25 Ocak 2016 Pazartesi

pazartesi - ikizini bıçaklayanlar

Her sene hükümlülerden bazı özel olanları seçer ve fikir telakkisi yaparım pazartesiterakkiperverleri. Bu sene konsept olarak ikizini bıçaklayan kadınları seçtim. Geçen sene sadece on kadın ikizini bıçaklamış. Ekibi topladım, yuvarlak masaya oturttum; özlemişlerdir diye önlerine birer portakal ve soysunlar diye birer bıçak koydum. Ben bir yalan uydurdum.

*Yanıldığı zaman “Beni siz değil tarih yargılasın” diyebilecek kadar delirebilmeli
*Ayazla muhatap kaldığında burnu çok tatlı kızarmalı.
*Vakıf olmadığı konular hakkında vakıflar il genel müdürlüğüne dilekçe yazmalı.
*Uff olduğumda öperek tedavi uygulamasına geçmeli.
*Zamanı durduramazsa da yavaşlatmaya kafa yormalı.
*Bazı geceler karatma uygulamalı.
*Suçluluk hissettiği zaman bu depresyona evrilmemeli.


Duma duma dum. “Aranızdan iki kişi ikiz kardeş. Siz dördüzmüşsünüz, ikişerli paylaşılmışsınız ve ikiniz de ikizinizi öldürmüşsünüz” dedim. Ortam buz kesti. Hepsi birbirlerine süzdüler. Bir tane japon vardı. Kimse ona bakmıyordu. On kadın sessizce portakallarını yedikten sonra gittiler. Biri birine saplayacak sandınız di mi? Hem de benim bulunduğum ortamda. Asla izin vermem. Benim olduğum ortamlarda şiddet benim tekelimdedir.

20 Ocak 2016 Çarşamba

An'da

An’da
Gündoğan uyandı ve banyoda yüzünü yıkadı. Krem rengi havlusu artık koyu turuncuya çalıyordu kirden. Yine de sildi yüzünü ve kahvaltı masasına oturdu sanki kahvaltılık bir şeyler varmış gibi. Buzdolabında biraz siyah zeytin vardı, naylon poşetteki ekmeği yokladı, taş gibiydi. Bu çöpe attığım kaçıncı ekmek diye içinden geçirirken paketine baktı. İki sigarası vardı. Birini aldı, çakmağı çaktı, ateş almadı; bir daha denedi, yine ses yok. Çakmağı duvara çaldı. Kırılmadı çakmak. Ayağa kalktı, ocağı yaktı, eğildi ve iki büklüm sigarasını yaktı. İşte o esnada:
*Tüm yurtta, yavru vatan Kıbrıs’ta ve kardeş ülke Azerbaycan’da kimi erkekler, kızların bazılarına “Seni seviyorum” dedi. Kızların büyük kısmı zaman istedi. Bir kızın zaman istemesi evet ya da hayır diyeceği hakkında asla bir ipucu değildi ama genelde hayır derlerdi. Bir kızı eskiden on erkek isteyip biri alırken rakamın günümüzde elli hatta yüz erkeğe kadar çıktığı gözükmüştü. Erkeklerin heyecanlı bekleyişleri an itibari başladı.
*Bazı insanlar deliler gibi güldü. Bu insanların bazıları ise gülerken delirdiler. Delirme bir süreçti belki ama ne olursa olsun o ‘bir an’ vardı. O anda çizginin diğer tarafında geçiliyordu. İşte bazıları çizgiyi geçti. Aileleri durumu hep en geç fark eden ve en son kabulleneneler oldu. Ve süreç şöyle devam etti. Doktor, hoca, doktor, hoca, sokak, doktor, sokak, Mersin Kazan’lı da bir hoca varmış duydun mu?
*Birileri birilerine ateş etti. Bazıları bazılarını vurdu, bazı kurşunlar insanları sıyırdı, bazıları karavana. Kimileri kaza kurşuna gitti, bazı kurşunlar atmosferde gidebildiği kadar gitti ve sonra yeryüzüne geri düştü. Silahların bazısı otomatik, bazısı yarı otomatikti. Şartlar ne olursa olsun değişmeyen tek şey ise namludan çıkan kurşunun mutlaka bir iz bıraktığıydı.
*Bazı çalışanlar çalışıyor gibi yaptılar patronlarını kandırmak için. Boş ekrana bakıp, klavyeyi okşadılar ya da telefonlarını alıp konuşuyor gibi yaptılar. Masaları bilgisayarlarının ekranları yapışkanlı kağıtlara yazılmış notlarla doluydu. Dışarıda çalışmak zorunda olanlar ise dolanıp durdular; GPS sinyallerini kandırmanın bir yolunu buldular. Patronu kandırmak intikamdı. Kötülüğün hazzının yanında intikamın hazzı birleşince ‘çok süper’ oluyordu.
Duvara baktı Gündoğan.  Gözleri kısık. Sonra hafifçe başını yukarı kaldırdı. İşte o an:
*Kimiler ise dua etmeye başladı işte o an! İsteklerini sıraladılar. Bazı şımarık kızlar babalarından, kocalarından ya da sevgililerinden; dudaklarını büze büze, bebek taklidi yaparak lüks tüketim şeyler istedi. Kimi ise utana sıkıla arkadaşlarından elektrik faturasını ödemek için para. Kimi kediler ev sahiplerinin bacaklarına kafalarını sürterek taleplerini iletti. İsteklerin bir kısmı gerçekleşti, bir kısmı gerçekleşmedi. Ama değişmeyen bir şey varsa o da ağlamayana meme olmadığıydı.
Hareketsiz duruyordu Gündoğan ve aynı anda:
*Bekliyordu bazılar. Tüm bekleyenlerin içinde bir his olurdu, oluşurdu. Olumlu ya da olumsuz. Kişiye göre değişirdi bu. Olumlu düşünenler olumlu düşünmenin bir faydası olacağına inanır; olumsuz düşünenler ise beklemelerinin sonunda durum kötü olursa, kendilerini hayal kırıklığına hazırladıklarını düşünerek ihtiyatlı olduklarını düşünürlerdi. Düşünmek pek işe yaramaz… Bunu pek az kişi bilirdi.
Kapı çaldı. Kapıyı kimin çaldığını biliyordu, daha “Kim o?” demeden Gündoğan; demedi de zaten. Öyle oturdu. Zil birkaç kez daha çaldı, sonra zilin sesini kapıya atılan yumrukların sesi aldı. Tam o anda:
*Titriyordu kimileri. Soğuktan değil, korkudan. Bazısı korkudan altına işiyordu. Korkudan bayılanlar belki de en şanslılarıydı. Korkudan zıplayanlar bile vardı. Korku ne acayip şeydi? Birçok şekilde tezahür etse de tüm korkanları göz bebekleri büyüyor, hepsinin kalp atışları hızlanıyordu. Sakin sakin korkmak çok zordu. Ama imkansız değildi. Kimi korkana kal gelirdi. Yerlerinden kalkamaz olurlardı. Bakan sakin sanırdı ama kimse kimsenin içini bilemezdi.
İkinci sigarasını ilk sigarası ile yaktı ve sönmeye yüz tutmuş, eski sigarasını lavaboya attı Gündoğan. Silik bir coss sesi duyuldu lavabodan. Ve işte o esnada:

*Kimileri son sigarasını yaktı. Bu son, iki sonun önünü açıyordu. Son sigarasını içenlerin bir kısmı bir daha sigarasından nefes almayacak, diğer kısmı ise bir daha hiç nefes almayacaktı.

Milli Piyang

Milli piyang

Nail iyi bir adam. Bu hikayeyi okurken bunu aklınızdan çıkartmayın. Nail hep iyiliğinden kaybetmiş ve başına ne geldiyse iyiliğinden gelmiş bir adam…
1.
İki kızı var Nail’in bir de karısı. Çok çalışırdı ama hesapsızlığından geçinemezdi. Mesela gider kalkan balığı alırdı maaşını aldığı gün, şöyle kocaman bir tane; sonra karısına bir orkide, hem de çift dallı; kızlarına ayakkabılar ve Barbie bebekler; kendine ise çok işlevli bir İsviçre çakısı. Ve haliyle ayın kalanında sürünürlerdi. Patates, makarna yerlerdi ve mutsuz umutsuz televizyon izlerlerdi; reklamlar çıktığında kanal değiştirmezlerdi, maaile reklamlara bayılırlardı.
Huzurevinde hizmetliydi Nail. İşini severek yapardı. Yaşlıları ne yıkamaktan ne de altlarını değiştirmekten gocunurdu. İşi bitince oturur onların kendileri gibi pörsümüş anılarını da defalarca dinlerdi. İşten çıkınca da semtin göbeğindeki alt geçitte – iki tarafı da ilkokula bakan bir alt geçit- tezgah açar ve su tabancası satardı. Çok para kazanmazdı ama severdi su tabancalarını. Ağlayan çocuklara bedava bile verirdi. “Param yok sonra öderim” diyen herkese de inanmış gibi yapardı; çünkü çoğu kimse sonra ödemezdi. Bazense kimse su tabancası almazdı, ama o umudunu kaybetmez gülümseyerek yine tezgahını açardı. Akıllı telefonunun geri sayımını yarım saate kurar beklerdi.
2.
Gazetelerde okudu Nail, Suriye fena karışmıştı. Herkes birbirine ateş ediyordu; adeta bir Meksika çıkmazı! Silahları, cesaretleri ya da onurları olmayan bazı Suriyeliler’in sınıra dayandığı haberlerini okuduğu akşamın haftasında; tezgahının karşısında bir Suriyeli tezgah açtı. Birbirlerinin dillerini bilmiyorlardı. Kendi aksanlarınca Selamın Aleykümleştirler her akşam. Suriyeli tahta kaşık, sırt kaşıma şeyi, nihale –sıcak tencere tavanın altına konan tahta şey işte-, oklava, merdane falan satıyordu. Kış geliyordu. Adam üşüyordu. Eski yeleğini verdi adama, sonra da gidip kendine kaz tüyü bir yelek aldı bizimkisi. Yeleğin ücretini tam üç yüz elli yedi su tabancası satarak ödeyebilecekti.
Nail’in iyi ve hesapsız bir adam olduğunu bir kez daha vurguladıktan sonra devam edeyim. Suriyeler sardı dört bir yanımızı. Baktığımız her yerde onlar duruyordu. Biz onları görmek istemesek de; dileniyor, araba camı siliyor, inşaatlarda amelelik yapıyor, hırsızlık yapıyor bir şekilde hayatta kalıyorlardı. İnsanlar sevmeseler de, göz yumdular onlara. İşin altında yatan sosyolojik sebepleri irdelerim de burası yeri değil. Yoksa Anadolu insanı olmaktan da girerim, ensar – muhacir ilişkisinde de; korkudan ses çıkartmayıp bunu iyilik olarak sunmaktan da bahsederim, en tehlikeli düşmanın kaybedecek bir şeyi olmayan düşman olduğundan da…
3.
Nail’in ağzından dumanlar çıkıyordu konuşurken. Tarihler aralık ayını gösteriyordu, hava eksi on iki dereceyi; su tabancasının içine konan su birkaç dakika sonra donuyordu ama Nail tezgahını kapatmak istemiyordu. Suriyeli, Türkçe’yi kapmıştı; pis de bir mizahı vardı. Ayıp şakalar yapıyordu bazen. Bizimki ise başını diğer tarafa çevirip öyle gülerdi; güldüğünü görmesin, cesaret alıp şakalarına devam etmesin diye.
Nail tam tezgahını toplayacakken -28. dakika içerisinde- ; beyaz şapkasının üstüne Milli Piyang yazan kırmızı montlu, kırmızı pantolonlu, beyaz saç ve sakallı hatta son derece devasa göbeği olan bir adam gördüler. Evet sanki Noel Baba piyango bileti satıyordu. “Büyük ikramiye 55 milyon! Büyük ikramiye! 55 milyon!”
Nail ile Suriyeli’nin arasında durdu, Noel Dayı, lakabı Suriyeli yapıştırmıştı.  “Bilet ister misiniz gençler?” diyerek sohbet açtı. Kimsede kuruş yoktu. Sohbet genelde bu durumlarda ikramiye çıksa ne yaparsına doğru evrilir ama bu sefer öyle olmadı. Ne yapmazsın, onu konuştular.
Nail karımı boşamam, dedi. Aileme de arkadaşlarıma da ikramiyeyi kazandığımı söylemem. Bol keseden harcarım, ay sonunu düşünmeden. Suriyeli ülkeme dönmem, dedi. Amerika’da yaşarım. Ben de karımı boşamam ama üstüne bir tane de daha alırım. Şu kanatlı mankenler gibi olanlardan. Noel Dayı ise zerre iyilik yapmam, diyerek sohbeti taçlandırdı. Her kuruşunu haramda yerim. Bitince de bilet satmaya devam ederim. Güzel iş.
Kulakları kavlamıştı Nail’in. Alt geçitlerde ceyran çok olur. Hafif bir rüzgarla beraber üçünün de ilikleri dondu. Omuzlarını yukarı çektiler ve soldan bir kadının geldiğini gördüler. Kadın çok güzeldi. İçinde üç çirkin adam olan loş ve soğuk alt geçiti bile güzel kılacak kadar güzeldi. Bir kere çözünürlüğü yüksekti, renkleri parlıyordu, göz alıyordu. Üç seyyara doğru yürüdü ve bizimkine ağır çekimde, saçlarını savurarak dönüp “Dört tane su tabancası alabilir miyim?” dedi. Fiyatını bile sormadan. İki yüz liralık banklotların arasından bir elli lira çıkarttı ve uzattı. Aslında dört su tabancası altmış lira ediyordu. Ama kadın çok güzeldi ve en bozuk parası elli liraydı. Yetmezmiş gibi bozacak kadar parası da yoktu bizimkinin. Zaten böyle de kar ediyordu. Alışverişin sonunda kadın teşekkür ederken Noel Dayı, “Bilet almaz mıydınız?”, dedi. Kadın sadece kaşlarını kaldırdı ve yürüyüp gitti. Topuk sesleri seyyarların atışlarına karıştı ve merdivenlere doğru süzüldü. O gidince alt geçitteki ceyran da durdu. Kadının rüzgarı geçmiş ama sessizliği geçmemişti.
Nail geri sayımını yine başlattı. Kadından sonra kadın hakkında konuşulur ama öyle de yapmadılar. Milli piyang “Ben kaçar beyler, burada ışık yok” dedi ve ağır ağır yürümeye başladı. Alt geçiti terk ettiği gibi Suriyeli “Abi şu elliliği versene, para lazım. Sana yarın öderim” dedi. Bizimki parayı verirse eve kadar yarım saat yürümek zorunda kalacaktı ama ateşledi elliliği. Parayı alan Suriyeli “Neol dayı! Noel dayı!” diye bağırarak koştu ve çok uzaklaşmadan yakalayıp bilet aldı. Yılın geri kalanında hikayedeki kimse için de önemli bir gelişme şey olmadı.
4.
Ve evet tahmin ettiğiniz gibi oldu. Suriyeli’ye büyük ikramiye vurdu. Pis herif hem de tam bilet almış. 55 milyon kazandı! 2 ocak sabahı çekini aldı; öğleni televizyonlara çıktı, pis pis sırıttı, abuk subuk şakalar yaptı, Türkiye’de doğan herkesin sinirlerini bozdu; akşamı da atladığı gibi uçağa Amerika’ya uzadı.
5.
Sabah Nail işe geç gitti, pek geç kalmazdı. Tadı tuzu yoktu, yaşlılar meraklı soruları ile onu bombardımana tutsalar da cevap alamadılar. Ne karısına ne de başkasına biletin parasını verdiğini söylememişti. Suriyeli ulaşmak istediyse de bir yolunu bulamadı; telefonu kapalıydı, aynı evde yaşadığı yirmi kişi de ondan haber alamıyordu. Gitmişti adam, on gündür ses seda yoktu. Milli Piyang’ı akşam haberlerinde görmüştü, ağlıyordu, insan bir bahşiş atar diyordu.
İşten çıktı Nail. Bir Suriyeli kadın, yanında altı yedi yaşlarında çocuğu ile marketin önünde sırtlarını ağaca yaslamış şekilde bir kartona oturuyorlardı. Kadın elli metre öteden tanımıştı bizimkini. Daha önce de bozukluklarını paylaşmışlığı vardı kadınla. Bizimki yaklaşınca kadın, “Abi” dedi. Nail kadının kafasına gelişine bir tekme attı. Kadının kafası tekme ile ağaç arasında kaldı. Kadın bayıldı; çocuksa kaçtı.
-
Reportajçı: Peki Barış Bey bu hikayenizin adı ne için Milli Piyang? Okuyucularınız bu sorunu cevabını çok merak ediyor.

Peki Barış Bey: gerçekten de bir kış gecesi şapkasında Milli Piyang yazan bir biletçi ile karşılaştım. O an hikayenin bana doğru geldiğini gördüm ve kendimi bıraktım. Sonrası bol bol kahve, gözyaşı ve buhran.

18 Ocak 2016 Pazartesi

pazartesi - hayat dolu kadınlar

Bu salı kabul günümdü pazartesi andeferatibılları. Odalar, dernekler falan toplansın. Herkese on dört saniye süre vereceğim diye duyurmuştum. Sonu gözükmeyen bir kuyruk oldu. Mesela bazı ensesi kalınlar birçok derneğin başkanı olabiliyormuş. Onları tespit ve ıslah ettim. Artık herkes tek odaya ya da derneğe kayıt olabilecek.

*Her on dakikada bir yeni bir şey yapmalı.
*Vergiye ve yergiye tabi olmamalı.
*Sonsuzluk lafından herkesten başka şeyler anlamalı.
*Uzun sessizliklerle arası iyi olmalı.
*Biri derdini anlattığında dinler gibi yaparken beni düşünmeli.
*Kolaycılıkla kolaya kaçma arasındaki çizgi olmalı.
*Keyif vermeyen maddelerden bile keyif verici bir şeyler yapabilmeli.


Öğlenden sonra gibi hayat kadınları odası geldi. Gerçekten de birbirinden hayat dolu kadınlar. Biraz makyajı ve takıyı fazla kaçırmışlar ama olur o kadar. Tatlı tatlı oturdular on dört saniyeleri boyunca. Visite ücretlerine attırım talep ettiler ama visite ne diye soramadım; tabiki süremiz kısıtlı olduğu için. “Arkadaşlarla konuşayım, elbette ayarlamaları yapacağım,” dedim. Benim arkadaşım da yok. Neyse biriniz hallediversin. Hayat dolu kadınlar mağdur olmasınlar.

11 Ocak 2016 Pazartesi

pazartesi - and the oscar goes to...

Sinema kadar zaman kaybettiren bir şey yok pazartesi sinekolikleri. Elime bir kitap aldığımda hızlı hızlı okuyup altı sekiz dakika arası bitirebiliyorum ama filmi hızlı izleyemiyorum. Hızlandırdığım zaman ses çok komik çıkıyor, en ağır dramı bile komedi filmi sanıyorum.

*Kokusundan rahatsız olmadığı kimseyi öldürmemeli.
*Kahvesinin telvesini kendi için değil ülkesi için yorumlamalı.
*Kafa karıştırıcı instagram fotoları koymamalı.
*Kimsenin bilmediği bir şey bildiğinde, bunu kimseye söylememeli.
*Konstantrasyonunu bozanın konsantrasyonunu bozmalı.
*Kaşı ve kirpikleri arasında altın oran olmalı
*Küçük planların büyük uygulayıcısı olmalı


İşin kötüsü sinemanın bu gıygıylığından dolayı sizlerin algısı üzerinde büyük etkisi var. Yavaş ama etkili. İster istemez ben de Oscar, moskar, altın bilmembirşey ödülü alacak filmleri seçmek zorundayım. Bu hafta üç yıl sonra ödül alacak filmlerin senaryolarını okudum ve seçtim. Önümüzdeki hafta da bu sene ödül alacak filmler izleyeceğim. Haftaya kimse benden verim beklemesin. Beynim süngere dönecek!

4 Ocak 2016 Pazartesi

pazartesi - çin pingpong cumh.

Çin halk cumhuriyeti beni en çok zorlayan ülkedir pazartesi antikömünüstleri. Nedeni çok basit, manasız derecede kalabalıklar. Bunlara tek çocuk fikrini verdiğimde sorunu çözerim sanmıştım, olmadı. Şimdi bunlarda diğer ülkeleri kıskandıkları için demokratik bir seçim yapmaya kalkıyorlar ama on üç bin tane parti var. Nasıl oy verilecek diye akıl almaya geldiler. Sadece altı varil kolonya tuttum.

*Farklı kültürlerden mantarlar denemeyi sevmeli.
*Meyve kurutmayı sevmeli, sevdirmeli, önermeli ve zorlamalı.
*Kaçışı iyi olmalı.
*Eski sevgileri, sevgililik sürelerinin yarısı kadar zamanı önünde diz çöküp özür dileyerek geçirmeli.
*Kıskandı mı alnındaki damarlar belli olmalı.
*Fotoğraflarda ışığa göre gülümsemeli.
*Evlerinin önünün bayrak direği olmalı.


“Siz en iyi ne bilirsiniz”, dedim. Acayip bir ses uğultu. “Sadece tekme attıklarım konuşsun dedim” ve kabalığa bir uçan tekme aşk ettim. Kırklı yaşlarda bir teyze sanırım pingpong, dedi. Hemen masayı kurdurttum; “Servisimi karşılayan başkan, onun bacanağı başkan yardımcıdır” dedim. Beş gündür aralıksız servis kullanıyorum, çoğu bitti azı kaldı, ama henüz servisimi karşılayan olmadı.