6 Şubat 2015 Cuma

baltalı maltalı ilah

Baltalı Maltalı İlah

Hepimizin elleri ve ayakları kelepçeliydi ve koltuğumuza da zincirlenmiştik. Başımızda gardiyanlar ellerinde pompalı tüfekleri ile bizi pür dikkat izliyordu. Cezaevi otobüsündeydik. İsyan çıkmıştı ve başka bir cezaevine naklediliyorduk. Olaylar yüzünden günlerdir uyuyamıyordum; hapse hırsızlıktan girmiştim ve bu kadar şiddet bana fazlaydı. Yanımdaki kadın yolcu ise bana bakarak bir şeyler anlatıyordu, dinlememek gibi bir seçeneğim yoktu. Gardiyanlar bile kadından korkuyordu. Ortamdaki herkes birbirinden korkuyordu.


“Anneciğim bileklerim ve sesim kalın olduğu için biraz da sert yüz hatlarım olduğu için benim asla diğer kızlar gibi olamayacağımı gözyaşları ile anlatmıştı soba başında oturduğumuz bir gece. Zaten okumayı da iki senedir sökememiştim. Sisli bir sonbahar sabahı gün doğarken uyandırıp elime baltayı verdi ve "Git odun topla" dedi. Gittim topladım. Çok kolay ve keyifliydi. Doğa biz insanlara o kadar çok iyi davranıyordu ki? Ağaçların kurumuş dallarını kesiyor, kestiğim dalları güzelce birbirine paralel şekilde diziyor, dizdiğim dalları güzelce sarıp tatlı bir fiyong yapıyor, sarıp sırtıma aldığım odunları da türküler söyleyerek evcağızımıza götürüyordum. Anneciğim ilk kez beni odunlarla gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Sonra da "Git biraz daha topla!" diyerek cesaretlendirmişti. Orman evimize bir saat uzaklıktaydı. Özellikle kuru dalları seçer ve günde üç ya da dört kez odun toplardım. Hatta ilk haftanın sonunda bütün kışlık odunumuz hazırdı.

Yaşlı kurumuş ağaçlara çok üzüldüğüm için onları kesmeye başladım. Ölme vakti gelmiş bir ağacı kesmek zor ama gurur verici bir işti. Baltamla ağacın dallarını keserken ya da gövdesini yararken bana teşekkür ettiği hissederdim. Bütün yaşlılar ölmek ister ama bazı yaşlılar ne istediğini bilemez. Yaşlı ağaçları diplerinden tam bir mezar taşı boyunda  bırakırdım ve rahmetli dedemden yadigar çakımla kestiğim tarihi kazırdım. Bence iyi ağaçlar mezar taşını hak ederler, bazen ellerimi açıp onlara dua da okurum. Ama bazı ağaçlar mezar taşını ya da dualarımı hak etmezler. Öyle en üstte olan ve diğer ağaçların güneşlerini açıp uzamasını engelleyen ağaçlar. Onları ise keyifle parçalardım. Öyle nizamı şekilde değil. Onları kendi evimde yakmazdım da. Annem onları satardı. Diğer ağaçların güneşlerini çalan ağaçlara bir mezar taşı da bırakmazdım; kökleri bile sökerdim. Bazılarını ise canlı canlı yakardım. Yaş ağacı yakmak zordur.

Çok güzel bir baltam vardı. Adını doğuş koymuştum. Onu elime aldığım gün hayatımın değiştiği gündü. Baltamın sapına da çakımla doğuş yazmıştım ve kanatlarını açmış bir kuş kazımıştım. Eve girer girmez baltamı temizler, çeyizlik kumaşıma sarar, sonra da sandığıma kaldırırdım. Anneciğim "Sandığını bu kadar çok açıp kapatırsan evde kalırsın, gerçi seni kim ne yapsın" diye tatlı sert uyarırdı beni.

Hayvanları ise hiç sevmezdim. Dayıcığımı daha ben doğmadan önce kaybetmişiz. çobanmış dayıcığım, bir akşam sürüsüyle yürürken canavarlar saldırmış. Elli küçükbaş hayvan ve dayıcığım paramparça olmuş. Anneciğim dayıcığımın cesedin beş parçaya ayrıldığını ve bazı parçalarının kayıp olduğunu soğuk kış gecelerinde bana anlatırdı. "Büyük küçük, kedi köpek tüm hayvanlardan uzak dur!" diye öğütler verirdi. Ben çok odun topluyordum ve anneciğim odunları satıp çok para kazanıyordu. Kendine bilezikler aldı önce. Sonra plazma televizyon ve uydu anteni aldı, dede yadigarı divanımız çöpe attı ve çiçekli döşemeli oturma grupları aldı. Bir gün de bana bir pompalı tüfek hediye etti ve "Ormanda geziyorsun lazım olur" deyip elime verdi.

Baltam doğuş kadar sevmedim tüfeğimi, ondan ne bir isim verdim, ne de sandığıma koydum. Yatağımın altında duruyordu. Bazen yanıma bile almazdım. Sevememiştik birbirimizi. Birkaç kez tavşan, ördek vurup anneciğime getirmiştim, anneciğim ördek yemeyi çok seviyordu. Bir keresinde ayı vurmuştum ama ölmedi, kaçtı, kovaladım ama yakalayamadım. Anneciğimse ayı vurduğuma inanmadı ve "Şövalyeler zamanında tüm ayıları öldürmüş yalan söyleme ahmak" diye takıldı. Rahmetli şaka yapmayı çok severdi; en çok da bana takılırdı.

Bizim oralarda turist bol olur ve yağmur eylülleri yağar. İşte öyle bir eylül günüydü, dışarıda fırtına vardı, odun kesmeye çıkasım yoktu ama anneciğim "Git odun kes biraz, jakuzinin taksidini ödemedik daha" diye kovalamıştı beni. Belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı olduğu bir günündeydi ve benim de karakterimin gelişmesi için yalnız kalmama gerek olduğunu düşünmüş olmalıydı. Şimşekler yıldırımları kovalıyor, saçlarım uçuşuyor, yağmur yüzüme yüzüme vuruyordu. Yaşlı bir erik ağacının son isteğini yerine getirmiş, kalan parçaları sırtıma almış yürüyordum. İşte o an bir turist kafilesi etrafımı sardı ve fotoğraflarımı çekmeye başladı. Flaşlardan kör olacak gibi oldum. Hiç sevmem ki fotoğraf çekilmeyi. Adımlarımı hızlandırdım, ben kaçtıkça onlar kovaladı. Köyün girişine gelmiştim ki; yanağımda bir iğne batması hissettim. Sonra başka iğne batması da kolumda. Daha acı bir iğne batmasını alnımda… Rüzgar bir kovanı düşürmüştü ve arılar bunu ben yaptım sanmıştı. Hemen pompalı tüfeğimi çıkarttım ve ateş etmeye başladım.
Sonuç beş ölü. Yedi yaralı”, dedi. Gözleri bir başka bakıyordu.


Hiçbir şey demedim. Hikayesi bittiği gibi de önce bir kaza oldu; sonra da çatışma. Gardiyanlardan biri ölürken üstüme düştüğü için kurtuldum ve o anlarda hayattaki duyacağım son hikaye bu olacak diye çok korktum.

Hiç yorum yok: