi iyileşirken beynimi kurcaladı durdu. ne olabilirdi ki?


"""hiçbir şey ilk sefer ki kadar acıtmıyor, gibi..."""

19 Kasım 2012 Pazartesi

pazartesi - renkli kartpostallar


Kapitalist şirketlerle aram sineklerle olduğu gibidir pazartesi müebbetçileri. Nasıl sinekler benden korkar camımdan içeri giremezlerse, o şirketler de aynı sebepten kapımdan içeri giremez. Her ne kadar o şirketleri horlasam da, bana hemen her gün renkli parlak kağıtlarla kampanyalarını kartpostal olarak göndermekten vazgeçmemeleri gururumu da okşamaz değildir. Sanki cevap alamayacağını bildiği halde sevgiliye gönderilen mektuplar gibidir onlar.


*Duvağını hiç çıkartmamalı
*Sahte polis rozeti olmalı.
*Ağlarken makyajı akmamalı.
*İnsanlara beni spontane tercüme etmeli.
*Yaşa basmamalı.


Hiçbir komşumun posta kutusunu asla karıştırmam ama geçen bir tanesinde bana gönderilen kartpostallardan gördüm. Açtım baktım bana gelenlerin aynıları ona da gelmiş. Ne kadar zarif insanlar şu kapitasit şirketler değil mi? Komşularım kıskanmasın, komşu hakkı vardır diye o sıradan insanlara da aynı kartpostallardan gönderiyor. Unutmazsam bir listemde onları onure etmeliyim. Şık haraketler bunlar.

12 Kasım 2012 Pazartesi

pazartesi - muhteşem yüz kırk sekizler


Hayatımla ilgili en mutlu olduğum notka hiçbir günümün diğer günüm gibi geçmemesi pazartesi rutinleri. Sanırım adrenalin bağımlılığına yakın bir durumdayım. Daha iki gün önce, yüz kırk sekiz kişinin sessizce benim sokağıma doğru yürüdüğünü hissettim, sonra camdan baktım, hislerim beni bir kez daha yanıltmamıştı. Film başlıyor diye içim kıpır kıpır oldu.

*Musallat olduğu birileri olmalı.
*Sağı solu belli olmamalı.
*Çantasında her zaman bebelere balon olmalı.
*Depderin kokmalı.
*Diplomatik pasaportu olmalı.

Sokağıma girenler kendilerine muhteşem yüz kırk sekizler diyen bir gruptu. Hepsi zombi gibi camımın önüne dizildiler ve köstekli saatlerini çıkartıp pencereme doğru sallamaya başladılar. “Yeşil bir vadidesin... Üzerine bir ağırlık çöküyor... Göz kapakların kapanıyor...Uyuuuu....”, diye hep bir ağızdan derin derin konuşmaya başladılar. Akılları sıra beni hipnotize edecekler. Hemen duvar saatimi çamaşır ipiyle bağladım ve camdan sallayarak “Daaalın lan” dedim. Dağıldılar.

4 Kasım 2012 Pazar

pazartesi - şarap kalbe iyi gelir

Hayatta zevk aldığım sayılı şeylerden biri de şaraptır pazartesi köpeköldürenleri. Ruhumu terbiye etmek, zevklerime teslim olmamak adına on yılda bir içerim. Geçen cumartesi hesapladım tam on yıldır içmiyorum hemen hazırlıkları başlattım. Siz şimdi içki haram falan diyeceksiniz ama ben sarhoş olmadığım için bana haram olmuyor; içip içip sapıtmadığım için de kötü örnek olmuyorum.

*Çeyizinde keleş olmalı.
*Sorunlarımızı düello ile çözme talebimi yerinde bulmalı.
*Sıçmamalı.
*Geri vitesi olmamalı
*Yufka açıp, salça kaynatmalı.

İçeceğimi duyan tüm dünyadaki şarap kolleksiyonerleri sokağa varilleri getirdiler. Ben de tahta kadehimi kaptığım gibi 1947 model chateau cheval blanc variline daldım. İlk yudumdan sonrası biraz kopuk. Belçika’ya savaş açtığımı anımsıyorum sonra incile önsöz yazdım, derken ‘öpüjem’ diye önüme geleni öpmeye başladım. İlkokul öğretmenimi sırada görünce kendime geldim. Sonra bir varil de Kopi Lowak kahvesi içip, uyudum.

29 Ekim 2012 Pazartesi

pazartesi - rüya


Hayatımın en garip haftalarından birini yaşıyorum pazartesi izafileri. Sanki bir yıl gibi gibi yoğun ve heyecanlıydı. O kadar çok terledim ki; ifade etmekte zorlanıyorum. Yıllardır özenle koruduğum fiziğimde daralma olmasın diye sabahları yarımşar litre tereyağı içiyorum. Gözlerim kanlandı – ki daha önce hiç kanlanmadığından kanlanmaz sanıyordum- güneş gözlüğü ile oturuyorum.

*Çekici tanıdığı olmalı.
*En az bir eski sevgilisi pilot olmalı.
*Göstergeleri çalışır olmalı
*Akciğer kapasitesi yüksek olmalı.
*İnternet giren cep telefonu olmalı

Bu manasız farklı hallerimin sebebi daha önce deneyimlemediğim bir şey yaşıyorum. Gece uyuyunca farklı farklı şeyler görüyorum. Bir bakıyorum Timur’a falaka atıyorum, sonra yatağımda uyanıyorum. Diğer gece üstsüz kadın haçlı orduları ile elimde mikser ile savaşıyorum sonra savaşın en heyecanlı yerinde yine uyanıyorum. Biraz araştırdım siz bu duruma rüya diyormuşsunuz. Rüya gören biri nasıl delirmez anlamıyorum.

28 Ekim 2012 Pazar

zeki soru denemesi 6


2012 yılının en uzun günü hangisidir?

Cvp: 28 ekim günü saatler bir saat geri alındığı için o gün 25 saat yaşandı.

21 Ekim 2012 Pazar

pazartesi - suikast


O kadar göze batan bir karakter olunca, hayatıma kast eden iç ve dış mihraklar bol oluyor pazartesi çılgınları. O kadar çok suikast tehlikesi atlattım ki... Aids taşıyan sivrisineklerle mi savaşmadım sabaha kadar, zehirli diye aylarca su mu içmedim, nazar saldırısı var diye diye mavi gözlülerin mi gözlerini morartmadım. Ölmediysem, sizler için ölmedim.

*Bayramda el öpmeye gelen çocuklara para değil frikik vermeli.
*Sanatsal yönelimleri sadece benimle ve gün arkadaşları ile paylaşmalı.
*Çeyizinde noel anne kıyafeti olmalı
*Photoshop bilmemeli.
*Kapşonlu yakışmalı.


Baktım da bir yıldır hiçbir suikast girişimi yok. Kendimi hamlamış ve önemsizmiş hissediyorum. İçimden bir his de, belki fark etmediğim bir sürü suikast girişimi olduğunu ama benim artık otomatik olarak bu girişimleri bertaraf ettiğimi söyleyip, kendimin yüreğimi ferahlatıyor. Bu hafta tüm mihraklara damping. Suikast girişimlerine açığım.

15 Ekim 2012 Pazartesi

pazartesi - sarı


Yalnız olmadığımı biliyordum pazartesi yapayalnızları. Dünyada benden başka garip özellikleri olan insanlar olduğuna hep inandım ve malum birini hala, her hafta, bıkmadan usanmadan arıyorum. Pazar öğlen uykumdan uyandığımda; sarışın yeşil gözlü, sarı bir tayt ve sarı tişört giymiş bir kadını şömine küreğime ilginç ilginç bakarken görünce inanın hiç şaşırmadım. Enerjisinden belliydi ki farklıydı.

* Kandan adam yapmalı
* Çok şaşırtıcı anıları olmalı, bu tür şeyler hep onu bulmalı.
* Nevi şahsına münhasır fobileri olmalı.
*Saati hiç durmamalı.
*Çekirdek çitleyip, içini bana biriktirmeli.

“Hanım hanım! Sarı renginden nefret ettiğimi bilmiyor musun?” dedim hiddetle. “Sarı rengi ile bir derdin olduğunu biliyorum ve sana muhteşem bir teklifle geldim” dedi. Teklifi sarı rengini gökkuşağından çıkartıp yerine siyah beyaz koymakmış...”Hanım hanım!”, dedim. “Eğer öyle bir şey yaparsan bundan önce içinde gökkuşağı olan tüm film ve resimler sürrealistik olur”. Kadın şaşırdı kaldı. Şöminemden bir kömür aldım ve kendisini siyaha boyayıp kapıyı gösterdim. Kapıyı gördü.

8 Ekim 2012 Pazartesi

pazartesi - değer yargılarım


Kanun ve düzenle benim de aram sizler gibi hiç iyi olmamıştır pazartesi anarşistleri. Hayatta sadece kendi doğrularıma inanırım. Zaman bana şunu öğretti; benim doğrularım, dünyanın doğruları demek. Elbette sizler benim olgunluğuma erieşemeyeceğiniz sakın kendi doğrularınızın peşinde koşmayın, benim doğrularımı kabul edin, hapse falan düşmeyin.

*Ahlaksızlığı en büyük erdemi olmalı.
*İlişkimiz hakkında haftalık basın toplantıları yapmalı.
*Duygularıma tercuman olmalı.
*Kendi özlü sözlerinden oluşan, satmayan bir kitabı olmalı.
*Kendi kendine OHAL uygulamalı.

Buradan Venezüelladaki kadın mahkumlara sesleniyorum. İsyanı bırakın. Her gün aranızdan birini temsili olarak önce dövüyor, sonra listelerimden rastgele bir tanesine uyum göstermesini istiyor, göstermezse; ki bu güne kadar kim göstermiş, biraz daha dövüyormuşsunuz. Ben gelene kadar da eylemleriniz devam edecekmiş. Durumu düşündüm, eğer bir kez taviz verirsem böyle sürer gider. Chavez’e selam.

6 Ekim 2012 Cumartesi

yusuf amca

bugün yusuf amca öldü. apartmandan komşumuzdu merhum. 1998 de taşınmışlardı, babaannem öldüğünde, ben dedemlerden bize inerken, bir komşuya " çok muhterem, çok iyi bir insandı" dediğini duymuştum. o günden bu güne kadar aramız hep iyi oldu. sadece futbol konuştuk rastlaştığımızda. o cimbomluydu, feneri sevmezdi, almancıydı, otto rehagen (alman teknik direktör) eski komşusuydu, yabancı sınırına karşıydı...

bu sabah bakkala giderken ergen irisi özeri gördüm. onunla beraber bakkala gittim ve dönüşte apartmanın önüne çekilmiş bir seyyardan alışveriş yapıyordu yusuf amca. yanında komşular vardı, birileri ile konuşuyordu. ona baktım ama o bana bakmadı, özer yine bir şeyler anlatıyordu. on dört yıldır birbirimizi görüp selamlaşmadığımız üç beş andan biriydi. öğlen, her zaman bahsettiği galatasaraylılar derneğine gitmiş ve orada kalp krizi geçirmiş...

ovacık

Yemeği çok kaçırdığım bir gece, maden suyu almak için markete çıktığım zaman kaçırıldım. Polise de söylediğim gibi dört kişilerdi, biri arabayı sürüyordu, dördünde de kızıl peruk vardı, dördü de esmerdi ve sakal bıyıkları yoktu, dördünü de ilk kez görüyordu, dördü de çok kuvvetliyli, dördünün de silahı yoktu, kendi aralarında da benimle de bir kelime bile konuşmadılar. Siyah bir kartalın arkadasında Ovacık'a kadar gittik. Beni iyice dövdüler, bolca bacaklarıma vurdular, ayağa kalkamaz hale geldiğimde de oradaki alıç ağacına bağlayıp gittiler. Dövmemeleri için yalvamış olsam da umursamadılar, nedeni sorduğumda da cevap vermediler. Diğer gün öğlene doğru ayıldım sanırım. Güneş tepemde olsa da alıç ağacının gölgesi beni koruyordu. Çok derin bir susuzluk hissettim uzun süre. Tüm gücümle iplere asılsam da çözemedim. Çaresizce öleceğimi düşündüm. Uzaklardan arada sırada araba sesi geliyordu ama ben arabanın sesini zor duyduğuma göre arabadakiler beni duyamazdı. "İmdat!" diye bağırdım arada sırada. Sonra kendimi, beni bulacakların yerine koydum. Bu ıssızda birinin "İmdat!" diye bağırdığını duysam ne yapardım? Kesin arkama bile bakmadan topuklardım. Ondan bağırmaktan vazgeçtim. Zaten susamış olduğumdan her bağırışımda boğazım acıyordu.

Üstüme bir tevekkül çöktü. Ölürsek de ölürüz havasına gir...

(devam et!)

bak sonra sil

abuk herif bir anda yüzüne bir bardak su fıtlatır. cüdanından çocuğunun resmini çalıp ona bıyık sakal çizip içine koyar,


üç kişiyidk, kitap doyası

5 Ekim 2012 Cuma

sınıftan aklımda kalanlar


Batuhan
Gülçin
Özge
Dilek
Fatma
Fatoş
Aynur
Muammer
Salih
Yusuf
Yılmaz
Gürsel
Murtaza
Ayhan
Tolga
Rukiye
Ömür
Çağlar
Hasan
Hasan
Elmas
Önder
Koray
Ömer
Mehmet Buğra
Nuray
Serpil
Serap
Duygu
Emrah

1 Ekim 2012 Pazartesi

Ezzzgiiiii!

"Ezzgiiiiii!", diye bağırdı.

Ezgi duymadı. Bir daha bağırmak istedi, ağzını açtı ama olmadı... Birkaç saniye geçti. Derin bir nefes aldı, ağzını "e" sesini çıkartacak kadar açtı ama bağıramadı. Ağzını kapattı, sol elini saçına götürdü, Ezgiye doğru birkaç adım attı; sağını solunu kolaçan etti ve bu sefer  cesaretini topladı ve daha yükses sesle, tek seferde bağırdı ;
" Ezgii!"

Ezgi yine bakmadı...

mat!


O;
“Şah!”, dedi; ben kaçtım, bir daha
“Şah!”, dedi, yine kaçtım
“Şah!” dedikçe ben kaçtım. İleri geri, sağa sola... Arada iki atımı, bir filimi tüm piyonlarımı ve bir kalemi yedi...
“Mat!” dedim, ilk şah demediğinde. Yüzümde önce şaşkın bir gülümseme sonra çirkin bir sırıtış ile
“Şah demeden mat olmaz” dedi dudağını bükerek, berabere kaldık.
“Yine ben kazandım sayılır” dedim. Beraberliği kazanmak saydığım için de asla kazanan olamadım. Şerefli beraberlikler oldu ömrümün özeti...

30 Eylül 2012 Pazar

pazartesi - bir masum mor menekşe


Salı sabahı uyandığımda penceremde masum bir menekşe yaprağı gördüm pazartesi yeşilcileri. İçgüdüsel olarak bir çaybardağına su koydum ve yaprağı bardağa bıraktım. Akabinde kendime yazdığım orotoryomu mırıldanmaya başladım; üç saat ya geçti ya geçmedi, menekşe yaprağı kök vermeye başlamıştı. Bahçeden biraz toprak aldım ve menekşe yaprağını saksıya diktim.

*Çadır kurmasını bilmeli.
*Kumalık değil, ablalık yapabilmeli.
*Ağlarken burnunda baloncuk olmamalı.
*Yenilmeyi bilmemeli.
*Asla konuşurken ağzından tükrük çıkmamalı.

O gece beni yine uyku tutmadı. Sabaha kadar, sarı rengi nasıl gökkuşağından silebileceğimi, erke dönengecini, kurban bayramının hafta sonuyla birleşip birleşmediğini, saatleri bu sene geri alıp almamayı, muhteşem kadını, takip edilmenin haz verip vermeyeceğini ve konserve barbunyanın nasıl bu kadar lezzetli olduğunu sesli olarak düşündüm. Tam güneş doğarken bir şey kafamı itmeye başladı. Geri zekalı menekşe onunla konuşuyorum sanıp büyümüştü. Sonra aldım ekmek bıçağını; yer misin yemez misin?

23 Eylül 2012 Pazar

pazartesi - akbaba

Perşembe gecesi rüyamda küstah bir akbaba görünce hemen rüyamı yorumladım ve soluğu hayvanat bahçesinde aldım pazartesi panterleri. İçeri girmemle beraber herkes bana bakmaya başladığından hayvanlar rahat nefes aldı. Ben akbaba nerde diye sinirli gergin yürürken dikkat ettim tüm hayvanları kafeslerine yapışmış beni izliyor, hatta maymun olacak primatlar üzerime kuruyemiş atıyordu.


*Ayak tenisi oynamayı sevmeli.
*Her altılıda iki bankosu olmalı.
*Uyandığımda kahvaltım yatağımda olmalı.
*Kız arkadaşları ile bizim evde pijama partileri düzenlemeli.
*Hayatı hayra yormalı.


Sonunda zoonun dibinde akbabayı buldum. Kocaman bir kafeste tek başına duruyor. Aynı küstah bakışlar. Kafesin kilidini kırdığım gibi kafese girdim ve akbabaya kafa göz daldım. Ben midesine kroşeler indiriyorum, o kafamı gagalıyor; ben çenesine apargat atıyorum, o ayaklarını mideme geçiriyor. İki saat kadar sonra bayıldı mahlukat. Sonra maymunlara da sıra dayağı çekip eve döndüm.

17 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - maliye baskını

Ne zaman bir helikopter sesi duysam, anlıyorum ki aksiyon başlıyor pazartesi vertigoları. Helikopter yaklaştıkça ben de tuvalet pompamı elime aldım; ne tür bir sürprizle karşılaşacağımı beklemeye başladım. Camdan içeri robokop gibi adamlar girdiğinde refleks olarak birkaçının ağzını kırdım.

*Sapkınlıklarımı marjinalliğime yormalı.
*Eski sevgililerim derneğine hiç gitmemeli.
*Sakatat sevmeli.
*Pırıl pırıl kıyafetler giymemeli.
*Her çay istediğimde yeni bardakta getirmeli.

Sonra takım elbiseli bir adam helikopterden atladı ve " Bu bir maliye baskınıdır, hiç vergi vermiyormuşsunuz" dedi. Bir yandan robokop dövüp diğer yandan cevap verdim, " Ben para kazanmadığım gibi para harcamıyorum da. Ne vergisi lan!". Sonra biraz daha adam dövdüm, kırılan camları taktırdım ve faturayı maliye bakanına gönderdim.

14 Eylül 2012 Cuma

Zaman

-Marquez'e-

Bizim köyümüzde zamanı köyümüzün kurucusu ve ebedi belediye genel sekreterini olan Maşim Bey'in elleri ile yıllarca uğraşarak inşa ettiği kum saatinden biliriz. O kum saati tam bir saatte devinimini tamamlar. Yedi insan boyundaki dev kum saati belediye binasının önünde durur ve o gün saatten kim sorumluysa; tam vaktinde kanca kolu sayesinde saati çevirir. Maşim Bey'in kum saati o kadar muhtemeşemdir ki, insanlar ondan gözünü asla alamazlar. Sadece saati izlemeye ve zamanı sormaya köyümüze gelenler olur. Tüm evlerimiz kum saatimize bakar ve kimse köyümüzün gerçek adını bilmez. Nerelisin sorusunu hep Zaman'lıyım deriz.

Maşim Bey muhteşem zekasının yanında biraz da garip adamdır. Birlik, beraberlik, eşitlik gibi kavramlara biraz takıktır. Köy olarak her şeye ortak karar verilmesi gerektiğini söyler durur. Biz zamanlılar o kadar çok oy veriririz ki şaşarsınız. Seçim boyaları parmaklarımızdan hiç silinmez. Bir keresinde herkesin on parmağıda boyalıydı ama Maşim Bey reankarnasyon var mı yok mu diye seçim yapmaya karar verdi. El mecbur sandıklara koştuk. Oyumuzu verdik, sandık çıkışında seçim görevlisi birden fazla oy kullanmamaızı engellemek için parmağımızı boyamaya kalktığında tüm parmaklarımızın boyalı olduğu gördüğü için o boyayı burnumuza sürdü. Tüm halk burnu boyalı olarak gezdik ve reankarnasonun olmadığına karar verdik. Ben var diye oy verdim ama sonra halkımız olmadığı kanısına vardığı için durumu kabullendim.

Neyse, kum saatini inşa ettikten üç gün sonra, saati tam yetmiş iki kez çevirmiş olmaktan bitap ve uykusuz düşen, iflah olmaz eşitlikçi Maşim Bey bu onurun kime verileceği konusunda hemen bir seçim düzenledi. "Herkes istediği kişiye oy verebilir", dediysede hepimiz şaşmaz bir sadakat duygusu ile Maşim Bey'e oy verdik. Sonuçlardan memnun olmayan Maşim Bey; "Bu büyük onuru bana verdiğiniz için hepinize sonsuz ve dipsiz şükranlarımı sunuyorum", diye başlayan kırk dakikalık konuşmasını, "Bu onur hepimizin, hepimiz sırayla kum saatimizden sorumlu olacağız", diyerek, göz yaşları ile bitirdi. O ağladı, biz ağladık... Tam bir duygu seli, akıl almaz bir durumdu.

Çok ama çok yaşlıları, delileri ve sakatları çıkarttık ve kura ile sıralamayı belirledik. Bir kişiye bu onur ömrü boyunca en fazla iki ya da üç kez geliyordu. Ölümcül hastalığı olanlar ve Maşim Bey'in konukları dışında da bu sıra bozulmazdı. Bir garip heyecanla ben de sıranın bana geleceği günü bekledim durdum. Bir yıl kaldığını duyduğumda içim sıkıldı, altı ay kaldığını hesaplayınca takmamak için o gece sağlam içtim, üç ay kaldığında " Ooo daha yüz gün var", diyerek kendimi avuttum. Son bir ay ise bildiğin asabım bozuktu, tanıdığım herkesle saçma sapan sebeplerden dolayı kavga ettim. iki hafta kala karım çocukları da alıp annesine gitti, son bir hafta hemen hiç uyumadım, üç gün kala kaynanamın evine gidip karımı ve veletleri aldım, son iki gün çok güzel beslendim, son gün kum saatini kullanmış tüm tanıdıkları dinledim ve sıram geldiğinde hazır gibiydim.

En güzel kıyafetlerimi giymiştim, hayatımda ikinci kez kravat takıyordum ve çocuklarımın bacaklarımın titrediğini görmelerinden çekiniyordum. Meydana gittiğimde halk herkesi olduğu gibi beni de alkışlarla karşıladı. Yükselen alkışları görevini layığı ile yerine getirmiş olan genç bir nalbantla paylaştığımın bilincinde olsam da insan o sinerjide bunu düşünemiyor ve her şeyi kendinin sanıyor. Kancalı kolu çevirmem için hemen hemen bir saatim vardı ve zaman akıyordu.

Yıllardır her gün akışını izlediğim kum saati bugün bir ayrı hızda akıyor, akan her kum tanesi sanki yemek borumdan mideme doğru oturuyordu. Keşke bir terslik olsa, bir ülke bize savaş açsa ya da üç insanlık ömür yaşamış olan Maşim Bey ölse diye içimden geçirirken vakit geldi.

Son kum tanesi düştüğü anda koşarak kancalı kolun başına geçtim ve kolu çevirmeye başladım, ben kolu hızla çevirirken meydanda duran yüz iki yüz kişi beni alkışlıyordu. Tam saati yarım çevirmiştim ki 'Çat' diye bir ses duydum ve kum saatinin camı kırıldı. Tam altında olduğum için de tüm kumlar ve cam kırıkları tepemden aşağı döküldü.

Ne kadar sürdüğünü elbette bilemiyorum ama bir şekilde üzerimdeki tonlarca topraktan sürüne sürüne, tırmalaya tırmalaya çıktım. Belki de tüm kemiklerim kırılmıştı ama meydandaki kalabalıktan kimse bana yardım etmedi. Herkes yerde yatan Maşim Bey'e bakıyor ve öldüğüne inanamıyordu.

10 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - rüya

Rüyalarımı pek anlatmam ama bu sefer çok acayipti pazartesi hayra yoranları. Hatta gördüklerime rüya demeye çekiniyorum; sanki bir mesaj, bir çağrıydı. Hayatımda ilk kez korkuyla uyandım mesela. Ve dünyevi hayatla ilgili sadece iki merakım kaldı; sevinçten ağlamak ve orgazm.

*Fönlü saçlarla uyanmalı
*Tüm plaka ve alan kodlarını bilmeli.
*Şeker gibi abileri olmalı
*DNA dizilişini bahane olarak kullanmamalı.
*Daha önce sevinçten ağlamama ve orgazm olmamalı.

Rüyamdan bahsediyordum, kendimden tam dört tane gördüm Biri saçı sakal karışmış, mağara adamı gibiydi; bir diğeri Moğol imparatoru gibiydi, ötekisi bildiğin zenci halimdi, berikisi ise sarışın renkli gözlü halimdi. Beni sorgular gibi araya almışlardı ve bir ağzıdan aynı şeyi söyleyip duruyorlardı " Bokunu çıkartma!", "Bokunu çıkartma"

3 Eylül 2012 Pazartesi

pazartesi - MJ


Acılarla aram her zaman iyi olmuştur pazartesi mazoşistleri. Hayatın bana sunduğu hiçbir şeyi; iyi ya da kötü olarak algılamam ve kabullenirim. İyinin kötüsü de, kötünün iyisi de aynıdır benim için. Hatta her şey birdir. Ne diyordum, ha evet dostlar önemlidir; geçen cuma erken kalktım ve yıllardır beni evine davet eden, acayip dostum Michael Jackson’un evine, Neverland’a sürpriz bir ziyarette bulundum.

*Definecilik geçmişi olmalı.
*Bazı insanlar ahlaklı, bazı insanlar ahlaksız olduğunu düşünmeli.
*Hiç kaşınmamalı.
*Rekabet hobisi olmalı.
*Deneyim bağımlısı olmalı.
*Kendinde bir keramet olduğunu düşünmeli.

Kapıdan girdiğim gibi içim titredi, ne lan öyle perili köşk gibi. Yoldan geçen çakma bir sarışına sordum, ne buraların hali diye, ağlayarak anlatmaya başladı. Bizim Micheal ölmüş, hatta öldürülmüş ya la. Kimse de bana söylemedi de. Hayır neden böyle bir şeyi benden gizliyorsunuz? Diğer aklıma takılan noktada, benim son doğum günümde moonwalk yaparak göbek atan kimdi?

27 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - pffff


Sabah sabah tanımlayamadığım bir can sıkıntısı ile uyandım pazartesi sıkkınları. Duvarlar üstüme üstüme gelmeye başladı, canım hiçbir şey yemek istemedi, şömineyi yakmaya bile üşendim. İçsel yolculuk denemelerim bile taakatsizliğime mağlup oldu.

*Muntazam patates kızartmalı.
*En çirkin arkadaşının bile gideri olmalı.
*Kirpileri ok gibi olmalı.
*Bana slip baskısı yapmamalı.
*Dişleri ile F-16 çekebilmeli.

Bir anda çözdüm sonra. Hayat çok rutindi ve yaşayabileceğim heyecan kalmamıştı. Hemen yaşamın rutinliğine karşı bir dizi önlem aldım. Sevgililer günü artık 20 Ekim. 1 Nisan’ı, 22 Kasım’a kaydırdım. Hayvanları koruma gününü ise tamamen kaldırdım. Bir de artık herkes doğum günü olarak rahme düştüğü günü kutlasın.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - şeker bayramı dengesizliği


Sevgi denge işidir pazartesi dengesizleri. Korkarım ki an itibari ile dengesizliği aştınız. Ramazan bayramına, şeker bayramı diyerek başladığınız dejenerasyon tüm hızıyla devam ediyor. Şeker bayramınızı, ramazan bayramı gibi de değil, saçma sapan şekilde kutluyorsunuz.

*Engel tanımamalı.
*Başka insanlarla bir olup beni çekiştirmeli.
*Arada sırada kafası durmalı.
*Burçlara inanmamalı ama burçsuz da kalmamalı
*Gayet tatlı bir kız kerdeşi olmalı.

Hayır gelip benim sokağa şeker bırakmak ne alaka? Uçaklarla zeplinlerle şeker atmanın manası ne? Şu an için sokağımda diz boyu şeker var ve sıcak hava ile hepsi eridi. Şekere saldırmış çocuklar eriyik şekerin içinde mahsur kaldılar. Ben de evden çıkamıyorum. Gerçi görüntü çok komik ama şeker atanları bulup yerdeki şekerleri yalatıcam haberleri olsun.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

ana hatları ile bir biyografi


  1. Annem ve babam çok mutsuzdu. Hiç konuşmuyorlar sadece beraber yemek yiyor ve gece çığlıklar atıyorlardı. Küçüklüğümle ilgili hatıraldığım en temel nokta sessizlik. Kimsenin umrumda değildim. Annem şişmanım diye sevmiyor, babamda annem sevmiyor diye seviyordu. Sonra o gün geldi
  2. Annem ruhunu terbiye etmek ve inzivaya çekilmek içim Tibet’e gitmeye karar verdi. O kadar parası olmadığını anlayınca ve dile yatkın olmamasından dolayı Şereflikoçhisarı tercih etti. Gündüzleri oradaki dilini bilmediğim çocuklara fizik anlatıyor, akşamları da meditastyon yapıyordu. Türkçem bozulmasın diye konuşmamı yasakladı. Çok uzun süre konuşmadım.
  3. Ankaraya döndük. Yine gündüzleri sustular ve geceleri çığlıklar attılar. Ortaokul ve liseye gittim. Tek anımasadığım herkesin burnumla dalga geçmesi ve onları dövmemdi. O günlerde vücudumu keşfetmeye başlamıştım. Ellerim kocaman, parmaklarım upuzundu. Ona rağmen insanlar ellerimle değil burnumla dalga geçince kendi kendime yemin ettim. Estetik olacaktım.
  4. Denizli günlerim. Her ne kadar herkes komik komik konuşsa da altı gün sonra sıkıldım, sekiz gün sonra çok sıkıldım, on beşinci gün çıldırdım. Çevremde hep hastanelik deliler ve suça yatkın insanlar vardı. Biyografimin bu kısmı size büyülü gerçekçilik akımından bir eser gibi gelebilir. İçip içip özay gönlüm heykeline tırmanıyor, boş zamanlarımda stada gidip maç izliyordum.
  5. İngiltere! Kaçtım. Artistliğe gerek yok, kaçmam gereken çok şey vardı ve ilk fırsatta uzamam lazımdı. Annem ve babam hiç ağlamadılar. Ben de çok sallamadım. Dilini bilmediğim bir şehirde geçireceğim altı aya ihtiyacım vardı. Denizliden çıkarttığım dersle başımı çok derde sokmamak için insanlardan kaçtım. İşte o 5 şubat gecesi onu buldum
  6. Beş şubat! Popmunda isimli oyunda dolanırken karşıma çıktı. Olağan üstü bir mizah anlayışı vardı, derin düşüncüleri ve sonsuz genel kültürü ile tanıdığım herkesin toplamına benziyordu. Ne var ki benden hiç hoşlanmadı. Ona rağmen onunla temasta olabilmek bana yetiyordu. Ona şakalar yapmak için saatlerce kafa patlattım, kitaplar okudum... Sırf ona layık olsun diye garip garip şeyler yapıp ona anım diye anlattım. O ise arada başka kızları sevip kendine özgü hayal kırıklıkları yaşadı. Öyle şanslıydım ki. Belki gelir diye ev adresimi, iş adresimi, yazlık adresimi verdim. Hep yapılı saçlar, güzel kıyafetler ve makyajla dolaştım. Her kapıyı ben açtım. Ama gelmedi.
  7. Öldüm

pazartesi - son kararlar


Bu aralar manasızca çok telefonum çalıyor Pazartesi mütekaitleri. Zil sesim de Acil Servis’ten “Bebek” olduğu için çok rahatsız olmuyorum. Telefonu her açtığımda da bana bir soru soruyorlar. Elbetteki doğru cevabı veriyorum ve otuz saniye sonra kapatıyorlar. Tabi benim için keyifli bir zihin egzersizi oluyor. Hem de günde otuz kez en sevdiğim şarkıyı dinliyorum.

*Başından bir yangın, bir de toprak kayması geçmiş olmalı.
*Lazerli anahtarlığı olmalı.
*Kanepede uyurken sempatik gözükmeli.
*Filmlerde gördüğü her şeyi denemeye kalkmamalı.
*Olimpiyat ruhuna sahip olmalı.
*Teninin rengi kıyafetleri olmamalı.

Bir de boru gibi, radyo reklamı sesli bir adam “Emin misiniz?” diyor. “ Evet “ diyorum. “Son kararınız mı?” diyor, “ Evet”, derken telefon kapanıyor. Her seferinde aynı saçmalık. Birkaç gün daha takılayım, o adamı bulup, son kararlar hakkında konuşacağım.

7 Ağustos 2012 Salı

macar'ın sol kroşeleri


"Çok çalıştım, çok çabalarım ama olmadı; olmayınca olmuyor. Macar rakibim sadece beni değil tüm otoriteleri şaşırttı. On iki yaşımdan beri boks yapıyorum ve son sekiz yıldır profesyonelim böyle net sol kroşeler görmedim. Dikkat ettiyseniz gardım hiç düşmedi ama bloklamaktan güzel bir yumruk da çıkartamadım. Adam birkez bile sal yumruğunu kullanmadı.

Güzel antremanlar yaptım; federasyon başkanım, spor bakanım hiç desteklerini esirgemediler. Hiçbir isteğim reddedilmedi, istediğim yerlerde kamp yapmam sağlandı. Tüm ülkeden özür diliyorum. Beni destekleyen herkesten, tribündeki herkesten ve ekran başında beni destekleyen ve dualarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim. Bir daha onları mahcup etmeyeceğim. Önümde yarışmalar var daha  iyi hazırlanacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. Teşekkür ederim."

memnuniyetsiz


Çok mutsuz ve memnuniyetsizdi. Yaşadığı yerden, saçlarından,  kıyafetlerinden, havadan, bulunduğu yarım küreden... Her şeyden memnuniyetsizdi. Bu memnuniyetsizliği onu ilk zamanlar farklı, biraz çekici ve biraz da seksi yapıyordu.

Ruhunu saran memnuniyetsizlik onu kararsızlaştırıyordu. Hiçbir şey istediği gibi değildi, hiçbir şey asla istediği gibi olmayacaktı, hiçbir şey asla istenilen gibi olmazdı. Bu gerçekleri biliyor muydu yoksa bildiği halde inatla direniyor muydu bilmiyorum. Tek bildiğim her geçen saniye çekiciliği azalıyordu.

Biraz daha şikayet etti, birkaç kez daha karar değiştirdi, biraz daha somurttu, birkaç soruya daha cevap vermedi ve sonra ufukta kayboldu.

kurpiyer


Aynı kızı seven iki kumarbazdık, iki pokerciydik. Kızın adı Aysel’di ve kurpiyerdi. İkimize de inceden kur yapardı; ikimizde hep onun masasında oynardık ve bu çok dikkat çekerdi. Onun da Aysel’e aşık olduğunu kaybetmesinden anladım. Diğer farkındalığım da benim de batmak üzere olduğumdu.

Zaman aktı, ikimizde aşkta kazanmak için kumarda kaybettik.Ama olmadı, aşkta da kaybettik. Birbirimizi anladık ama hiç sevmedik.

kırmızı - beyaz


Suçlu olmak garip bir şeydir, masumlar ya da masummuş gibi davrananlar bunu anlayamaz. Sanki karşı tafa geçmek gibidir, beyaz gömleği çıkartıp kırmızı gömlek giymek gibi; kafandaki hareyi yere çalıp küçük tatlı boynuzlar takmak gibi. Hayata bakış açın o andan sonra değişir. Tüm dünya yeniden kafanda oturmaya başlar. İnsanlar senin için iki renktir. Senin gibi kırmızılar ve beyaz olduğunu sanan diğer renkler.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

pazartesi - lanet alkolikler


Geçen sabah bir uyandım, öyle derin bir anason kokusu ortamı basmış ki; burnunuzun direği kırılır pazartesi kurşungeçirmezleri. Camı açtım, koku daha bir derinleşti, yoğunlaştı. Hemen nefes almamı dondurdum ve ne yapacağımı düşünürken kapım çaldı. Üç tane kırmızı suratlı, kırmızı burunlu, kır saçlı ve göbekli adam. Göbeklere bakar bakmaz olayı çözdüm, koku bu üç eceline susamıştan geliyordu.

*Patates ve salatalığın kabuklarını ince soymalı.
*Gaipten sesler duymalı.
*Ruslardan daha iyi olduğunu söylemeli.
*Tabelaya değil bana oynamalı.
*Arada sırada amuda kalkmalı.


Nefes almamak için içimdeki nefesi de dışarı vermemem gerekiyordu. “ Ne iş?” dercesine sol göz gözümü kıptım ve başımı sağa sola salladım. Bu adamlar dünyaca ünlü içki üreticileriymiş ve her pazartesi yeni bir satış rekoru kırıyorlarmış. Teşekkür için gelmişler. Bunlar banyoya soktum ve kafalarından kırk tas su döküp, tövbe ettirip, sokağımızın camii yaptırma derneğine üye yapıp gönderdim. Dövdüm mü? Hayır biraz hırpaladım

30 Temmuz 2012 Pazartesi

pazartesi - ikinci pazartesi kompleksi


Geçen salı akşamı odama çekildim, kataritiğimi ve yetmiş üç tane mumu yaktım ve sessizce oturmaya başladım pazartesi sergüzeştleri. Amacım odamdaki oksijeni bitirip, ne kadar süre nefessiz kalacağımı ölçmekti. Daha önceki rekorum sanırım bir hafta kadardı ve o ara cern’deki deneyi tasarlamış, sonucunu da yazmıştım.

*Başı sıkıştığın istemli olarak bayılabilmeli.
*Kötü şairi tek dizede tanıyabilmeli.
*Çamur bir kişilik olmalı.
*Çeyizinde hafifmeşrep bir hizmetçi olmalı.
*Klima çarpmamalı.


Bu seferli oksijensizlik deneyimimde de insanların neden inatla deprem bölgelerinde yaşadıklarını buldum . Ve buna sosylojide ‘ikinci pazartesi kompleksi’ adı verdim. Amaç intihara doğal afet süsü vermek. Her pazartesi yaşadıkları kaybetmişlik ne yazık ki birçok insanımızda nefes almaktan vazgeçim olarak sirayet ediyor.

26 Temmuz 2012 Perşembe

ayrı anne ikizleri


Mekan berbat mı berbat. Bir simitçinin alt katı. İzbe, karanlık, ses çok yüksek. Yabancı şarkılar çalıyor. Kötü bir bar gibi ama onu kötü bir bardan daha kötü kılan kısmı içkinin de olmaması. Etraf çocuk çoluk. Hem de varoş çocuk çoluk. Her zaman olduğu gibi içimdeki ses pis pis mırıldanıyor “ ne işin var burada “, “ ne işin var burada”, “ ne işin var burada”...

Birinin doğum günü. Biraz nezaketen biraz da sosyalleşme zorunluluğu ile girmişim ortama.  Oturduğum an kalkasım gelmiş ama katlanıyordum. Sonra onları gördüm. Ayrı anne ikizleri. Birbirlerine çok benziyorlardı. Aynı tornadan çıkmış gibiydiler. Boyları posları, kiloları, vücutlarının duruşu, saçları, sakalları, yüz hatları... Her ikizin başına gelen tatsızlık onları da vurmuş; aynı kıyafetleri giyiyorlardı. Piç piç ve için için güldüm onlara.

Ayrı anne ikizlerden birinin yanında varoş ve zayıf bir kız vardı. Öpüşme mesafesinde konuşurlardı. Diğer ise ikizinin yanında boş boş duruyordu. Derken mekanda o yabancı şarkılardan biri çaldı. Yanında kız olmayan ikiz kalkıp dans etmeye başladı. Bir yandan da ikizini çağırıyordu ama ikizi kızın yanından kalkmak istemiyordu. Sonra tabi aile bağları ağır bastı ve kalktı. Aynı şarkı bir daha çaldı. Aynı hareketleri yaparak dans ettiler ama uyumu bir türlü yakalayamadılar. Kız arkadaşı olan ikiz, iki de bir durup kardeşine bakıp bakıp  durdu. Yine bir yerden başladılar ama yine haraketlerde uyumu sağlamayadılar. Biraz iyi gidiyorlar ama sonra batırıyorlardı. Her ne kadar ikiz gibi olmaya çalıştısalarda bir yerde olmuyordu.

24 Temmuz 2012 Salı

iki son

..................................................................................
...........................................................................
.............................................................................
.....................................

(isterseniz burada bırakın, isterseniz devam edin)

............................................................................
.............................................................................
...........................................................................
.........................................................................

kesin kes emin olduğum 23 şey


  1. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka hiçbir İlâh yoktur, Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir
  2. Askerler sivilde de biraz askerdir.
  3. Grup terapisi Türkiye’de korkunç sonuçlara yol açabilir.
  4. Kar yağmasına sadece öğrenciler ve kaportacılar sevinir.
  5. Her ev güneş alır.
  6. Kime sorarsan sor en büyük aşk onun yaşadığı aşktır ve kimse onun kadar sevemez.
  7. Bir kez bile şiir yazmamış beşeri yoktur.
  8. Hiçbir intihar bir diğerine benzemez.
  9. Efkar sigarası ile orgazm sigarası aynı paketten çıksa bile aynı değildir.
  10. Herkes bir kere bile olsa intiharı düşünmüştür.
  11. Ateş kızılı renginde saçları olan hiçbir kız aslında o saç renklere sahip değildir.
  12. Top yuvarlaktır.
  13. Ölmüş tüm sol fikir önderleri şimdiki solcuların halini görüyorlarsa mezarlarında ters dönüyorlardır.
  14. Hayvanat bahçeleri aslında birer hayvan hapisahanelerdir.
  15. Yarışmacı arkadaşlarına başarılar dileyen yarışmacılar; samimiyetsiz, hatta alçaktır.
  16. Fıtratına yakışmayan şek,lde yaşamaya çalışan herkesin sonu soytarılıktır.
  17. İntikam adaletin ana bir baba ayrı kardeşidir.
  18. Opera ve bale asla bu topraklarca içselleştirilemeyecektir.
  19. Herkes ünlü olmak ister ve aksini söyleyen herkes yalan söyler.
  20. Her problemin çözümü yoktur.
  21. Peruk takanların arkasından herkes gülümser.
  22. Kimse cücelere yol sormaz.
  23. Çevirmeninin adı yazmayan kitap okunmaz