27 Nisan 2011 Çarşamba

mekan tasvir - halısaha

İlk karşıma çıkan ilk kapıyı itmeme rağmen kapının direndiğini gördüm. Zaten hiç bilmediğim bir mekana ilk kez girmek benim için zordu, kapının manasız direnmesi tadımı az da olsa kaçırmıştı. Hem yağmur da yağıyordu...

Kapıyı çekip açtım iki adım daha içeri girince karşıma diğer kağı çıktı bunu de ittim ama bu da açılmadı, ilk kapıdan edindiğim tecrübe ile kapıyı çekerek içeri girdim. Tavan çok basıktı. İki metre boyu olan biri bu basıklığı benden daha çok hissedeceği emindim ama ben oldum olası basık mekanları sevemedim.

İkişerli dizilmiş dört tane plastik masa vardı. Yerler beyaz kalebodurlarla kaplanmıştı ve kalebodurların arası simsiyahtı. Herkesin ayakkabıları ile girdiği bir mekanda bu çok doğaldı. Sol tarafa açılan iki kapı vardı. İlk kapı kötü dekore edilmiş bir yönetici odası gibiydi. Diğer oda ise halısahaya gelenlerin maça hazırlandığı soyunma odasıydı. Odanın önünde bir duvar vardı ki masaların oraya oturanlar soyunanları görmesin.

Geniş salonun sağ kısmında çay ocağı vardı. Üzerinde A4 kağıda bilgisayardan çıkartılmış “ lütfen içtiğinizi ödeyiniz” yazıyordu. Çay ocağının karşısında ise bir üzerinde telefon birkaç bloknot ve takvimin bulunduğu bir masa vardı.

Plastik masaların yanlarında o çirkin hemen herkesin sahip olduğu olduğu plastik sandalyelerden değil de demir ve rahatsız sandalyeler vardı. O sandalyelerden birine oturup camdan dışarı baktım. Camın dışarısı demirlerle korunuyordu ki; gelecek isabetsiz bir şut camı kırmasın. Camdan dışarı baktığımda manzara ise süperdi. Halısahanın kalesi hemen önümüdeydi. Camdan elimi uzatsam üst direğe dokunabilirdim.

Mekandan çıkarken ilk kapının sağında sekiz adamın fotoğrafı dikkatimi çekti. Muhtemelen bu derneğin eski başkanlarıydı. Hepsi erkekti, hepsi orta yaşın üzerindeydi ve hiçbiri yakışıklı sayılmazdı.

Hiç yorum yok: