yarım kalan bir hikaye daha....
Gecenin köründe, elinde silahı; önde ben, arkada o hiç konuşmadan yürüyorduk. Ellerimi kaldırmamı söylemişti, zamanla ellerimde ayaklarım kadar yoruldu. Her an beynimden vurulabilirim korkusu ile saatime bakmaya cesaret edemeden dakikalarca, belki saatlerce yürüdük. Beni silah zoru ile o eski sandalyeye çıkarttı. Ağaçta daha önce hazırladığı idam ipi duruyordu.
“O ipi başına geçir!” diye bağırdı, çaresiz kabul ettim. Sanırım ölümüme intihar süsü vermek istiyordu. Haksız da sayılmazdı. Cinayet, her ne koşulda olursa olsun risktir. Söylediklerini çaresiz yaptım. Bir şekilde asılarak ölmeyi vurularak ölmeye tercih ediyordum. Kurtulmak gibi bir şansım olmadığına kanaat getirmişim. Tevekkül içerisindeydim ve nedeni bilmediğim bir sakinlik sarmıştı beni.
İlmeği başıma geçirdiğimde gözlerinin içine baktım. Belki önce bana ateş edecek sonra da boğulmamı sağlayacaktı. Garanti ölüm. Son saniyelerim içerisindeydim ve hala birkaç saniye sonrasını öngöremiyordum. Sonra silahı ile sandalyenin ayağını vurup benim düşmemi ve haliyle boğulmamı sağlayacağını düşündüm. Acaba dikkatli polisler sandalyenin ayağındaki kurşun izini fark edip oradan silaha, silahtan katilime ulaşabilecekler miydi? Bulsalar, ruhum huzura kavuşur muydu? Ölünce bu dünyadaki hesapları hala düşünür müyüz ki? Yıllardır içinden çıkamadığım bu ve benzeri soruların cevaplarına birazdan ulaşacak olmanın gerginliği içerisindeydim. Doğruymuş, hayatta merak edilecek bir şey kalmayınca yaşamanın manası kalmıyormuş.
Bir sigara daha içti ve izmaritini yere attı. Nedense yine sevindim. Bir ipucu daha bırakmıştı polislere. Yaptığı yanına kalmayacaktı, ya da kalacaktı. Bunu belki görecek, belki görmeyecektim. Belki sevinecek, belki umursamayacaktım. Daha önce bu kader derin ve içerikli düşünseydim sanırım bu durumda olmazdım. Pişmanlık sarıyordu her yanı mı ve gerçekten de son pişmanlık fayda etmiyordu.
Bir dakika kadar gözlerimin içine baktı. Sonra da hiç sesini çıkartmadan dönüp gitmeye başladı. Ormanın zifiri sessizliğinde ayak seslerinin uzaklaştığını duyuyordum. Beni öldürecek kadar cesur ama ölümümü izleyemeyecek kadar korkaktı. Adımlarının çıkarttığı sesler yavaşça kayboldu. Ormanda tek başımaydım. Ölüm ilk kez bana bu kadar yaklaşmıştı. Ne yapmam gerekli bilemiyordum.
Burnumun içindeki gıdıklanma hapşıracağımın habercisiydi. Altımdaki sandalye zaten sallanıyordu. Ters bir hareket ölümüme yol açacaktı. Gelen hapşırık tutulmaz iyice sarsılarak hapşırdım. Sonra bir daha hapşırdım. Sonra bir tane daha. Ayaklarım ilk sandalyeye çıktığım anda ki gibi titriyordu.
Kendi kendime telkine başladım. Sesli şekilde kendimle konuşuyordum. Nasılsa kimse beni görmezdi. Hatta keşke görseydi. O hariç herhangi biri beni kurtarabilirdi. “Sakin ol! Sakin ol! Bu durumdan kurtulacağız. Tek yapman gereken enerjini düzgün kullanmak ve panik yapmamak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder