22 Aralık 2010 Çarşamba

Çıkmaz Sokak ve İskele

Ben iyiydim de çevrem kötüydü. Annem, babam, kardeşlerim, dayılarım, bakkal amca, komşu teyze, top oynadığım arkadaşlarım… Hepsi kötüydü. Bizim sokak hepten kötüydü. Çevre sokaklar da kötüydü. Babamın mesleği hırsızlıktı. “Açamayacağım kapı henüz icat edilmedi.”, derdi böbürlene böbürlene. Annem de hırsızdı, semt pazarlarında, kalabalık sokaklarda çalışırdı. Dedem de hırsızmış, aynı zamanda felçliydi. Yatağından tuvalete yirmi dakikada yürürdü ama yine de bir şekilde annemin altınlarını çalardı.

Küçükken çok top oynardım. Uzun ve hızlı bacaklarım vardı, rüzgâr gibi koşardım. Ondan ki arkadaşlarım bana Rüzgâr derlerdi. Zamanla annem babamda bu lakabı sevdi ve adım Rüzgâr kaldı. Zaten genelde kötülerin lakapları vardır ve lakap takmayı severler. Kanunsuzluğun bir parçasıdır bu.

Bol sıfırlı ve bol dayaklı eğitim hayatım kısa sürdü ve kendimi sokakta buldum. Futbolcu olmak istiyordum ama babam aile geleneğini devam ettirmem gerektiğinde karalıydı. Mesleğe herkes gibi erkete olarak başladım. Babam ve arkadaşı evleri soyarlarken; ben dışarıda nöbet tutar, gelip geçeni kontrol ederdim. Sonra bir gün dalgınlığım yüzünden polis bizi bastı. Babam, “ Polis kaçanı kovalar” derdi hep. Babamlar yakalanmasın diye koşmaya başladım. Ben önde, polisler arkamda koşuyorduk.

Hızım da, kuvvetim de yerindeydi. İstesem aynasızlara tozumu yuttururdum ama dikkati üzerimde tutmam gerektiği için bazen yavaşlıyor, bazen hızlanıyordum. On dakika sonra peşimdeki üç aynasız yere çökmüş öksürüyorlardı.

“ Aferin lan çakal.”, dedi babam sonra da ağzımın ortasına iki tane tokat çaktı. Birkaç dakika kadar küfretti, birkaç isabetsiz tekme attı ve beni bir arkadaşının yanına meslek öğrenmem için gönderdi.

Babamın arkadaşının gerçek adını hiç öğrenemedim ama lakabı Atom Karıncaydı. Boyu bir elli ya vardı ya yoktu. Kapkaççılığın kitabını yazmış olmakla övünüyordu. “Hırsızlıkta en büyük para kapkaçtadır, adam ol, akıllı ol!” dedi ve bana mesleğin inceliklerini anlatmaya başladı;

“ Asla sigara içmeyeceksin. Kilona dikkat edeceksin, öyle öküz gibi yiyip şişmanlamak olmaz. Kendini atlet gibi, sporcu gibi düşün; eğer yavaşlarsan yakalanırsın ve yakalanırsan çalışamazsın; çalışamazsan aç kalırsın. Kapkaçta hızlı koşmak kadar kalabalığı yararak koşmak da önemli. Hızını aldın, peşindekiler seni yakalayamayacak, ama ızbandut gibi bir adama çarpıp düştün. O an işin biter! Taksiciler gibi olacaksın. Çalıştığın muhiti ezbere bileceksin. Hangi sokak nereye çıkar, hangi duvardan atlarsan kendini nerede bulursun; bunlar beynine işlenmiş olacak. Bizim işimiz kalabalıkla. Kalabalığın olduğu yerde para vardır. Kalabalık seni saklar aynı zamanda. Çantayı ya da cüzdanı çaldığın gibi kalabalığa doğru koş, kalabalığı yararak devam et biraz, sonra takip edilmediğine emin olunca ıssız bir yere geçip çantayı ya da cüzdanı boşalt. Sadece paraları al, üzerinde başka bir şey kalmasın.

Şimdilik bulvarda çalışacaksın. Hem kalabalığı iyidir hem de saklanılacak yeri çoktur. Zengini azdır, kalabalığı biraz kurudur, ama işi burada öğrenebilirsin. Şimdi koşarak bakkala git ve bana bir sigara kap, bakalım babanın dediği kadar hızlı mısın?”

Sigarayı alıp geldiğimde, Atom Karınca’nın yüzü gülüyordu. Koşuşumu beğenmiş olmalıydı. O akşamüstü bulvarda çalışmaya başladım. Kalabalığı iyi tanıyordu. Çaldığım iki çantadan da pek para çıkmadı. Diğer öğlen bir cüzdan, iki çanta çaldım, ganimet daha iyiydi. Böyle bir hafta kadar çalıştım. Cebim doldu, Atom Karınca’nın da cebi doldu, babamın da cebi doldu.

Bir akşamüstü gençten bir adamın kıç cebinden düşmek üzere olan kalınca bir cüzdan gördüm. Atom karınca çok cüzdan çalmamı önermiyordu. “Dolu olduğuna emin değilsen cüzdanı boşver, hem kadınlar her zaman daha kolay hedeflerdir” derdi. İçimden bir his o cüzdanda çok para olduğunu söyledi ve kendimi tutamayıp, cüzdanı kapıp koşmaya başladım.

Cüzdanını çaldığım adam sanki hareketimi bekliyormuş gibi peşimden koşmaya başladı. Genelde kurbanın ilk şaşkınlıklarından faydalanır ve farkı hemen açardım ama bu sefer açamadım. Adam arkamdan koşuyor, bir yandan da küfrediyordu. Genelde “Polis, hırsız var, Allah’ını seven tutsun…” gibi laflar edilirdi arkamdan ama bu adam sadece sövüyordu. Bulvarın yarısını geçtikten sonra soldaki dar sokaklara doğru kıvrıldım. Yavaşlamaya başlamıştım, farkı açamıyordum ama beni yakalayamıyordu da. Birkaç sokak daha beni takip etmişti, bir an durup kavga edeyim dedim ama adam güçlü duruyordu. Baktım olacak gibi değil, yoruluyorum cüzdanını yere fırlatıp hızlandım. Adam durup cüzdanını bile almadan peşimde koşmaya devam etti. Atom karıncanın bana ezberlettiği kısımdan çıkmak üzereydik ve çok yorulmuştum. Arkamı döndüğümde adamın bana yaklaştığını gördüm. Sülalemi kapsayan bir küfür daha etti ve yaklaşmaya başladı. Artık koşuyordum ama nerede olduğumu bilmiyordum bile, önümde sokaktan sağa döndüm ve arkadaki adamın ayak seslerinin kesildiğini duydum, beni takip etmeyi bırakmıştı.

O durunca bende yavaşladım çünkü takatim kalmamıştı. “ Şimdi ananı belledim şerefsiz!” diye bir küfür duydum. Küfrü eden son on beş yirmi dakikadır bana küfreden aynı adamın sesiydi. “Artık kaçacağın yer yok! Bu sokak çıkmaz sokak!”. Çıkmaz sokak mı? İleri bakınca adamın haklı olduğunu anladım. Yavaş adımlarla bana yaklaştı ve sol gözüme bir yumruk attı. Yere düşünce de karnıma ve belime attığı yumrukları anımsıyorum. Sonra da beni yerde sürükleye sürükleye polise teslim etti.

Adam polismiş, özel harekâtçı mıymış, özel başka bir şey miymiş anımsamıyorum. Tek bildiğim iki gece hastanede sonra da nezarette yattığım. Kapkaç dışında, polise mukavemet, silah kullanma gibi birkaç suç daha ekledi ve beni ıslahevine tıktı.

Çıktığımda babamın yüzü gülüyordu. “Geçmiş olsun Rüzgâr. Bizim işin cilvesi bunlar. Deden, anan, dayın hepsi içerde yatmadı mı? Sen de bir gün yatacaktın elbette. Allah bir daha düşürmesin” dedi. Birkaç hafta çalışmadım; sonra çaresiz ustamın, Atom Karınca’nın yanına gittim. “Sert kayaya çarptın be oğlum. Senden sonra bulvar polis kaynıyor. Aylardır orada çalışan kimse yok. Seni Antalya’ya göndereceğim. Hem turistte para çoktur, hem de gâvurdan çalmanın tadı ayrıdır.”, dedi.

İcazeti aldığım gibi kendimi Antalya’da buldum. İlk kez geldiğim garip bir şehirdi. Gündüz sıcağı korkunçtu. Etraf güzel kızlar, yabancı turistlerle doluydu. Burada mı yaşasam diye düşünmeye başladım. Güzelliği aklımı çeliyordu. Ustamdan öğrendiğim gibi önce çevreyi etüt ettim. Kalabalık sahildeydi ama akşam kalabalığı olması gerekenden de çoktu, ışıklandırması da bizim bulvardan kuvvetliydi. Sahile inmek aptallık olur diye düşündüm. Kumda koşmak zordur.

Ucuz bir apart otelde bir gece kaldıktan sonra diğer gece ilk kez iş için çıktım. Yaşlı Rus bir kadının çantasını çaldım ilkinde, kadın korkudan bağıramadı bile. Biraz rus parası vardı çantasında. Sonra Almancı bir adamın bel çantasını çaldım. İçinden o kadar çok para çıktı ki; bulvarda bir haftada bu kadar kazanamazdım.

İlk haftanın sonunda cebim para dolmuştu. Apart otelden çıkıp bol yıldızlı bir otele yerleştim. Gündüzleri otelde, havuzda takılıyor; geceleri de mesleğimin gereklerini yerine getiriyordum. Evsizler neden Antalya da yaşamaz ki diye düşünürdüm, kışları İstanbul’da donacaklarına ılık kış geceleriyle Antalya’da idare edebilirlerdi. Bence kapkaççılar da Antalya’da yaşamalılar. Burası suç için bir cennet.

Harika geçen üç haftanın sonunda Japon bir turist kafilesini gözüme kestirdim. Hepsi yaşlıydı ve güler yüzlüydü. Bu bunaklar nasılsa beni takip etmez diye düşündüm ve yaşlı bir kadının elinde çantayı çaldığım gibi kaçmaya başladım. Ben koşarken arkamdan bir ses “ Dur polis!” diye bağırdı. Üç haftanın sonunda bunun olacağını biliyordum. Hızla koşmaya başladım, ama bir dakika kadar sonra bir terslik olduğunu anladım. Hapis hayatı, Antalya’daki tatilim, bayadır idman yapmamam hamlatmıştı beni. Her zamanki gibi hızla koşamıyordum. Arkamdaki polis de vazgeçmemiş, “ Dur polis!” diye bağırarak beni takip ediyordu. Baktım ki olacak gibi değil elimdeki çantayı fırlattım ve kalabalığın içinde koşmaya devam ettim, farkı açamıyordum ve aklımda en son yakalandığım zaman yediğim sağlam dayak ve hapis günleri vardı. Yorgunluğumun üstüne paniğim de eklenince kendimi bir anda iskeleye doğru koşarken buldum. Yapılabilecek en büyük aptallıktı iskeleye koşmak. İskele de çıkmaz sokak gibiydi. Yakalanacağım belliydi. İskelenin ucuna doğru koşarken polisin ayak seslerinin yavaşladığını hissettim. Çıkmaz da olduğumun o da farkındaydı. “ Teslim ol! Yakalandın!” diye bağırdı. Teslim olmadım, direndim.

Yine sağlam bir dayak yedim. Bu sefer halktan da birkaç kişi tekmeledi beni. Ömrümün geri kalanı da benzer bir düzende gitti. Kaptım, kaçtım, bazen de yakalandım ve dayak yedim. Çıkmaz sokak ve iskele... Tekrar tekrar...

Hiç yorum yok: