Sanırım evliliğimizin ilk yılının son günleriydi. Evlilik ikimizde olgunlaştırmış ve sıkıcı insanlar yapmıştı. Daha az sevişiyor, daha az konuşuyor, daha az tartışıyor, daha çok para kazanıyorduk. Hobilerimiz bile vardı artık.
Uykunun beni teslim alamadığı bir gecesin sabaha karşısıydı. Yatağın sağ ucunda yüzüm duvara dönük serbest çağrışımlardaydım (sigara- kül- yangın- ağaçkakan woody – kahkaha – Saba Tümer - dişler – dişçi koltuğu – eldiven – motosiklet - kask – Ferhat – Konya – etli ekmek – ciğer – dolma – sucuk -) Acıkmıştım ama evde yiyecek akşamdan kalma patlıcan yemeği vardı ve canım kesinlikle patlıcan yemeği istemiyordu. Açlığı, patlıcan yemeğine tercih eder durumdaydım.
Bir anda, hayatım ne kadar sıkıcı, dedim kendi kendime. Sonra yüzümü karıma döndüm. O da benim gibi yüzü duvara dönük yatağın ucunda uyuyordu. İlk zamanlar bana hiç batmayan nefes alışından rahatsız olduğumu hissettim o an. Ne kadar sesli uyuyordu. Çıkarttığı ses horlama değildi, nefes alıp verirken çıkarttığı ince bir ses. Tiz, iğrenç bir ses. O gece ondan nefret ettim ya da nefret ettiğimin farkına vardım.
İçimdeki piç bir şeyler yap dedi. Uyandır onu, susmasını söyle, defolup başka yerde yatsın. Ya da başka bir şey. Sonra içimdeki piç ona bir tekme at dedi. Nasılsa uyuyor, anlamaz.
Yatağın tam ucunda yatıyordu. Sağ ayağımla sırtına, sol ayağımı da beline nişan aldım. Sonra dizlerimi çekip tüm gücümle ona tekle attım. Yataktan düştü ve kafasını yere vurdu. Panik halinde ne olduğunu anlamaya çalışıyor, canının acısıyla da ağlıyordu. Yeni uyanmış gibi kalktım ve “ Hayatım ne oldu, neden ağlıyorsun? Neden yerdesin?”, dedim. Sonra da ona sımsıkı sarılıp “ Korkma, ben hep yanındayım, sevgilim”, dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder