26 Kasım 2008 Çarşamba

DÖNGÜ


  Adım Kısmet, eşimin adı ise Kubilay. İkimizde otuz yaşlarımızın başlarındayız. Severek evlendik, ilk yıllarımızda son derece güzeldi. Daha sonra ise Kubilay’ı sevmemeye başladım; ama Kubilay’ı sevmememin sebebi başkasını sevmek değildi. Sadece artık sevmiyordum. Bir sabah işe gitti, evde tek başıma otururken akşam eve gelmeme ihtimalini düşündüm. Üzülür müydüm? Elbette. Ben Kubilay’dan nefret etmiyordum. Bırak ölmesini, canının yanmasını bile istemezdim; hayattaki her şeyin en güzelini hak eden biriydi. Ama akşam eve gelmemesi ihtimali beni çok üzmemişti. Bir anda kaybolsa, bir anda hayatımdan çıksa diye düşündüm. Çok da umurumda değildi. Tek başıma ayakta durabilecek kadar güçlüydüm.


  İyi adamdır Kubilay. Çalışkandır, özverilidir, beni severde. Bir kadın olarak istediğim her şeyi verdi bana. Sevdi de beni. Standartları yüksek bir hayatta sağladı. Kötü yönleri yok muydu? Elbette vardı ama herkesin kötü yönleri olacağını bilebilecek kadar olgun bir kadınım. Titizlik hastalığını, berbat müzik zevkini, hiç şaka yapmayışını, arabasına olan tutkusunu… Hepsini sineye çekebilecek kadar olgundum. Bir tek hata yaptı, ve onu hiç affetmedim.


  Titizlik Kubilayda bir hastalık gibiydi. Çoraplarını hatta iç çamaşırlarını bile ütülememi isterdi. Bir gün giydiğini diğer gün giymezdi. Temizlik konusunda çok hassastı. Ben evi temizlerken bana yardım da ederdi, bazen ütü de yapardı. Yemekten sonra bulaşık yıkamama bile yardım ederdi. Kendi babasına bile evimizde sigara içirmezdi. Zavallı adam kışın bile pardösüsünü giyer balkona çıkardı.


  Sigara konu Kubilay için bir takıntı gibiydi. Kimse ne evimizde, ne arabasında, ne de iş yerinde sigara içemezdi. Benle evlenme sebeplerinden birinin de sigara içmemem olduğunu düşünmüşümdür hep. Sigaralı ortamlara bile girmezdi. Benimde girmememi isterdi. Elbisesine ya da saçlarına sigara kokusunun sinmesinden nefret ederdi. Saçımda sigara kokusu aldığı zaman beni nasıl azarladığını hiç unutamadım.


  Bir gün işten birkaç saat geç geldi. Bu ilk kez rastladığım bir durum değildi. ‘İşlerim uzadı’ dedi ki; uzaması normaldi. Perde satan bir dükkanı vardı. Özellikle yeni evli çiftler çok uğraştırırdı. ‘Müşteri bir türlü gitmek bilmedi’, dedi. Yemeğimizi yedikten sonra televizyon izlemeye başladık, yorgunluğu gözlerinden akan Kubilay koltukta uyuyakaldı. Her ne kadar Kubilay bana şirin gelmese de o uyukluyor hali çok şirin geldi. Daha birkaç gün önce keşke bir anda kaybolsa dediğim adam, benim için çok çalışmış ve yatağını bile bulamadan uyuyakalmıştı. Hiç adetim olmamasına rağmen alnına bir öpücük kondurdum. Dudaklarımı alnından çektiğim anda burnumda o kokuyu hissettim. Sigara kokusu. Kubilay’ın üzerinde sigara kokusu. Evlendik evleneli, beş yıldır, ilk kez bu kokuyu Kubilay’ın üzerinde duydum. İşte o an bir terslik olduğunu anladım.


  Yatak odasına geçtim, elbiselerini kokladım. Sigara kokusu var gibiydi ama çokta emin olamadım. Kubilay’ı uyandırdım ve yatağa geçtik. Yine hiç adetim olmamasına rağmen sokularak yattım. Derin nefesler aldım Kubilaydan. Elbiseleri sigara kokmuyordu belki ama Kubilay kesinlikle sigara kokuyordu. Bir insanın elbisesinin değil de kendinin sigara kokması ne demekti. Belki ki sigara içilen bir ortama çıplak girmişti. ‘Saçmalama’ dedim, kendi kendime. ‘Kuruntu yapıyorsun’. Kubilaydan derin bir nefes daha aldım. Kesinlikle emindim ki Kubilay sigara kokuyordu.


  Geçen günlerde bu konu çok kafama takıldı. Hiç olmadığım kadar kuşkuluydum. Saçma sapa bahanelerle iş yerini ve cep telefonunu arayıp duruyordum. Bir anda dükkana baskınlarda bulunuyordum. Bu şüphe, sıkıcı hayatıma bir renk getirmişti açıkçası.


  Bir akşam üstü yine bir bahane ile dükkana gittim. Dükkanda tek başına oturuyordu. Hiç müşteri yoktu. Birkaç saat beraber oturup müşteri bekledik. Kimse gelmeyince de dükkanı kapatıp eve dönmeye karar verdik. Kubilay’ın doksan model kırmızı bir citroeni vardı. Belki benden bile çok sevdiği. İlk arabasıydı bu kırmızı şimşek. On iki yıldır da aynı arabayı kullanıyordu ama kimse bu arabaya on yedi yıllık demezdi. Kubilay o kadar titizdi ki arabası konusunda şaşardınız. Çamurlu diye girmediği yollar gördüm ben Kubilay’ın. Ayakkabıları çamuru diye bir arkadaşını arabasına bile almamıştı.


  Arabasına bindik ve eve doğru yol almaya başladık. Yine sadece kendisinin dinlediği bir kaset koydu. Arif Susam’ın ‘Unutulmuyor’ albümü. Taverna gibi sigaralı, içkili bir ortamda yarım saat bile duramayacak olan bir insan nasıl taverna müziği dinlemeyi sevebilirdi ki. Canbaz, canım seni istiyor, hayrola… Üç şarkıyı dinledik ve evimizin olduğu sokaktaydık. Ben sıkıntıdan koltuğum iç yüzündeki küllük ile oynamaya başladım. Kapağını açıp, açıp kapatıyordum. Evimize geldiğimizde kapıyı açtım ve tam ineceğim anda açık bıraktığım küllüğün içindeki kırmızı ruj lekesi olan izmariti gördüm. Beyaz filtrenin ucunda kırmızı bir ruj lekesi.

  Bir kadın benim oturduğum koltuğa oturmuştu ve o kadın Kubilay’ın arabasında sigara içmişti. Kendi öz babasına balkonda sigara içiren bu adam arabasında bir kadına sigara içirmişti. Bunu ben yapsam belki de günlerce kavga ederdik ve eminim ki şartlar ne olursa olsun bana kırmızı şimşeğinde sigara içirmezdi.

  Eve girdiğimizde hala olayın şaşkınlığı ve öfkesi üzerimdeydi. Yemeği hazırladım. Birkaç lokma yedim ve odama çekilip uyudum.


  Sabah olduğunda Kubilay beni uyandırmadan işe gitmişti. Benim ise gerginlikten her yerim ağrıyordu. Bir kadın Kubilay’ın arabasında sigara içmişti. Bir kadının Kubilay ile sevişmesi kadar önemsiyordum bunu. Bir süre önce üzerinde sigara kokusu almıştım şimdi ise arabasında ruj lekeli izmarit bulmuştum. Bu iki kanıt her şeyi açıklıyordu. Aldatılıyordum.


  Buna alışmam kolay olmadı. Zaten çok sıcak, samimi bir ilişkimiz yoktu. Son derece soğuk ve uzaktık birbirimizden. Ondan dolayı soğuk davranmam ilişkimizin gidişatını çok değiştirmedi.


  Gündüzleri ağlamaklı uyanmalar yaşıyordum. Üzerime bir yenilmişlik çökmüştü. Bir başka kadın, Kubilay’ın takıntı derecesindeki titizliğini yenmişti. Ne vardı acaba o kadında bende olmayan. Sadece bende de değil dünyada kimse de olmayan. Nasıl arabasında sigara içebilmişti?


  Bu sorular ile yaşamak beni çok yoruyordu. Her geçen gün bir diğer güne göre daha yaşlanmış olarak uyanıyordum. Yıpranıyordum, kendimi yıpratıyordum. İçinde Kubilay’a karşı önlenemez bir öfke vardı. Beni aldatmıştı. Bunun öcünü alacaktım. Bende onu aldatacaktım. 


  Bende onu aldatacaktım. Bu fikir haftalarca beynimi kazıdı. Nasıl o perdeci beni aldattıysa bende onu aldatacaktım. Etrafımda hoşlandığım ya da arzuladığım hiçbir erkek de yoktu. Ama ne olursa olsun bende Kubilay’ı aldatacaktım. Aldatmak, bana yaptığını bu adiliğin altında kalmamak; belki de kendimi yiyip bitirmemi engelleyecekti. Kesinlikle aldatacaktım ama kiminle?


  Sıradan bir günün, sıradan bir öğle vaktiydi. Evde su kalmadığını fark ettim ve sucuyu aradım. Akşama anca getirir diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Belki kaderin bir oyunuydu bilemiyorum ama on beş dakika sonra kapı çaldı. Kapıyı açtığımda ise onu gördüm. Üzerinde kırmızı bir tişört vardı. Altında ise bir kot pantolon. Üzerindeki kıyafetlere özenmediği belliydi. Asıl beni etkilen ise ağzındaki sigarası oldu. Sırtında yirmi litrelik bir su damacanası vardı ama ağzında sigarası duruyordu. O an karar verdim. Beklide iki yıldır bize su getiren adam ilk kez bana çekici geldi. Belimin ağrıdığını suyu içeriye taşımasını istediğimi söyledim. Arkasına bastığı ayakkabılarını çıkarttı ve içeri girdi. Suyu bıraktığı an ise elini tuttum ve onu yatak odasına götürdüm. Deli gibi seviştik. Teri terime karıştı. Sigaradan ve sigara kokusundan nefret etmeme rağmen ter kokusu ile karışık sigara kokusu beni çıldırtmıştı. Adının Rıza olduğunu, sevişmemiz bittikten sonra sigaralarımızı içerken öğrendim. O günden sonra, Rıza bize her su getirdiğinde yatağımızda birer sigara mutlaka içtik.


  Yatağımızdaki sigara kokusunu elbette ki Kubilay aldı. Sebebini sorduğunda ise kokuyu aldığımı hep reddettim. Hep suçu ona attım. Hatta onu sigara içmekle suçlayıp çıkıştığımda oldu. Hiçbir zaman yatağında haftada bir hissettiği sigara kokusunun sebebini bilemedi.

2

  Adım Rukiye, kocamın adı ise Rıza. Hem amcamın oğlu hem de kocam. İlk kez on yedi yaşımda gördüm, ikinci gördüğümde ise beni istemeye geldiler, üçüncü görüşümde ise imamın karşısında diz çökmüş yan yana oturuyorduk. Evlendikten sonra beni alıp babasının evine götürdü. Altı yıl orada yaşadık daha sonra ise ikinci çocuğum doğunca Rıza bir ev tuttu. Annesi bebeğimin sesine dayanamıyordu.


  Hiçbir işte tutunamayan biriydi Rıza. İnşaatlarda çalışırdı, hamallık yapardı, bir şekilde eve para getirirdi ama yaşadığımız şehirde çeşme suyu içilemez hale gelince açtığımız sucu sayesinde hayatımız bir düzene girdi. Artık küçükte olsa bir dükkanımız vardı. Elimize bir miktarda olsa düzenli para geçiyordu. Bende temizliğe gidiyordum, bir şekilde çorbamız kaynıyordu.


  Temizliğe gitmediğim günlerde bende Rıza ile beraber dükkanda duruyordum. Çünkü Rıza teslimata gittiği zaman dükkanda birinin durması gerekliydi. Siparişleri almak için en azından.


  Kaba adamdır Rıza, ne oturup kalmasını ne de insanlarla konuşmasını bilir. Zaten ilkokulu bile bitirememiş, nerede nasıl davranılacağını bile bilemeyen bir adamdır. Hatta söylemesi zor ama bir öküzdür Rıza. Müşteri ile konuşurken ağzında sigara ile konuşur. Karışında bir bayan mı, bir erkek mi var hiç fark etmez, hiç nezaket göstermez. Kaba saba bir kırodur Rıza. Ama ne de olsa kocamdır, hiç yoktan beni daha önce hiç aldatmadı. Hiç, başkasına muhtaç etmedi. Daha fazlasını da istemek nankörlük olur.


  Müşterilerimizin geneli dükkanımızın çevresinde yaşayan insanlar. Zaten arabamız olmadığından uzak bir yere su gönderemeyiz. En uzak müşterimiz iki sokak altımızdaki Kubilay beyler. Onlarda neden bizden su alıyor anlamış değilim. Bizden daha yakın su satan dükkanlar var yanlarında. Rıza onlar su istedi mi keyfi kaçardı. İki sokak boyunca sırtında yirmi litrelik su bidonu ile yürümek elbette kolay değil. Bir süre sonra Kubilay beyler daha fazla su ister oldular. İki kişilik bir aileye yirmi litre su bir hafta giderken onlara on günden fazla giderdi. Son birkaç ay içerisinde haftada iki kez su almaya başladılar. Rıza’nın gidip gelmesi yirmi dakikayı bulurken ise artık bir saatten erken gelmez oldu. Hatta döndüğü zaman her gergin ve sinirli olan Rıza’nın suratında ilk zamanlar sevişmelerimiz sonrasında beliren o aptal gülümseme oluyordu.

  Aldatıldığımı anlamam zor olmadı. Belliydi ki perdeci eşi dükkandayken kaltak karısı eve Rıza’yı alıyordu. Üzerimde garip bir sakinlik vardı. Ağlamak gelmedi içimden. Aldatılmak üzüyor, koyuyordu ama yine de; ne ağlayasım, ne Rıza’ya ne de kadına saldırasım vardı. 

  İşin en kötü yanı ise o kaltak kocamı yanına çağırdığı zaman benim sekreterliklerini yapıyor olmamdı. O kaltak ‘Hersek sokak, on dörde sekize su alabilir miyim?’ dediği zaman asıl söylemek istediği ‘Hersek sokak, on dörde sekize kocanı alabilir miyim?’ idi. Ben bunu bile bile, her zaman ‘Hemen gönderiyorum hanımefendi’ derdim. 


  Kafamda soru işaretleri vardı. Rıza beni neden aldatıyordu? O kadın kocası Kubilay bey’i neden anlatıyordu? Eğer aldatıldığımı bildiğimi Rıza’ya söylesem kabul etmezdi. Sonra da sinirlenir, bir bahane bulup beni döverdi. Açıkçası bildiğimi Rıza’nın bilmesine hiç gerek yoktu. Beni bırakıp o kadınla evleneceğine hiç ihtimal vermiyorum. Hem çocuklarını bırakamaz; hem de o kadının, o kokonanın, masraflarını karşılayamaz. Ne kadar sürebilir ki; bu aldatmaları.


  Aldatıldığımı bildiğimi o kaltağa söylemek de istemiyordum. Neden kocamı elinden aldın? , diye sormak istemiyordum. Tam olarak elimden almış sayılmazdı. Rıza kadına para yedirmiyordu. Bunu iyi biliyordum. Yine her gece eve geliyordu, benim ve çocuklarımın başında duruyordu.


  Kubilay bey içinde çok üzülüyordum. Ben bir şekilde aldatıldığımı fark etmiştim ama sanırım o hala fakrında değildi. Dükkana geldiği günü hatırlıyordum, kırmızı arabasından inmiş ve suyun temizliğine verdiği önemden bahsetmişti bana. Son derece zarif, nazik bir adamdı. Rıza’nın tem tersi belki de. Dükkana geldiğinde benle değil de Rıza ile konuşsaydı- dükkanda tektim, Rıza teslimata gitmişti- bizden su alacağını hiç zannetmiyorum. Bilse ne yapabilirdi ki? Gelip kavga çıkartsa kesinlikle Rıza döver o adamcağızı. Hatta iyi döver. Hatta öldürebilir. Rıza hapishaneye düşerse biz ne yaparız, çocuklarımla ben sahipsiz kalırız.


  ‘Hersek sokak on dörde sekize kocanı alabilir miyim?’ bu kısa telefon konuşmaları ve kocamın beni aldatmasının sekreterliğini yapmam sandığımdan uzun sürdü. Aradan altı ayı aşkın süre geçmişti ve artık bu iş ilk zamanlara göre daha çok canımı sıkmaya başlamıştı. Yapabileceğim fazla bir şey de yoktu. Rıza ile boşanacak değildim.


  Bir gün telefon yine çaldı, o kaltak yine kocamı istiyordu. Ağlamaklı bir sesle ‘Hemen gönderiyorum hanımefendi’, dedim. Sonra Rıza’nın yanına gittim ve siparişi söyledim. Hızlı adımlarla dükkandan çıkıp yürümeye başladım.


  ‘ Nereye gidiyorsun Rukiye, dükkanda kim duracak lan!’, diye arkamdan bağırdığını duydum; dönüp ‘Zerrin hanım çağırdı, yarın temizlik için’ dedim. Gerçekten de yarın Zerrin hanıma temizliğe gidecektim. Yarın için beni çağırmıştı ama o an Zerrin hanımın yanına gitmiyordum. Sokakta ağlayarak biraz yürüdüm, içimden de dışımdan da Rıza’ya küfürler ede, ede evi buldum. Birkaç saat daha ağladım, sonra da bir duş aldım.


  Duş aldıktan sonra aynanın karşınında saçlarımı kuruturken kendime bakmaya başladım. Güzel miydim? Eskiden, evlenmeden önce güzelsin derlerdi ama şimdi güzel miydim? İki çocuğum vardı. Doğum sonrası kilo almıştım ama çokta şişman değildim.’ Güzel miyim, güzel miyim?...’, bu soruyu uzun uzun kendime sordum ve saçlarımı tararken karar verdim. ‘Güzelim ve istediğim erkeği etkileyebilirim ve ilk fırsatta Rıza’nın bana yaptığını yanına bırakmayacağım.’


  Sabah olmuştu ve erkenden Zerrin hanımın evine gitmiştim. Bir bankada müdür yardımcısıydı Zerrin hanım. Eşi Zeynel bey de bankacıydı ama bir aydır işsizdi. Saat sabahın yedisiydi ve her ikisi de işe gidecek gibi giyinmişti. Şık mutfaklarında sade bir kahvaltı yapıyorlardı. Beni de kahvaltıya davet ettiler ve beraber bir şeyler atıştırmaya başladık. Kimse konuşmuyordu. Sessizlik devam ettikçe gerginlikte artmaya başladı. Zerrin hanım, Zeynel beye ‘Bu görüşme çok önemli. Mutlaka bu işi almalısın’ dedi. Sanki kocası ile değil de bir iş arkadaşı ile konuşuyor gibiydi. Zeynel beyde ‘ Alacağıma inanıyorum.’ , dedi. Çok resmi bir konuşmaydı. Daha sonra Zerrin hanım bana dönüp evin temizliği hakkında isteklerini söyledi. Sonra da beraberce evden çıkıp ayrı, ayrı arabalarına bindiler. Ne kadar resmi kişiler diye düşündüm. Bu nasıl karı kocalık.


  Ben temizliğe halıları silerek başlamıştım. Zerrin hanım yapacağım her şeyi sırası ile söylemişti. Sonra perdeleri yıkayacaktım. Evi süpürdükten sonra toz alacaktım. En son olarak ta banyo ve tuvalet temizlenecekti. Temizlik yaparken bir yandan da aklımda Rıza’yı aldatmak vardı. Rızaya olan hırsımın bir kısmını halılardan çıkarttım, daha sonra perdeleri çıkartıp makineye atarken kapının anahtar ile açıldığını duydum. İçeri giren Zeynel beydi. İşi alamamış gibiydi. Yüzünün asıklığından anlamıştım bunu. Odasına geçti, ben de banyoda perdelerle uğraşıyordum. Daha sonra mutfağa geçti ve çay suyu koydu Zeynel bey. Yanına gittim ve bir anda gözlerimiz birbirlerine kilitlendi. Elinden tuttum ve yatak odalarına gittik. Seviştik.


  Sevişmemiz bittiği anda üzerimden bir yük kalkmış gibi hissettim. Bende Rıza’yı aldatmıştım. Hem de bir banka müdürü ile. Rızadan çok daha zeki, çok daha görgülü bir ile. Zeynel beni beğenmişti. Hem güzel, hem de tahsilli karısı varken benle sevişmişti. Bu kadar sakin ve efendi bir adam yatakta tam bir hayvan gibiydi.


  Geçen zamanlarda Zeynel ile ilişkimiz devam etti. İki hafta sonra bir bankada müdür olarak iş buldu. Daha sonra bana telefon ederdi ve günü söylerdi. Beraber bir otele gider sevişirdik. Ben Rızaya temizliğe gittiğimi söylerdim. O günler de Zeynel bana para verirdi. Biliyorum bir fahişe gibi oluyordum para alırken ama eve para ile gitmezsem Rıza beni mahveder.


3


  Benim adım Zerrin, eşimin adı ise Zeynel. Aynı iş yerinde çalışırken tanışmıştık Zeynel ile. Çalıştığımız banka şubesinde de ikimizde memurduk. Yıllarca aramızda son derece saygılı ve mesafeli bir ilişki oldu. Tanışmamızın üzerinden beş yıl geçmişti, hala aynı şube de beraber çalışıyorduk ve çevremizdeki arkadaşlarımın teker, teker evlenmeye başlamıştı. Ben otuz, Zeynel ise otuz iki yaşındaydı. O zamanki banka müdürümüz ikimiz ile ayrı ayrı konuştu ve bizi birbirimize methetti. Sonra ikimizi de aynı gün evlerine yemeğe çağırdı. Geçen aylarda beraber öğlen yemeklerine çıkmaya başladık ve bir baktık ki nişanlıyız.


  Aramızda hiçbir zaman aşka dayalı bir ilişki olmadı. Evlenmeden önce Zeynel’i tanıdığım dönemde onun hiçbir ilişkisi olmamıştı, aynı süre zarfında bende kimse ile flört etmemiştim. Hayatında aşka yer olmayan iki kişinin mantık evliliğiydi bizimkisi. Yaşımız artık geçtiği için ve başka bir alternatifimiz olmadığı için evlenmiştik belki de.


  Ne ilk sevgililik dönemimiz, ne nişanlılık dönemimiz, ne de cicim aylarımız öyle çok romantik geçmedi. Birbirimize sevgi sözcükleri söylemedik değil ama içtenliği, sıcaklığı bir türlü yakalayamadık. Zaten zamanla da bu saçma tavırlardan vazgeçtik. Romantik filmlerdeki sevgililerle alakası olamayan bir ilişkimiz oldu. Aynı işi yapan, iyi para kazanan iki insan olarak aynı evde yaşamaya karar vermiş gibiydik. Birbirimizi seviyor muyduk, hayır diyemem ama iki insan olarak seviyorduk. İki sevgili ya da karı koca olarak değil.


  Rutin heyecansız bir hayat sürüyorduk. İkimizde bundan şikayetçi değildik. Hafta bir gün balık yemeyi, televizyonda haberleri ve tartışma programlarını izlemeyi, gazetelerden ilgimizi çeken haberleri kesmeyi seviyorduk. Ortak paylaşımlarımız bunlardı. Geri kalan zamanlarda ayrı ayrı zaman geçiriyorduk. Zeynel kitap olurken, ben bulmaca çözüyordum; Zeynel maç izlerken ben internette zaman geçiriyordum. Birbirimize çok karışmıyor, rahatsız etmiyorduk.


  Aradan geçen üç yıl boyunca fark ettim ki; iş hayatımızdaki düzenlilik, hayatımızın geri kalanına da hakim olmuştu. Hem de her alanına.


  Evliliğimizin ilk beş ayı deli gibi seviştik. Hem de her gece, bazen öğlenleri de, hatta sabahları da. Sadece sevişmek için yaşıyor gibiydik. Sanırım bunun sebebi daha önce bu heyecanı tatmamamız olacaktı. Beşinci ayın sonuna doğru sevişmelerimiz bıçak gibi kesildi. Sadece Zeynel değil, artık bende istemiyordum. Tüm isteğimizi beş ay içinde tüketmiş gibiydik.


  Sevişme konusunu hiç açmıyor, uykumuz gelince uyuyorduk. Bazen ben, bazen o koltukta uyuyakalır olmuştuk. Diğerimizde bu konuyu hiç sorun etmiyordu. Yaklaşık beş ay boyunca hemen hiç sevişmedik. İkimizde zamanla bu durumu yadırgamaya başladık. Her ne kadar birbirimizi çok istemesek de durumda bir terslik olduğunun farkındaydık. Sonra yine sevişmeye başladık ama sadece sevişmek için sevişiyorduk. Eski tadı, havası kesinlikle yoktu. Sanki ikimizde bir şeyler ispatlamaya çalışır gibiydik. ‘Hala sevişebiliyorum! Ve bundan zevk alıyorum’ demek için sevişiyorduk sanki.


  Bu kendini ispat çabasının da üzerinden biraz zaman geçtikten sonra sevişme işini bir rutine bağlamaya karar verdik. Zaten iki bankacıdan başka ne beklenebilirdi. Programlı bir hayat sürüyorduk, cinsel hayatımızda düzenli olmalıydı. Çarşamba ve cumartesilere karar kıldık. Ben perşembeleri istemiştim ama o diğer gün cumaya gideceği için kabul etmedi. Sıcak yataktan kalkıp duş almak hep Zeynel’in zoruna giderdi.


  Sevişmelerimizdeki rutin, sadece günlerle sınırlı değildi, yaptıklarımızda aynıydı. Hiçbir sevişmemiz bir diğerinden farklı değildi. Aynı sıra ile aynı şeyleri yapıyorduk. Sevişmiş olmak için sevişiyorduk.


  Zeynel’de bir farklılık olduğunu ise bir perşembe gecesi anladım. Sevişmek ister gibiydi ama daha dün sevişmiştik. Hem biz perşembeleri sevişmezdik ki. Bir anda koltukta üzerime atladı; şaşkındım, istekli de değildim. Fakat seviştik. Ama farklı bir adamla sevişiyor gibiydim. Bu Zeynel değildi. Seviştiği kişi de ben değildim. Benim bedenimle sevişiyordu ama seviştiği kişi başkasıydı.


  Gece sabaha kadar uyuyamadım. Bu yaşadığım deneyim neydi acaba? Rutinlerimizden sıkılmış sıkıcı kocamın çılgınca bir tepkisi miydi? Yoksa çözemediğim anlamlandıramadığım başka bir şey mi vardı? Ben bu adamla yıllardır sevişiyordum. Hiçbir zaman dün geceki gibi bir deneyim yaşamamıştım. Çok hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim, çok farklıydı. O an ki hislerimi düşündüğümde, Zeynel’in benimle sevişmediğini düşünmüştüm. Benim bedenimle başkası ile sevişti. Beni aldattı. Beni benle aldattı belki ama beni aldattı. Hem kesinlikle hayatında başka biri var. Emin olamıyorum ama başkası ile sevişmiş onunla yaptıklarını bu seferde benimle denemek istemiş gibiydi. Acaba işsizliği onu böyle davranmaya itmişti. Son zamanlarda biraz baskı adlında olduğunu fark ediyordum. 


  Akan zamanla beraber sevişmelerimiz rutine döndü. Ama zaman zaman yine o Perşembe gecesi gibi davrandığı da oluyordu. Bu durum her geçen gün benim için içinden çıkılamaz bir hale dönüşmeye başlamıştı. Neler oluyordu? Ve neden ben aldatıldığımı düşünüyordum. Ya başka bir bedenle ya da kendi bedenenimle ama bir şekilde aldatılıyordum.


  Kadınsı bir içgüdülerim Zeynel’in hayatında başkasının olduğunu söylüyordu bana. Zeynel bir iş bulduktan sonra arabamı sattım ve beni işten alıp, işe bırakmasını istedim. Bu sayede iş dışında benden ayrı zaman geçiremeyecekti. Zaten hafta sonların da beraberdik. Arada sırada cevabını bildiğim sorular sormak için iş yerini de arar olmuştum. Her aradığımda iş yerindeydi. Cep telefonu her zaman açıktı. Perşembe geceleri sevişmelerimiz dışında elimde hiçbir kanıt yoktu ve bu beni çıldırtıyordu.


  Bir perşembe gecesi haberleri izledikten sonra bir anda Zeynel’in kucağına atladım ve bana çok iğrenç gelmesine rağmen Fransız tarzı öpmeye başladım. Zeynel de bir süre beni öptükten sonra yavaşça beni durdurdu ve ‘Yarın cuma, cumartesi gecesi devam ederiz’ dedi. Sinirden çıldırmıştım ama bunu ona belli etmeden banyoya gittim. Suyu sonuna kadar açıp, ağlamaya başladım. Ne demekti bu? Kendi istediği zaman sevişebilecek ben istediğim zaman rutine uygun davranacağız. Çıldırmış gibiydim. Perşembe gecesi sevişmelerimiz aklıma geliyordu. Hem gün, hem de tavrı çok farklıydı. Bu demekti ki? Beni aldatıyordu. Biliyorum saçma gelecek, kime anlatsam saçma bulacak ama ben aldatıldığımı hissediyordum ve buna inanıyordum.


  Zeynel beni aldatmıştı. Bu fikir her geçen gün üzerinde düşündükçe aklıma yatıyordu. Artık ilk günlerdeki şüphe yerini benim kesin kanaatime bırakmıştı. Aldatılıyordum ve bende aldatacaktım. Bende Zeynel kadar güçlüydüm, hem o beni aldatıyorsa bende onu aldatabilirdim.


  Etrafımda benden hoşlanan ya da benim hoşlandığım kimse yoktu. Yolda gördüğüm biri ile de sevişecek değildim ya. Bankada yeni işe başlayan Cenk bey olabilirdi aslında. Gerçi henüz çok gençti. Benden yaklaşık on yaş küçüktü. Hem biraz kaba bir hali vardı. 


  Ben Zeynel’in en çok nazikliğini beğenmiştim. Rahmetli babam gibi o da çok beyefendiydi. Belki de doğru; kadınlar babalarına benzeyen erkeklerden hoşlanıyor, babalarına benzeyen erkeklerle evleniyor. Cenk’e baktığımda ise nazik bir insan sayılmaz. Birkaç kez müşterilerimiz ile kavga etme noktasına geldiğini hatırlıyorum. Hatta ağzı da son derece bozuk. Kavga ettiği bir müşteriye ettiği küfürleri düşünüyorum da. Kim yetiştirmiş bu adamı diye düşünmüştüm. Gerçi o zaman kovulması söz konusu olduğunda da ben engellemiştim. Eğer Zeynel’i aldatacaksam bu kişi Cenk olmalı.


  Bir öğlen vakti tüm çalışma arkadaşlarımız yemeğe çıkacağı zaman Cenk’i yanıma çağırdım. Çalışmalarından memnun olmadığımı, müşteriler ile ilişkilerine çeki düzen vermesi gerektiğini söyledim. Hatta bilerek biraz da fırçaladım. Cenk’in içindeki kaba adamı ortaya çıkartmak istedim ama işten atılmaktan korktuğundan olsa gerek sesini çıkartamadı. Nişanlıydı ve kendisi gibi biraz kaba bir nişanlısı vardı. Kız, güzel olmasına rağmen elinde sigara ile şubeye girmişti. Başkası olsa rezil ederdim ama Cenk’in yanına gidince nişanlısı olduğunu anlayıp göz yummuştum. Öyle sesli konuşuyordu ki, öyle kaba bir ses tonu vardı ki; sanki köyünden şehre yeni gelmiş gibiydi. Nerden bulmuştu acaba Cenk bu kızı?


  ‘Nişanlın nasıl?’ dedim Cenk’e. İyi olduğundan, yirmi gün sonra evleneceğinden, düğün telaşının zor olduğundan, borcunun gırtlağını aştığından bahsetti. Bana da davetiye vereceğini söylediği zaman ‘Ben senin müdürenim, benim evime getireceksin davetiyeyi’, dedim. Anlam veremedi ama eli mahkum kabul etti.


  Aradan birkaç gün geçmişti ki Cenk elinde davetiyeleri, şubedeki arkadaşlarına dağıtmaya başladı. Herkese dağıttıktan sonra kapımı çalıp yanıma geldi ve ‘Size ne zaman getirmemi istersiniz davetiyeyi? Bir de adresinizi alabilir miyim?’ dedi. Ben de pazar öğlen vakti müsait olduğumu söyledim ve adresi verdim.


  Eve gittiğimde Zeynel’e artık araba istediğimi söyledim.’ Pazar günü araba bakmaya gidelim mi dedim?’. Kabul etti tabi ki de. Beraber internetten araba ilanlarına baktık, nasıl bir şey istediğimize karar verdik. Birkaç kişiye telefon ettik ve pazar günü için randevular verdik. Pazar sabahı ilk randevu verdiğimiz satıcının yanına gidecek iken; ben karnımın çok ağrıdığını ve gidemeyeceğimi söyledim. Zeynel benim yanımda kalmak istediğinde ise, ‘İnsanlara söz verdik, sen git tüm arabalara bakmadan da gelme. Aklına yatanları ayır diğer hafta alırız’ dedim. Çaresiz kabul etti ve gitti.


  Zeynel gittikten sonra bir güzel duş aldım ve üzerine kendimi güzel ve çekici hissettiğim elbiselerimi giyip Cenk’in gelmesini bekledim. Saat öğlen biri gösteriyordu ki; kapı çaldı. Gelen Cenk idi. Davetiyeyi kapıdan vermek istedi ama kabul etmedim vei müdüresi olmamın verdiği otorite ile onu içeri soktum. Çay mı kahve mi içmek istediğini sorduktan sonra yanındaki koltuğa oturup sohbet etmeye başladık. Dekolteli elbisemden göğüslerime birkaç kaçamak bakışını hissettikten sonra elinden tuttum ve yatak odama götürüm. Geçekten de Zeynel ile yaşadığım hiçbir sevişmeme benzemeyen bir sevişme yaşadım. Aradan geçen zamanda Cenk evlendi. Arada sırada eşi ile bize gelip gittiler. Zeynel’in sevişmelerinde her farklılık yaşadığımda ben de Cenk ile seviştim.


4

  Benim adım Canan, eşimin adı ise Cenk. Birbirimiz lise yıllarından bu yana tanıyoruz. Aynı varoş semtinde beraber okuduk. Cenk okulun en kavgacı en haşarı tiplerinden biriydi. Yanı zamanda okul takımında futbolda oynuyordu. Aşık olmuştum ona. Lise bittiği sene ben üniversite sınavını kazanamadım, Cenk ise herkesi şaşırtarak Kütahya üniversitesi işletme bölümünü kazandı. Aradan geçen iki sene boyunca ben hiç görmedim onu. Sonra bir yaz tatilinde ortak arkadaşlarımızla bir yere gittiğimizde rastlaştık. Aramızda tek üniversite okuyan o olduğu için çok havalıydı. Çıkma teklif etti ve hemen kabul ettim.

  İki sene boyunca kışları Cenk’i bekledim. Yazları da beraber zaman geçirir olmuştuk. Beni seviyor, kolluyordu. Zaten tek istediğimde buydu. Okulu bitirdi, askere gidip geldi ve bir banka da iş buldu. İşe girdikten kısa süre geçtikten sonra beni babamlardan istediler. Ailem de kabul etti ve nişanlandık.


  Varoş mahallesinde yaşamanın zorlukları vardır. Laf atarlar, geceleri sokağa çıkamazsın, kavga gürültü eksik olmaz. İkimizde yaşadığımız mahallenin yansımalarıydık. Her ne kadar üniversite okumuş olsa da Cenk kavga etmeden duramazdı. Bir alışveriş merkezinde otopark için kavga ettiğini hatırlıyorum. Adamın ağzını burnunu kırmıştı. Anlattığına göre çalıştığı şubede de müşterilerle kavga ettiği olmuş. Adamın biri Cenk’e hırsız demiş ve Cenk çılgına dönüp adamı dövmeye başlamış. Güvenlik görevlileri araya girmiş ama girene kadar Cenk adamın pestilini çıkartmış.


  O günden sonra kovulmaktan çok korktu Cenk. Henüz evlenmemiştik o zamanlar ve bir sürü borcumuz vardı. Anlattığına göre müdürü Zerrin hanım engellemiş kovulmasını. Tatlı sert iyi bir kadın diyor onun için.


  Cenk’in bu kavgacı hali eskiden beri çok hoşuma giderdi. Çevremdeki herkesten farklıydı, üniversite mezunu düzenli bir işi vardı ama gerektiği zaman gözünü karartıp kavga etmesi beni mutlu ediyordu.

  Evlendikten sonra varoş çevremizden kopamadık. Özellikle de ben. Tümarkadaşlarım mahallemdeydi. Kiraların ucuz olmasından dolayı her ne kadar farklı bir çevreye girmek istese de Cenk eski mahallemizde bir ev tuttuk. Güzel huzurlu bir yaşam sürdürüyorduk. Evliliğimizde beni üzen tek şey ise Cenk’in öfkeli haliydi. Her zaman asabi değildi ama bazen çok öfkeli olabiliyordu.

  İş yerinde yaşadığı bir gerginlik, trafikte yaşadığı bir gerginlik ya da herhangi bir şeye duyduğu öfkenin hıncını benden alıyordu. Babamın annemi dövmesi gibi beni dövmüyordu ama bağırıp çağırıyordu. Hatta kendisi üniversite okuduğu için beni aşağıladığı bile oluyordu.


  Diğer anlaşamadığımız konu ise sigara mevzusuydu. Ben kısa lark içiyordum, kendisi ise uzun marlboro. Benim sigara içmemi istiyordu. Hem de kendisi içmiyormuş gibi. Bu konuda çok kavga ettik ama bir türlü anlaşamadık. Onun dışında her şey yolundaydı.

  Bir gün müdüresinin bizi yemeğe davet ettiğini söyledi. Nedenini sorduğumda ise gergin bir şekilde ’Nerden bileyim? Çağırdı gideceğiz işte. Sakın çok konuşma, efendi ol, Zerrin hanım benin kovulmamı engellemişti unutma, şimdi istese beni kapı önüne koyar’ dedi. Ben hiç Cenk’i bu kadar gergin görmemiştim. Bu gerginliğine bir erkek sebep olsa kesinlikle döverdi ama müdüresi karşısında eli kolu bağlıydı. Hem zaten yeni evliydik, bir sürü borcumuz vardı. Koltuk takımının, çamaşır makinesinin borcu bitmemişti. Üstüne üstlük annem laf etmesin diye yeni perde almalıydım ve bunu Cenk’ e nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Perdeleri kaynanam getirmişti ve çok çirkinlerdi. Yeni perde alın diye annem başımın etini yiyordu.

  Zerrin hanımlara misafirliğe gideceğimiz gün gelip çattı. Dolmuşa bindik ve yol boyunca Cenk beni tembihledi,’ Sakın çok lafa girme, çok bilgili insanlar bunlar; karı koca banka müdürü. Benim kovulmamda, terfi almamda Zerrin hanımın elinde.’ Bir annenin çocuğunu tembihlediği gibi Cenk de beni tembihledi.


  Zerrin hanımlara gittiğimizde çok şaşırmıştım. Bu kadar güzel ve temiz bir ev görmemiştim. Koskoca banka müdürü evini ne güzel temizliyor diye içimden geçirdim. Yemeklerde son derece güzeldi. Sohbet konusunu ise genellikle banka mevzusuydu. Zeynel bey de eşi Zerrin hanım gibi son derece mesafeli insanlardı. Çok sıkılsam da sıkıldığımı belli etmeden az alfa karışarak onları izledim.


  Zerrin hanım çay servisi yaparken Cenk’in gözlerinin içine bakıyordu. Bir anda bu bakışlardan nefret ettim. Çünkü Cenkte o bakıştan memnun gibiydi ve gülümsedi. Cenk’i gülümsemesi Zerrin hanımın gülümsemesine sebep oldu. Ben bu gülümsemeleri çok iyi biliyordum. İki sevgilinin kendi aralarındaki gülümsemeleri gibiydi. O an anladım ki Cenk ile Zerrin arasında bir şeyler var.


  Davet bitti ve eve geldik. Cenk yine aynı çocuğuyla konuşurmuş gibi bana ‘Aferin’ dedi. Aferini aldığım an çılgına döndüm ve Cenk’e bağırmaya başladım. Hem bağırıyor hem de vuruyordum. Küfürleri ettim hem Cenk’ e hem de Zerrin kaltağına. ‘Yediğiniz bokun farkındayım, o yaşlı kaltakla aranda bir şeyler var. Ben çocuk değilim. Ben anlarım. O kaltakla aranda bir şeyler var. Beni onun ile aldatıyorsun. O iş toplantıları, eğitimler hepsi yalan!’


  Söylediklerimi dinledikten sonra Cenk beni itti sonra da çok sağlam bir tokat attı. Tokadın etkisiyle yere düştüm. Kalkıp tekrar saldırdım ama bu sefer daha güçlü bir tokat attı. Yine yere düştüm ve ağlamaya başladım. Cenk gidip yatağa yattı ben de kanepe de uyudum. 


  Aradan geçen günlerde bana hiçbir açıklama yapmadı, ben de konuyu hiç açmadım. Yapmadım etmedim deseydi inanmazdım ama yine de yalan söylemesini istedim. Yalan bile söylemeyince beni aldattığına kesinlikle emin oldum. Daha evleneli üç ay olmuştu ve ben aldatılmıştım. 


  Bizim sokaklardan öğrendiğim bir tek şey vardı. Sana yapılan kötülüğün altında kalma. Sana kötülük yapana sen daha büyük kötülük yap. Cenk bana kötülük yapmıştı ve bende bunun öcünü alacaktım. Hem de mislisi ile.


  Başıma gelenleri anneme söylemedim ama yanağımdaki kızarıklıktan annem dayak yediğimi anlamıştı. Kendiside yıllarca dayak yememiş miydi? Anlaması normaldi. ‘Aldırma kızım’, dedi. Başka bir şey demedi. Perde almamız kesinlikle gerekliydi. Annemle beraber perdeciye gitmeye kadar verdik. Annem ‘Çok iyi bir perdeci varmış, adam çok titizmiş. Ona gidelim’, dedi. Kabul ettim ve beraber yola çıktık.


  Dolmuştan inince çok yürümeden dükkanı gördük. ’Perdeci Kubilay’ yazıyordu tabelada kırmızı üzerine beyaz renkte yazıyla. İçeride tertemiz kıyafetiyle, çok güzel ütülenmiş pantolon ve gömleği ile Kubilay bey oturuyordu. Bizi çok nazik bir şekilde karşıladı. Dükkanda her şey Kubilay bey gibi temiz ve muntazamdı. Beraber baktıktan sonra bir perde beğendik ve ölçüleri verip çıktık. Bana iki gün sonra hazır olacağını söyledi ve elemanla beraber göndereceğini söyledi. Kartını alıp teşekkür edip çıktım.


  Ne kadar farklı bir adam dedim kendi kendime. Hayatım boyunca hiç bu kadar nazik ve efendi bir adam görmemiştim. Sigara yakmak istediğimde perdelere kokunun sinmesinden korktuğunu ve ondan dolayı izin vermeyeceğini söylerken ne kadar zarifti. Başkası sigaramı dışarıda içmemi söylese kesinlikle kalkar giderdim, hayatta da oradan alışveriş yapmazdım. Fakat Kubilay bey söylediğinde hiç gocunmadan çıkıp sigaramı içtim.


  İki gün sonra elemanı ile sabah erken saatte perdeyi gönderdi. Göndermeden de önce telefon edip müsait olup olmadığımı sordu. Adamın her hareketinden asillik, efendilik akıyordu. Benim kocam ise beni müdürü ile aldatıp, üstüne üstlük dövüyordu. Bir an da Cenk’e olan kızgınlığımdan nasıl kurtulacağıma karar verdim. Zaten Cenk’i aldatacaktım ve aldatacağım kişi kesinlikle Kubilay bey olacaktı.


  Perdeleri takıp kontrol ettim. Kesinlikle harika olmuşlardı ama bir sorun varmış gibi davranıp Kubilay beyi eve getirmeliydim. Diğer gün sabah erkenden Kubilay beyin dükkanına gittim. ‘Perdelerin dökümünde bir sorunum var. Dükkanda durduğu kadar evimde güzel durmadı.’, dedim. Getirdiğim takdirde değiştirebileceklerini söyledi. Ben ise ağır taşıyamadığımı evimin uzak olduğunu söylediğimde ise, ‘İsterseniz sizinle geleyim. Hem sizi bırakmış olurum hem de perdeleri almış olurum’, dedi.


  Citroen marka eski ama çok güzel bir arabası vardı. Kıpkırmızdı ve parlıyordu. İçi de dışı gibi tertemizdi. Yolda acaba bu adamın evi nasıldır diye düşündüm. Sigara içmek istediğimi söylesem izin vermeyeceğini biliyordum ama o an birkaç nefes sigaraya çok ihtiyacım vardı. Kocamı, lise aşkımı, sevdiğim tek erkeği aldatmak üzereydim. En azından gerginliğimi alır diye düşündüm. Çantamdan sigaramı hızlıca çıkarttım ve birkaç nefes aldım. Benden söndürmemi isteyeceğini bekliyordum ama hiçbir şey söylemedi. Sigaram bittiğinde eve gelmiştik. Ben arabanın içindeki küllüğe sigaramı söndürüp indim.


  Beraber eve doğru yürümeye başladık. Eve yaklaştığım her adımda, aklıma Cenk’i ve Zerrin kaltağının bana yaptıklarını getiriyordum. Yoksa her an vazgeçebilirdim. Beraber eve çıktıktan sonra yatak odasına götürdüm Kubilay’ı. Perdelere bakarken bir anda elinden tuttum ve yatağıma uzandık. ‘Çok sigara kokuyor, bir saniye müsaade eder misin?’ dedi. Üzerindekileri teker teker çıkartıp katlayıp sandalyenin üzerine koydu ve yanıma geldi.

9 Kasım 2008 Pazar

KIRK TAS SU


‘ Seni seviyorum, ama bu ilişki yürümüyor. Ayrılmalıyız.’, demişti Tuğçe. Kıpır kıpır, çok tatlı bir kızdı. Bahadır ile üç aydır çıkıyorlardı. İlk günlerde çok mutluydu Tuğçe. Bahadır’ın süprizleri, aldığı hediyeler, neşeli kişiliği, sahiplenmesi… Tüm bunlar çok hoşuna gidiyordu. Bahadır’ın yanında kendini güvende hissediyordu.


İlerleyen günlerde Bahadır’ın aşırı ilgisi korkutmaya başlamıştı Tuğçe’yi. Bir yere yemeğe gittiklerinde Bahadır, Tuğçe’nin duvara bakan tarafta oturmasını istiyordu. Çevrelerindeki insanların bakışlarından rahatsız oluyor ve sinirleniyordu. Bahadır’ın öfkesi ve aşırı korumacı tavrı Tuğçe’yi korkutmaya başlamıştı. Bahadır’ ı sinirlenmeden ayrılmak istiyordu, ama başaramadı. Bunu söylediğinde Bahadır çılgına döndü, Bağırmaya başladı. Bir kafede oturuyorlardı ve herkes onlara bakıyordu, fakat Bahadır’ın gözü kimseyi görmüyordu. Tuğçe ağlamaya başladı, kafedekiler rahatsız oldular ama Bahadır durmadı. ‘Orospu’ dedi ve basıp gitti. Bir daha birbirlerini görmediler.


‘Sorun sende değil bende, en iyisi ayrılmak, senin de zamanını harcamak istemiyorum’, demişti Leyla. Beş aylık bir ilişkisi olmuştu Bahadırla. Kendini çok güzel bulmazdı, ergenlik sivilcelerinin izleri vardı yanaklarında ve bunun kendisini çirkinleştirdiğini düşünürdü. Bahadır’ı ise çok beğenirdi. Giyinişine, tarzına ve özellikle gülüşüne aşık olmuştu. Bahadır’ı çok yakışıklı buluyordu ve bu kadar yakışıklı bir sevgili olması çok hoşuna gidiyordu.


Bahadır, Leyla’yı telefonla aradığında, telefonunun meşgul olmasını çok kıskanmıştı. Kıskanılmak Leyla’nın çok hoşuna gitmişti. ‘Beni ne kadar çok seviyor.’, diye düşünmüştü. Hatta Bahadır’ın kıskançlıkları gururunu okşuyor gibiydi; bahadır kıskanmadığı zaman üzülürdü.


Bir gün Leyla yere düşen anahtarını almak için eğildiği anda belinin açılması ve kilodunun gözükmesine öyle sinirlenmişti ki bir anda kendini kaybetti. Leyla’ya akıl almaz sözler söylüyordu. Kızcağız sokağın ortasında yediği o kadar laftan şaşakalmıştı. Ağlıyordu ve kendini çaresiz hissediyordu.


Bu olaydan sonra aralarına soğukluk girdi. Bahadır’ın tüm barışma çabaları başarısız olmuştu. Leyla ne telefonlarına çıkıyordu, ne de mesajlarına cevap yazıyordu. Leyla son mesajını gönderdi. ‘Sorun sende değil bende, en iyisi ayrılmak, senin de zamanını harcamak istemiyorum’ .Çılgına döndü bahadır ve son mesajını yazdı ‘Çirkin orospu!’


‘Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Bu ilişki beni boğuyor’, demişti, Maral. İçine kapanık, yalnız bir kızdı, daha önce kimse ile çıkmamıştı. Bahadır hayatına girdiğinde sevgili olacaklarını anlamıştı. Tanıdığı kimseye benzemiyordu Bahadır. İlgiliydi, neşeliydi. Maço bir yanı vardı ama komikti de. Önceleri Maral çok naz yapsa da Bahadır’ın ısrarlarına daha fazla dayanamadı ve sevgili oldular.


Maral gece gezmelerini, kalabalık ortamlarını hiç sevmiyordu. Hele yüksek sese hiç tahammülü yoktu. Evde oturup kitap okumayı, Fransız filmlerini izlemeyi daha çok seviyordu. Maral’ın bu evcimen tavırları Bahadır’ın çok hoşuna gitse de, aradığı ilgiyi bir türlü bulamıyordu. Konuşacak çok ortak noktaları yoktu. Bahadır’ın ilgisi her geçen gün Maral’ı sıkmaya da başladı. Tişörtünün içinden sütyeninin belli olmasından rahatsız olduğunu belirttiği anda Maral kararını verdi. Kalabalık bir caddede yürüyorlardı ve Maral ayrılmak istediğini söyledi.


Bahadır yine bir sinir krizi geçirmeye başladı. Etraflarındaki kalabalığa aldırmadan bağırmaya başladı. Sevgisinin büyüklüğünden ve Maral’ın bunu anlamadığından bahsederken belki kırk kişi dönmüş onlara bakıyordu. Bahadır öyle bağırıyordu ki yüzü kıpkırmızı olmuştu ve boğazındaki damarlar şişmişti. Maral bir süre şaşkın şaşkın Bahadır’a baktıktan sonra bir taksi durdurup binip kaçtı. Bahadır hala arkasından bağırıyordu ‘Orospu!’


‘Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Ara verelim’, demişti Oya. Bir yılı aşkın süre bir ilişkileri olmuştu. Birbirlerine çok yakışan bir çift olmuşlardı. Bahadır’ın tüm kıskançlıkları Oya’nın hoşuna gidiyordu. Bahadır da Oya’nın yanında daha sakindi. Hem artık yaşı otuzu gelmişti ve evlenmek istiyordu. Oyadan daha iyisini bulamam diye düşünmüştü. Ama her konu açıldığında Oya daha hazır değilim diyor, daha sonra Bahadır öfke nöbeti geçiriyor, tartışıp kavga ediyorlar, -Oya da altta kalmıyor- ve barışıyorlardı.


Bir gün yine bir kavganın sonu gelmedi ve ‘Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Ara verelim’, dedi Oya. Bahadır şaşırıp kalmıştı. İlk kez bir sevgilisini kaybetmekten korkmuştu. Evlenmek istediği kız ara verelim diyordu. Kabul etti ama her gün çiçek gönderdi , her gece ‘İyi geceler Aşkım’ diye mesajlar gönderdi Oya’ya.


Derken bir gün Bahadır kahvede arkadaşları ile otururken Oya’nın başkasının arabasında görüldüğü haberi geldi. Bunu duyan bahadır delirirdi, önce haber getirene saldırdı. Daha sonra telefonuna sarılıp Oya’yı aramaya başladı. Oya yine telefonunu açmıyordu. Sinirlendiği zaman kendini kontrol edemeyen Bahadır ilk iş olarak Oya’nın evinin önüne gitti, kapıyı çaldı. Açan annesiydi, Oya’nın evde olmadığını söyledi. Bunun üzerine Bahadır kapının önünde beklemeye başladı. Bir süre geçtikten sonra kırmızı bir opel kapının önünde durdu. İçeriden bir adam çıktı ve hemen diğer kapıyı açtı. Kapısı açılan kadın Oyaydı. Yüzünde çok sade ama içten bir gülümseme vardı. Arabadan indiği anda ise o gülümsemesi bir anda gitti ve yerini telaş dolu bakışlara bıraktı. Çünkü Bahadır üzerlerine doğru yürüyordu. Tek yumrukta kapıyı açan adamı yere serdi. Yerdeki adamın suratına kösele ayakkabısı ile iki tane de tekme attı. Suratı kanlar içerisindeki adam bayılmıştı. Oya koşarak apartmanın içine, eve doğru koşmaya başladı; arkasından da Bahadır.


Oya’nın babası seslerden şüphelenip evinin kapısına çıktı. Kızı, babasını görünce ‘Baba’ deyip arkasına saklandı. Öfkeden deliye dönen Bahadır, Oya’nın babasına da saldırdı. Yaşlı adamı merdivenlerden aşağı yuvarladı. En sonrada evinin içinde Oya’yı yakaladı ve kafasını duvara vura vura dövdü.


Sesleri duyan komşular eve girdiler ve Oya’yı Bahadır’ın elinden zor aldılar. Kızcağız bayılmıştı ve belli ki sağ elmacık kemiği kırılmıştı. Oya’nın babasının sol kolu da iki yerinden kırılmıştı. Oya’yı eve getiren adamın ise boynunda zedelenme vardı. Olay polise intikal etti. Bahadırdan korkan Oya ve babası şikayetçi olmasa da Bahadır’a kamu davası açıldı. Bahadır para cezası ile beraat etti.


***

‘Genelevde çalışanlara orospu denmemek gerek, asıl orospular dışarıda. Onlar hayatın acı yüzünü görmüş zavallılar. Aslında onlara köle denmeli’. Bahadır bu cümleyi artık her yerde ediyordu. Hayatındaki hiçbir kadını iyi anmıyordu. Ne annesini –üç yaşındayken terk etmiş- ne de eski sevgililerini.

Gecesi gündüzü belli olmayan bir hayat sürüyordu ve artık bundan sıkılmaya başlamıştı Bahadır. Kahvede oturmak değil evinde karısı ile oturmak istiyordu ama kadınlara da güveni kalmamıştı. Hiçbir kadınla bırakın flört etmeyi konuşmayı bile tahammül edemiyordu. Aklında ise kendi değimi ile ona ilk kez ‘erkek gibi’ hissettiren kadın vardı. Adını bile bilmediği, yaşadığı şehrin genelevinde çalışan bir kadın. Bir kez gördüğü ve hiç unutamadığı.


Henüz daha ergenliğinin ilk yıllarındayken, mahalledeki ağabeyleri geneleve gitmeye karar vermişlerdi. Harçlıklar biriktirilmiş, planlar yapılmıştı. Bahadır’ın içeri girecek parası olmadığı için kapıdan bakıyordu. Ağabeyleri ise içeri girmişti. Bir süre sonra genelevde çalışan kadınlardan biri Bahadır’a laf attı.


‘ Gelsene yakışıklı. Ne o korkuyor musun? Biz adam yemeyiz’, kadın sesi çok işveliydi. Bahadır, ‘ Param olsa keşke’, diye içinden geçirirken kırklı yaşlarda bir başka genelev çalışanı, laf atan arkadaşına kızdı.

‘ Ne yükleniyorsun çocuğa! Belli ki parası yok! Olsa girmez miydi içeri!’ Bahadır utanmıştı ve yüzü kızarmıştı. Kırkını geçmiş genelev çalışanı tekrar Bahadır’a döndü ve,

‘ Gel ablacım benimle’ dedi.

Bahadır şaşkındı. Kıpkırmızı yüzü ile ayakları titreye titreye genelev çalışanını takip etmeye başladı. Kadın, Bahadır’ın daha önce böyle bir deneyim yaşamadığının farkındaydı. Karşısında, kıpkırmızı ve terden sırılsıklam olmuş bir ergen vardı. Bu görüntüye son derece alışkındı aslında. Bahadır’ın yanına oturdu ve bir öğretmen edası ile cinsellik hakkında bilgiler verdi,

‘ Sakın heyecanlanma tamam mı? Her şey çok basit olacak, eğer kendini çok kasmazsan sorun çıkmaz. Derin nefesler al tamam mı?’. Kadının sesinin sakinliği ve güvenirliği Bahadır’ı etkilemişti. Kadın daha sonra sakince Bahadır’ı soydu ve ilişkiye girdiler.

İlişki sonrasında Bahadır kendini çok farklı hissediyordu. Ürkekliği bir anda üzerinden atmıştı. Artık kendini erkek olarak görüyordu. Kadın, ilişki esnasında da, ilişki sonrasında da Bahadır’ın erkekliğini övmüştü. Bu kelimeleri duymak Bahadır’ın ezikliğinin üzerinden atmasına yol açmıştı. Yatakta birkaç dakika çırılçıplak yattılar. Bahadır kadına, kadın da Bahadır’a sarılıyordu. Daha sonra Bahadır kendine hiç beklenmeyen bir hareket yaptı ve kadının üzerine çıkıp bir kez daha ilişkiye girdiler. Bahadır bu sefer hiçbir çekingenlik göstermeden tüm kontrolü elinde tuttu. Sanki on dakika öncesine kadar bakir olan o değilmiş gibi. İkinci sevişmelerinden sonra kadın, artık gitmesinin gerektiğini zaten patronlar sorunlar yaşadığını söyledi. Önce kendisi geceliğini giydi daha sonra da çıplak olan Bahadır’ı kendi elleri ile giydirdi. Daha sonra ateşli bir öpücük ile Bahadır’ı odadan uğurladı.

Bahadır hayatı boyunca bu kadını unutamadı. Daha sonra para biriktirip aynı kadını görmeye defalarca kez gitti ama rastlayamadı-bir hafta sonra patronu öldürtmüş- başka genelev çalışanları ile de ilişkiye girmiyor, sadece adını bile bilmediği o kadını arıyordu. Daha sonra artık orada çalışmadığını duyduğunda ise sevinmişti. Demek ki birisi o zavallı kadını bu hayattan kurtardı diye düşünmüştü.

Artık hayatında iyi andığı tek kadın oydu. Adını bile bilemediği o zavallı köle.

‘ Bundan önce de hayatıma kadınlar girdi. Hepsini sevdim ve sahiplendim ama hepsi bana kazık attı. Hepsi orospuydular. İstediğin geneleve koy, hiçbiri yabancılık çekmez. Hatta orada işlerini de en iyi şekilde yaparlar. Para için yapamayacakları hiçbir şey olamayan namussuzlar.’, demişti bir içki masasında arkadaşlarına.

Aklında genelevden kadın çıkartmak vardı Bahadır’ın. Kırk tas suya bakardı nasılsa. Hem kadınlar saç renklerini değiştirdiği mi kimse tanıyamazdı ki. Hem en iyisi kapanmalarıydı. Alırdı bir zavallıyı; hem tövbe ettirirdi, hem de evinin kadını yapardı. Hem bir yuvası olurdu, hem de sevaba girmiş olurdu. Hiç yoktan getireceği kadın, kadir kıymet bilirdi. O hayattan kurtardığı içinde minnet ile yaşar kocasına hizmette kusur etmezdi.

Ergenliğinden sonra ilk kez geneleve gitti Bahadır. Gördüğü zavallı genelev çalışanları hem acıyan gözlerle hem de eş seçmek istercesine bakıyordu. Beyaz dökümlü bir geceliği olan, esmer, yere bakan bir kadın gördü içeride. En fazla yirmi beş yaşında olmalıydı. Yanına gitti; kadın,’ Yirmi dört numaralı oda’, dedi. Bahadır odaya çıktı ve kısa bir süre sonra da kadın yanına geldi. Yanına gelir gelmez, Bahadır’ın gömleğinin düğmelerini açmaya başladı kadın. Bahadır kadının elini tuttu ve ‘Dur!’, dedi.

’Ben buraya o işi yapmaya gelmedim. Seninle konuşmak için geldim’ dedi. Kadın çok net bir ses tonu ile,

‘Polis misin?’ dedi

‘ Değilim, sadece seni çok beğendim, istersen seni bu hayattan kurtarabilirim’

‘ Kurtar beni yakışıklı’, dedi kadın. Yüzünde çok çirkin bir gülümseme ile. O an Bahadır’ın midesi bulandı. Karşısındaki kadına olan tüm acıması gitti. Sinirli bir biçimde kalktı ve gitti.

Bu şansız tecrübe Bahadır’ın umudunu kırmamıştı. Genelevlere gidip kendisine eş bakmaya devam etti. Aradığı tek şey bu hayattan kurtulmaya çalışan birini bulabilmekti. Bir başka genelevde sarışın bir kadınla odaya çıktı. Kadının sessizliği Bahadır’ın hoşuna gitmişti. Yatakta Bahadır’ın yanına oturduğunda ilk hareketi yapmaya bile çekinir bir hali vardı. Tüm bunlar Bahadır’ın aradığı şeylerdi. Kadının çenesinden tuttu ve gözlerinin içine bakarak sordu:

‘ Ne işin var burada? Kim düşürdü seni?’. Kadın soruyu duyunca bir anda sinirlendi, göz bebekleri büyüdü, eliyle Bahadır’ın çenesinde olan elini indir ve dedi ki,

‘ Senin gibi bir şerefsiz düşürdü işte! Hep aynı soru! Ne yapacaksın ki düşürdü!’. Bahadır şaşıp kalmıştı. Bu cevabı hiç beklemiyordu. Yine kapıyı çekti ve çıktı.

Bu bozgundan sonra yine pes etmedi Bahadır. Bir başka geneleve daha gitti. Bu sefer koyu kızıl saçlı esmer bir kadın gördü. Garip bir şekilde işte bu dedi. Yanına gitti ve,

‘ İstersen seni bu hayattan kurtarabilirim’ dedi. Kadın şaşkındı,

‘ O kadar basit değil buradan çıkmak, yüz milyarlık senet imzalattılar, nasıl çıkıyor muşum? Kusura bakma arkadaş, sen başkasını kurtar benden geçmiş’ dedi. Aldığı cevap Bahadır’ın çok hoşuna gitmişti. Kadının sözleri umutsuz olsa zavallılığı Bahadır’ın aradığı şeydi.

‘ Orasını sen bana bırak. Yarın gelirim ve seni alırım. Bu arada benim adım Bahadır’

‘ Bende Melahat ama uğraşma arkadaş, bu iş zor.’

‘ Yarın akşama bavulunu hazırla’ dedi Bahadır ve çıkıp gitti. Biraz birikmiş parası vardı. Gidip bankadan onu çekti, yanına birkaç arkadaşını da alıp diğer gün öğlen geneleve gittiler.

Arkadaşlarından biri adam öldürmekten dolayı aranan, çevresine nam salmış biriydi. Genelevi işleten kadın hemen onu tanıdı. Bahadır kırk milyar parasını kadına verdi ve,

‘ Melahat’ı alıyorum. Onu bu hayattan kurtaracağım, nikahlı karım olacak. Bir itirazın var mı?’ dedi. Genelev sahibi kırk milyarı az bulduğunu söylese de Bahadır’ın yanında getirdiği arkadaşlarından da çekindiği için bir söz söyleyemedi. Kasasını açtı ve Melahat’a imzalatmış olduğu senedi Bahadır’a teslim etti.

Bahadır ise Melahat’ın yanına gitti. Elinden tutup o pislik yuvasından, o lanet yerden çıkarttı. Melahat arkadaşları ile bile vedalaşamadı. Genelevden uzaklaşırken ağlıyordu. Neden ağladığını soran Bahadır’a ise yutkunarak

‘ Bilemiyorum kocacım’ dedi.

‘ Nereye gidiyoruz’ diye sordu Melahat. Yaşadığı günün şaşkınlığını ile. Bahadır sakin bir ses tonu ile,

‘ Önce hamama, sonra da evimize’ dedi.

*****

Melahat ile Bahadır hemen o hafta evlendiler. Bahadır düğün de yaptı, Melahat’a gelinlik de giydirdi, kırmızı kuşağını da bağlattı. Soranlara, Melahat’ın kimsesiz çocuklar yurdunda büyüdüğünü söyledi. Ondan pek akrabası yoktu. Düğüne kız tarafından sadece Melahat’ın ablası ve ablasının eşi geldi. Zaten zavallının başka da akrabası yoktu.

Düğünden sonra Bahadır ile Melahat’ın çok güzel bir yılı geçti. Bahadır sabah işe gidiyor, akşam işten geliyordu. Melahat ise evde ev işleri ile ilgileniyor Bahadır’ın bir dediğini iki etmiyordu. O kadar iyi bakıyordu ki eşine, Bahadır bir yılda on kilo aldı. Geçmişten hiç konuşmuyorlardı.

Bir yılın sonunda Melahat evde oturmaktan sıkılmaya başladı. Belki de bir çocuk çok iyi olurdu. Hem Melahat’ı oyalar hem de evin neşesi olurdu. Birkaç ay denemelerine rağmen bir türlü Melahat gebe kalamıyordu. Bu gelişme Bahadır’ın sinirlerini germeye başladı. Sudan bir sebepten dolayı ilk kez Melahat’ı ilk kez dövdü. Melahat ise hiç karşılık vermeden mutfağa gidip sessiz sessiz ağladı.

Gebe kalamamasının sebebinin eski hayatı olabileceğini biliyordu. Daha önce bir bulaşıcı hastalık geçirmişti ama bunu bir türlü Bahadır’a söyleyemiyordu. Sorunun Bahadır da olma ihtimali ise Melahat’ı daha çok korkutuyordu. Böyle bir sorunla Bahadır başa çıkamazdı.

Diğer gün Bahadır’ın işten gelme saati geldiğinde, Melahat cama çıktı ve kocasını beklemeye başladı. Sokağın başında beliren Bahadır’a pencereden el sallayıp gülümsedi. Bunu gören Bahadır’ın bir anda yüzü asıldı. Merdivenlere koşarak çıkan Bahadır kapıyı açan Melahat’a sağlam bir tokat aşketti.

‘ Ben yokken tüm gün pencerede gelen geçene el mi sallıyorsun orospu!’ Melahat iki gecedir üst üste dayak yiyordu ama onu asıl yaralayan bu gece duyduğu ‘orospu’ kelimesiydi. Onu o hayattan kurtaran adam ilk kez ona o ithamda bulunuyordu. Sabaha kadar mutfakta oturdu ve ağladı.

İlerleyen günlerde bir türlü gebe kalamamasının da verdiği gerilimle yediği dayaklar arttı Melahat’ın. Bahadır iyice kontrolden çıkmıştı. Saçma sapan sebeplerden dolayı Melahat’ı her gün dövüyordu. ‘Orospu’ kelimesi ise artık dilinden düşmez olmuştu.

Melahat geçen altı ay sonunda kendini cehennemde gibi hissetmeye başlamıştı. Genelev günlerini bile özler hale gelmişti. Yanına gidebileceği, sığınacağı bir akrabası da yoktu ki. Zaten olsa zamanında geneleve düşmezdi. Bahadır artık her gün Melahat’ı dövüyordu ve Melahat dayanamayıp kaçmaya karar verdi.

Gideceği bir yer, güvenebileceği kimsesi yoktu. Biraz birikmiş parası vardı. Başka bir şehre gider, bir otelde bir süre kalırım. Sonra da bir yolunu bulurum. Nasılsa Bahadır’ın yanından kötü olmaz diye düşündü.

Sabahleyin erkenden kalktı Melahat. Daha gün yeni ışıyordu. İlk iş olarak evin telefonunun kablolunu kesti, daha sonra bir bavula kendi eşyalarını, diğer bavula Bahadır’ın tüm pantolon ve pijama altlarını koydu. -Yaz olduğu için Bahadır kilodu ile yatıyordu.- Bahadır kendisine cep telefonu almasına izin vermemişti, onun için Bahadır’ın cep telefonunu da yanına aldı. Son olarak da evin tüm anahtarlarını alıp, Bahadır’ın üzerine kilitleyip kaçtı. Otogara gitti ve ilk otobüse binip şehirden uzaklaştı.

Bahadır uyandığında yanında Melahat’ın olmadığını gördüğü an durumu anladı. Altına giyecek bir şey bulamaması ve üzerine kapının kilitli olması onu iyice çığırından çıkarttı. İlk iş olarak pencereden aşağıda geçen bir arkadaşına bağırıp kendisine pantolon getirmesini söyledi. Daha sonra evin kapısını kırdı ve otogara gidip hangi otobüse bindiğini öğrendi. Sonra da gaza basıp Melahat’tan önce o şehre vardı.

Otobüsten indiği anda karşısında Bahadır’ı gören Melahat hiç direnmeden arabaya bindi ve beraber evlerine döndüler. Bahadır, Melahat’ı sabah kadar dövdü. Sabahta işe giderken kapıyı üzerine kilitledi. Geldiğinde ise Melahat’ın cesedini koridorda buldu.-beyin kanaması-