Babam kalabalıktan korkan bir adamdı. Sevmezdi kalabalığı. Hafta sonu herkes gezerken biz evde otururduk. Sinemaya hep en geç seanslarda giderdik. Alış veriş merkezlerini ya da çarşıları hep sabahın erken saatlerinde gezer, kalabalık çökmeden evde olurduk.
Yıllarca yalvarmıştım babama beni maça götürsün diye. Kalabalık olur diye hep reddetti. Sonra ne olduysa kabul etti. Biletlerimizi üç gün önceden sıra olmadan aldık, maça altı saat önce gittik ve gişeler açılınca stada giren ilk iki kişi bizdik.
Kale arkasının en uç kısmına oturduk. Sahanın uzak korner çizgisi gözükmüyordu bile ama kimse buraya oturmak istemez, kalabalığı ile bizi rahatsız etmezdi. Gerçektende öyle oldu. İnsanlar tıkış tıkış oturuyorken biz o kalabalıkta bile tenhayı bulmuştuk.
Bizim takımın çok kötü bir günüydü. İlk yarı hiç pozisyon bile bulamadık, rakibimiz ise bastıkça basıyordu. Devre arası olduğunda içimden bir his maçı kaybedeceğiz diyordu.
İkinci yarı başladı ve bizim takım ilk yarıyı bile aratır bir görüntü sergiliyordu. Bizim bulunduğumuz kale arkası şu an rakip takım koruyordu ve top hep uzakta bizim kalenin önünde geçiyordu. Dakika altmışta ve yetmişte iki gol yemişti. Yediğimiz ikinci gol ile beraber babam “Kalk gidiyoruz, kalabalığa kalmayalım” dedi ve toparlanıp çıktık.
Koşar adım stadyumun kalabalığından kaçtık ve taksiye binip evimize gittik. Kapıyı annem açmıştı ve “ Tebrikler oğlum, kazanmışsınız maçı” dedi.
Yüzümün tüm asıklığı gitmişti. Bizim takım son on dakikada üç gol atmıştı. Hem de galibiyet golü dakika doksanda gelmişti. Ve ben tüm bunları kalabalığa kalmamak için kaçırmıştım.
Şimdi 55 yaşındayım ve bizim takımın iç sahadaki her maçına gidiyorum. Her maçın son anına kadar kaçırmıyorum ama o günkü gibi bir galibiyete hala tanık olamadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder