Baltalı Maltalı İlah
Hepimizin elleri ve ayakları kelepçeliydi ve koltuğumuza da
zincirlenmiştik. Başımızda gardiyanlar ellerinde pompalı tüfekleri ile bizi pür
dikkat izliyordu. Cezaevi otobüsündeydik. İsyan çıkmıştı ve başka bir cezaevine
naklediliyorduk. Olaylar yüzünden günlerdir uyuyamıyordum; hapse hırsızlıktan
girmiştim ve bu kadar şiddet bana fazlaydı. Yanımdaki kadın yolcu ise bana
bakarak bir şeyler anlatıyordu, dinlememek gibi bir seçeneğim yoktu. Gardiyanlar
bile kadından korkuyordu. Ortamdaki herkes birbirinden korkuyordu.
“Anneciğim bileklerim ve sesim kalın olduğu için biraz da sert yüz
hatlarım olduğu için benim asla diğer kızlar gibi olamayacağımı gözyaşları ile
anlatmıştı soba başında oturduğumuz bir gece. Zaten okumayı da iki senedir
sökememiştim. Sisli bir sonbahar sabahı gün doğarken uyandırıp elime baltayı
verdi ve "Git odun topla" dedi. Gittim topladım. Çok kolay ve
keyifliydi. Doğa biz insanlara o kadar çok iyi davranıyordu ki? Ağaçların
kurumuş dallarını kesiyor, kestiğim dalları güzelce birbirine paralel şekilde
diziyor, dizdiğim dalları güzelce sarıp tatlı bir fiyong yapıyor, sarıp sırtıma
aldığım odunları da türküler söyleyerek evcağızımıza götürüyordum. Anneciğim
ilk kez beni odunlarla gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Sonra da "Git biraz
daha topla!" diyerek cesaretlendirmişti. Orman evimize bir saat
uzaklıktaydı. Özellikle kuru dalları seçer ve günde üç ya da dört kez odun
toplardım. Hatta ilk haftanın sonunda bütün kışlık odunumuz hazırdı.
Yaşlı kurumuş ağaçlara çok üzüldüğüm için onları kesmeye başladım. Ölme
vakti gelmiş bir ağacı kesmek zor ama gurur verici bir işti. Baltamla ağacın
dallarını keserken ya da gövdesini yararken bana teşekkür ettiği hissederdim.
Bütün yaşlılar ölmek ister ama bazı yaşlılar ne istediğini bilemez. Yaşlı
ağaçları diplerinden tam bir mezar taşı boyunda bırakırdım ve rahmetli
dedemden yadigar çakımla kestiğim tarihi kazırdım. Bence iyi ağaçlar mezar
taşını hak ederler, bazen ellerimi açıp onlara dua da okurum. Ama bazı ağaçlar
mezar taşını ya da dualarımı hak etmezler. Öyle en üstte olan ve diğer
ağaçların güneşlerini açıp uzamasını engelleyen ağaçlar. Onları ise keyifle
parçalardım. Öyle nizamı şekilde değil. Onları kendi evimde yakmazdım da. Annem
onları satardı. Diğer ağaçların güneşlerini çalan ağaçlara bir mezar taşı da
bırakmazdım; kökleri bile sökerdim. Bazılarını ise canlı canlı yakardım. Yaş ağacı
yakmak zordur.
Çok güzel bir baltam vardı. Adını doğuş koymuştum. Onu elime aldığım gün
hayatımın değiştiği gündü. Baltamın sapına da çakımla doğuş yazmıştım ve
kanatlarını açmış bir kuş kazımıştım. Eve girer girmez baltamı temizler,
çeyizlik kumaşıma sarar, sonra da sandığıma kaldırırdım. Anneciğim "Sandığını
bu kadar çok açıp kapatırsan evde kalırsın, gerçi seni kim ne yapsın" diye
tatlı sert uyarırdı beni.
Hayvanları
ise hiç sevmezdim. Dayıcığımı daha ben doğmadan önce kaybetmişiz. çobanmış
dayıcığım, bir akşam sürüsüyle yürürken canavarlar saldırmış. Elli küçükbaş
hayvan ve dayıcığım paramparça olmuş. Anneciğim dayıcığımın cesedin beş parçaya
ayrıldığını ve bazı parçalarının kayıp olduğunu soğuk kış gecelerinde bana
anlatırdı. "Büyük küçük, kedi köpek tüm hayvanlardan uzak dur!" diye
öğütler verirdi. Ben çok odun topluyordum ve anneciğim odunları satıp çok para
kazanıyordu. Kendine bilezikler aldı önce. Sonra plazma televizyon ve uydu
anteni aldı, dede yadigarı divanımız çöpe attı ve çiçekli döşemeli oturma
grupları aldı. Bir gün de bana bir pompalı tüfek hediye etti ve "Ormanda
geziyorsun lazım olur" deyip elime verdi.
Baltam doğuş kadar sevmedim tüfeğimi, ondan ne bir isim verdim, ne de sandığıma koydum. Yatağımın altında duruyordu. Bazen yanıma bile almazdım. Sevememiştik birbirimizi. Birkaç kez tavşan, ördek vurup anneciğime getirmiştim, anneciğim ördek yemeyi çok seviyordu. Bir keresinde ayı vurmuştum ama ölmedi, kaçtı, kovaladım ama yakalayamadım. Anneciğimse ayı vurduğuma inanmadı ve "Şövalyeler zamanında tüm ayıları öldürmüş yalan söyleme ahmak" diye takıldı. Rahmetli şaka yapmayı çok severdi; en çok da bana takılırdı.
Bizim oralarda turist bol olur ve yağmur eylülleri yağar. İşte öyle bir eylül günüydü, dışarıda fırtına vardı, odun kesmeye çıkasım yoktu ama anneciğim "Git odun kes biraz, jakuzinin taksidini ödemedik daha" diye kovalamıştı beni. Belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı olduğu bir günündeydi ve benim de karakterimin gelişmesi için yalnız kalmama gerek olduğunu düşünmüş olmalıydı. Şimşekler yıldırımları kovalıyor, saçlarım uçuşuyor, yağmur yüzüme yüzüme vuruyordu. Yaşlı bir erik ağacının son isteğini yerine getirmiş, kalan parçaları sırtıma almış yürüyordum. İşte o an bir turist kafilesi etrafımı sardı ve fotoğraflarımı çekmeye başladı. Flaşlardan kör olacak gibi oldum. Hiç sevmem ki fotoğraf çekilmeyi. Adımlarımı hızlandırdım, ben kaçtıkça onlar kovaladı. Köyün girişine gelmiştim ki; yanağımda bir iğne batması hissettim. Sonra başka iğne batması da kolumda. Daha acı bir iğne batmasını alnımda… Rüzgar bir kovanı düşürmüştü ve arılar bunu ben yaptım sanmıştı. Hemen pompalı tüfeğimi çıkarttım ve ateş etmeye başladım.
Baltam doğuş kadar sevmedim tüfeğimi, ondan ne bir isim verdim, ne de sandığıma koydum. Yatağımın altında duruyordu. Bazen yanıma bile almazdım. Sevememiştik birbirimizi. Birkaç kez tavşan, ördek vurup anneciğime getirmiştim, anneciğim ördek yemeyi çok seviyordu. Bir keresinde ayı vurmuştum ama ölmedi, kaçtı, kovaladım ama yakalayamadım. Anneciğimse ayı vurduğuma inanmadı ve "Şövalyeler zamanında tüm ayıları öldürmüş yalan söyleme ahmak" diye takıldı. Rahmetli şaka yapmayı çok severdi; en çok da bana takılırdı.
Bizim oralarda turist bol olur ve yağmur eylülleri yağar. İşte öyle bir eylül günüydü, dışarıda fırtına vardı, odun kesmeye çıkasım yoktu ama anneciğim "Git odun kes biraz, jakuzinin taksidini ödemedik daha" diye kovalamıştı beni. Belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı olduğu bir günündeydi ve benim de karakterimin gelişmesi için yalnız kalmama gerek olduğunu düşünmüş olmalıydı. Şimşekler yıldırımları kovalıyor, saçlarım uçuşuyor, yağmur yüzüme yüzüme vuruyordu. Yaşlı bir erik ağacının son isteğini yerine getirmiş, kalan parçaları sırtıma almış yürüyordum. İşte o an bir turist kafilesi etrafımı sardı ve fotoğraflarımı çekmeye başladı. Flaşlardan kör olacak gibi oldum. Hiç sevmem ki fotoğraf çekilmeyi. Adımlarımı hızlandırdım, ben kaçtıkça onlar kovaladı. Köyün girişine gelmiştim ki; yanağımda bir iğne batması hissettim. Sonra başka iğne batması da kolumda. Daha acı bir iğne batmasını alnımda… Rüzgar bir kovanı düşürmüştü ve arılar bunu ben yaptım sanmıştı. Hemen pompalı tüfeğimi çıkarttım ve ateş etmeye başladım.
Sonuç beş
ölü. Yedi yaralı”, dedi. Gözleri bir başka bakıyordu.
Hiçbir şey
demedim. Hikayesi bittiği gibi de önce bir kaza oldu; sonra da çatışma. Gardiyanlardan
biri ölürken üstüme düştüğü için kurtuldum ve o anlarda hayattaki duyacağım son
hikaye bu olacak diye çok korktum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder