İyilik yapmak aslında biraz da şanstır, yerde cüzdan bulmak gibi. Her gün sokaklarda yürürsünüz ama her yürüyüşünüzde yerde cüzdan bulamazsınız. Karşıdan karşıya geçen yaşlı bulmak da gerçekten zordur ya da bir anda bayılan birine rastlamak. Yanan bir binada, yanmak üzere birilerini bulup kurtarma ihtimalimiz ne kadar da düşüktür.
Şanslı çarşambam tam anlamı ile muhteşem bir gündü. Sabah yürümeye başladım ve daha iki adım atmıştım ki iki koltuk değneği ile yürüyen yaşlı bir kadıncağız karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Hemen yanına gittim ve trafiği durdurup yardım ettim. Bu güzel rastlantı demek muhteşem günün habercisiymiş.
Ellerim cebimde biraz daha yürüdüm. Bir yandan da ıslık çalıyordum ki uzaktan bir ses duydum. Bir genç kız ağlamaklı çığlıklarla; “ İmdat! Yardım edin! İmdat!” diye bağırıyordu. Ellerimi cebimden çıkarttım ve koşmaya başladım; koştukça sese yaklaşıyordum ve kızcağızın çığlıkları yüreğimi parçalıyordu. Daha hızlı koştum, daha hızlı koştum ve kızın yanına vardım. Orta yaşlı, fötr şapkalı, kahverengi ceketli bir adam kıza sarkıntılık ediyordu ki; beni görünce hareketsiz kaldı. “Siktir git ulan” diye boğazımı yakarcasına bağırdım ve adam kaçtı. Hemen polisi aradım ve durumu ihbar edip, adamın eşkalini verdim. Sonra yürümeye devam ettim.
İnsan iyilik yapınca dünyaya daha farklı gözlerle bakıyor, kendini daha iyi hissediyor; hem kendini hem de dünyayı daha çok seviyor sanki. Böyle neşe ile yürürken yerde yorgan diken yaşlı bir teyze gördüm, uzaktan el etti ve yanına gittim. “Evladım şu ipi, iğneye takar mısın? Yorgan dikerken çıktı, gözlerim de iyi seçmiyor, işim yarım kaldı” dedi. Yaşlı teyzenin benden iyilik istemesini şanslı çarşambanın devam etmesine yordum ve “ Elbette teyzeciğim” deyip ipliği iğneden geçirmeye koyuldum. Her ne kadar kolay gözükse de çok zor bir işmiş bu. Sanırım bir on beş, yirmi dakikamı aldı. En başta mahcupça gülümseyen teyze, ilerleyen dakikalarda sıkılgan ve somurtkan olmuştu. Ama ben pes etmedim ve uğraşıp, başardım. Teyze yarım ağız bir teşekkür etti ve bende mutlu şekilde yürümeye devam ettim.
Öğlen olmuştu ve güneş tam tepedeydi. Sokakta benden başka yürüyen çok az kişi vardı. Benden yaklaşık yirmi metre ileride, uzun saçlı bir, bol pantolonlu bir adam; bir anda yere düştü. Koşarak olay mahalline gittim. “Açılın, açılın bunaltmayın” diye bağırarak kalabalığı kontrol ettim. Sonra kalabalıktan en uzun boylu olanını seçtim ve “ Sen şurada dikil arkadaşım, tam şurada dur ki gölge olsun. Zavallıyı güneş çarptı sanırım” dedim. Sonra bir başkasının eline para tutuşturup su aldırdım. Hemen cep telefonumdan da ilk yardımı aradım. Öyle hızlı hareket ettim ki; yapılabilecek tüm iyilikleri kendim kaptım. Su gelince baygın adamın kafasından aşağı döktüm. Kendine gelir gibi oldu ve gitmeye çalıştı ama izin vermedim ve yerinden kalkmadan ambulansı beklemesini sağladım. Ambulans gelince iyilik yapmış biri olmanın verdiği huşu ile yoluma devam ettim.
Ne kadar muhteşem bir gündü bu. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile yürümeye devam ettim. Herkese, her şeye karşı gülümseyerek yürüyordum ki ipince, upuzun, güpgüzel bir kızın çaresizlik içerisinde ağladığını fark ettim. Günün harikalığının da verdiği özgüven ile “ Niçin ağlıyorsunuz güzel bayan? Nedir sizi üzen?” dedim. Zavallı kızcağız benim yardımsever, babacan sesimden etkilenmiş olacak ki; bir anda boynuma sarılıp hüngür hüngür ağlamayarak, anlatmaya başladı.” Ben güzellik yarışmasına katılmak için memleketimden geldim, yarışmaya başvuracaktım ki benden bikinili resim istediler. Benim bikini alacak param yok ki!” dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Hemen kendisini teselli ettim ve beraber alışveriş merkezine gittik, ona bir bikini aldık. Öyle mutluydu ki görmeliydiniz. Ben bikinin parasını ödedikten sonra teşekkür edip yanımdan ayrıldı. “İsterseniz fotoğrafı ben çekebilirim” dedim arkasından ama korkarım ki duymadı. Nasıl duysun, zavallıcığın acelesi vardı.
Dünyalar güzeli kızımıza iyilik yapmış olmanın verdiği huzurla yoluma devam ettim. Artık hava kararmıştı. Bir semt pazarının önünde buldum kendimi. İnsanlar sebze meyve ihtiyaçlarını karşılamış evlerine dönüyorlardı. Birden yaşlılıktan iki büklüm olmuş yaşlı bir amcanın zar zor torbalarını taşıdığını gördüm ve hemen elindekileri alıp evine kadar taşıdım. Daha pazarın toplanmasına bir saat var hemen gidip başka yaşlılara da yardım edeyim diye düşündüm ve pazaryerine koştum. Pazar toplanana kadar üç yaşlıya daha yardım ettim. Kan ter içerisinde kalmıştım ama olsun, nasılsa bugün harika bir gündü.
Artık çok geç olmuştu ve insanlar evlerinde uykularına dalmışlardı. Issız sokaklar; zavallı seks işçilerine, hırsızlara ve onların peşinden koşan polisler ile bana kalmıştı. Ellerimde cebimde, kafamda bir şarkı ile yürürken bir köşe başında esmer, uzun, iri, mini etekli bir seks işçisi gördüm. Zavallının yanına yaklaşan bir araba dahi yoktu. Bu harika günü adına yakışır bir iyilik ile kapatmak için yanına gittim ve “Vizite ne kadar?” diye sordum. Biraz kalın ama feminen bir ses ile cevap verdi; “Burası kerhane değil ne vizitesi? Bir keresi 60 lira, sabaha kadarı ise 400” dedi. Bir kadın için ne kalın bir sesi ve geniş omuzları var diye düşündüm. Sonra cebimden 400 lira çıkarttım ve “Al bu parayı hanım ablacım. Al ve evine gidip yat, bu gece çalışma” dedim. Ben kadıncağızın yanından ayrılırken bir araba yanına yanaştı. Kadıncağızla biraz konuştular sonra zavallı seks işçisi arabaya bindi. Korsan taksiydi sanırım. Zavallı kadıncağız bu saatte otobüsü nerden bulsun?
Sonra ellerim cebimde yürümeye devam ettim; ağzımda bir ıslık, kulağımda bir şarkı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder