Resim yapabildiğimi keşfettiğimde on yaşımdaydım, iyi resim yaptığımı keşfettiğimde on iki, bu işten para kazanacağımı fark ettiğimde ise on beş. Bu yeteneğim sayesinde, istediğim kızı kandırıp yatağına girebiliyor; istediğim zaman, istediğim kadar para kazanabiliyordum. On beş yaşında, babasının iki katı para kazanan genç bir adam olarak aileye ihtiyacım yok diye düşünüyordum. Bir iki kavga çıkarttım ve evi terk ettiğim gün, on sekizinci yaş günü haftamdı. Evi terk etmekle de kalmadım, daha büyük şehre gittim kaçarcasına. Aradan yıllar geçti, şimdi alkoliklik sınırında bir sokak portrecisiyim. Karakalem çiziyorum, canım istediği kadar çalışıyorum ve ne işimi, ne hayatı eskisi kadar sevmiyorum.
Dumanlı bir gecenin sabahı, yatağımda değil yerde, yanımda yarısı dolu bir bira şişesi ile uyandım ve aklıma küçükken çizdiğim birkaç resim geldi. Yeteneğimi keşfettiğim, ışığımı gördüğüm birkaç resim. Belki o birkaç resim beni bu çıkmazımdan kurtarabilir, içimdeki ateşi yeniden harlayabilirdi. İlk trene atladığım gibi, on sekiz yaşımda terk ettiğim; annem babam ölünce satmak için bile uğramadığım evime doğru yola koyuldum. Acaba annem resimlerimi atmış mıydı? İki sene önce bir telefon konuşmamızda atmadım demişti ama ya attıysa? Anılarla yaşayan insanlar değillerdi. Ben onların ziyaret etmedim belki ama onlar da beni hiç ziyarete gelmedi. Biz bir aile olamadıysak tüm suç bende miydi?
Yıllardır gitmediğim eski evimin kapısının önüne gelene kadar kendime bu soruları sorup, cevapsızlıklarında savruldum. Sonra bir çilingir bulup evin kapısını açtırdım ve içeri girdim. Evin içerisi toz içerisindeydi. Ondan ayakkabımı çıkartmadım ve koşarak odama yöneldim. Amacım o birkaç eski resmi bulup, bu evi terk etmekti. Beni bir şeyler boğuyordu bu evde ama neydi bulamıyordum. Eski dolabıma baktım resimler yoktu, kitaplığın çekmecelerinde de bulamadım. Televizyon dolabımın altında, bir sürü eski püskü şeyin arasında, ilkokul karnemi ve hatıra defterimi buldum; ama çizimlerim yoktu. Her yeni yere baktığımda umutlanıyor, bulamayınca öfkem artıyordu. Odamı darmadağın ettikten sonra annemlerin yatak odasına geçtim. Gardıroplarını, yataklarını, çekmecelerini yerle bir ettim. Beni bir ay idare edecek kadar para bile buldum ama zerre umurumda olmadı. Eski resimlerim hala yoktu. Annemlerim odasından çıktığımda kendimi kaybetmiş gibiydim. Tüm hırsımla evin dört bir yanına saldırdım. Her yeri darmadağın ettim ama nafile. Demek ki atmışlardı.
Sonra çocukluğumun geçtiği basamaklara oturup düşünmeye başladım, değer miydi? Annemi, babamı bensiz bırakıp; para ve kadınların peşinde koşmuştum. En güzel kadınlarla beraber olmuş, güzel paralar kazanıp fütursuzca harcamıştım. Ne bayramlarda, ne de doğum günlerinde aramıştım onları. Onlar aradığında da, hep çok önemli bir işin ortasında olduğumdan kapatmam gerekmişti telefonlarını. Ölüm haberleri geldiğinde bile ağlamamıştım. Üç bardak viski içip, sevişebileceğim en yakın kadınla sevişmiştim. Cenazeye gitmem için zaten çok geçti. Öldüklerinden bir hafta sonra haberim olmuştu.
Son bir umutla evin odalarına üstünkörü baktım ve çoğu acı, azı tatlı anılarımı yanıma alarak çocukluğumun geçtiği evi terk ettim. Yıllar önce umutlarla ayrıldığım evden bu sefer umutsuzluk ve kaybetmişliklerle ayrılıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder