15 Ağustos 2010 Pazar

pastırma kokusu

İki arkadaştılar. Veysel ve Faik. İki tutunamayan, iki kaybetmiş, iki yalnız, iki sapkındılar. İkisinin de aileleri vardı ama evlerine sadece uyumaya giderlerdi. Çocuklarını severlerdi ama kaçıncı sınıfa gittikleri bilmezlerdi. İki adi, kötü, karaktersiz, namussuz, pislik adamdılar.

Veysel badanacıydı, arada sırada iş çıkınca çalışırdı. Bu sefer şansına iyi bir iş çıkmıştı ve bir hafta çalışıp, cebine sağlam para koymuştu. “Bu akşam içiyoruz Faik, Kayserili’nin yerinde masa ayırtalım. İçelim rakıyı, yiyelim pastırmayı.”, dedi sevinçle ve akşam Faik’i de alıp içmeye gittiler.

Felekten bir geceydi, hesap gelince daha bir neşelendi Veysel. Artan para ile nataşaya da gidebilecekti. Ama sadece kendine yetecek kadar parası kalmıştı, Faik’i götüremezdi. Kayserili’nin yerinden çıktıklarında “ ben nataşaya gidiyorum Faik, hadi eyvallah” dedi ve Faik’i iki yanağından öpüp yanından ayrıldı. Sonra da bir nataşa bulup sabahlamak için bir otel odası ayıttı.

Uyandığında saat öğleden sonra ikiydi. Üzerinden kamyon geçmiş gibiydi. Gece neler yaptığını düşünerek bir on dakika daha yattı ve yüzünde kafir bir gülümseme ile evinin yolunu tuttu. Kapıyı açan karısı her zamanki; ne bir soru sordu, ne de bir hoş geldin dedi. Veysel üzerindekiler değiştirdi ve tuvalete girdi. Tam işeyecekti ki; burnuna o koku geldi, kesik çemen kokusu. Evdekilerde pastırma yiyecek para olmadığına göre gece eve Faik gelmişti. 


Hamiş: kafir gülümseme. Fena olmadı.

Hiç yorum yok: